Şehir mi, boyama kitabı mı?
Geçenlerde bir üniversitede belediyenin şehircilikle ilgili bir projesinin
sunuşunu izledim. Gördüğüm tuhaflığı tarif etmem neredeyse imkansız
gibi: Şehir sanki bir boyama kitabı, uzmanlar da ellerine boyama kalemlerini
almış olan çocuklardı. Birtakım kişiler, belediye onlara bu görevi verdiği
için, boya kataloglarından renkler seçiyorlar, binaların renklerine karar
veriyorlar ve kendi tercihlerini yönetimin bina sahiplerine uygulatmasını
bekliyorlardı. Doğrusu bu müthiş projelerin önünde şapka çıkarmamak
imkansızdı. Nitekim bu sunuşu izleyen bazı öğretim üyeleri, uzun bir alkışlama
seansının sonunda, "kentsel tasarım" fikrinin İstanbul için çok
yeni bir şey olduğunu, yerel yönetimin şehire çeki düzen vermek için çok
isabetli projeler yaptırdığını ve bu gibi bu projelerin kenti güzelleştireceğini
ifade ettiler. Belli ki gördükleri renkler içlerini açmıştı.
Şehri düzenlemek için elbette kurallara ve tasarımlara ihtiyaç var.
Ancak bu kuralların ve tasarımların yerine birtakım insanların kendi özel
tercihlerini geçirebilir miyiz? Bu kurallar "tasarımcılar" veya yöneticiler
tarafından konabilir mi? Kuralların yerine kendilerine "uzman" diyen
birtakım insanların kendi özel tercihlerini, düşüncelerini geçirebilir
miyiz? Kamu görevlilerinin, uzmanların böyle bir özgürlüğü olabilir mi?
Belediye'den ihale aldıkları için uzmanlara böyle bir hakkı tanıyabilir
miyiz?
Bu özgürlüğün sonuçta insanlara kıyafet dayatan ceberrut kamu yönetimi
anlayışından ne farkı var? Buna kimin hakkı var? Bu soruları sormam üzerine
biraz önce alkışlayan ve övücü konuşmalar yapan öğretim üyeleri yanıma
geldiler ve "kendilerinin de bu tip projelere karşı olduklarını, ancak
yerel yönetimle olan yakın ilişkilerinin bunu söylemelerini engellediğini"
belirtme gereği duydular. Sorun galiba burada: Kentin meydanları, sokakları,
kaldırımları, yeşil alanları, surları, tarihi yapıları iğdiş edilirken
uzmanların çevrelerine "falanca projeyi biz yapmadık, filanca projede
bize danışmadılar" demeleri ne anlama geliyor?
Şehir uyduruklaşıyor
Zincirlikuyu Mezarlığı'nın önünden her geçişimde tüylerim diken diken
oluyor. Bu giriş yapısı, "asri mezarlık" olarak Cumhuriyet döneminde
inşa edilen önemli bu kentsel altyapı tesisinin simgesi, artık yok! Yerinde
nasıl tasarlandığı, kimin karar verdiği belli olmayan, inanılmaz rüküşlükte
bir yapı var. Ne oldu, diye sorsanız cevap hazır: Kamyonlar bu kapıdan içeri
giremiyormuş! (Sanki mezarlık duvarlarının başka bir yerinden bir kapı açmak
mümkün değil!) Dışarıdakilerden ses çıkmadığına göre, artık umut içerdekilerde
olmalı!
Yıldız Parkı içindeki (Art Nouveau tarzındaki) su oyunları sistemi bir
anda yok edildi. II. Abdülhamit zamanında doğadan esinlenerek inşa edilen bu
havuzların, şelalelerin kenarlarına eğri büğrü duvarlar yapıldı. Gerekçe
mi arıyoruz? Dallar ve toprak suyun içine dökülüyormuş!
Karaköy'den Beşiktaş/Barbaros Bulvarı'na uzanan caddelerin her tarafına
arabesk parmaklıklar yerleştirildi. Gerekçe hazır: Yayaların yollara
atlamasını engellemek!
Sütlüce Mezbahası kimseye danışılmadan ve sormadan bir gecede yıkıldı
ve nasıl kullanılacağı belli olmayan devasa bir inşaata dönüştü. Neden
derseniz, bu önemli tarihi yapının taşıyıcı sistemi öngörülen işleve
uygun değilmiş!
İstanbul'un surları artık bir daha "koruma" gerektirmeyecek bir biçimde
yeniden inşa ediliyor. Neden derseniz: "Surlar hem Bizans hem de Osmanlı
zamanında zaten birçok kereler inşa edilmiş, bir kere de biz inşa
edelim".
Kurbağalıdere'nin girişine katlı kavşak kondurulup Moda'nın burnundan
otoyol geçirmeye, olmadı, altından otoyol tüneli açmaya çalışılıyor.
Amaç: Trafiği rahatlatmak!
Önce Belediye eğitilsin
AB, BM gibi siyasal kurumsallaşmalarda standart bir norm halini almış olan
STK'ların açık, tanımlı ilişkiler içinde katılımının yerini Türkiye'de
kamu kuruluşu olan üniversiteler ve himayeci ilişkiler içindeki uzmanlar
dolduruyor. STK'lar olmadan kamuoyunda bir duyarlılık yaratılması ve
projelerin sürdürülebilir olması mümkün değil. (Oysa Türkiye'de STK'lar
ile sivil toplum hâlâ birbirine karıştırılıyor!) Bu nedenle benim "İstanbullulara
kentlilik bilinci kazandırmak" için Belediye'den görev alan tarihçiler,
uzmanlar, araştırmacılara basit ve gerçekçi bir önerim var. Madem yerel yönetimin
bu iş için ayrılmış bir bütçesi var, halkı eğitmeye çalışacaklarına,
ilk önce belediye yöneticilerini eğitmeye çalışsınlar. Şehiri kendi
boyama kitapları, kendi oyuncakları zanneden, naif proje uzmanlarını ve yöneticiler
topluluğunu eğitsinler. Bir şehirde proje nasıl geliştirilir, tasarım
hizmeti nasıl alınır, yerel yönetimin görevleri nelerdir, bunları bilmeye
ve halkla paylaşmaya güçleri yetmiyorsa, kendilerini de çok zorlamasınlar.
Bilmedikleri konularda başkalarını eğitmekten vazgeçsinler!
Radikal - Korhan Gümüş
|