Özet: Çelik yapıların tüm inşaat pazarı içindenki
yeri son zamanlara kadar çoğunluğu endüstriyel yapılar olmak kaydıyla %5
civarındadır. Bu oran, sadece endüstriyel yapılar düşünüldüğünde %20
oranına çıksa bile Avrupa ülkelerininkiyle karşılaştırıldığında çok
düşüktür. Türkiye’de çelik yapıların yapılması için gerekli tüm
teknoloji ve ekonomik olabilirliği vardır. Son depremlerde çelik yapılar tüm
özelliklerinin yanı sıra can ve mal kurtarır özelliğini de göstermiştir.
Ancak yine de geçmişi yüzyılı aşan yapısal çelik taşıyıcılı yapılara
karşı Türk inşaat sektöründe büyük bir direnç vardır. Bu yazıda sık
sorulan tüm soruları yanıtlamaya çalışırken, olabilirlik, yapılabilirlik
ve eksiklerin de bir irdelemesini ve çelik yapı sektörünün bugünü ve yarınına
ilişkin potansiyel değerlendirmesi yapmaya çalışacağız.
Anahtar Sözcükler: Çelik Yapılar, İnşaat, Çelik Binalar, Çelik Yapı
Ekonomisi, Çelik Mimarisi, Çelik Yapı Sektörü Potansiyeli
1. Giriş
Bugün Türkiye’de inşaat kültürü tümüyle betona bağlı bir seçeneksizlik
içindedir. Mimarlar tasarımlarında malzeme seçimi konusunda “Beton mu,
yoksa beton mu?” çıkmazı içindedir. Türkiye betona 1940 yıllarında dönmeye
başlamış ve ahşap, kerpiç, taş, tuğla gibi geleneksel tüm yapı
malzemelerini bu yolda dışlamıştır. Türkiye bugün dünyanın en büyük
çimento üreticilerindendir. Bu durum da betona büyük bir teknik lobi olanağı
sağlamaktadır.
Bugün çelik yapı yapanlar, çelik işleyen fabrikatörlerdir ve çoğu da
büyük genel müteahhitlik fimalarının yan kuruluşlarıdır. Bu kuruluşların
ana firmaları da çeliğin endüstriyel yapılara uygun olduğu, ticari ve
konut yapılarında ekonomik olamayacağı genel önyargısına koşut düşüncededirler.
Bir endüstriyel yapının, hele de bir kuvvet santralının tipik bir konu veya
ticari yapıya oranla sırasıyla 25 – 5 katı çelik kullandığı düşünülürse
bu düşünce doğal olarak bu kuruluşlar için ilginçtir.
Türkiye’de çelik yapılmamasının söylenen hemen tüm nedenleri önyargılara
dayanmaktadır. Bu önyargıların ortadan kaldırılması ve karar vericilerin
aydınlatılabilmesi için izleyen sıkça sorulan önemli sorulara yanıt
getirilmelidir.
Bu sorulardan en önemlilerinden birisi olan Türk Çelik Yapı sektörünün
olanaklarını ve potansiyelinin araştırılmasının da hem sektör açısından,
hem de sektöre iş emanet edecek yapı yatırımcılarının güveninin kazanılması
açısından önemi vardır.
2. Çelik Yapılar Konusunda Sık Sorulan Sorular
2.1 Çelik Yapı Kaç Kattan Sonra Ekonomiktir?
Bu en sık ve en başta sorulan sorulardan birisidir. Genellikle asıl amaç
kolaya kaçarak yapmayı düşündüğünüz binanın kat sayısından daha yüksek
bir rakam alabilmek ve böylece bir dolu teknik ve ekonomik karşılaştırma ve
hesap kitaptan kurtulmaktır.
Teknik olarak betonla çelik arasında sabit bir başabaş noktası bulmak ve
belirli bir kat sayısı söylemek olanaksızdır. Bir yapının ekonomikliğini
izleyen bölümlerde de değinmeye çalışacağımız gibi belirleyen pek çok
etmen vardır. Tüm projeler için tüm bu etmenlerin aynı olduğunu varsayarak
hesap yapılsa bile bu hesapların gerçek hayattaki sonuçları ekonomik
olmayacaktır. Alanımızı daraltıp kaşılaştırmayı benzer binalarda bile
yapmaya kalksak bu soruyu soranların temelde mimariyi göze almadıklarını
kolayca görürüz. Çünkü beton ve çelik taşıyıcılı yapıların
mimarileri birbirinden farklıdır ve ortaya çıkan yapılar da biribirinden
farklı Mimari özelliklere ve kaliteye sahiptir. Daha gerçekçi bir yaklaşım
serbest açıklıklar ve taşıyıcı boyutlarının ekonomikliğinin karşılaştırılmasıyla
olabilir. Yeni deprem şartnamesinden sonra 10-12 katlı binalarda bile 6-7
metre civarında açıklıklar için 60-80 cm boyutlarında kolonlar ve 30-40 cm
kalınlığında döşemeler ortaya çıkmaktadır. Bu yapıyı en az 8-12 m açıklıkları
temiz olarak geçen döşeme kalınlıkları içinde tüm tesisatı ve fazlasını
çözebilen, aynı yükseklikte daha fazla kat veya daha fazla temiz kat yüksekliği
sağlayan çelik beton kompozit yapıyı aynı kefeye koyup karşılaştıramazsınız.
Sonuç olarak baştaki soruya verilebilecek özlü bir yanıt “Ne tür bir yapı
istiyorsunuz?” olmalıdır.
Bu her yapıda çelik veya çelik beton kompozit yapının ekonomik çıkarılabileceği
anlamına gelmez, ancak çelik taşıyıcılı yapılar geniş açıklıkları küçük
ve az sayıda kolonla ve ince döşemelerle geçerek geniş ferah mekanlar, daha
fazla kullanılabilir net yapı alanı sağlarlar. İstanbul’da yapılan 30
katlı tipik bir ticari yapıda net kolon alanları farkından doğan kayıp 250
– 300 m2 civarındandır. Bu kolonları yerleşim ve kullanımdaki gölge
alanlarıyla birlikte düşündüğünüzde toplam yapı alanının yaklaşık
%5-8 kadarı kullanılmaz alan olmaktadır. Bu durumda hele de metrekaresi üzerinden
maliyet hesabı yapılması ancak İstanbul’daki gibi bürüt alan üzerinden
kira alınabilen bir ortamda geçerli olabilir.
2.2 Türkiye’de uygulaması var mı?
Çelik yapıların yaygın olmadığı hele de şehir içlerinde pek sık görülmediği
bir ortamda bu soru doğaldır. Son zamanlarda başlayan ve ileriye dönük gelişimin
ipuçlarını taşıyan öncü yapıların da, çelik yapıların hızı
nedeniyle görünürlükleri çok kısadır. Bu konu görerek, dokunarak ve
taklit ederek öğrenme özelliğine sahip bir inşaat sektörü karşısında
bir anlamda çelik için bir sorundur. Aslında payı az olmasına karşın
hemen her kullanım alanında güzel uygulama örnekleri vardır ve sevinidirici
olan bunların sayısını zon zamanlarda artmaya başlamış olmasıdır.
2.3 Türkiye’de bunu kim yapar?
Yukarıda olduğunu söylediğimiz yapıların hemen hepsi yerli mimar, mühendis,
işleyici ve yüklenici kuruluşlarca yapılmıştır. Türkiye’de özellikle
çağdaş bir çelik işleme ve montaj endüstisi ve bu endüstrinin tek
vardiyada yaklaşık iki – üç milyon metre kare yapı üretmeye yeterli
kapasitesi vardır. Türkiye bu kapasiteyi kullanamadığı için bugün bu
kapasitenin bir kısmı ihraç edilmektedir. İçeride iş yapamayan çelik yapıcılarımız,
yurdışı ihalelerle prestij yapıları üretmektedirler.
2.4 Çelik Yapı Pahalı Değil midir?
Bir projenin malzeme seçim kararlarının ekonomiklik hesapları yapılarak
verilmesi gerekirken bizde yetersiz bayındırlık birim fiyatları alışkanlığıyla
metrekaresi veya kilosuyla karşılaştırma yapılması gelenek olmuştur. Taşıyıcı
yapı için yapılacak seçimin, yapının diğer özellikleri yanı sıra
projenin tümüne yapacağı katkı veya yüklerin teknik ve ekonomik karşılaştırmasından
çıkacak sonuçlar göz önüne alınarak yapılması, “Metrekaresi kaça?”
sorusunun yanıtından çıkacak yanlış değerlendirmelerden daha yararlı
sonuç vereceği kesindir. Temel ekonomik olabilirlik kriteri olan yatırım
geri dönüş hızı ve süresi yerine metrekare maliyeti kullanılması, olsa
olsa bu kararı vermesi gereken yatırımcı ve mimarların bu işi doğrudan mühendislere
bırakması onlara da okullarında doğru dürüst ekonomi öğretilmemiş olmasıyla
açıklanabilir.
İstanbul’da 30 katlı normal bir betonarme ticari bina projesinin bütçesi
USD 20-30 milyon, yapım süresi ortalama 36-38 ay kadardır. Böyle bir yapıda
kolon, kiriş ve döşemelerden oluşan taşıyıcı yapıya harcanan para yaklaşık
USD 2-3 milyon arasındadır. Yani tüm proje maliyeti içinde taşıyıcı yapının
payı %15-10 arasındadır. Bu oran yapının teknolojik donanımı ve akıllılığı
arttıkça %5’lere kadar düşmektedir. Şimdi bu yapıyı meterkaresi %20-30
daha pahalı olan (mimari özellikler ve deprem dayanımı farklı olmakla
birlikte) çelik beton kompozit bir taşıyıcı yapıyla yaptığınızı
varsayalım. Bu durumda tüm projenin maliyeti toplamda %3-5 arasında artacaktır.
Ancak bu sefer binanın yapım süresi 14-16 ay olacaktır.
Bir yatırım süresince bu yatırıma sürekli para harcanmakta, ve bu
paraların faiz giderleri de bu kadar zaman üzerinden katlanarak artmaktadır.
Bu giderler proje gelirleriyle dengelenene kadar geçen zamana proje geri ödeme
süresi dersek, bu süre betonarmede çelik taşıyıcılı yapıya göre iki
hatta üç katı uzundur. Bu da temel ekonomiklik ve proje olabilirlik kıstası
olan paranın zamana göre indirgenmiş değeri olan “Net Bugün Değeri”
daha kısa zamanda gelir getiren çelik taşıyıcılı yapılardan yana olumlu
olmaktadır.
Bütün bu anlattıklarımızı İstanbul’dan gerçek bir projeden örnek
vererek bitirmek istiyorum. Bu bina yukarıda anlattılan türden 35.000 m2 yapı
alana sahip bir kule projesidir. Betonarme olarak çözümlenmiş olan taşıyıcı
yapı mimarisinde değişiklikler yapılarak çelik beton kompozit olarak
yeniden çözülmüş ve aynı proje ekibi tarafından, her iki yapı türünde
de tüm proje tüm maliyetleriyle birlikte nakit akışı olarak programlandığında,
Şekil 1’de verilen nakit akım grafikleri ortaya çıkmıştır.

Şekil 1. Yapının Betonarme ve Çelik Beton
Kompozit Taşıyıcılı yapılması Durumunda Nakit Akışı
Bu grafikleri kullanarak elde edilen sonuçlara bakılınca Çelik beton
kompozit taşıyıcılı yapılması halinde projenin toplam parasal gideri USD
31 milyon olmaktadır. Salt beton yapılması halinde bu gider 29.6 milyon
olmaktadır. Bu durumda projenin %7 daha fazla parasal gideri olduğu söylenebilirse
de bu maliyet değildir. Çünkü gerçek maliyet salt parasal gider değil,
gider ve gelirlerden oluşan para akışının zaman içindeki seyriyle
belirlenmelidir. Çelik taşıyıcılı yapı 13 ay gibi kısa bir sürede
bitirileceğinden gelirler de bitimden 6 ay önce başlayan satış gelirleriyle
artan bir oranda yapım giderlerini karşılar hale gelmeye başladığından,
bu yapıyı toplam USD 23.6 milyon bir harcamayla gerçekleştirmek olanağı
vardır. Burada Sat-Yapçı müteaahitlerin kullandığı modelin finansman açısından
etkin olduğunu görüyoruz. Betonarme yapı ise aynı ekibin yaptığı hızlı
üretim teknikleriyle en erken 22 ayda USD 25.8 milyon nakit kullanımıyla
tamamlanabilecektir. Satışların finansa olumlu etkisi bu durumda da etkin
olmakta ancak bu etki düşük kalmaktadır. Bu nedenlerle de başta daha pahallı
olduğu düşünülebilecek çelik seçeneği hem daha az nakitle hem de daha
ekonomik olarak yapılabilmektedir. Bu iki proje önerisinden çelik taşıyıcılı
yapının Net Bugünkü Değeri betonarmeye göre %6 daha iyidir. Yani aynı yatırımı
daha çabuk paraya çevirmek daha düşük bir parasal maliyet ve yatırımın
daha çabuk kendisini ödemesi demektir. Ayrıca yatırım kararının verildiği
anla binanın kullanıma alınması arasında oluşacak piyasa değişimlerinden
az etkilenmenin en iyi yolu dalgayı kaçırmadan binayı kullanıma sunmak yani
hızlı davranmaktır.
O zaman sorulması gereken soru “pahallılık” değil
“ekonomikliktir”. Ne yazıkki bu soruyu sorması gerekenler bu ayrımı
bilmemektedirler. Yinelemekte yarar var: “Ucuz olan her zaman ekonomik değildir!”,
“Çelik taşıyıcılı yapılar ekonomiktir.” Üstelik de esnek, geniş büyük
hacimlerden oluşan, yapının uzun ömrü boyunca kullanım şartlarının
gerektirdiği her türlü değişime sorunsuz uyum gösteren esneklikte, ayrıcalıklı
bir mimarisi olacak ve satılabilirliği, kiralanabilirliği çok yüksek
olacaktır.
Buraya kadar malzeme maliyeti, zaman, parasal maliyet gibi doğrudan
faydalardan söz ettik; bu bölümü ekonomiklik hesabı yapılırken gözardı
edilmemesi gereken diğer doğrudan ve dolaylı faydaları da kısaca anarak
noktalayalım. En önemli doğrudan katkı kütledeki azalmanın işlemeden
montaja, taşımadan temele kadar etkileri olan, diğer doğrudan kazançlardır.
Bütün bunların sonucu olarak da elde edilecek verimlilik artışı, proje gerçekleştirme
sürelerinin kısalışı, bir depremin afete dönüşmesini önleyebilme güvencesi,
hem yapım sırasında hem de yapının tüm ömrü boyunca %100 görerek
denetlenebilir kalitede olması, tüm üretiminin kalite güvence düzenleriyle
donatılmış endüstriyel üretim güvencesi altında olması, ömrü dolduğunda
%100 geri dönüştürülebilmesi de pek azımızın aklına gelen sosyal
faydalarını oluşturur. Bu faydalar ikincil önemde görünseler bile birincil
olanlar kadar hatta bazan daha önemlidir.
3. Daha İyi Bir Yaklaşım – Çelik Beton Bileşik Yapı
Geçen paragaraflarda sürekli çelik beton bileşik (kompozit) yapıdan söz
etmekteyiz. Mühendisliğin uygun malzemeyi en doğru ve ekonomik şekilde
kullanmaktan geçtiğini hatırlarsak o zaman çeliği ve betonu birlikte
kullanmanın daha akılcı bir yol olduğunu kolayca buluruz.
Gerçekten de pek çok kule veya yüksek katlı yapı projesinin orta
kesiminde asansör, merdiven kovaları ve diğer servislerden oluşan çekirdek
yapıları vardır. Mimari ve bina boyutlarının elverdiği durumlarda bu çekirdekleri
betonarme yapmak, çelik taşıyıcı yapının çelik ağırlığını ve
eleman boyutlarını azaltacağı gibi beton çekirdeği de tümü betonarme
olan yapıdakine göre %30-40 hafifletecektir. Ayrıntılarına girmeden aynı
ekonominin çelik kiriş, döşeme sacı ve ince beton döşemeyle de elde
edilebildiğini, yani bir taşla iki kuş vurmak ve binanızın kütlesini bu yöntemle
toplamda %50 azaltmak olanağınız olduğunu belirtelim. Böylece 7.5+ deprem
bekleyen Istanbul gibi bir kentte, salt betonarme yapıların hayatı tehdit
eden ağırlık sorunu da çözülmüş, yapıya çeliğe özgün sünkelik (düktilite)
gibi can kurtarıcı üstün bir özellik eklenmiş olmaktadır. Kütlenin
azalması temelden başlayarak tüm yapının hem daha az deprem yükü almasını
hem de ekonomik olmasını sağlayacaktır. Ayrıca bu yapı türü çeliğin tüm
olanaklarından yararlanabildiği için yapım hızı ve kolaylığı ile kuru
yapım tekniklerinin hepsinden yararlanacaktır.
4. Eksik Olan Nedir?
Türkiye’de çelik yapıların yaygın olmamasının ana nedenleri yapı
sektörünün alışkanlıkları ve beton kültürü dışında bazı temel işlev
ve oyuncu eksikliklerinden de gelmektedir.
4.1 Proje Yönetim Kuruluşları
Genelde tüm yapıların ama özellikle de çelik yapıların ekonomik
olabilmesi hızlı yapım tekniklerinin kullanılabilmesine bağlıdır. Bunun için
de bu teknikleri bilen, deneyimli, malzeme saplantısı olmadan teknik ticari
bilgilerle eniyileme hesaplarını yapabilen proje yönetim kuruluşlarına
gerek vardır.
Türkiye’de inşaatların hemen hepsi müteahhitler tarafından yapılmakta,
yatırımcı ve mimar yapım tekniği konularında bu yükümlenicinin makina
parkı, teknik kapasite ve deneyim olanaklarıyla sınırlı kalmaktadır. Bu
kuruluşlar yaptıkları makina ve techizat yatırımlarını daha çok projede
kullanabilmek için çaba harcadıklarından, bir türe saplanıp kalmaktadırlar.
Yani bir müteaahit ancak makina, ekipman parkı ve teknik kadroları kadar
esneklik gösterebilir. İstenen her hangi bir projenin kendi içinde en iyi
çözümünün bulunabilmesi ise bu işi müteaahitle değil yukarıda tanımladığımız
türde projenin ufkunu açacak güncel teknikleri uygulayabilecek proje yönetim
şirketleriyle yapabiliriz. Bu tür kuruluşların geç kalmış ve yavaş da
olsa yapı sektörümüzde yerlerini almaya başlamış olmaları gelecek için
sevindiricidir. Çelik yapıların yaygın olduğu tüm ülkelerde yatırımcı,
mimar ve proje yönetim şirketlerinin projenin birinci gününden başlayarak
projeyi eniyileme yöntemleriyle yürüttüğünü görürüz. Hele de bizim
konut projelerimizde olduğu gibi müteahhidin hem yatırımcı, hem finansör,
hem de yapımcı olduğu modellerde proje açısından böyle bir eniyileme söz
konusu değildir.
Çevremize şöyle bir baktığımızda tüm yapıların aynı patates baskısı
yöntemlerle ve çoğunun da verimsiz yönetilerek yapılmakta olduğunu görürüz.
Bir müteaahit arkadaşımız bu gözlemini şöyle anlatıyor: “Biz önce yapıyı
ahşaptan yaparız sonra içine beton dökeriz, veya yapıyı önce çelikten
kurar sonra yine beton dökeriz; yani biz bir bina için iki yapı yaparız!”
Ayrıca yapıların önce kabasını bitirip, sonra tesisat, sonra cephe
giydirme, sonra iç giydirme diye yapılan iş sırlaması da yapım hızının
düşmesine neden olmaktadır. Çelik gibi kuru yapım yöntemlerinde ise aşağıdan
yukarıya doğru taşıyıcı yapı, tesisat, dış ve iç giydimenin bir kaç
kat farkla eş zamanlı olarak yürütülmesiyle yapı çok hızlı
bitirilmektedir. Burada kasıt sadece kaba yapının değil, tüm projenin hızlı
olarak bitirilmesidir.
4.2 Bankalar
Bu kadar çok bankanın olduğu bir ülkede banka eksikliğinden söz etmek
tuhaf gelse de gerçekte Türk Yapı Sektörü açısından bankalar yoktur,
çünkü bankalar yapı projelerine kredi vermezler. Yapı projeleri yatırımcının
cebindeki parayla yani nakit akışıyla yapılır. Yatırımcının olanakları
elverdiği ölçüde aylık istihkaklar yapılır. Bu durumda sat-yapçılık
dolmuş taksi yöntemi kadar yaratıcı bir buluştur. Paranın kredi olarak
bulunmadığı yerde zamanın da değeri yoktur ve geçen bölümlerde anlattığımız
tüm ekonomiklik hesapları ve hızlı yapım yöntemleri bu ortamda geçersizdir.
Burada ülkenin bitmeyen krizlerinin bitmesi ve bankaların asıl işlevlerine dönebilmesini
ve Türkiye’de de zamanın para etmesini dilemekten başka söyleyebileceğimiz
birşey yoktur. Bugün az sayıda, belli olgunlukta projeler bu eksiği dış
bankaların olanaklarıyla da kredilerle gidermektedirler.
4.3 Tasarımcılar – Mimarlar ve Mühendisler
Türkiye’de çelik tasarımı konusunda dünya çapında mimar ve mühendislerimiz
olduğu son altı yılda alınan üç ECCS (Avrupa Yapısal Çelik Birliği) ödülüyle
kanıtlanmış olmaklar birlikte bu konuda da uygulama noksanlığında
kaynaklanan eksiklikler vardır.
Mimarlarımız genelde açık düşünceli araştırmaya yatkın yapıda
olmalarına karşın, çelik yapı denince ayrıntı tasarımı konusunda
eksikliklerini gidermekte zorlanmaktadırlar. Beton dışındaki tüm yapı ve
çerçeve yöntemleri çoktan unutulduğu için hem eğitim kurumlarımızın,
hem de meslek örgütlerimizin bu konuda yardımcı olması, malzeme üreticilerimizin
de çelik yapılara uygun ayrıntıları teknik yayınlarına eklemeleri
gerekmektedir. Aynı zamanda yanlızca çelik için değil, betonarme yapılar açısından
da yapı fiziği bilgilerinin sağlıklı yapılar üretilebilmesi için
tazelenmesinde yarar vardır.
Mühendislerimizin geneli ise kendilerini betona adamış, yılların beton
birikimini haklı olarak kullanmak isteyen ve genelde de yapı sektörünün en
tutucu kesimini oluşturmaktadırlar. Bu genellemeye girmeyen azınlıktan her
zaman yaptığım gibi özür dileyerek, çelik yapı düşüncesini satmaya çalıştığım
bunca yıl içinde karşılaştığım teknik saptırma ve çarpıtmaların ayrı
bir kitap dolduracak kadar çok olduğunu söylemeden de yapamayacağım. Mühendislerimiz
henüz moda olmamış bir yapı tarzına yatırım yapmak istmemektedirler.
Zaten okul yıllarından da çelik tasarım, hesabı çok olan, çoğunun
zorunlu olarak aldığı ama bir daha kullanmadığı bir daldır. Artık çelik
tümüyle bilgisayar yazılımlarıyla ve sayısal yöntemlerle tasarlanmaktadır.
Pek çok mühendisimiz henüz bu derecede bilgisayarlaşmamıştır.
Bilgisayarla daha çok genç mühendisler ilgilenmekte ancak kararları tecrübeli
ağabeyleri vermektedir! Bu durumda da bildiğini yapmak bilmediğini araştırmaktan
daha kolay ve karlı olmaktadır. Bu nedenle de mühendisliğin felsefesine aykırı
da olsa çelik dendiğinde hemen yaygın olan önyargılardan faydalanarak
teknik çarpıtmalara ve hedef şaşırtma tekniklerine başvurmaktadırlar.
Ancak bu genel tablonun değişmekte olduğunu, bilgiye, değişime açık mühendislerimizin
de son zamanlarda bu konularda artan sayılarda seminer ve eğitim isteklerinin
olduğunu bilmek sevindiricidir. Bu konuda üniversite ve odalara çok iş düşmektedir.
4.5 Yatırımcılar
Ekonomi bilen yatırımcı başarılı bir proje için en temel etkendir.
Bizim gözlemlerimiz yatırım kararlarının kurumsal anlamda yatırım
analizleri ve olabilirlik çalışmaları yapılarak alınması yerine sıkça
örneklere bakılarak yapıldığı şeklindedir. Yatırımcılarımızın çoğu
ki bu genelde tek bir kişidir, teknik adamlarının veya kendilerinin geçmiş
deneyimlerine bakarak kara verir. Burada söylenmeyen ancak çok etkin olan bir
mekanizma bilineni yapmaktır. Her zaman yapılanı yaparsanız aksaklıklara suçlu
bulmak kolaydır, kimse kolay kolay sizi suçlamaz ama karar alıcı olarak değişik
bir yönteme yönelirseniz her ne aksaklık olursa suçlusu siz olursunuz, bunu
da kimse istemez. Böylece hep bilinen yapılır gider.
Doğru kararları verebilmek için yatırımcının bu tür saplantı ve küçük
hesapları bir yana bırakıp asıl sorması gereken sorulara yanıt araması
gerekir:
- Bu yapının bundan 5-10-15 yıl sonra kullanımı nasıl oalcaktır?
- Bu projenin olabiliriliği etkileyebilecek kiralanabilirlik ve satılabilirliğini
nasıl arttırabilriz?
- Yapıyı piyasanın canlı olacağı zamana nasıl yetiştirebiliriz?
- Piyasa koşulları değişirse yapıyı bu yönde nasıl değiştirebiliriz?
Son yıllarda sayıları ve parasal güçleri artmakta olan GYO’ların yatırım
kararları konusunda kurumsal yaklaşımlar getireceği ve çağdaş yatırım
karar yöntemleriyle sektörü tanıştıracağını umuyoruz.
4.6 Çelik Üreticileri
Türkiye’nin çelik üretimi yaklaşık 15 milyon tondur. Bunun büyük bir
kısmı betonarme donatı çeliği olarak üretilmekte ve üretim fazlası da dünyanın
dört bir yanına satılmaya çalışılmaktadır. Bu ürünün katma değeri çok
yüksek olmadığında karlılığıda düşüktür. Bu karşın hala yapısal
çelik üretimi olarak sadece sınırlı ölçülerde ve serisi tam olmayan IPN
ve UPN üretimi yapılmaktadır. Doğal olarak bu tür bir profil tablosuyla bırakın
ekonomikliği, çelik tasarım bile yapmak olanaksızdır. En son konuşmlardan
birinde çelikçiler bu konuyu “İkram iltifata tabidir!” gibi çelik yapılar
yapılmaya başlasın biz de profil üretiriz diye geçiştirdiler. Bu durumda
da yumurta tavuk hikayesini kırmak ancak ithalatla mümkündür. Avrupalı çelik
üreticieri bu açığı kapatmak ve gereksinmeyi karşılamak üzere stok
bulundurmaya başlamışlardır. Türkiye’nin kronik bunalımları ve kapalı
ekonomi alışkanlıklarıyla yetişmiş mühendislerimizde ithalat allerjisi
olduğundan, “Çeliğe geçersek yapı sektörümüz ithalata bağımlı
olur!” fobisi vardır. Burada söz konusu olan sadece HE ve IPE Avrupa
kesitlerinin ithalatıdır. Yerli profil üretiminin eksiklikleri ve yetersizliğinden
dolayı yerli üretimin yanı sıra IPN ve UPN profillerin büyük bir kısmının
ithal edilidiğini bilmedikleri için projecilerimiz bu kesitleri kullanmaktadırdırlar.
Türkiye teknolojik yenilikçi ve geliştirici bir ülke olmadığından
neredeyse tüm yapı malzemeleri kullanımı önce ithalatla başlamış arkasından
girişimci ve çabuk davranan endüstrimiz bu teknolojiyi yurda getirmiştir. Büyük
bir yanlışlığa düşmeden buna en güzel örneğin seramik sektöründen
verebiliriz. Kaldı ki Türkiye’nin sadece iltifat bekleyen gelişmiş bir çelik
endüstrisi de vardır ve ithalatı karşılayacak kadar iharacat yapmaktadır.
Bugün çelik yapmak için ithal profil yerine önünüzdeki tek seçenek
sactan kaynatarak profil yapmaktır. Normalde büyük kesitlerin üretiminde
ekonomik olan bu yöntem hadde profillerinin yerine kullanılınca üretim zamanı
ve buna bağlı olarak maliyetler artmakta, kalite düşmektedir. Ayrıca kalite
güvenceli endüstriyel ortamlarda yapılamayan üretimler de özellikle
depremsellik açısından potansiyel tehlike oluşturmaktadır.
Aslında bugün paralel başlıklı HE ve IPE üretimi için yatırım
yapmaya yetecek kadar çelik işleme kapasitesi ve çelik yapı üretimi vardır.
(Tablo.1)
Tablo.1 Türkiye’de Yapısal
Çelik İşleme Kapasitesi

Çelik üreticilerimiz tabloya sadece profil üretimi açısından baktıklarından
bu kapasitenin nasıl bir çelik tüketimiyle karşılarına çıktığını pek
bilmemektedirler. Çok sağlıklı istatistikler olmasa da kestirimlerle sektörün
anahatlarıyla bir resmini (Tablo.2) de özetlersek aslında bugün bile 200
Kton/yıl bir profil üretim kapasitesi için yetecek iltifatın bulunduğu, çelik
üreticilerimizin ise ikramda geç kaldıkları ortaya çıkmaktadır.
Tablo.2 Türkiye’de Yapısal
Çelik Tüketimi

HE ve IPE Avrupa kesiti profilerin yerli üretiminin başlaması projecilerin
bu kesitleri tasarımlarında kullanmaya başlamaları için çok olumlu olacak
bu da zicirleme gelişimleri başlatacaktır. Bu ilk yatırımdan sonra yakın
gelecekte bir milyon tonluk bir yapısal çelik sektörü büyüklüğüne ulaşmak
hiç de zor olmayacaktır.
5. Sonuçlar
Mimar kağıda düşürdüğü ilk çizgilerle ve oluşturduğu örgüyle
aslında taşıyıcı yapının beton veya çelik olacağına karar verir. Bu
karar şimdiki gibi seçeneksizlikten değil de anlattığımız gibi yatırımcı,
mimar, proje yönetici arasında iredelenerek verildiği zaman ortaya sağlıklı
proje kararları çıkacaktır. Beton düşünülen bir yapının, beton
elemanların yerine çelik konarak çelik yapılması olanaksızdır. Bu nedenle
mimarlar kilit konumdadır ve kendilerine büyük görev düşmektedir. Çelik
üretici ve işleyicilerimizin konuya bu gözle bakmalarında büyük yarar vardır.
Mimarisi çeliğe uygun olan, uygulaması da hızlı yapım yöntemleriyle
gerçekleştirilecek bir çelik taşıyıcılı yapının ekonomikliği ve
olabilirliği konusunda bir kuşkumuz yoktur. Şimdiye kadar yaptığımız sayısız
alternatif çalışmasında ve uygulaması yapılan projelerde bu söylediğimiz
yönde sonuçlar çıkmıştır.
Bu kararlar verildikten sonra hesapları yapacak, detayladıracak, işleyip
yerine koyacak mühendislik ve teknoloji Türkiye’de zaten vardır. Çelik yapılar
yaygınlaştığında bunların sayısı ve kapasitelerinde de artış olacaktır.
Çelik üreticilerimizin de buüne değil yarının potansiyeline bakarak yatırımlarını
yönlendirmeleri bu sonucun alınmasında hızlandırıcı rol oynayacaktır.
Bugün Türkiye’de çelik yapılar çağdaş teknoljiyle ve ekonomik olarak
yapılmaktadır. Belki de en önemli noksan inşaat sektörünün yapılan
uygulamalar ve uygulamacılardan habersiz olmasıdır.
6. Son Söz – İstanbul Yapı Stoğu için Çelik Önerisi
Beklenen büyük deprem kırana dönüşmeden afet önlenecekse İstanbul’un
yapı stoğunun ivedilikle elden geçmesi güçlendirilmesi ve yenilenmesi
gerekmektedir. Plansız, programsız, amipsel bir gelişmeyle bugünkü içinden
çıkılmaz halini almış olan kent kontrolsuz ve kalitesiz yapılarıyla bir
deprem yıkımında tümüyle mahvolacaktır. İstanbul’a olacaklar yalnızca
başı bunalımdan kurtulamayan bu ülkeyi değil, bence tüm bölgeyi ve Dünya’yı
da etkileyecektir. Şu anda görebildiğimiz kadarıyla deprem sadece durarak
beklenmektedir. İstanbul’un şu anda çok hızlı davranması ve hiç zaman
yitirmemesi gerekmektedir. Yapı yenilemede çelik yapı hızlarına gerek vardır.
Şehircilik uzmanlarının ilgi alanına giren şehrin yapı yoğunluğunun
azaltılması gereği de şimdiki nüfusu iki katlı evlere koyarak değil kat yüksekliklerini
güvenilir teknolojide yüksek yapılarla arttırmakla olabilir. Burada da çeliğe
yüksek yapıda deprem dayanımından dolayı büyük iş düşmektedir.
Hastahanelerin, okulların, ana yolları taşıyan ve aşan viyadüklerin,
itfaiyelerin, afet yönetimi yapılacak binaların mutlak ayakta kalması
gereklidir. Depremde yıkılmadan kalacak ve kullanımına devam edilecek yapılar
ekonomik ve hızlı olarak yapılacaksa, mutlaka çelik veya çelik beton bileşik
yapıda olması gerekir.
Ankara’da konuştuğumuz yetkililer tablonun ciddiyeti karşısında ne yapılacak
sorusuna henüz “Aman olmasın!” dilekleri dışında bir çözüm üretememektedirler.
Takıldıkları nokta finansman bulunamayacağıdır. Önlem almak yıkıldıktan
sonra çıkacak kara tabloya göre çok daha ekonomiktir ve altından kalkılamayacak
rakamlar değildir. Ancak geçen her gün zaman kaybı olduğundan İstanbul,
Ankara’dan yardım beklemeden kendi başının çaresine bakmalıdır.
İstanbul için finansman hep olagelmiştir. Şehir bugünkü haline rantın
yarattığı oto-finansman ile gelmiştir.Rant normalde kötü bir şey değildir.
Biz de hep kötü yöne, yani şehri tahrip edecek, toplumsal değil, kişisel
çıkar sağlayacak şekilde kullanılmıştır. Politikacılar da bunu oy sağlama
aracı olarak kullanmışlardır. Artık şehri yağmalamak yerine aynı
mekanizmayı akılcı yönlendirme ve özendirmelerle kullanırsak o zaman şehir
kendi kendini onarır. Zaman içinde risk yönetim teknikleriyle belirlenecek önceliklerle
de bu iş yapılırsa deprem bir felaket olmaktan normal bir doğa olayı olmaya
dönüşür.
İstanbul’un gelecekte bir bölge çekim merkezi bir Dünya baş şehri de
olabilir, bir yıkıntı da! Bakalım biz ne görebileceğiz, çocuklarımıza
ne bırakabileceğiz? Becerebilecek miyiz?
Makine Yüksek Mühendisi ODTÜ
Ö.Selçuk Özdil
Kaynak: |
 |
|