reklam

Hülya-Ferhan Yürekli
Köşe Yazısı

10 Eylül 2004

Küreselleşme ve Mimarlık

Mimarlığın başlıca belirleyicisi yapıldığı ortamdır. Bu bizce ayrı bir yazı konusu olacak kadar önemlidir. Burada sadece günümüz ortamının bazı yönlerine değinmek istiyoruz.

Önce kısa bir giriş için bir anımızı aktaralım. 1974 yılında yerli arabamızla yola çıkarak İngiltere'ye gitmiş, bir yıl kalmış, yine aynı araba ile yurda dönmüştük. Gezinin özelliği yalnız Bulgaristan'ın vize istemiş olması idi. Hatta İngiltere'de arabamızı gümrüğe kaydettirmek gerektiğini bile dokuz ay sonra camında bulduğumuz son derece nazik bir polis notundan öğrenmiştik. Bugün Avrupa bütünleşmesine biz de katılacağız diyenlere ithaf ederiz. Sadece Avrupa bütünleşmiyor dünya da küreselleşiyormuş. Her zaman, 19. Yüzyıl sonu 20. Yüzyıl başının entelektüel bir oluşum olan "evrenselleşme" kavramını, bugünün ticari bir kavram olan "küreselleşme"sine tercih ederiz.


Resim-1


Resim-2

Örneğin küreselleşme derken "Basın" tekelleşiyor, Seattle Times, basın kralı (evet yeni demokrasilerde basının kralı da oluyor) Hearst'un satınalma saldırısına karşı Amerikan demokrasisi risk altında diyerek okurlarının desteğini arıyor; (Resim-1) acaba haber küreselleşmiyor, küresel olarak kontrol altına mı alınıyor? Ticari kurumlar haline gelen basın, demokrasilerde bile iktidarı eleştirmek gücünü kaybediyor; basın dördüncü güç değil miydi? Şimdi egemen güce -kim olduğu da fark etmez- hoş görünmek, ticari açıdan yaşayabilmek için ön koşul haline gelmedi mi? Aksi halde ilanlarınız kesilebiliyor, borçlarınızın veya açıklarınızın üstüne gidileceğini çok iyi öğretiyor egemen güçler.

Temiz olmak ise çok zor; vahşi kapitalist yaşamda erdemlilik savaşımını herkes kazanamıyor. Küçük borsa yatırımcısının nasıl utanmazca dolandırıldığını ünlü Forbes dergisi açıklıyor. (Resim -2)

Bilgi belki bir ölçüde küreselleşiyor internette, ancak kişisel sır kalmıyor, hangi siteye girdiğiniz, hangi "mail"i gonderdiğiniz kayda geçiyor ve denetlenebiliyor.

Refah küreselleşmiyor, orta değerin egemen olacağı çan eğrisi yine oluşmuyor, taban ve tepe arasında uçurumun simgesi parabol kenarlı üçgen ilk çağlardan beri kendini koruyor. Üretim açısından bakınca, üçgenin tabanı daha ucuza çalışacak kitleler aranmasının sonucu giderek genişlerken, tepe daralarak yükseliyor. Bu üçgenin içinde her kademe, üretmekte olduğunu bir alt kademeye devredip daha üstten, artı değeri daha yüksek birşey üretme çabasında, ama kontrol acaba kimin elinde. Ürettiğinin ise yukarı gittiğinin farkında mı? Örneğin Türkiye, tekstil üretimini daha doğusundaki ülkelere bırakarak, önce beyaz eşya, şimdilerde de dış satıma dönük otomobil üretimine durup dururken geçmiş değil. Bu kayma hep devam edecek mi? Hep daha aşağıda daha aza razı olanlar bulunabilecek mi? Üçgenin tabanının aşağı doğru kayarak genişlemesinin sonu gelecek mi?

Bunlar aslında geçerli ekonomik sistemin denetimsiz kalmasının doğal sonucu.  Üretim üçgeni ayrıca yalnız değil. Tepesi altta olan tüketim üçgeni ile süperpoze durumda. (Resim-3) Önemli olan teknolojiyi üretmek, malı değil. Amerika'da günlük yaşamda tüketilen malların neredeyse tamamı (Hürriyet Abidesi'nin turistik modelleri bile) Çin'de üretiliyor, ama acaba bunlar Çin malı mı? Bu arada Başkan Clinton'un "Amerika'da üretilen malları kullanın" kampanyasını da hatırlayıp durum değerlendirmesine dahil etmek gerekiyor.

Ülkemiz ve Kore'nin kısa bir kıyaslanması da bazı fikirler verebilir. 60'larda her iki ülke de gelişmemişti ve "ithal ikamesi yasası" ile iç sanayilerini koruyorlardı. Bizim sanayimiz ileri ülkelerde devrini doldurmuş tüketim mallarının kalıplarını getirterek ürettiği malları, koruma altındaki iç pazarda rahatça ve fahiş fiyatlarla satıp deneyim (!) kazanarak, yakın zamanlara kadar geldi. 40 yıllık şirketlerimizin Araştırma-Geliştirme bölümleri bu nedenle 40 değil ancak 5 yaşında ve hala birçoğu know-how ve patent yoksunu ve ekonomimiz küreselleşme uğruna dışa tamamen açık. Bugün özelleştirmeden yana tavır koyanlar, zamanında işlemeyen özel sektör fabrikalarının devlete satışını hatırlarlar mı? Kore ise dış alıma kapalı olmayı kötüye değil iyiye kullanmanın, yani Ar-Ge ile mal üretmenin sonucunda bugün teknolojide söz sahibi bir ülke haline gelmiş bulunuyor. Hatta ne kadar ilginç ki Amerika Birleşik Devletleri'nin dini nedenlerle izin vermediği "kök hücre" çalışmalarında Dünya lideri durumdalar ve ekonomileri hala koruma altında.

Tarım konusunda da durum farklı değil, kendi tohum üretme çifliklerimizi kapatıp, dışardan ikinci yıla tohum vermeyen tohumları fahiş fiyatla almamız da önemli bir hata, globalizasyon herhalde bütün ulusal kurumlarımızla dışa bağımlı olmak değil. Bu genel ve kısa bir durum değerlendirmesinden sonra, mimarlığın durumuna bakabiliriz.

Bilginin küreselleşmesinin ilginç sonuçları mimarlıkta da görülmeye başlandı. Konferans için İstanbul'a gelen Hollandalı mimarlar ile konuşurken öğrendik ki bazı Hollandalı mimarlar projelerini ucuz olduğu için Hindistan'da çizdiriyorlarmış. Saat farkından da yararlanınca, akşam verileri gönderip, sabah büroya geldiğimizde hazır yapılmış olarak buluyoruz bilgisayarda diyorlardı. Hindistan'da insan bedelinin ucuz olması, Batı'ya para yanında gün de kazandırıyor anlaşılan. Projeler de büyük olasılıkla kendi insanına güvenmeyen veya güvenecek yetişmiş elemanı olmayan bir üçüncü dünya ülkesi içindir. Bu durumu zaten tahmin ediyorduk, belgelenmiş oldu derken biz de benzeri bir öneri aldık. Telefonla Dekanlığı Londra'dan aradığını söyleyen, adı bizde saklı bir Türk mimar, Geyre koruma planı işini aldıklarını, bunun Türkiye'de İngiltere'den daha ucuza yapılabileceğini düşündüklerinden, bizim bu konuyla ilgilenip ilgilenmeyeceğimizi, Afrodisyas'ı bilip bilmediğimizi, bu konularda yeterliğimizi belgelemek üzere geçmiş deneyim ve referanslarımızın listesini gönderip gönderemeyeceğimizi, düşük maliyetin önemli olduğunu vurgulayarak öğrenmek istedi. Bu arada işvereninin Geyre'nin korunmasını amaçlayan bir vakıf olduğunu belirtti. En ilginci de, uygulanacak koruma yönteminin İngiltere'nin sömürgelerinde geliştirildiğini ve 15 yıldır uygulandığını övünçle belirtmesi oldu. Küreselleşen dünyada bir yönden -örneğin İngiltere'den kendi ülkene bakarken bile- doğal bir gelişme gibi görünse de biz sert tepki göstererek telefonu kapatmak zorunda kaldık.

Geyre gibi bir ulusal servetin planının yapılacağını ulusal meslek topluluğu bu şekilde mi öğrenmeliydi? Örneğin ABD'de sıradan bir parsele yapılacak ek bile çevre halkın görüşüne sunuluyor. (Resim-4) Uyarımızdan sonra, projelendirmenin önerdiğimiz kanallarla yapılmasını benimsemiş görünen ilgili vakfın şu anda nasıl bir tutum içinde olduğunu da bilmiyoruz.

Bizde çok yaygın olan, yiyecekten giyeceğe, mimarlık hizmetinden dadı hizmetine kadar herşeyi dışardan edinmenin küreselleşme ekonomisi ile ilişkisi yoktur. Küreselleşme, teknoloji sahibinin kaliteden ödün vermeden üretim maliyetini düşürmek için daha ucuz işgücü olan yere gitmesidir.

Hizmetlerin dünya ölçüsünde rekabete açılmasıdır. Rekabet, bu sistemin can damarıdır. Geyre'nin planı işini, üstelik fahiş olduğu anlaşılan bir bedelle yurt dışına yaptırmak, görülüyor ki küreselleşme kavramına girmemektedir. Girdiği kavram yabancı hayranlığı ya da kendine güvensizlik olabilir. Yabancı hayranlığının kimseye ve ülkeye faydası olmadığı açıktır. Bir kere fazla para veriyorsunuz ve iş yine de sizin ülkenizde yapılıyor, bunun farkına varamıyorsunuz, üstelik isim hakkı ve deneyim sahipliği dışarıya hediye edilmiş olunuyor. İşin rekabet koşulları içinde yapılması aslında hiç de zor değil ki; sadece uygun uzmanlara bir yarışma organize ettireceksiniz; jüri üyelerinin bir bölümünü uluslararası otorite sayılanlardan seçmenize hiçbir engel yok. Birçok ülkede bu aslında zorunlu ve o ülkelerin mimarlıkları hızlı gelişiyor. Çok önemli bazı projelerin tabii ki dış rekabete de açılması, yani yarışmaların uluslararası olarak organize edilmesi, ülkenin entelektüel itibarını da artırıyor. Kimse en ünlü olduğunu düşündüğü uluslararası isimlere, prestij için bile olsa doğrudan iş vermiyor, en az 6-7 tanesini yarışmaya davet ediyor, biraz fazla para ve zaman harcıyor, böylece, daha pahalı görünen fakat daha rasyonel ve insanlığa gelişme sağlayıcı sonuca ulaşabiliyor. Tabii bunu yapabilenler "iyi mimarlık" ile "iyi bina"nın he zaman aynı şey olmayabildiğini bilenler. Biz de ise örneğin Sabancı ve Koç Üniversiteleri'nin yerleşkelerinin, mimarlarının yabancı olmasına özen gösterilmesine karşın, belki iyi binaların sıradan mimarilerini yansıtmaktan ileri gidememelerinin nedeni bu olmalı. Hele Koç Üniversitesi'nde geleneksel mimariyi kopyalamak için yabancı mimar kullanılması tam bir küreselleşme (!) örneği olsa gerek. Tabii bir de yatırımcının mimari projeyi yapması durumu var ki en son örneği Uşak Valisi Sayın Ali Fuat Güven. Kendisinin okul yapma çabası muhakkak ki her türlü takdirin üzerindedir. Ancak kültür fakiri gazetemizin ifadesi ile "proje tasarımlarını kendisinin çizmiş" olması ne anlama geliyor ve daha önemlisi, ilgili meslek kuruluşumuzun gözünden nasıl kaçıyor? Bir başka örneğin de Yeditepe Üniversitesi yerleşkesi olduğunu duyuyoruz, görüntü de bu savı destekliyor zaten; üstelik bünyesinde bir mimarlık bölümü varken.

Yabancı hayranlığının ve iş bilmezliğin en canlı örneği ise olimpiyat stadımız. Kaç milyon Dolar olduğunu kamunun bilmediği bir ölü yatırım. Yabancı mimarların ve yabancı inşaat şirketlerinin ve tabi asıl olarak ulusal olimpiyat komitemizin ürünü. Stadı yaparsak olimpiyatı alırız; biz biliriz, biz karar veririz durumu. Türk uzmanların karşı çıkmalarının ne önemi olabilir ki. Rüzgar nedeniyle futbol oynanamıyor, tabi kamuya açıklanmıyor ama o rüzgarda atletizm de olmayacağını bilenler biliyor. Ayrıca eminiz ki ihaleyi kazanan firmanın oryantalist Fransız mimarları, kapalı tribünü örten hilal nedeniyle seçildiklerini düşünüyorlar. Herhalde depremden sonra betonarme strüktüre çelikle yapılan güçlendirmeleri kamu bilmediği gibi işe yarayıp yaramayacağı da tartışılmamış bulunuyor. Ayrıca boş duran tesisin yıllık bakım masrafının ne olduğunu da hiçbirimiz merak edip sormuyoruz. Yalnız yapım sırasında öğrencilerle gezimizde bilgi veren beyefendinin yılda 285 günü şimdiden dolu sözlerini tebessümle karşıladığımızı iyi hatırlıyoruz. Bunlar da küreselleşmenin kötüye kullanılış örnekleri oluyor. Olimpiyat komitesi başaramadıkça görev süresi otomatik olarak uzuyor. Yerlerini başarabilecek olanlara bırakmak akıllarına gelmiyor, kimse de talep edemiyor. Rekabet işlemiyor. Granit kaplı idare binası uluslararası komiteyi kandıramıyor, onlar hemen arkasındaki karanlık ve pis havuz binasında çocukların yarıştırıldığını elbette farkediyorlar. Yerel olarak geçerli bazı durumlar küresel olarak geçerli olmayabiliyor.

Küreselleşmede rekabet önemli ise rekabette de deneyim avantaj sağlayacaktır. Bazı ülkelerin bir adım önde olmasının nedenleri bilinmektedir. Bizim gibi ülkelerin, tıpkı Kore'nin ve Başkan Clinton'un yaptığı gibi kendi ülkesine öncelik verme, hiç değilse şans tanıma durumu hatta zorunluluğu vardır. Bazılarınca yok olduğu düşünülen deneyim başka nasıl kazanılabilir. Türkiye'de yatırımlar devletten belediyelere ve holdinglere kaymış durumdadır. Bunun olumlu bir gelişme olduğu söyleniyor. Biz de onlara bunun görev çıkardığını düşünüyoruz, hatırlatmak istiyoruz. Ön yargılardan, güvensizlikten arınıp, önce kendi insanına şans vermek görevi. Belki de bu görevi örneğin İspanya'da olduğu gibi yasal yolla yaptırmak gerekmektedir. Ne boyutta olursa olsun kamusal ve kurumsal her binanın mimari projesinin yarışma yoluyla elde edilmesini zorunlu kılan bir yasanın gündeme getirilmesi gerekir. Bu da bizim "ithal ikamesi" talebimiz değildir, sadece rekabet koşulları içinde daha da deneyim kazanmak istemekteyiz. Acaba bu yasanın öncülüğünü Mimarlar Odası üstlenemez mi? Hâlâ her ülkenin bayrağı, sınırları, pasaportu olduğuna göre, ulusal çıkarları da var demektir. Ayrıca küreselleşen dünyada olimpiyatlar niye kişisel değil de ulusal bazda yapılıyor, niye ulusal marşlar çalınıyor ki?

Yazarla yazı ile ilgili görüşlerinizi paylaşmak için aşağıdaki formu kullanabilirsiniz. 

Ad : *

Soyad : *

Email : *

Meslek :   

Mesaj :   *

   

 
  

 

Köşe Yazısı

Hülya & Ferhan Yürekli
15 Ekim 2002
günü  Diyalog bölümümüze konuk oldular.

Hülya & Ferhan Yürekli hakkında daha fazla bilgi edinmek için  tıklayın

Diyalog buluşmasını soru cevap şeklinde okumak için  buraya tıklayın...


Vitra - Artema'nın katkılarıyla

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz