reklam

17 Nisan 2003 Perşembe
Ana Sayfa > Haberler

Parçalanan bir uygarlık

Robert Fisk, The Independent’daki yazısında, Bağdat’ta yağmalanıp yakılan Ulusal Müze’de bizzat tanık olduğu dehşet verici talanı anlattı.

Irak’ın paha biçilemez antik eseri onbinlerce parçaya ayrılmış yerlerde... Yağmacılar sistematik biçimde raftan rafa geçerek, Sümer, Akad, Asur, Babil, Med, Pers ve Elen uygarlıklarına ait onlarca heykeli, vazoyu, ikonayı birer birer yere çarptılar.

Tarihindeki tüm istilaları göğüslemiş, fakat kenti “özgürleştirmek” adına yıkan Amerikalıların ardından çökmüş müzede 5000 yıllık mermerlerin üzerinde yürüyorum; ayaklarımın altındaki kırıklardan çıtır çıtır sesler geliyor: Yıkılan müzedeki eserlerin parçaları bunlar. Iraklılar yaptı. Tarihlerinin binlerce yıllık miraslarını resmen yıkarak, kendi tarihlerini yok ettiler. İkinci Dünya Savaşı’nda Berlin ve Dresden’in yıkılmasından sonra, Taliban’ın Bamiyan’daki Buda heykellerini yıkışını saymazsak, modern zamanlarda dünya Bağdat’taki gibi bir yıkım görmemiştir.

Irak Ulusal Arkeoloji Müzesi’nde bir zamanlar Sümerler’in heybetle durdukları salonda ellerimizde meşalelerle yürürken “Amerikan askerlerine ihtiyacımız var, burada kalan eserleri korumak için polise ihtiyacımız var” diyerek ağlıyordu adamcağız, şimdi kolsuz başsız, gözleri oyulmuş yere devrilmiş heykelleri göstererek, “İşte bizim insanımızın tarihine yaptığı bu.”

Dört bin yıllık çömlek
Müze bekçisi Abdul-Setar Abdul-Caber ve biz, dün müzenin etrafında yağmacılarla yerel halk arasında silahlı çatışmaya tanık olduk; mermiler müzenin duvarlarını delik deşik etmişti. Yerdeki iri çömlek parçasını eline alıp “Şuna bir bakın” dedi Abdul-Caber dört parçaya ayrılmış çömleği gösterek “Bu Asurlulardan kalmaydı.Asurlular İsa’dan 2000 yıl önce yaşamışlardı” dedi kısık sesle. Elindeki parça testinin ağzıydı, ağız kısmındaki mükemmel oymalar kırıkta aniden bitiyordu.

Amerikan askerleri bu arada ne yapıyorlardı? Neden Iraklıların yaka silktiği Saddam’ın polis teşkilatı yeniden düzeni sağlamak için görevlendiriliyor? Böylesi bir hatayı en son, Mountbattan’ın güçleri Çinhindi’nde mağlup ettikleri Japon askerlerini Saygon’un güvenliğini sağlamak için kullanarak yapmışlardı.

Radyoda eski polislerin ABD tarafından sokak güvenliğini sağlamak üzere tekrar eski “görev”lerine dönmeleri anonsundan sonra Filistin Oteli’nde uzun bir kuyruk oluştu. Öğleden sonra başlarında bir Amerikan deniz piyadesi bulunan, “kıdemli” oldukları üzerlerindeki yeşil BAAS Partisi üniformasından belli sekiz memur görev için başvurdu. Fakat hiçbiri Müze’de görev almadı.

Göz yumulan iç savaş
“Özgürleştirme” şimdilerde “işgal”e dönüştü. “Barış ve güvenlik için yönetimin bir an önce Iraklılara devredilmesini talep etmek için Firdevs Meydanı’nda toplanan asabi kalabalığa silah çeken Amerikan piyadeleri, sözkonusu “barış” ve “güven”i sağlayamadıklarının farkındalar mı? Saddam rejiminde Şiiler altsınıfken Sünniler ortasınıf hayatı yaşardı. Bay Rumsfeld belki bunu kabul etmez ama şimdi Sünniler altsınıfa inerken Şiiler üstsınıf olabilme hayalinin gerçekleşebileceğini düşünüyorlar.

Dün mal sahipleriyle yağmacılar arasında vuku bulan silahlı çatışmanın altında da içten içe bu Sünni-Şii kavgası yatıyor. Meydana gelen bu etnik hadiselere bilinçli bir şekilde “karışmayarak”, ABD aslında Bağdat’ta bir içsavaşa göz yummuş oluyor. Dün kentte bir saatten fazla gezdim. Ağaç gövdeleri ve yanmış arabalardan barikatler kurulmuş yüzlerce sokak var, sokakta silahlı semt sakinleri evlerine, işyerlerine tehlike arzedecek her yabancıyı gözlerini kırpmadan vuracaklarını söylediler. 1975’te içsavaş böyle başlamıştı Beyrut’ta.

Az sayıda Amerikan deniz piyadesi Bağdat’ın sokaklarına karıştı. Birkaçı çoktan yağmalanmış hastahaneleri kontrol alma vicdanını göstermiş olsa da, artık çok geç. Çünkü hastahanelerin tümü yakıldı, alevleri çoktan söndü bile... Yağmanın bu üçüncü gününde Belediye binasından çıkan alever hala Bağdat gecelerini aydınlatıyor.

Artık çok geç
Dün Bağdat Belediye işçileri görevlerinin başına dönmek isteğiyle Amerikan Karargahına başvurdu. Aralarında kimya mühendisleri, sular idaresi ve elektrik santrali memurların bulunduğu bu grup Amerikalılardan işe dönmek için güvenliği sağlamalarını istedi. Çünkü Bağdat kendisiyle savaşan bir kent, silahlı hırsızların merhametine terkedilmiş...

Bağdat’a elektrik verilemiyor. Elektrik olmadığı gibi su, kanun ve düzen de yok. Elektrik olmadığı için müzenin bodrumunda elimizde meşaleyle ilerliyoruz; ayaklarımız kayarak, sendeleyerek, kimi değerli taşların üzerine basmamaya çabalayarak salonun sonundaki -kırık- kanatlı boğa heykellerine doğru. Meşalemi yüksekteki rafa doğrultuyorum, rafın kenarında tarihi yazıyor ve nefesim kesiliyor: M.Ö. 3500, ama heykellerin tümü, paramparça.

Neden? Bundan üç ay önce Amerikalı arkeologlar Pentagon ile, Irak’ın tarihi hazineleri üzerine toplandıklarında Bağdat Ulusal Arkeoloji Müzesi’nin korunması gereken alanlardan biri olduğu konusunda anlaşmamışlar mıydı? Neden Amerikan askerleri Irak’ın bu paha biçilmez mirasının yakılmasına, yağmalanmasına gözyumdular. ABD Savunma Bakanı Bay Rumsfeld, basın Bağdat’ta kaos ve anarşinin hüküm sürdüğünü söylediğinde Washington’da dudak bükerken, 7 bin yıllık Irak tarihi cayır cayır yanıyordu.

Bir indeks kartı: ‘Geç 2. yüzyıl’
Son 200 yıldır Batılı arkeologlar Irak’ın yüzlerce antik kentinde, saraylardan, mağaralardan, mezarlardan kalıntılar topladılar. Onların tasniflediği bu parçalar için kendi elleriyle yazdıkları indeks kartları, tanıttıkları heykellerin kırıkları arasında dağılmış. Sağlam kalmış bir indeks kartını aldım: “Geç 2. yüzyıl, No. 1680”, ancak kartın tanıttığı heykelden eser yoktu.

Büyük parçaların saklandığı geniş salona ulaştım; yağmacılar nasıl kırdılarsa çelik kapıyı yarıp girmiş ve eserleri kamyonlara taşırken -kimbilir kaç kişilerdi- tüm mermer zemini zedelemişler.

Ben müzeye varmadan önce yağmacılar işlerini çoktan bitirmiş gitmişlerdi; ne kadar zarar verdiklerini şimdilik bilmiyoruz.

İçinde bir zamanlar 40 bin yıllık çakmaktaşından objelerin buLunduğu cam fanus kırılarak açılmış. İçi boştu. Ne Horsabad sarayından gelen Asurlular’ın 5 bin yıllık tabletlerine, tuğralarına, ne de en son Sümer prenseslerinin düğünlerinde kulaklarını süslemiş olan 4500 yıllık altın yaprak küpelere ne olduğunu kimse biliyor. Geriye ne kaldığının kesin olarak tayin edilmesi, uzmanlara göre on yıldan fazla gerektirir. Kırık heykel gövdeleri, hazineler, kırıkları her yana dağılmış çömlekler arasında parıldayan mücevherler. Saddam şehrinin fakir mahallelerinden gelen Şiiler bir ihtimal bu müzedeki parçaların ne kadar değerli olduklarını bilmiyorlardı. Müzenin yıkımı öfkeden olduğu kadar biliçsizlikten de kaynaklandı. Müze kütüphanesinin 19. yüzyıldan kalma kitapların olduğu bölümde sadece çok az kitap yanmış gibi gözüküyor; belli ki yağmacılar kitaplara fazla değer biçmemişler.

Geographical Journal adlı bir derginin 1893-1936 arası yayınlarını buldum; hala kullanımda raflarda dizili duruyorlar. Onların yanında Almanca eski bir kitap; “Bağdat: Barış Kenti”.

İngiliz, Alman ve Fransız arkeologlar Irak’ın tarih hazinelerinin günümüze kavuşturulmasında büyük rol oynadılar. Bugün mezarı müzenin yakınlarında bulunan, büyük İngiliz oryantalisti, diplomat casus, “Irak’ın taçsız Kralçesi” Gertrude Bell arkeologlara büyük destek vermişti. Almanlar Dicle kenarına antik müzenin modern binasını inşa etmişlerdi. Saddam 1991 yılında kapatılan müzeyi 2000 yılında tekrar açmıştı.

Iraklı askerler de en az yağmacılar kadar sorumlular. Amerikalılar Bağdat’ı sardığında müzenin etrafına açtıkları siperler hala ortada.

“Silah tutmak istemezdik”
Bundan birkaç ay önce Irak Tarih Dairesi direktörü Cabir Halil İbrahim, müzenin içeriği için “bir ulusun mirası onlar, sadece gezmek görmek için değil, biz onlardan geleceğe bakmak için şevk alıyoruz, onlar Irak’ın şerefi” demişti. Bir çok Iraklı memur gibi, İbrahim Bey de gördüğü manzara karşısında çöktü, Abdül-Caber ise ellerindeki bir kaç kalaşnikof ile bir zamanlar dünyanın en görkemli müzesinden geriye kalanları korumaya çalışıyor. “Silah tutmak istemezdik ama mecburuz” diyor “buna bizi Amerikalılar mecbur ettiler. Önce Saddam’la savaştılar, sonra da bizi birbirimize düşürdüler”.

Saadun Caddesi’ndeki Amerikan karargahındaki deniz piyadeleriyle görüştüm; onlara müzdeki durumun vehametini anlatıp müdahale etmelerini istedim. Bir binbaşı bana “bir ara oraya da uğrarız” dedi ama çok geç, giden gitti. Amerika Irak’ı “özgür”leştirirken “başıboş” bıraktığı yağmacılar da herşeyi götürdüler.

“You are American” (Sen Amerikalı mısın?) diye bağrdı bana bir kadın İngilizce, “ülkene defol git istenmiyorsun burda, Saddam’dan nefret ederdik de, Bush’tan daha çok nefret ediyoruz, çünkü ülkemizi yaktı yıktı o.”

O kadın Irak Ulusal Arkeoloji Müzesi’ni gezmiş olsaydı kimbilir içinden ne geçirirdi.

İngilizceden çeviren: Erdem Peköz (Arabaşlıklar çevirene ait)
NTVMSNBC

 

Nisan 2003 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04 05 06
07 08 09 10 11 12 13
14 15 16 17 18 19 20
21 22 23 24 25 26 27
28 29 30
diğer aylar için tıklayın

Platform

"Yerel Yönetimler ve Mimarlık" tartışılıyor.

Forum'da başlayan tartışmaya şimdi katılmak için tıklayın.  Tartışma 01 Mayıs'ta İTÜ Mimarlık Fakültesi 109 No'lu Salon' da davetli konuşmacılar ile son bulacak.

Yönetici: İhsan Bilgin
Konuşmacılar:
Cem İlhan, Nevzat Sayın

Lamp 83' ün katkılarıyla

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz