Milas'tan davet var
Uygarlıkların buluşma noktası Milas, Karya'ya ve Menteşe Beyliği'ne başkentlik
yaptı. Roma, Bizans, Selçuklu, Osmanlı derin izler bıraktı. Tarihi, halısı,
eğitimli ve modern insanlarıyla turizmde artık Bodrum'un gölgesinde kalmak
istemiyor.
Gündüzün 'Bafa mavisi', gece ay ışığında gümüş bir tepsiye dönüşmüştü.
Kıyısından geçenleri kiremitte kefalle keçi peyniri yemeye çağırıyordu
Bafa Gölü. Zeytin ağaçlarının gökyüzüne bakan yaprakları mehtabın
parlaklığını giyinmişti.
Ege topraklarından yalnız üzüm, incir, zeytin değil, geçmiş uygarlıklar,
mitolojik öyküleri de fışkırır. İnsan ne zaman gece Bafa'nın kıyısından
geçse karşıdaki Latmos yani Beşparmak Dağları'nın insanlara binlerce yıldır
yaptığı tanıklığını anımsar. Latmos'un eteklerindeki Herakleia kenti
Anadolu'da Hıristiyanlığın erken girdiği yerlerden biridir. Putperest Roma
baskısından kurtulmak için Latmos'un doruklarına sığınmıştır
Herakleia'nın insanları.
Bafa'yı gümüş tepsiye dönüştüren ay ışığı aslında bir aşkın
suya yansıyan yüzüdür. Latmos'taki çoban Endymion ile Ay tanrıçası
Selene'nin aşkları binlerce yıldır anlatılmıştır.
Issız Latmos Dağları'nda gündüzleri nağmesi kayadan kayaya yayılan kavalını
üflerken, geceleri buram buram kekik ve ıhlamur kokan otların arasında
uyurken çoban Endymion'u yalnızca Ay tanrıçası Selene görür. Endymion'un
erkek güzelliğine âşık olmuştur Selene. Anlatılan o ki çoban ile tanrıçanın
Latmos'un eteklerinde, Bafa Gölü'nün kıyısında yaşadıkları bu aşk
herkesi büyülemiştir ve Zeus'un 'ölümsüz bir uykuya' yatırdığı çoban
Endymion geceleri ay ışığı çıktığında uyanmakta ve tanrıça Selene
ile hâlâ daha sevişmektedir.
Sevgilileri rahatsız etmeyin
O yüzden insan geceleri ay ışığında soluğunu tutar ve iki sevgiliyi
rahatsız etmemek için sessizce geçer Bafa kıyısından.
Söke Ovası'nı geçip, Bafa Gölü'nü aştın mı, Bodrum'a biraz daha yaklaştın
demektir. Çünkü arada bir Milas kalmıştır. Ona da el sallayıp Bodrum'a
varmak için basılır gaza. Ancak bu kez yolculuğun amacı Milas'a varmak.
Yolculuk, postayla gelen bir zarfla başladı.
İki kitap çıkmıştı zarfın içinden. Bir de mektup. Kitaplardan birinin
adı 'Uygarlıkların Başkenti Mylasa ve Çevresi'ydi. Abuzer Kızıl yazmıştı.
İkinci kitap da yardımcı doçent doktor Melek Çolak'ın 'Milas Yahudileri'
adını taşıyordu. Kitaplar Milas Belediyesi'nin ve Milas Çevre ve Kültür
Değerlerini Koruma-Tanıtma Vakfı'nın katkılarıyla basılmıştı.
Milas Belediyesi Basın ve Halkla İlişkiler Sorumlusu Nevzat Çağlar Tüfekçi
kitaplarla gönderdiği mektubuna "Milas zengin tarihi ve kültürel
birikime sahiptir" diye başlıyor:
"En az 3 bin 500 yıllık bir geçmişi vardır. Tarihte Karya uygarlığına
ve Menteşe Beyliği'ne başkentlik yapmıştır. Sırasıyla Karya, Roma,
Bizans, Selçuklu, Menteşe Beyliği ve Osmanlı uygarlıklarını yaşamıştır.
Milas'ta 27 antik kentin kalıntıları bulunmaktadır. İasos, Heraklein,
Euruomos ve Labranda bugün gezilip görülebilecek olan ören yerleridir. İlk
çağda Milas mermerleriyle ünlü bir kent. Şehrin pek yakınında olan Sadra
Dağı'nda mermer ocaklarının bulunması Mylasa'nın çok sayıda mermerden
mabetle donatılmasını sağlamıştır. Bir öyküye göre, nükteleri ile ünlü
'arpçı Stratonikos' kentte verdiği resitali açarken, şehirdeki tapınak sayısından
etkilenerek, alışılagelmiş 'İnsanlara kulak ver' sözünü bir kenara bırakarak
'Tapınaklara kulak ver' demiş. Bu öykü bir başka şekilde şöyle anlatılır:
Pazaryerine gelen bir çalgıcı 'Dinleyin ey halk!' diyeceği yerde 'Dinleyin
ey mabetler!' demiş."
Bafa Gölü'nü arkamızda bırakıp gecenin bir yarısı Milas'a girdiğimizde
Nevzat Çağlar Tüfekçi bizi Ticaret Odası'nın lokalinde bekliyordu. Masada
yerel 'Menteşe' gazetesinin sahibi Oktay Dizdar ile belediye basın bürosundan
Gürsel Tekin de vardı. Tam karşımda oturanı bir yerlerden tanıyorduk ama
nereden?
Milaslı bir berberdi Halil Köse ve nereden tanıdığımızı anımsatınca
bizi 19 yıl öncesine götürdü. 1984 yılında köyleri kömür havzasında
kurulu olduğu için evleri ve arazileri kamulaştırılan Yatağan'ın
Eskihisar ve Milas'ın Sek köylüleri Gökçeada'da iskâna gönderiliyordu.
Yaklaşık 60 ailenin üç gün süren Gökçeada yolculuklarını izlemiştik
bir gazeteci olarak. İşte Halil Köse de kendisine Gökçeada'da ev ve arazi
verilen köylülerdendi.
Öyküsünün devamını da bu gidişimizde öğrendik ki, bilinmeyen bir
nedenden dolayı verilen ev ve arsa o daha içine yerleşme fırsatı bile
bulamadan geri alınmıştı. Halil Köse hâlâ daha neden Gökçeada'daki
evinin ve arazisinin geri alındığını öğrenmeye çalışıyor.
Macar mimarisi bile var
Ertesi gün Gürsel Tekin ile birlikte 'Milas turu'na başlıyoruz. Menteşe
Beyliği'nden kalma camiler, medreseler, hamamlar, Osmanlı mimarisinin en güzel
örneklerini yansıtan kışları sıcak, yazları serin cumbalı ahşap Milas
evlerini geziyoruz. Bir yapı ihtişamıyla dikkatimizi çekiyor. 'Macar evi'
diyor Gürsel. Milas'ta bir süre Levantenler de yaşamış ve Orta Avrupa
mimarisinin örneklerini ilçeye taşımışlar.
Gezi boyunca başka zenginliklerini de öğreniyoruz Milas'ın. Örneğin bir
dönem Yahudilerin yanı sıra Rumlarla Ermeniler de yaşıyormuş. Yüzyılın
başında Milas'ta sekiz bin Rum'un varlığı kayıtlara geçmiş. Yine
Milas'ta 1950'li yıllara kadar bin nüfusluk bir Yahudi cemaati de varmış.
Milaslı Yahudiler, İsrail devletinin kurulmasıyla ayrılmışlar buradan.
Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal'ın 'Anadolu Uygarlıkları' adlı yapıtında
ilk çağlardan beri ayakta kalabilen ve Kral Midas'ın mezarının bir benzeri
olduğunu, Bodrum'daki Moseleum'un bir minyatürü olarak inşa edildiğini
belirttiği Milas Gümüşkesen Anıtı'nın mermerleri, işlemesi, mimarisi görenleri
büyülüyor.
Ancak daha çarpıcı olanı da anıtın karşısındaki Yahudi mezarlığının
yerel yönetim tarafından koruma altına alınmış olması. Yahudilerin
gitmesiyle çöplüğe dönüşen, taşları çalınan mezarlık şimdi geçmişte
burada yaşayan farklı bir kültüre saygının anıtı gibi duruyor.
Çift ağızlı bir balta deseninin bulunduğu 'Baltalı Kapı'ya, ilçenin
beş kilometre güneyindeki Beçin Kalesi'ne, içindeki türbe ve medreseye
gidince insan birkaç yüz metrede bir tarihin başka bir boyutuna geçmekten,
bir uygarlıktan öbürüne koşmaktan yoruluyor.
Nevzat Çağlar Tüfekçi geçmiş kültürlerin ve bir dönem bir arada yaşayan
farklı etnik ve dinsel kökenli insanların Milas'a katkılarını anlatırken
ilginç saptamalar yapıyor:
"Rumların ve YahudilerinMilas'ın toplumsal yaşamında çok önemli katkıları
vardır. Yerli halk bir bakıma sanatı, zanaatı ve ticareti onlardan öğrendi.
Yahudiaileler 1930' lu, 1940'lı yıllarda en iyi giysilerini giyerek Milas'ın
Süsyolu'nda akşamları gruplar halinde ailece gezerdi. Onların bu davranışları
yerli halka da örnek olmuş, Milaslılar da gruplar halinde ailecek şehir
merkezindeki yolda akşamları gezmeye başlamışlardır. Milas'ta halen bu
gelenek sürmektedir."
Milas'ın CHP'li Belediye Başkanı Fevzi Topuz da kentteki tarihi dokunun
korunmasına dönük bilincin belediye öncülüğünde geliştirmeyi amaçladıklarını
belirtirken "Ancak bu bilinç istediğiniz hızda gelişmiyor. Çünkü
nedense insanlar betonu çok seviyor" diyor.
Milaslılar artık 'turizmin arka bahçesi' olmak, Bodrum'a geçilirken
uzaktan şöyle bir el sallanan yerleşim durumuna düşmek istemiyorlar. Bazıları
yok olmaya terk edilmiş tarihi yapıların bir an önce onarılmasını, tarihi
ve kültürel zenginliklerinin artık tüm dünyanın farkına varmasını, 15
kilometre uzaklıktaki Bodrum-Milas Havaalanı'nın yalnızca 50 kilometre uzaklıktaki
Bodrum'a bir geçiş yeri olarak kullanılmamasını istiyorlar.
Eğer bir gece yolunuz Bafa Gölü'nün kıyısına düşerse ay ışığında
sevişen çoban Endymion ile tanrıça Selene'yi rahatsız etmemek için sessiz
olun ve biraz ileride binlerce yıllık tarihiyle Milas'ın sizi uygarlıkların
buluştuğu noktada beklediğini unutmayın!
Radikal
|