|
reklam |
|
|||||||||||||||||||||
Türkiye'nin Modernleşme
Süreci İçinde Konut Üretimi 1 Daha önce iki ayrı proje kapsamında 2 Cumhuriyet döneminin konut üretim biçimlerini bütünsel ve tarihsel bir perspektif içinde ele almış olduğum için, bu kez konuya daha spesifik bir açıdan yaklaşmayı deneyeceğim. Türkiye modernleşmesinin bilançosunu çıkartmak üzere düzenlenmiş olan bu sempozyum içinde ben de bir ürün olarak ve bir üretim ve barınma süreci olarak konutun ne ölçüde modernleşmiş olduğunu değerlendirmeye çalışacağım. Bunu yaparken modernleşmeye daha işin başından pozitif veya negatif bir değer biçmeden, dünyanın her yerinde geçerli olmuş olan evrensel performansları açısından bakacağım. Kuşkusuz, yine bütün dünyada olduğu gibi, modernleşirken yitirdiklerimiz ve kazandıklarımız var. Ancak bu noktada modernleşme süreci içinde bir pozisyon almaktansa, bu tür pozisyonları alırken araç olarak kullanabileceğimiz bir çerçeveye, dolayısıyla da sempozyumun içeriği olan modernleşmenin bilançosunu çıkarmaya katkıda bulunmayı denemiş olacağım. Soracağım temel soru şu olacak: Bugün geldiğimiz noktada Türkiye'de üretilen ve kullanılan bir ürün olarak konut hangi derecede modernleşmiştir? Bu soruyu yanıtlamak için eski, tanıdık ve yalın bir araca başvuracağım; Max Weber'in "ideal tip" kavramsallaştırmasına. Herşeyden önce Weber'in "ideal tip"inin ne olmadığını hatırlayarak başlayalım: "İdeal tip" ne istatistik bir ortalamadır, ne de normatif bir ölçüt. Dolayısıyla da kimi zaman bunları doğrulayan, bunlarla uyum içinde olan olgularla çakışsa da, hareket noktası nicel ağırlıklar ya da nitel değerlendirme kriterleri değildir. Daha çok belirli bir dönemi tanımlamaya, diğerlerinden ayırmaya yarayan "tipik" (ayırdedici) özelliklerin peşinde olan metodik bir çatkı, yoğunlaştırılmış bir soyutlamadır. Bu nedenle, "ideal tip"i anlamak için istatistik ortalamaya, yani olağan kabul edilene bakmak kadar, olağandışı olanı, yani istisnaları, sapmaları da gözlemek, onları birer tuhaflık olarak değil, tipin barındırdığı, geleceğe ve geçmişe doğru kaçan karşıt eğilimler ve deyim yerindeyse dışarıdan yapılan tanımlar olarak hesaba katmak gerekir. "Eşzamansızlıkların eşzamanlılığı", son zamanlarda bu yapılanmayı adlandırmak için kullanılan kavramsallaştırmalardan biri olarak karşımıza çıkıyor.3 Modern konutun ideal tipini tanımlayan özelliklere geçmeden önce, bunlara zemin teşkil eden bir özelliğe, modern toplumun "ayrıştırıcı" özelliğine değinmek istiyorum. Evet, sadece ikamet pratiğinde değil, gündelik ve toplumsal yaşamın tüm alanlarında modernleşmenin yaptığı en genel etkilerden biri, eskiden birarada duran şeyleri ve ilişkileri ayrıştırmaktır. Tabii ki ayrıştırdıklarını yeniden ve farklı bir biçimde biraraya getirir, yeni bir örüntü kurar. Ancak bu örüntü artık gündelik yaşamın ve algının sınırlarının dışına çıkmış, daha soyut ve sistemik bir karaktere bürünmüştür. Bütünden kopmuş olan parça, diğer parçalara nasıl eklemlendiğini kendi içsel deneyiminden, pratiğinden hareketle kavrayamaz; bunu kavramak için her zaman başka bir pozisyon anlamına gelecek olan bir soyutlama derecesinin dolayımına ihtiyacı olacaktır. Modern konutun "ideal tipi", toplumsal ilişkileri 4 düzeyde
birbirinden ayrıştırır: İkamet ve işin ayrışması, bir başka deyişle ev mekanının her türlü iş yapma ve üretim pratiğinden soyutlanarak bir barınma-dinlenme-boş vakit geçirme mekanına (işgücünün yeniden-üretimi anlamında) dönüşmesi, modern toplumun en eski eğilimlerinden biridir. Bu başlık altında tersine işleyen iki tür eğilimin sürekliliğinden söz edilebilir: Birincisi, parça başı iş ve eve iş vermenin biraraya gelmesiyle oluşan küçük üretim şeklinin yaygınlığı ve yeniden üreme kapasitesidir. Bu eğilimin bir kolu sisteme protoendüstriler aracılığıyla eklemlenebilen alt-sektörler (tekstil, mobilya gibi) aracılığıyla geçmişe, bir kolu da postendüstriyel alt-sektörler (yazılım gibi) aracılığıyla geleceğe açılmaktadır. Enformasyon ve bilgi-işlem teknolojisindeki gelişmenin kalifiye büro işlerini eve taşıma potansiyelini de, -henüz dünyanın hiç bir yerinde gözle görülür toplumsal sonuçları alınmamış olsa da- bu eğilimin açtığı perspektif içinde okumak gerekecektir. İkamet ve işin ayrışmasını başından beri çelen ikinci bir eğilim de, paradoksal bir biçimde ev teknolojisinin ve tüketim endüstrisinin gelişmesi sonucunda "ev işinin" giderek neredeyse uzmanlık isteyen bir karmaşıklık derecesine ulaşmış olmasıdır.4 Tüketim hacminin genişlemesi ve karmaşıklaşması sonucunda alışveriş, mutfak işleri, temizlik gibi ev işleri örgütlü hizmet sektörünün faaliyet alanı içine girmiş olsa da, bu sektörün müşterisi olmayan yaygın bir kesim için ev kadınının ödenmemiş toplumsal emeği olarak varlığını sürdürmektedir. Dolayısıyla da ikamet ve işin ayrışmasına başından beri eşlik eden ve giderek güçlenen bir eğilim de, ikametin örgütlenmesinin kendisinin bir "iş" olmasıdır. Evin barınma-dinlenme-boş vakit geçirme mekanına dönüşmesi sadece "iş"i değil, yanı sıra tüm kamusal karşılaşma ve temas biçimlerini evden uzaklaştırmış, "özel hayat" ile "kamusal hayatı" kesin çizgilerle birbirinden ayırmıştır. Modern toplumda lokantalar, kahveler, barlar, kulüpler sadece eğlenme ve evde bulunmayan uzmanlaşmış hizmetlerden pay alma değil, aynı zamanda da çekirdek aile mensuplarının dışındakilerle biraraya gelme ve karşılaşma işlevlerini de yükleniyorlar. Eve davet edilmek çok "özel" bir yakınlık ile ve ev sahibinin denetimindeki bir zaman dilimi için geçerlidir. Daha da önemlisi, çok yakınlarla evde biraraya gelmenin kamusal hayatı değil, özel hayatı kontrollu bir biçimde paylaşmak anlamına gelmesidir. Özel hayat ile kamusal hayatın ayrışmasını tersine işleten bir olgu medya teknolojisinin gelişmesi ve kamusal hayat içinde tuttuğu konumdaki değişmedir. Medya giderek kamusal hayatı temsil etmek yerine (ya da yanı sıra) onu ikame etmeye başlamıştır. Bugün artık kamusal bir olayın, bir protestonun, bir coşkunun, bir toplantının medya mecralarında görünmemesi, neredeyse o olayın kamusal alanda hiç gerçekleşmemiş olmasıyla eşdeğer olmaya başlamıştır. Buna karşı küçük çaplı da olsa bir toplantının, demecin ya da toplumsal olayın güçlü bir biçimde gözükmesi onun vukubulmuş olmasının teminatıdır. Bu durum kamusal alana çıkmak isteyenleri de etkilemekte, insanlararası ilişkinin ve aralarındaki etkileşimin ve elektiriğin sahiden gerçekleşmesinden çok, onun medyada gözükmesi hedeflenebilmektedir. Kamu alanı olarak bildiğimiz ilişkiler sisteminin köklü bir biçimde tahrip olması anlamına gelen bu sanal ağırlıklı ilişkinin tüketim mekanı ise ev, yani özel hayat olmaktadır, çünkü gazetenin, TV'nin (ve de Internet'in) tüketilme mekanı ağırlıkla evdir. Bu durumda "hiçbir yerde" gerçekleşen, daha doğrusu kurumsallaşmış medya ortamları içinde yeniden üretilen kamu alanının tüketilebileceği başlıca mekan "ev", yani özel hayat alanı olmaktadır. Bu kamusallıkla ancak yalnızken, mahrem özel hayatına çekilmişken karşılaşmak gibi bir paradoksu beraberinde getirmektedir. Kuşkusuz her şey bundan ibaret değil; lokantaya, çarşıya, sinemaya, kütüphaneye, şehir merkezine, okula gitmeye devam ediyoruz. Hatta şehirlerarası, ülkelerarası, kıtalaraarası seyahatin, turizm sektörünün yeni teknikleri sayesinde olağanüstü bir artış gösterdiğine de tanık oluyoruz. Ancak modern dünya bir çok konuda olduğu gibi burada da karşıt uçlardan birinin yükselmesi halinde diğerinin indiği bir tahtaravalli dengesi üzerine kurulu değil; tam tersine karşıt uçların ikisini birden güçlendirebiliyor: Kamu alanına fiilen çıkma oranımız arttıkça, evde, yani özel hayat içinde tükettiğimiz kamusallık da artabiliyor. İşin ve kamusal hayatın evden tecridi, ilişki örüntüleri düzeyinde gerçekleşen ayrışmalar. Bir de doğrudan doğruya insanların ve toplulukların ayrışması var. Bu işlevsel bir ayrışmadan ziyade, doğrudan doğruya ikamet işlevinin kendi içindeki bir ayrışma. Birinci sonucu çekirdek ailenin, yani birbirine kan bağıyla bağlı iki kuşaklı ailenin tipik hanehalkı formatı haline gelmesi. Çekirdek aile, öncelikle kan bağı olmayanların, sonra da birbirine bitişik iki kuşak dışındakilerin, yani ebeveyn ve çocuklar dışındaki herkesin evden tecridi anlamına geliyor. Çekirdek aileye karşı gelişen iki eğilim var: birincisi boşanma -veya baştan evlenmeme- sonucunda çekirdeğin parçalanması ve çocuğu paylaşma sorunları ile belirlenen bir yalnız yaşam; ikincisi de yeni tarzdaki anonim barınma pratikleri. Birim konutun ötesinde, mahalle ve semt ölçeğinde gerçekleşen ikinci bir insanlararası ayrışma eğilimi de konut yerleşmelerinin gelir, altkültür, etnisite vs. çıkışlı gruplar halinde barınma eğilimleri. Bu eğilim şehrin fiziki örüntüsünün gevşemesi anlamına gelen altkentleşme süreçleriyle birlikte güçlenmiştir. Altkentleşmeyi 19. yüzyılın sonundan beri gerçekleştiren İngiltere ve Amerika'da bu süreç daha erken başlamış, kıta Avrupası ise 1950'lere kadar farklı kesimleri kısmen birarada tutan sıkı dokulu bir şehir kurgusuna sahne olmuştur. Konutun "ideal tip" özellikleri arasında karşıtı olmayan, tersine çalışan dinamikleri bulunmayan yegane özelliği de budur: Modernleşme herhangi bir ikircikli durum ve şerhe mahal tanımaksızın insan gruplarının ikamet ünitelerini ayrıştırmaya ve birbirinden uzaklaştırmaya devam ediyor. Modern konutun tipik özelliklerinden ilk üçü, işin, kamusal yaşamın, iki kuşak dışındaki aile üyeleri ile aileden olmayanların evden uzaklaşması, genellikle sosyoloji disiplini içinde dile getirilen konular. Bu ayrıştırma pratiğinin, iktisat disiplini içinde dile gelen konutun piyasa içinde dolaşıma giren bir meta haline gelmesi özelliğiyle birlikte ele alınması ise yeni bir yaklaşım. (Häußermann, Siebel, 1996) İktisat disiplininin sınırları içinde ele alınmış olan bu özelliğin sosyolojinin dile getirdiği özelliklerle aynı küme içinde değerlendirilesilmesinin nedeni, konutun metalaşma sürecinin de bir başka ayrışmaya, üretici ile tüketicinin, arz tarafında bulunanlarla talep tarafında bulunanların ayrışmasına aracılık etmesidir. 5 Modern konutun tipik özelliklerinden ilk üçünün, işin, kamusal yaşamın, iki kuşak dışındaki aile üyeleri ile aileden olmayanların evden uzaklaşmasının, Osmanlı modernleşmesinin başından, 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gündemde olan bir konu olduğunu biliyoruz. Sanayi kapitalizminin öncüsü olan ülkelerle ilişkinin kilit noktalarında bulunan liman şehirlerinden başlayarak, modernleşme sürecinden etkilenme derecesine göre topluma nüfuz etmiş ve yayılmış özellikler bunlar. (Bilgin, 1996) Ancak asıl köklü ve hızlı değişimin, toplumsal hareketliliğin o döneme kadarkilerle kıyaslanamayacak ölçüde arttığı ve yaygınlaştığı, toplumun bütününe birden nüfuz ettiği 1950'lerden sonraki süreçte gerçekleştiğini de biliyoruz. (Bilgin, 1998) Bugün içinde bulunduğumuz nokta açısından asıl ilginç olan, konutun "ideal tip" özelliklerinden evrensel ölçekte söz ederken, Türkiye'nin spesifik konumuyla ilgili şerhlere ihtiyaç duyulmayabilmesi. Bir başka deyişle, barınma pratiklerinin modern eğilimlerini evrensel olarak anlatılmasının, aynı zamanda da Türkiye'nin içinde bulunduğu ortamı betimlemesi. Kuşkusuz sosyologların ve sosyal psikologların Türkiye'nin spesifik konumuna ilişkin söyleyecekleri çok şey ve de araştırmaya değer bulacakları bir çok vaka olacaktır. Ancak bunların hiç birisinin Türkiye'deki barınma pratiklerini dünyadaki evrensel eğilimlerden farklılaştıracağı, dahası onları tersine işleten süreçlere işaret edeceği kanısında değilim. Bütün bunlar büyük oranda, bir yandan geleneksel tarımsal ilişkilerin ve köylülüğün çözülmesiyle, öte yandan da kentlerde kamusal yaşamın "modern" diyebileceğimiz bir tarzda yeniden örgütlenmesiyle ilintili olgular. Nüfusun önce alışılmadık ölçülerde artma ve belirli odaklarda yoğunlaşma, ardından da 1980'lerle birlikte göreli olarak azalma eğilimi ve de 21. yüzyılın ilk yarısında stabilize olacağının tahmin edilebilmesi, modern toplumların izledikleri seyirle paralel olgular olarak karşımıza çıkmaktadır. Barınma pratiklerinin modernleşmesi anlamına gelen ve yukarıda değinilen "ayrışma" sürecinin de bu eğilimlere paralel bir seyir gösterdiği gözlenebiliyor. Kuşkusuz Türkiye'nin kendine özgü ara formlarından da söz edilebilir. Örneğin giderek azalma eğilimnde olan kente göç sonrasının ilk dönemindeki büyük aileler formatı içinde barınma tarzı bunun örneklerinden biri. Ya da, özellikle taşrada sürmekte olan bayram ziyaretleri, kamusal hayatın evin içinde sürmesi olarak yorumlanabilir. Çünkü bu ziyaretler sadece ailelerin özel hayatlarına girmesini tercih ettiklerine değil, bütün tanıdıklarına açıktır, ayrıca da zamanlaması aile tarafından kontrol edilemez: Kamusal olarak belirlenmiş bir zaman dilimi içinde, ziyaretçinin zamanlama tercihi tarafından belirlenen ve evin içinde cereyan eden yüzyüze bir kamusal ilişki biçimidir bayramlaşma; dolayısıyla da modern anlamıyla "özel yaşamın" sınırlanmış bir zaman dilimi içindeki ihlalidir. Ancak benzeri alışkanlıkların nasıl giderek nasıl tasfiye olan tortulara dönüştüğünü kendi yaşam dilimlerimiz içinde gözledik ve gözlemeye de devam ediyoruz. Toplumsal ilişkilerin dördüncü ayrışma düzeyi olan ve iktisat disiplininin konusu içine giren "konut piyasasında üreticiyle tüketicinin (arz ile talebin) ayrışma eğilimi" ise Türkiye'nin modernleşme sürecinin daha problemli bir tarihsel alanına işaret ediyor. Bu eğilim, modern toplumlarda konutun ve konutun üzerine inşa edildiği arsanın, tıpkı piyasada dolaşıma giren diğer mallar gibi üretilmesi ve dolaşıma girmesi ile ilgilidir. Bu da yine tıpkı diğer mallarda olduğu gibi kitlesel ölçekteki bir talep sonucunda anonim ve ortalama bir kullanıcı profili için üretilmeye başlanmaları ve bu biçimleriyle piyasa içinde dolaşıma girmeleri anlamına gelmektedir. Piyasa, henüz varolmayanın, yani potansiyelin, gelecekte varolacak olanın satılabileceği, satın alınabileceği bir ortam anlamına gelmektedir. Bu da her zaman kesin olarak tanımlanmış, muğlaklığa, yoruma, akıl yürütmeye yer bırakmayan bir standart tanımı anlamına gelir: Vidalar, prizler, soketler, chipler bu tartışma götürmez standartların ilk akla gelen örnekleri. Makina, araç-gereç, para gibi doğaları gereği artifisiyel olan nesnelerdeki anonim -kimse tarafından yapılmamış- standartlaşmayı anlamak daha kolay. Ancak piyasa içinde dolaşıma girebilmek ve anonim bir kullanıcı profili ile buluşabilmek için meyve, ağaç, tahıl, et gibi organik nesnelerin de standartlaşmaları daha çarpıcı örneklerdir. Anonim tüketiciye yönelik standartlaşmanın başlıca özelliği, tarif edilemeyen, dolayısıyla da standartlaştırılamayan özelliklerin ortadan kaldırılmasıdır. Örneğin meyveler renklerine,büyüklüklerine, sertliklerine göre sınıflandırılmakta, dolayısıyla da bu özellikleri giderek gelişmektedir. Ancak, örneğin "tat" kesin olarak tanımlanamadığından, dolayısıyla da sınıflandırılamadığından standartlaştırılamamakta ve de ortadan kalkmakta, meyvalar giderek tatsızlaşmaktadır. Piyasada dolaşıma giren malların standartları kesin ve yoruma kapalı olmalıdır. Ortaçağın skolastik tartışmalarının, örneğin nominalistlerle realistler arasındaki "nesnelerin isimleri konvansiyon mudur, yoksa işaret ettikleri nesnelerle bir nedensellik bağları var mıdır?" türünden tartışmaların yeri yoktur piyasa içinde. (d'Eramo, 1998) Konut piyasasının modernleşmesi, yani üreticiyle tüketicinin birbirinden kesin hatlarla ayrışması için birinci koşul, özel toprak ve taşınmaz mülkiyeti hukukunun, dolayısıyla da standartlarının yoruma kapalı bir kesinlik içinde tanımlanmış olmasıdır. Oysa Türkiye, Osmanlı modernleşme sürecinden beri toprak mülkiyeti konusunda ikircikli bir tutuma sahne olmuştur. (Keyder, 1999) Toprak mülkiyeti konusunda özel mülkiyet haklarını tanımakla (mülkiyetin bireysel olarak tescili), çeşitli açılardan kayıt altına alınmış kullanım hakları arasındaki muğlak tanım 19. yüzyıl modernleşmesi boyunca sürdü. Arazi ve taşınmaz mülkiyetine Cumhuriyet rejimi ile birlikte net ve yoruma kapalı bir tanım getirildi. Ancak Cumhuriyet'in ilk dönemine damgasını vuran iki olgu, bu hukuki netleşmenin arsa ve konut piyasasını canlandırmasına engel oldu. Birincisi, 19. yüzyılda özel mülkiyet statüsüne daha fazla yaklaşmış olan kentli azınlıkların yeni kurulan ulus devleti terk etmeleri sonucunda devletin elindeki arazi stokunun kayda değer bir biçimde büyümüş olmasıdır. Yani hukuki standartlar netlik kazanmış, ancak bu kez de bunun pratik sonuçlarının alınmasına öncülük edebilecek kesimler ülkeden ayrılmış, arazileri de kamu mülkiyetine geçmiştir. İkincisi de, arsa ve konut piyasasını canlandıracak başlıca unsurlar olan nüfus artışı ve hareketliliğinin bu dönemde yaşanmamış olmasıdır. Kısacası hukuki statü belirginleşmiş, ancak bu kez de talep artmamış (hatta Ankara ve çevresindeki bir kaç kent dışında azalmış), üstüne üstlük devletin elindeki stok büyümüştür. Devlet mülkiyetindeki stokun büyümesi, hareketliliğin ve talebin alışılmadık ölçülerde artacağı 1950'ler sonrası döneme damgasını vuracak olan yeni muğlaklıkların ve modernleşme karşıtı eğilimlerin kaynağı olacaktır. Türkiye modernleşmesiyle ilgilenen herkesin bildiği gibi 1950'ler sonrasının alışılmadık boyutlardaki hareketliliğince belirlenen yeni konut talebi, eşit ağırlıktaki iki paralel konut piyasası tarafından karşılanmıştır. 1980'lerin ikinci yarısına kadar yeni konut arzının yarısına damgasını vuran enformel konut üretiminin bu yaygınlıkta varolmasını ve süreklilik kazanmasını mümkün kılan başlıca koşul, devletin tasarrufu altında kayda değer bir arazi stokunun bulunması ve aynı sırada çok partili parlamenter sisteme geçilmiş olmasıdır. Kamu arazileri, kitlesel ölçekte yeni konut talep eden ve de bunu kırsal dayanışma alışkanlıkları ile gidermeye hazır yeni seçmen kitlesi ve birbirleriyle yarışan siyasi partilerden oluşan denklem, zaten kendi çözümünü empoze ediyordu: Populist arsa tahsis stratejileri. Türkiye'deki gecekondulaşma sürecini, aynı dönemde kitlesel konut talebi ile yüzleşen örneğin Güney Amerika'dakilerden farklılaştıran da bu olmuştur. Keyder'in de altını önemle çizdiği gibi, Türkiye kentleşmesine damgasını vuran 30 yıllık bir süreçte kamu arazileri, açıkça ilan edilmiş, kuralları baştan konmuş bir toprak tahsis sistemine bilinçli olarak dayandırılmamış, kuralları standartlaştırılmadan verilmiştir. Çünkü kuralların standartlaştırılması patronaj temelli ilişkilerin dayanağını zayıflatacaktı. Siyasi kurumlar arkalarındaki halk desteğini korumak ve genişletmek, konumlarını sürekli kılmak için, keyfi tahsis ayrıcalığını ellerinde bulundurmayı bilinçli olarak sürdürdüler. (Keyder, 1999) Konut üretiminin yarısının toprağın informel ve standartlaşmamış temellükü üzerine dayanması, imar sürecinin bütününü etkileyen toplumsal ilişkilerin ve alışkanlıkların kaynağı oldu. Böylece, Cumhuriyet'le birlikte hukuken standartlaşmış toprak mülkiyeti ilişkileri ile pratik işleyişi standartlaşmamış arsa ve konut edinme biçimlerinin içiçe geçtiği, formel konut piyasasının da informelliğin alışkanlıklarından payını alarak biçimlendiği bir ilişkiler örüntüsü damgasını vurdu bu dönemde Türkiye kentlerinin imar sürecine. Kamusal yaşamımızın başlıca unsuru olan kentlerimizi hala bu ilişki örüntüleriyle ve onlardan kaynaklanan alışkanlıklarla inşa etmeyi sürdürüyoruz. Konut talebinin yoğunlaştığı çekim merkezlerinde devletin tahsis edebileceği arazi stoğu büyük oranda tükenmiş olmasına, dolayısıyla da 1950'lerden 1990'lara kadar geçerli olan ve karşı konulmaz ağırlığını hissettiren denklem artık geçerli olmamasına rağmen,6 önceki dönemin alışkanlıkları yeni konut üretim modelleri içinde kendilerini yeniden üretmekte, bu alışkanlıklar da Türkiye kentleri için yaygın ve kaotik bir ilişki örüntüsü ile kamusal projeksiyon imkanları elinden alınmış bir direnç ve kitlenme anlamına gelmektedir. Örneğin, her biri modern toplumlara özgü piyasa standartları üzerinde temellendirilmesi gereken toplu üretim örgütlenmeleri (toplu konut şirketleri ve kooperatif örgütlenmeleri), o ölçek için herhangi bir toplumsal gerekliliğe işaret etmeyen himaye ağlarını kullanarak örgütlenmektedirler. Öyle ki, belediye ilişkilerinden taşeronların örgütlenmesine, projelendirmeden teknoloji tercihlerine ve de ortaya çıkan ürünün mekansal kurgusuna kadar, irileşen yeni ölçeğin izlerini taşımamakta ve avantajını kullanmamakta (ancak tabii ki dezavantajlarına maruz kalmakta!), ilişkilerden mekansal kurguya kadar sanki bir tek apartman (hatta ev!) yapılıyormuşçasına yüzlerce daire birarada üretilmeye devam edilebilmektedir. En baştaki soruya yeniden dönecek olursak: Üretim süreci ve barınma pratikleri açısından konut ve ikamet ilişkileri ne ölçüde modernleşmiştir? Bu türden sorulara genellikle değerler sistemine başvuran normatif ölçütler üzerinden yanıt verilir. Eğitimin yetersizliğinden, taşralılıktan, bilnçsizlikten, tutuculuktan dem vuran değerlendirmeler ve yorumlar genellikle bu kategoriye giren bakış açılarıdır. Medyada söz alan "aydın" kesimin ve de onları taklit eden popüler söylemin ağırlığı da bu söylem tarafından belirlenmektedir. Bu söylemin eğitime, bilince, etik alana ilişkin bazı gerçeklere işaret ettiğine kuşku yok. Ancak öte yandan, her bakış açısı gibi, ancak başka açılardan bakıldığında görülebilecek bazı gelişmeleri de perdeleyebilmektedir. Örneğin burada denemiş olduğum gibi, normatif değer sistemleri açısından değil de ilişki örüntüleri perspektifinden yapılacak değerlendirmeler, bütün bunlardan bağımsız olarak kentsel toplumun -kuşkusuz kendi tonlarını ve karakteristiklerini taşıyarak- modernleştiğini, eviyle işini ayırdığını, çekirdek aile dışındaki bireyleri ve kamusal ilişkileri evden uzaklaştırdığını, yeni kamusal mecraları evinde barındırdığını, ailesini küçülttüğünü bize göstermektedir.7 Yine ilişki örüntüleri açısından yapılan bir değerlendirme, konut piyasasının örgütlenme tarzının, üretim ve tüketimin ayrışması, dolayısıyla da modernleşmesi açısından diğer ilişki kalıplarına göre daha kalıcı ve kitlenmiş sorunlara takıldığını göstermektedir. Bu da konut ve barınma biçimlerine ilişkin sorunları topyekün bir yumak olarak göstermek yerine, kendi içinde eşitsiz gelişmiş olan hiyerarşik bir yapı içinde kavramamızı sağlayacak, dolayısıyla da alanı -kuşkusuz toplumsal aktörlerin tercihleri, bilinçleri ve güçleri oranında- müdahale edilebilir kılacaktır. Kaynakça: Bilgin, İ., (1998), "Modernleşmenin ve Toplumsal Hareketliliğin Yörüngesinde Cumhuriyet'in İmarı", 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık içinde s.255-272; Tarih Vakfı Yayını, İstanbul. d'Eramo, M. (1998), Das Schwein und der Wolkenkratzer, Rowohlt Verlag, Hamburg. Häußermann, H., Siebel, W., (1996), Soziologie des Wohnens: Eine Einführung in Wandel und Ausdifferenzierung des Wohnens, Juventa Verlag, Weinheim ve München. Keyder, Ç., (1999), "Konut Piyasası: İnformelden Küresele", Defter, sayı: 35 içinde s.73-93, Kış 1999, Metis Yayınları, İstanbul. Reulecke, J., (ed.) (1997), Geschichte des Wohnens: 1800-1918 Das bürgerliche Zeitalter, Band 3, DVA: Stuttgart. Sey, Y., (1998), "Cumhuriyet Döneminde Konut", 75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık içinde s.273-300; Tarih Vakfı Yayını, İstanbul. Tekeli, İ.,(1996), Türkiye'de Yaşamda ve Yazında Konut Sorununun Gelişimi, Toplu Konut İdaresi Yayını, Ankara. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- 1 10-12 Aralık 1998'de Tarih Vakfı tarafından ODTÜ'de düzenlenen "BİLANÇO 1923-1998: TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN 75 YILINA TOPLU BAKIŞ KONGRESİ"ne verilen tebliğ. 2 Haziran 1996'da Tarih Vakfı tarafından Darphane'de açılan "Anadolu'da Konut ve Yerleşme Sergisi"nin "Tanzimat'tan Günümüze Anadolu'da Konut ve Yerleşmenin Modernleşme Süreci" bölümü (bkz.: Anadolu'da Konut ve Yerleşme Sergisi Kataloğu, Tarih Vakfı Yayını, Haziran 1996, s.472-490) ve editörlüğü Prof.Dr.Yıldız Sey tarafından yapılan "75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık" derleme yayınındaki "Modernleşmenin ve Toplumsal Hareketliliğin Yörüngesinde Cumhuriyetin İmarı" makalesi (Tarih Vakfı Yayını, 1998, s.255-273) 3 Kavramsallaştırmayı kullanan bir örnek için bkz.: Schubert, D. (1996) "Yenileme ya da Onarma: Kentleri Modernleştirmede Madalyonun İki Yüzü", Defter 26, Kış 1996, s.59-83. 4 Bu paradoksu, kadının ev içi yaşantısının değişimi perspektifi içinde inceleyen bir çalışma için bkz.: Kaçel,E., (1998), "'Inhabitant' nasıl kurtulur, nasıl hapsolur?", Arredamento Mimarlık, 100+8, s.94-99. 5 Konut piyasasını bu özellikleriyle inceleyen yeni bir çalışma Candan Çınar Çıtak tarafından Mart 1999'da tamamlanmış olan YTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü programı kapsamındaki "Konut Piyasasının Yapısal Analizi" başlıklı doktora tezidir. 6 1950'ler sonrası kentleşme biçiminin tarihsel karakteristikleri, çaşitli aktörlerin üstlendikleri roller ve de bu tarihsel perspektifi içinde 1990'lar sonrasının imkanları ve sınırlılıkları ile ilgili geniş bir yorum için bkz.: Habitat II Türkiye Ulusal Raporu ve Ulusal Eylem Planı, İstanbul 1996. 7 Murat Güvenç'in, aşamalarından birini bu toplantıda sunduğu görgül çalışmaları da bu saptamayı desteklemektedir. Güvenç'in bulgularına göre, normatif değerlerden bağımsız olarak nüfus bileşimleri ve bunların kentler içindeki dağılımları, ikamet-mülkiyet-çalışma ilişkileri, birbirinedn farklı şehirlerde tekrarlanan, düzenli ve modern toplum yapıları ile uyumlu dağılımlara denk düşmektedirler. |
|
Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]