Pülümür'deki Devlet Binaları...
Gazeteler, Pülümür'de bir kadının ölümüne yol açan depremin ardından
geçtikleri haberlerde özetle şu noktaya dikkat çektiler: ''Tunceli'nin Pülümür
ilçesinde sabah saat 7.26'da meydana gelen ve Kandilli Rasathanesi'ne göre 6.5
büyüklüğündeki deprem, yine inanılmaz bir ihmali ortaya çıkardı. Bazı
köy evleri çöktü, ama en büyük hasarı kamu binaları gördü.''
Manzara bu. Birçoğu daha önceki deprem nedeniyle yıkılan ve yeniden inşa
edilen kamu binalarının TV görüntülerine yansıyan manzaraları can sıkıcı.
Bu konu, bazı gazetelerin yazdığına göre gerçekten ''ihmal'' mi? Bu soruyu
sorduktan sonra körfez depremi sonrası yaptığımız bir tartışmayı anımsadım.
Körfez depremi sonrası, İstanbul'u tehdit eden ve yaklaşan bir deprem
endişesi içindeydik. Zaman geçtikçe bu endişeler azalıyor, ama deprem
tehlikesi azalmıyor. İstanbul'u ciddi bir deprem tehdit ediyor. Bu deprem
sonrası, ''İstanbul'u yıkıp yeniden yapalım'' başlığıyla anılacak bir
tez öne sürmüştük.
Bu tezin esası şuydu: Körfez depremi sonrası, İstanbul'un bazı bölgelerindeki
binalarda ciddi hasarlar meydana gelmişti. İstanbul'daki binaların üçte
birine yakını hasar görmüştü. Bunların bir kısmı alınacak önlemlerle
giderilebilirdi, bazıları ancak yıkılıp yeniden yapılarak güvenli hale
gelebilirdi.
O zaman yapılacak olan, köklü bir değişim planı yapmaktı. Bu plan bazı
çürük zemine sahip bölgelerin tamamen boşaltılmasıydı. Bu boşaltılan
yerler yeşil alana dönüştürülürken yeni yapılanmalar için devletin arsa
tahsis etmesi gerekiyordu. Bu tahsis edilen alanlara dünyanın çeşitli kredi
kuruluşlarından alınacak kredilerle ve yurttaşların da katkısıyla depreme
dayanaklı, çok katlı yeni büyük siteler kurulabilirdi. Bu iyi organize
edilebilirse, yeni inşaatlar yoluyla ekonomi de canlanırdı.
Bu konuda ben o dönemde birkaç yazı yazdım. Soruna ilgili birçok bilim
insanı ve kuruluştan bu konuda olumlu tepkiler aldım. Bunun için bir örgütlenme
gerekiyordu. Böyle bir organizasyonun tamamen devlete bağımlı olması başka
sorunlar yaratabilirdi. Bu nedenle sivil toplum örgütlenmesinde güven kazanmış
bazı isimlerin bu projenin başına geçmesi şarttı. Bu amaçla düşündük
ve bu işte yararlı olacağına inandığımız bir isme böyle bir konuyu açtık.
Tepkisi ilginçti: ''Bu tür projede inşaatı yapacak olanlara güvenemiyorum.
Büyük bir gayretle böyle bir projeyi hayata geçiririz. Fakat bir bu inşaatlarda
da hırsızlık olur, gereken özen gösterilmez. Ben bu konuda tam bir güvensizlik
içindeyim.''
İlk adımımızda böyle bir tepkiyle karşılaşmak bizi şaşırttı. Aslında
Türkiye'de yaşananlara bakınca ona hak vermemek mümkün değildi. Aradan
birkaç yıl geçti, ben hâlâ böyle bir projenin İstanbul için gerekli olduğuna
inananlardanım. Bir gün birileri bu konuda bir şey yapmaya kalkarsa bütün gücümle
desteklemeye de hazırım.
Pülümür depremi sonrası hasarlı devlet binalarını görünce, ''inşaatları
yine kötü yaparlar'' diyen arkadaşımı anımsadım. Zaman onu haklı çıkarmıştı.
Evet devlet adına yapılan binalar çürük çıkmaya devam ediyordu. Bunun
nedenleri üzerinde hepimiz çeşitli fikirler yürütebiliriz. Müteahhitler,
projeye onay verenlerle birleşip bizim paralarımızı aralarında paylaşıp
eksik malzeme kullanmış olabilirlerdi. Para az gelmiş olabilirdi. Daha başka
gerekçeler bulabilirdik. Sonuç olarak bu binalar çürük yapılıyordu. Daha
önceki depremlerde de benzer sonuçlarla karşılaşmamış mıydık?
Bütün bunların nedeni üzerinde kafa yormak en iyisi. Demokratik, şeffaf
ve denetlenebilir bir devlete sahip olmadıkça böyle yolsuzluklar kaçınılmaz.
Dünyanın en büyük yolsuzluklarının en baskıcı rejimler altında gerçekleştirildiğini
hepimiz biliyoruz. Filipinler diktatörü Marcos ailesinin öykülerini yılladır
izliyoruz. Benzer birçok örnek daha kısa sürede bulabiliriz.
Temel sorun, devletin demokratikleştirilmesi. Ancak bunun bugünden yarına
gerçekleşmesi de mümkün değil. O zaman ne yapacağız? Elimizden geldiğince
sivil denetimi güçlendireceğiz. Bu kadar kalitesiz bir sisteme mahkûm olmadığımızı,
buna karşı mücadele etmemiz gerektiğini düşüneceğiz.
Bu kadar güvenilmez binalar inşa eden bir sistemin, bu halkın da hayatını
mahvedebileceğini kabul edeceğiz. Sorun sistemde. Sistemin değişmesinde...
Cumhuriyet
|