Karaköy Camisi’nin sadece kayıp
iki taşını bulabildik
Ancak
hemen sevinmeyin, bulduğumuz, camiden kalan iki parça mermer. Mermerlerden
birisi, bütün ihtişamıyla Kınalıada Camisi'nin avlusunda yatıyor.
Diğeri ise cami duvarının yapımı sırasında taş olarak kullanılmış.
Yüzyılın başında Venedik'ten getirilen paha biçilmez avizenin nerede olduğu
ise henüz bilinmiyor ama diğer taşların nerede olduğu belli: Marmara'nın
dibinde.
1958 yılında ‘‘Yıldırım Yıkma Harekátı’’na kurban edilen
Merzifonlu Kara İbrahim Paşa veya yaygın ismiyle Karaköy Camisi'nin izini
bulduk. Ne yazık ki, ortada büyük bir sevince kapılmamızı gerektirecek pek
bir şey yok.
Karaköy Camisi'nin akibetini merak eden herkes gibi, bizim de yolumuz Kınalıada
ile kesişti. Çünkü, bütün kaynaklarda, caminin Kınalıada'ya nakledilerek
yeniden yapılacağı belirtiliyordu. Biz de Kınalıada'ya giderek camiden
kalan parçaların izini sürdük ve iki parça bulduk. Kınalıada Camisi'nin
avlusunda duran üzeri işlemeli büyük mermer blok, Karaköy Camii'nden buraya
taşınan parçaların ilkiydi. Cami kalıntılarının peşine düşenlerin sözünü
ettiği ikinci mermer blok ise caminin duvarında ‘‘tuğla’’ niyetine
kullanılmıştı. Koca caminin tek tek numaralanmış diğer parçaları mı? Yıllardır
İtalyan mimar Raimondo D'Aronco ve eserleri üzerine araştırmalar yapan Prof.
Dr. Afife Batur'a İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü'nden verilen cevaba
bakılırsa, götürüldüğü mavnadan kayarak Marmara'nın derinliklerini
boylamıştı.
Hatırlanacağı gibi, geçtiğimiz hafta, yüzyılın başında D'Aranco
tarafından yapılan ve sanat tarihçileri arasında art nouveau tarzının en
ilginç ve özgün örneklerinden biri kabul edilen Karaköy Camii'nin kaybolduğunu
yazmıştık. Bunun üzerine, camiden kalan parçaların nerede bulunabileceğine
dair muhtelif telefonlar aldık ve bu ilginç kayıp hikáyesini biraz daha deşmeye
karar verdik.
Avizeler Venedik'ten Gelmişti
Yaptığı çalışmalarla, D'Alarco'yu dünyaya tanıtan İTÜ Mimarlık Fakültesi
emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Afife Batur, Karaköy Camii ile ilgili olarak
yaptığı araştırmalarda içler acısı sonuçlara ulaştığını belirtti.
Prof. Batur, hem İtalyan, hem de Türk kaynaklarında varlığından söz
edilen yapının 1958 yıkımına kurban verildiğini öğrenince, o zamanlar İstanbul
Belediyesi'nin Tarihi Eserler Bürosu'nda çalışan arkadaşı Alpaslan
Koyunlu'nun kapısını çalmıştı. Koyunlu'nun verdiği bilgiye göre, siyasi
baskılar sonucu, önce Anıtlar Kurulu'dan caminin tarihi değeri olmadığına
dair bir rapor alınmıştı. Ancak, bu rapor Koyunlu'nun vicdanını
rahatlatmamıştı. Caminin ertesi sabah yıkılacağını öğrenince, bütün
bir gece karpit ışığında çalışarak taşları numaralamış ve yerleşim
şemasını çizmişti.
Prof. Batur'un, bu çizimlerin nerede olduğunu sorması üzerine de Belediye
Arşivi'nde bulunması gerektiğini söylemişti. Ancak, Prof. Batur, yaptığı
bütün araştırmalara rağmen Belediye Arşivi'nde böyle bir belgeye
rastlayamamıştı. Bunun üzerine Vakıflar'a başvuran Prof. Batur, nihayet
caminin dosyasını görme saadetine erecekti. Dosyada, caminin yıkımına
karar verildiği, minberin ve mihrabın muhtelif camilere, avize ve halıların
da Teberrükat Memurluğu'na gönderildiği belirtiliyordu. Kalan parçalar ise
Kınalıada'ya nakledilecekti. Prof. Batur, Venedik'ten getirilen avizenin son
derece kıymetli olduğunu ifade ediyor ve el altından birine satılmış
olabileceğini düşünüyordu.
Prof. Afife Batur'un gördüğü dosyada, yine son derece zarif bir işçiliği
olan mihrap ve minberin, Mercan'daki Atik İbrahim Paşa Camisi'ne monte edildiğine
dair bir bilgi de mevcuttu. Bunun üzerine Prof. Batur, Atik İbrahim Paşa
Camisi'nin yolunu tutacak ve dosyadaki bilginin doğru olmadığını kendi gözleriyle
görecekti. Çünkü, ‘‘oradaki mihrabın ve minberin Karaköy Cami'sine ait
olanlarla uzaktan yakından ilgisi yoktu.’’
Peki ama Karaköy Camii, üzerinde durmaya değecek ölçüde önemli bir
eser miydi, mimarlık tarihi açısından ne ifade ediyordu? Prof. Batur, bu
soruyu şöyle cevaplandırıyor:
Arsası da Boş Kaldı
‘‘Karaköy Cami, gereçekten mücevher gibi bir camiydi. O sırada Avrupa'da
‘art nouveau’ diye bir akım vardı. Modern akımların öncüsü olan bir
akımdı bu. Türkiye'de D'Aranco aracılığıyla gelmiş ve farklı bir forma,
İstanbul'a özgü bir biçime bürünmüştü. Çünkü, Avrupalı mimarlar bu
formu hiçbir zaman bir camiye veya türbeye uygulama imkánına sahip değildi.
D'Aranco bunu yapmıştı ve Karaköy Camii, bunun Türkiye'deki en yetkin örneklerinden
birisiydi.'
Sadece Prof. Afife Batur'u değil, Karaköy Camii konusuna şöyle veya böyle
değinen hemen herkesi çileden çıkartan asıl çarpıklık, caminin arsasının
yıkım tarihinden bugüne kadar bomboş durmasıydı. 1958'den beri, zaman
zaman parke taşı döşemek, zaman zaman asfaltlamak dışında arsada hiçbir
'imar faaliyeti'ne girişilmemişti. Bu da Karaköy Camii'nin tamamiyle sebepsiz
yere yıkıldığının en somut göstergesiydi. Bir başka ifadeyle, olan
camiye olmuştu...
Yapılması faydalı olur
Art nouveau tarzındaki tek camiydi, son derece güzel ve bakımlıydı. Üstelik
yıkılması için de bir sebep yoktu. 'Kınalıada'da cami yok, orada monte
edeceğiz' deyip götürdüler. O gün bugün camiyi gören yok. Belediye Karaköy
Cami'ni yeniden yaptırmak istiyorsa, aslına uygun yaptırmalıdır. Caminin
planları ve fotoğrafları var. Pek zor olacağını sanmıyorum.’’
Karaköy Camii, son derece önemli ve değerli bir yapıydı. Mermer
levhalar, bronzlarla bağlanmıştı birbirine. İşçiliği bir harikaydı.
Maalesef, merhum Menderes'in vahşi tutumunun kurbanı olmuştur. Üstelik
sadece bu değil, Menderes'e kurban verilen pek çok tarihi eser vardır İstanbul'da.
Belediyenin camiyi eski yerine ve aynı mimari üslûpla yaptırması yerinde
olur. Tabii, o üslûbu uygulayabilecek ustaları bulabilirlerse...
Tayyip Erdoğan'ın başkanlığı döneminde bana bu konuda başvurmuşlardı.
Ama caminin arazisini hazineden belediyeye devrettirmeleri mümkün olmadı.
Sorunu çözmüşlerse eğer, elbette yapılabilir. Ancak, dikkatli olmak
gerekir. Çünkü bu hem çok iyi, hem de tehlikeli bir fikir. İyi bir fikir,
kaybedilmiş bir yapının tekrar canlandırılması, gelişigüzel yıkımlara
karşı direnç noktası oluşturabilir. Tehlikelidir, popüler talepler uğruna
karikatür bir yapı çıkabilir ortaya. İstediğim ustalarla çalışmak ve
tek yetkili olmak şartıyla kabul ederim. Üstelik İtalyan hükümetiyle de işbirliği
yapılabilir. Bu işin ustaları İtalya'da çünkü.
Hürriyet
|