Galata'nın küçük kulesi
Sağlık Bakanlığı'nın göz hastanesi olarak hizmete devam eden tarihi
binadaki şömine ve çini sobalar kullanılabilir durumda... Sobanın özelliği
borusunun olmayışı... Duman alttan baca sistemi ile gidiyor...
Eminönü'nden Karaköy'e baktığınızda Galata Kulesi'nin hemen altında küçük
bir kule göze çarpar... Unkapanı'ndan bakınca, Galata'nın profilden silueti
içinde daha belirgin ortaya çıkar bu küçük kule... Bir kilisenin çan
kulesini andırır ilk bakışta... Çok kişi de öyle sanır zaten...
Geçenlerde bu küçük kulenin içinde ve dahi en tepesindeydim...
Binanın üst katındaki kapıdan girince önce taş merdivenle döne döne
birinci sahanlığa çıkılıyor... Birinci sahanlıktaki küçük pencereler,
biraz yüksekçe...
Gökyüzüne doğru
Dışarıyı görmek olası değil... İkinci sahanlığa döner, demir basamaklı
merdivenle çıkılıyor.... İnce uzun pencerelerden çevreyi gözlemek olası...
Üçüncü sahanlığa çıkan demir merdiven dik... Burası da çepeçevre
pencere... Eni üç adım... Yüksekliği iki adam boyu var... Pencereler kapı
niyetine açılabiliyor... Pencerelerin önü parmaklıksız küçük bir alan,
teras... Boğaz ve Marmara ve Haliç ayak altında... Dördüncü kata çok daha
dik bir merdivenle çıkılıyor... İki küçük adımlık dar bir alan...
Final... Sonrası gökyüzü...
Rasat kulesi
Dört katlı binanın üstündeki bu kule İngilizlerin rasat kulesi...
Kim bilir ne nöbetler tutuldu burada...
Nöbet denince askerlik akla gelir...
Kuledeki nöbetlerde mutlaka askeri amaçlar da vardı ama işin aslı
ticariydi...
1855 yılında İngiltere ve Fransa, Rusya'ya savaş ilan etmiş, yanlarına
Osmanlı'yı da alarak cepheyi Kırım'da açmıştı...
11 ay süren Sivastopol kuşatması sırasında çok asker ölmüş, bir o
kadarı da yaralanmıştı... Hatta İngilizler, ''İngiliz kanı'' nı korumak
için Kırım'da savaştırmak üzere Osmanlı'dan 20 bin Türk askerini ödünç
almıştı!
İşte o sıra yaralı İngiliz askerlerinin bakımı için İstanbul'da
Galata Kulesi'nin hemen altında ''British Seaman's Hospital'' , yani İngiliz
Bahriye Hastanesi açıldı...
Galata'nın havası
Galata'nın seçilmesi havanın temizliğindendi...
Öyle ya... Bir yanda bir ucu Boğaz'da Kuleli'ye, öteki ucu Marmara'da Müdürdar
burnuna uzanan bir cephe... Karşıda Çamlıca... Öteki yanda Haliç'in mis
gibi havası...
Hastane iki katlı, 50 yataklıydı... Hastanenin masrafı, İstanbul limanına
gelen İngiliz gemilerinin ton başına ödediği harçtan karşılanıyordu...
Hastanenin yönetimi de gemilerden harçların tahsili de İngilizlerdeydi...
Hastaneden sadece İngilizler yararlanıyordu... Ne ki Kırım Savaşı'nda
yaralanan İngilizlere hastane küçük geliyordu... Ve üstelik kazanılan savaşın
ardından İstanbul'da kolera ve tifüs salgını başlamıştı...
Yapımı yeni bitmiş Selimiye Kışlası'ndan biraz öteye ve henüz yapılmamış
Haydarpaşa Garı'nın arkasındaki bölgeye hastaneler kuruldu; Florance
Naghtingale'in hemşirelik yaptığı yıllardı o yıllar... Ölenler yapılmamış
garın arkasındaki arsaya gömülüyordu... Orası bugün İngiliz Mezarlığı'dır...
O yıllarda Fransızlar da Şişli'deki çayıra Lape Hastanesi'ni kuruyordu...
20. yüzyılın başında İngilizler, İngiliz Bahriye Hastanesi'ni yıktı...
Aynı yere 1904 yılında yeni bir hastane yaptılar...
Bugünkü hastane ikinci hastane...
İki bodrumuyla altı katlı ve çatısında kulesi olan yeni binayı İngiliz
mimar Percey Adams tasarlamıştı.
Kule, limana gelen İngiliz gemilerini gözlemekte kullanılıyordu ama
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra İstanbul'u işgal eden İngilizler tarafından
askeri amaçla kullanıldığı da aşikârdı... Limanı bundan güzel tarassut
edecek yer nerede bulunurdu...
Hastane hep İngilizlerin hizmetindeydi...
Bir de İngiliz elçiliğinin uygun gördüğü ''yabancı'' lar
yatabiliyordu hastaneye...
1924'te İngilizler, hastaneyi Kızılay'a devrettiler... Kızılay da İstanbul
Belediyesi'ne bıraktı sonradan... Yıllar içinde Kuduz Hastanesi'nden Beyoğlu
Belediye Hastanesi'ne dönüştü tarihi bina.... En sonunda Sağlık Bakanlığı'nın
göz hastanesi oldu...
1904'ten beri küçük bahçedeki çakıl taşlarından işlenmiş gemi dümeni
karşılıyor insanları...
Belki de bu yüzden, daha ilk adımda hastanelerin o soğuk havasını dağıtıveriyor
çakıl taşları...
Bir geminin içi gibi
Arkasına sonradan yapılan ek binayı ayrı tutarsak tarihi hastanenin içi de
hastaneye benzemiyor...
İki kanatlı binanın ortasından yani tepesindeki kulenin altından, altıgen
bir duvar yükseliyor... Altıgenin içinde asansör var... Mermer basamaklı
merdiven, altıgenin çevresinden dolanarak yükseliyor... Kenarlardaki parmaklıklar
ve tırabzan, sanki bir gemiden alınmış gibi...
Katların ortasındaki altıgen holden dar koridorlar uzanıyor... Üçüncü
kata kadar üç koridor, üçüncü katta iki koridor var... Aynen gemilerde
kamaraların açıldığı koridorlar gibi... Koridorların iki yanı oda...
Odalar ya doktor odası ya hasta odası... Ve asıl önemlisi her odada bir şömine...
Şömineler birkaç model...
Kulenin içi boş!
Şömineler, odun koysanız, yanmaya ve dolayısıyla odayı ısıtmaya hazır...
Ama artık kalorifer var. Kapı ve pencerelerin çoğunda ilk günün
aksesuvarları duruyor... Yıllar içinde yapılan boyalarla üzerleri
katmerlenmiş olsa da kulplar, mandallar, vasistas kolları orijinal...
En orijinali ise ilk zamanlarında koğuş olarak kullanılmış ikinci
kattaki iki büyük salonun ortasında duran büyük birer soba...
Yatay dikdörtgen prizma şeklindeki sobalar çini... Çinilerin, Tünel'in
çıkış holündeki duvar çinileriyle aynı olduğu söyleniyor... Yine de çinilerin
bir özelliği olmalı; belki yeşile çalan renkleri benziyordur...
Sobaların özelliği ise borusunun olmaması... Daha doğrusu, sobanın
borusu döşemenin altından gidiyor... Alttan baca sistemi... Üzerindeki döküm
yazıya göre Shorlands patentli... Manchester'da üretilmiş... Birkaç yıl önce
denenmiş; sistem aynen çalışıyor...
Doğrusu, göz konusunda bir uzmanlık hastanesine dönüşen hastane de iyi
çalışıyor...
Binanın tepesindeki kule ise boş... Benim gibi boş gezenin kalfasını ağırlıyor!
Cumhuriyet
|