Avrupa'nın inanası gelmiyor
Geçen ekim ayı başından bu yana Yapı Kredi Kültür Merkezi'nin İstanbul'daki
Vedat Nedim Tör Müzesi'nde (Beyoğlu-Galatasaray) izlenebilen Troya sergisi,
17 Mart 2001 günü Kültür Bakanlığı tarafından Almanya'nın Stuttgart
kentinde açılmıştı..
İki ülkenin devlet başkanlarının da katıldıkları törenin ardından
''efsane ile gerçek arasındaki yolculuğa'' çıkan Avrupalılar, Prof. Dr.
Fahri Işık 'ın deyimiyle; ''Yunan Troyası önyargısıyla sergiye girip
Anadolu Troyası'yla tanışarak ayrılmanın'' şaşkınlığını yaşadılar...
130 yıllık tabu
Öteden beri bu düşler ve destanlar kentini ''Avrupa soylularının anayurdu''
sayan Batılı anlayışı altüst olurken Troya'nın ilk kazıcısı Schlimann
'dan bu yana 130 yıllık bir ''tabu'' da yıkılmaya başlıyordu...
Stuttgart'dan sonra Braunschweig 'de ve Bonn 'da da yinelenen sergi, arkeoloji
ve tarih dünyasında adeta bir fırtına yarattı... O kadar ki Almanya'nın en
eski okullarından Tübingen Üniversitesi de kendi kadrosundaki Prof. Dr.
Manfred Korfmann 'ın kazı başkanlığında ortaya çıkan Anadolu gerçeğini
tartışma platformlarına taşıma gereğini duymuş ve 15-16 Şubat 2002'de
''Geç Tunç Çağ'da Troya'nın Önemi" temasıyla özel bir sempozyum düzenlemişti...
Tümü Alman olan 13 konuşmacıdan 5'inin Korfmann'a hak verdiği, 7'sinin
ise Troya'daki Anadolu kimliği bulgularını ''önemsemedikleri'' oturumlarda
''gerilim'' doruğa çıktı... Tartışmaların içinde yer alan Prof. Dr.
Fahri Işık'la bu gelişmelerin ayrıntılarını konuştuk:
- Tübingen Üniversitesi'ndeki sempozyumda siz de vardınız... Asıl amaç
b izim sergiye bir alternatif mi yaratmaktı?
-Tartışma aslında daha önceye uzanıyor... Almanya sergileri, Kolb'un
Troya kazısından 4 yıl önce yazdığı ''Eskiçağ'da Kent'' kitabında
Troya VI. yerleşimine ''önemsiz'' demesinin ne anlama geldiğini göstermişti..
Avrupa uygarlığının beşiği sayılan kentte, her yönüyle yerli Anadolulu
halkın kültürüyle karşılaşınca, bunu küçümsemeye başladılar..
- Bu konuda Avrupa'daki saplantılara ''tabu'' diyorsunuz... Aydınlanma
devriminin kıtasında bu hâlâ nasıl olabiliyor?..
-Asıl sorun da burada. Çağdaş arkeolojinin 200 yıllık geçmişiyle bütünleşen
''Helen dostluğu'' o kadar köklü önyargılar yaratmış ki Anadolu'nun
bundan ayrı bir tarihsel kimlik taşıdığı gerçeği karşısında aynı
Helen bağlılığı adeta tabulaşıyor. Zaten Tübingen'de de tartışılan
artık bu değildi. Troya'nın bir Anadolu kenti olduğu son bulgularla da o
denli ortada ki bundan sıkıntı duyanlar, tersini savunmak yerine ''değerini''
tartışma konusu yapmaya başladılar...
- Yani, Troya'nın Helen kimliği bozulmasaydı, önemi de belki artarak bile
sürecekti, onların gözünde... Öyle mi?
-Evet... Tavırları başka türlü zor yorumlanır.. Ancak, şimdi asıl önemli
olan tabii ki bilimsel dayanaklarını Avrupa üstünlüğü adına çarpıtılmasına
karşı dirençli olmak ve geri adım atmamak...
- Bu dayanaklardan en önemlileri nelerdir?
-Arkeolojide önem sırası olmaz. Fakat yine de örneğin Troya'nın Hitit
metinlerindeki Wiluşa Krallığı'yla özdeşliğini yadsımak, bilimin de inkârının
doruğu denebilir. O kadar ki Anadolu'nun Troyası'nın önemini azaltmak uğruna,
önce ''sefil bir köy'' tanısı yapıp, sonra da 'değmezdi' kanısını
yaratarak Akha-Helenleri'nin başlattıkları Troya savaşını bile kabullenmek
istemiyorlar. Bunu konu alan Homeros 'un İlias Destanı 'nı da masal olarak
yorumlamayı hedefliyorlar...
- Troya'nın artık Anadolu kimliğiyle tanınması, önceki tersi duruma göre
nasıl sonuçlar yaratıyor?..
-Birincisi, bilim dünyasında sarsıcı durumlar var. Örneğin Atina Ulusal
Müzesi'ndeki, prehistorya salonu sergilemesi artık farklı mesajlar taşıyor.
Hellas kültüründe Troya'nın payını görenler, bunu bir Anadolu etkilemesi
olduğunu bildiklerinde, sonuç çarpıcı değil midir? Ya da adı ''Yunan Tapınağı''
na çıkmış olan Dor Helenleri tapınağının çekirdeği ''megaron'' olduğuna
göre, bunun da bir Anadolu ürünü olduğunu, çünkü Troya yaratmasından
esinlenildiğini söylemek her şeyi sarsmak anlamına gelmiyor mu?..
- Aynı durum galiba Homeros ve İlias Destanı için de geçerli...
-Kesin... Avrupa yazın sanatı bu ozanla ve bu kitapla başlatılır. Hatta
Avrupa'nın ortak tarihinin kökeni de bu destanda aranır. Fatih bu nedenle
Papa II. Pius 'a yazdığı mektupta; ''...nihayetinde hep birlikte ortak bir kökenden
gelmekteyiz'' demiş ve bir belgeye göre de 1462'de dolaştığı Troya yaıkıntıları
üzerinde; ''bu kentin ve halkının intikamını almayı Allah bana nasip
etti'' diye gururlanmıştı... Atatürk' ün de Dumlupınar'da ''Troya'nın
intikamını aldık..'' demesi, aynı Anadolu bilinci değil midir?.. Yaşayan
en iyi Homer araştırmacısı Prof. Dr. Joachim Latacz da diyor ki; ''Avrupa'nın
yaratıldığı kent Atina değil Milet'tir...''
- Bütün bunları, siyasilerimiz de bilip savunabilseler, kim bilir
nerelerde olurduk... Örneğin ben, tüm milletvekili ve bakanların, 5 Ocak
2003'te sona erecek Troya sergisini gezmelerini ve ayrıca da kurs görmelerini
öneriyorum...
İyi olur, ama bu sergi önce halkımızla dolup dolup boşalmalı... Toplum
olarak Anadolu bilincimiz güçlenirse, seçilen milletvekilleri de aynı
bilincin siyasetçileri olurlar, işimiz kolaylaşır...
Daha düne kadar ''Avrupa soylularının anayurdu'' sayılan Troya'nın bir
Anadolu uygarlığı olduğu kanıtlandıkça, bunu hâlâ kabullenemeyenler ya
hırçınlaşıyorlar ya da ''önemsiz'' göstermeye çalışıyorlar.
Cumhuriyet - Oktay Ekinci
|