Parçalanan bir uygarlık
Robert Fisk, The Independent’daki yazısında, Bağdat’ta yağmalanıp
yakılan Ulusal Müze’de bizzat tanık olduğu dehşet verici talanı anlattı.
Irak’ın paha biçilemez antik eseri onbinlerce parçaya ayrılmış
yerlerde... Yağmacılar sistematik biçimde raftan rafa geçerek, Sümer, Akad,
Asur, Babil, Med, Pers ve Elen uygarlıklarına ait onlarca heykeli, vazoyu,
ikonayı birer birer yere çarptılar.
Tarihindeki tüm istilaları göğüslemiş, fakat kenti “özgürleştirmek”
adına yıkan Amerikalıların ardından çökmüş müzede 5000 yıllık
mermerlerin üzerinde yürüyorum; ayaklarımın altındaki kırıklardan çıtır
çıtır sesler geliyor: Yıkılan müzedeki eserlerin parçaları bunlar. Iraklılar
yaptı. Tarihlerinin binlerce yıllık miraslarını resmen yıkarak, kendi
tarihlerini yok ettiler. İkinci Dünya Savaşı’nda Berlin ve Dresden’in yıkılmasından
sonra, Taliban’ın Bamiyan’daki Buda heykellerini yıkışını saymazsak,
modern zamanlarda dünya Bağdat’taki gibi bir yıkım görmemiştir.
Irak Ulusal Arkeoloji Müzesi’nde bir zamanlar Sümerler’in heybetle
durdukları salonda ellerimizde meşalelerle yürürken “Amerikan askerlerine
ihtiyacımız var, burada kalan eserleri korumak için polise ihtiyacımız
var” diyerek ağlıyordu adamcağız, şimdi kolsuz başsız, gözleri oyulmuş
yere devrilmiş heykelleri göstererek, “İşte bizim insanımızın tarihine
yaptığı bu.”
Dört bin yıllık çömlek
Müze bekçisi Abdul-Setar Abdul-Caber ve biz, dün müzenin etrafında yağmacılarla
yerel halk arasında silahlı çatışmaya tanık olduk; mermiler müzenin
duvarlarını delik deşik etmişti. Yerdeki iri çömlek parçasını eline alıp
“Şuna bir bakın” dedi Abdul-Caber dört parçaya ayrılmış çömleği gösterek
“Bu Asurlulardan kalmaydı.Asurlular İsa’dan 2000 yıl önce yaşamışlardı”
dedi kısık sesle. Elindeki parça testinin ağzıydı, ağız kısmındaki mükemmel
oymalar kırıkta aniden bitiyordu.
Amerikan askerleri bu arada ne yapıyorlardı? Neden Iraklıların yaka
silktiği Saddam’ın polis teşkilatı yeniden düzeni sağlamak için görevlendiriliyor?
Böylesi bir hatayı en son, Mountbattan’ın güçleri Çinhindi’nde mağlup
ettikleri Japon askerlerini Saygon’un güvenliğini sağlamak için kullanarak
yapmışlardı.
Radyoda eski polislerin ABD tarafından sokak güvenliğini sağlamak üzere
tekrar eski “görev”lerine dönmeleri anonsundan sonra Filistin Oteli’nde
uzun bir kuyruk oluştu. Öğleden sonra başlarında bir Amerikan deniz
piyadesi bulunan, “kıdemli” oldukları üzerlerindeki yeşil BAAS Partisi
üniformasından belli sekiz memur görev için başvurdu. Fakat hiçbiri Müze’de
görev almadı.
Göz yumulan iç savaş
“Özgürleştirme” şimdilerde “işgal”e dönüştü. “Barış ve güvenlik
için yönetimin bir an önce Iraklılara devredilmesini talep etmek için
Firdevs Meydanı’nda toplanan asabi kalabalığa silah çeken Amerikan
piyadeleri, sözkonusu “barış” ve “güven”i sağlayamadıklarının
farkındalar mı? Saddam rejiminde Şiiler altsınıfken Sünniler ortasınıf
hayatı yaşardı. Bay Rumsfeld belki bunu kabul etmez ama şimdi Sünniler altsınıfa
inerken Şiiler üstsınıf olabilme hayalinin gerçekleşebileceğini düşünüyorlar.
Dün mal sahipleriyle yağmacılar arasında vuku bulan silahlı çatışmanın
altında da içten içe bu Sünni-Şii kavgası yatıyor. Meydana gelen bu etnik
hadiselere bilinçli bir şekilde “karışmayarak”, ABD aslında Bağdat’ta
bir içsavaşa göz yummuş oluyor. Dün kentte bir saatten fazla gezdim. Ağaç
gövdeleri ve yanmış arabalardan barikatler kurulmuş yüzlerce sokak var,
sokakta silahlı semt sakinleri evlerine, işyerlerine tehlike arzedecek her
yabancıyı gözlerini kırpmadan vuracaklarını söylediler. 1975’te içsavaş
böyle başlamıştı Beyrut’ta.
Az sayıda Amerikan deniz piyadesi Bağdat’ın sokaklarına karıştı.
Birkaçı çoktan yağmalanmış hastahaneleri kontrol alma vicdanını göstermiş
olsa da, artık çok geç. Çünkü hastahanelerin tümü yakıldı, alevleri çoktan
söndü bile... Yağmanın bu üçüncü gününde Belediye binasından çıkan
alever hala Bağdat gecelerini aydınlatıyor.
Artık çok geç
Dün Bağdat Belediye işçileri görevlerinin başına dönmek isteğiyle
Amerikan Karargahına başvurdu. Aralarında kimya mühendisleri, sular idaresi
ve elektrik santrali memurların bulunduğu bu grup Amerikalılardan işe dönmek
için güvenliği sağlamalarını istedi. Çünkü Bağdat kendisiyle savaşan
bir kent, silahlı hırsızların merhametine terkedilmiş...
Bağdat’a elektrik verilemiyor. Elektrik olmadığı gibi su, kanun ve düzen
de yok. Elektrik olmadığı için müzenin bodrumunda elimizde meşaleyle
ilerliyoruz; ayaklarımız kayarak, sendeleyerek, kimi değerli taşların üzerine
basmamaya çabalayarak salonun sonundaki -kırık- kanatlı boğa heykellerine
doğru. Meşalemi yüksekteki rafa doğrultuyorum, rafın kenarında tarihi yazıyor
ve nefesim kesiliyor: M.Ö. 3500, ama heykellerin tümü, paramparça.
Neden? Bundan üç ay önce Amerikalı arkeologlar Pentagon ile, Irak’ın
tarihi hazineleri üzerine toplandıklarında Bağdat Ulusal Arkeoloji Müzesi’nin
korunması gereken alanlardan biri olduğu konusunda anlaşmamışlar mıydı?
Neden Amerikan askerleri Irak’ın bu paha biçilmez mirasının yakılmasına,
yağmalanmasına gözyumdular. ABD Savunma Bakanı Bay Rumsfeld, basın Bağdat’ta
kaos ve anarşinin hüküm sürdüğünü söylediğinde Washington’da dudak bükerken,
7 bin yıllık Irak tarihi cayır cayır yanıyordu.
Bir indeks kartı: ‘Geç 2. yüzyıl’
Son 200 yıldır Batılı arkeologlar Irak’ın yüzlerce antik kentinde,
saraylardan, mağaralardan, mezarlardan kalıntılar topladılar. Onların
tasniflediği bu parçalar için kendi elleriyle yazdıkları indeks kartları,
tanıttıkları heykellerin kırıkları arasında dağılmış. Sağlam kalmış
bir indeks kartını aldım: “Geç 2. yüzyıl, No. 1680”, ancak kartın tanıttığı
heykelden eser yoktu.
Büyük parçaların saklandığı geniş salona ulaştım; yağmacılar nasıl
kırdılarsa çelik kapıyı yarıp girmiş ve eserleri kamyonlara taşırken
-kimbilir kaç kişilerdi- tüm mermer zemini zedelemişler.
Ben müzeye varmadan önce yağmacılar işlerini çoktan bitirmiş gitmişlerdi;
ne kadar zarar verdiklerini şimdilik bilmiyoruz.
İçinde bir zamanlar 40 bin yıllık çakmaktaşından objelerin buLunduğu
cam fanus kırılarak açılmış. İçi boştu. Ne Horsabad sarayından gelen
Asurlular’ın 5 bin yıllık tabletlerine, tuğralarına, ne de en son Sümer
prenseslerinin düğünlerinde kulaklarını süslemiş olan 4500 yıllık altın
yaprak küpelere ne olduğunu kimse biliyor. Geriye ne kaldığının kesin
olarak tayin edilmesi, uzmanlara göre on yıldan fazla gerektirir. Kırık
heykel gövdeleri, hazineler, kırıkları her yana dağılmış çömlekler
arasında parıldayan mücevherler. Saddam şehrinin fakir mahallelerinden gelen
Şiiler bir ihtimal bu müzedeki parçaların ne kadar değerli olduklarını
bilmiyorlardı. Müzenin yıkımı öfkeden olduğu kadar biliçsizlikten de
kaynaklandı. Müze kütüphanesinin 19. yüzyıldan kalma kitapların olduğu bölümde
sadece çok az kitap yanmış gibi gözüküyor; belli ki yağmacılar kitaplara
fazla değer biçmemişler.
Geographical Journal adlı bir derginin 1893-1936 arası yayınlarını
buldum; hala kullanımda raflarda dizili duruyorlar. Onların yanında Almanca
eski bir kitap; “Bağdat: Barış Kenti”.
İngiliz, Alman ve Fransız arkeologlar Irak’ın tarih hazinelerinin günümüze
kavuşturulmasında büyük rol oynadılar. Bugün mezarı müzenin yakınlarında
bulunan, büyük İngiliz oryantalisti, diplomat casus, “Irak’ın taçsız
Kralçesi” Gertrude Bell arkeologlara büyük destek vermişti. Almanlar Dicle
kenarına antik müzenin modern binasını inşa etmişlerdi. Saddam 1991 yılında
kapatılan müzeyi 2000 yılında tekrar açmıştı.
Iraklı askerler de en az yağmacılar kadar sorumlular. Amerikalılar Bağdat’ı
sardığında müzenin etrafına açtıkları siperler hala ortada.
“Silah tutmak istemezdik”
Bundan birkaç ay önce Irak Tarih Dairesi direktörü Cabir Halil İbrahim, müzenin
içeriği için “bir ulusun mirası onlar, sadece gezmek görmek için değil,
biz onlardan geleceğe bakmak için şevk alıyoruz, onlar Irak’ın şerefi”
demişti. Bir çok Iraklı memur gibi, İbrahim Bey de gördüğü manzara karşısında
çöktü, Abdül-Caber ise ellerindeki bir kaç kalaşnikof ile bir zamanlar dünyanın
en görkemli müzesinden geriye kalanları korumaya çalışıyor. “Silah
tutmak istemezdik ama mecburuz” diyor “buna bizi Amerikalılar mecbur
ettiler. Önce Saddam’la savaştılar, sonra da bizi birbirimize düşürdüler”.
Saadun Caddesi’ndeki Amerikan karargahındaki deniz piyadeleriyle görüştüm;
onlara müzdeki durumun vehametini anlatıp müdahale etmelerini istedim. Bir
binbaşı bana “bir ara oraya da uğrarız” dedi ama çok geç, giden gitti.
Amerika Irak’ı “özgür”leştirirken “başıboş” bıraktığı yağmacılar
da herşeyi götürdüler.
“You are American” (Sen Amerikalı mısın?) diye bağrdı bana bir kadın
İngilizce, “ülkene defol git istenmiyorsun burda, Saddam’dan nefret
ederdik de, Bush’tan daha çok nefret ediyoruz, çünkü ülkemizi yaktı yıktı
o.”
O kadın Irak Ulusal Arkeoloji Müzesi’ni gezmiş olsaydı kimbilir içinden
ne geçirirdi.
İngilizceden çeviren: Erdem Peköz (Arabaşlıklar çevirene ait)
NTVMSNBC
|