“Küresel Söylemler” / “Yerel
Eylemler”
Son
zamanlarda uluslararası yayınlar ve konferanslar dikkatinizi çekmişse, mimaride
soyut formların tercih edildiğini fark etmişsinizdir. Soyut formların bu kadar
olağan olmaları, Frank Gehry’nin “enginar” veya “armadilo” benzeri soyut
yapılarına bile gözümüzü alıştırmaya başladı. Artık, yana yatmış kolonlar,
gerçek dışı konsollar, amorf kitleler, delinmiş kabuklar ve kayan satıhlar
heyecan sınırımızı zorlayamaz oldular.

Nuh'un Koolhaas'ı
Gündemde kalmak için rakip “star” mimarların soyutlama
dozajlarını yükselttiklerini görüyoruz. Bu rekabet Koolhaas, Libeskind, Hadid,
Fuksas gibi medyatik “abstract modern” mimarlara olan ilgiyi yoğunlaştırıyor.
Küresel yıldızların yapıları çok beğenilse bile biz mimarilerini daha iyi
anlamak için kavramlarını eleştirebiliriz.
Hugh Pearman’in 10/04/2005 tarihli Sunday Times'da Rem
Koolhaas’ın Porto’daki Casa da
Musica eleştirisinin tercümesini ekliyorum:
“Casa da Musica’dan nefret etmek için bir sürü
sebep görebiliyorum. Yapı arsızca egoist. Şekli bile dengesiz. Yıkılmaması için
zemininde inanılmaz statik cesaret gerekmiş. Her şeyiyle bina mantıksız ama aynı
anda şahane. Anlamak için yaşanması gerekiyor. Yaşanırsa sizi mutlu ediyor çünkü
tavizsiz, katıksız, hakiki ve saf mimariyle karşılaşıyorsunuz.”
Koolhaas her türlü mimari disiplini kırarak yapısının
sadece çağdaş yaşam sürecinin bir yansıması olarak var olabileceğini cesurca
sergiliyor. Tasarımını, amaç, konum, zaman ve uygulama ile tüm referanslardan
koparıyor. Mimarların nitelikli form ve mekan yaratma kaygısı onu
ilgilendirmiyor. Onu asıl ilgilendiren metropollerin zor tahammül edilir yoğun
karmaşası.
Koolhaas’ın mimarisi sadece Hollanda ve hatta Batı
kültürüne endeksli değil. Kendine özgün söylemiyle, o çevremizdeki küresel
kültürün dengesiz enerjisini yansıtıyor.

Casa da Musica
Aslında, küresel ölçekte, Koolhaas gibi yıldızların
soyut formları tercih etmeleri çok doğal. Bahsettiğim soyut mimari sadece
spesifik bir ortama referans vermiyor ve şahsi bir tezi temsil etmiyor. Bu
soyutluk işlev, çevre ve form ilişkilerini reddeterek her ortama eşit uyum (daha
doğrusu eşit uyumsuzluk) sağlıyor. Koolhaas’ın soyut formları Tokyo’da ne
çağrıştırıyorsa (bulut formasyonları gibi) İstanbul'da da, tercümeye gerek
kalmadan, aynı çağrışımları veriyor. Böylece, soyut mimari küresel kapitalizmin
uluslararası proje üretme ve finans etme amacına uygun bir frekansta estetik
yaratıyor. Mimar soyutlamayla bir yandan küreselliğin karmaşıklığını
yansıttığını ima ederken diğer yandan mevcut statüyü kabul ederek kendi maddi
zeminini sağlamlaştırıyor.
Köşe yazısında Ela
Kaçel’in doğru tespit ettiği 3K (kültür, kapital, küreselleşme) üçgenini
çağdaş dünyanın kaçınılmaz realitesi olarak kabul edeceksek önce Koolhaas’ın
varsayımlarını sorgulamamız gerekir.
Bir mimar küresel boyutlarda bir mesaj vermekte
samimiyse önce kendi bakış açısını dünyanın dışına çekmesi gerekecektir. Birey
öncelikle dünyanın tüm doğrularını analiz ettiğini ve kavradığını
meşrulaştırdıktan sonra evrensel kahinliğe soyunacaktır. Küresel ölçekte dünya
için teşhis koyan, tahmin yürüten ve reçete sunan mimarın istatistik bilgiler
dışında büyük bir egoya sahip olması gerekecektir.
Aslında
biz, artık, bu tip tespitlerin bilimsel temele sahip olmadıklarını ve en
mantıklı görünen teşhisin bile kişisel tahminden fazla ileri gidemeyeceğini
geçmişin tecrübeleriyle biliyoruz. Koolhaas da bu tip toplumsal ütopya
üretiminin sakıncalarının farkında olduğu için, Robert Venturi tarzında, modern
yaşamın tüm negatif unsurlarını benimseyen, mimari karşıtı bir söylem
geliştiriyor. Ciddi analizler ve araştırmalar sonucu küresel vahşetin karmaşık
realitesini tespit etmiş görünerek devredeki dinamiklere önem veren doğal bir
süreç içinde yapı ürettiğini iddia ediyor. Mimarların estetiği önemsemelerine
karşı aldığı tavırla kendi estetiğini eleştirilerden korumuş oluyor. Hiç birimiz
dünyaya anlam veremediğimize göre nasıl olurda Koolhaas’ın küresel mimari
soyutlamasından rasyonellik talep edebiliriz?
Koolhaas’ın dıştan dünyayı analiz ederek küresel
dinamiğin vahşetini bize benimsetmesi, yerelliğin medeni sakinliğinden bizi
dışlatmış oluyor. Onun bu tezi insanın kendi dünyasına bulunduğu noktadan anlam
vermesini geçersiz kıldığı için bireyi önemsizleştiriyor. Her bireyin, kendi
çevresine uyum sağlamasını ve kendine göre düzen kurma çabasını küçümsemiş
oluyor.

Geoffrey Bawa Eskiz Yaparken |
Onun söylemine bakılırsa Charles Correa, Geoffrey Bawa ve Glenn
Murcutt’un benzeri yerellerin özgün eylemleri nostaljik ve marjinalmiş
gibi görünmeye başlıyor. Dolayısıyla, içinde yaşadığımız ortamdan
referans alarak mimarlık yapmamızın da hiçbir anlamı kalmıyor. Bu
mantıkla, İstanbul’un Bilbao’daki Gugenheim veya Porto’daki
Casa da Musica kalitesinde bir yapıya sahip olması için ancak
Koolhaas gibi bir yıldızı davet etmesi gerekiyor. Böyle düşünecek
olursak, İstanbul Modern’e bir ek yapı arzu edilirse Rem Koolhaas veya
onun küresel rakiplerinden başka mimar seçme alternatifimiz kalmıyor. |
Önce “küreselleri” İstanbul’a getirmeyi başaran
ARKIMEET’e kendi adıma teşekkür ederim. Sonra, sahanın biraz dengelemesi için,
mümkünse, 2006 programlarında biraz da “yerelleri” davet etmelerini arzu ederim.
Yazarla yazı ile ilgili görüşlerinizi paylaşmak için aşağıdaki
formu kullanabilirsiniz.
Kaya Arıkoğlu ile ilgili detaylı
bilgiye Diyalog ve AMV
sayfalarından ulaşabilirsiniz.
|