reklam

1990'lar Türkiyesi'nde mimari-entelektüel ortam
Platform 2002 > Platform 2003 - I > Yazılar

Tarih: 09 Ocak 2003
Yer: Arkitera Forum

1990'lar Türkiyesi'nde mimari-entelektüel ortam
Uğur Tanyeli (Mimarlık, Sayı: 280, Nisan, 1998, ss.41-46)

"Mimar okumaz değil mi efendim? Mimar Çizer."
Sedad  Hakkı Eldem

Bugünkü Türkiye'de mimarlık ortamına ilişkin en kestirme saptama entelektüel dengelerin bozulduğu doğrultusunda olmalıdır. Kuşkusuz, burada sözü edilen "entelektüel" kavramı bireysel bir değere ilişkin değil; mimarlıkta praksisin dışında kalan tüm etkinlik ve bilgi alanını kapsıyor. İşte uzunca bir süredir bozulma sinyalleri veren bu alandaki arztalep dengesi yıkılmıştır. Ortam bunun olumlu, olumsuz etkilerini yaşamaktadır. Dengenin bozuluşu olumsuzdur, çünkü, ortamı belirsizliğe sürükler; olumludur, çünkü toplumsal bağlamda sağlam dengelerin varlığa her konuda olduğu gibi mimarlıkta da gelişmeme ve durağanlık anlamına gelir.

Türkiye mimari-entelektüel açıdan uzun süredir bir düşük verim, düşük tüketim ülkesiydi. Mimar-lığın salt praksiste ve sadece sözlü bir bilgi alanı olarak tanımlanmasının 19. Yüzyıl ortalarından başlayarak terkiyle birlikte, modern bir mimari-entelektüel bilgi bölgesi oluşturulmaya koyulunmuştu. Bu açıdan Üçüncü Dünya içinde erken bir başlangıç yapılmıştı ve sözkonusu başlangıç da yine bir denge bozulmasının belirtisi ve sonucuydu. Geleneksel mimari bilgi yapısı artık varlığını sürdüremeyecekti, omın yerine eldeki olanakların olanca kısıtlılığına karşın, yeni bir bilgi sistemi inşa edilmeliydi. Cumhuriyet yıllarına dek bu küçük yazılı bilgi bölgesini farklı türdeki etkinlikleriyle iki grup meslek adamı ve yazın doldurmaya çalıştı: Ağırlıklı biçimde önce askerler, ardından da inşaat mühendisleri için oluşturulan elkitapları (1) ve büyük oranda mimarlar için hazırlanmış daha az "işlevsel" ya da daha az yapıma ilişkin metinler (2): Cumhuriyet bunlardan birincisini sürdürmedi. Örneğin, azımsanmayacak sayıdaki pratiği yönlendirme amaçlı kitaptan oluşan "Mühendis Mektebi Kütübhanesi" adlı dizinin yayımı 1928'deki alfabe değişikliği sonrasında aniden durdu. Böylesi mimari ürünlerle 1970'lere, hatta 80'lere dek çok ender karşılaşılacaktı. Biraz iddialı bir ifadeyle "kuramsal" diye nitelenebilecek yayınlardan oluşan ikinci alandaysa çok yüksek tempolu olmasa bile, tırmanan bir etkinlik gösterilecekti. Durum 1950'ye dek adım adım kararlı bir denge haline doğru evrildi ve çok uzun süre öyle kaldi: Minyatür bir taleple dengeli minyatür bir arz.

Pratiği yönlendirici elkitaplannın yayımının 1920'lerin sonunda duruşu, modern mimari-entelektüel bilgi alanının kuruluşunda ilk aşamanın kapanmasıyla ilintilidir. Mimarlık mesleği en azından icra düzeyinde sözlü iletişimden/bilgi aktarımından yazılıya geçmiş, dolayısıyla da, bu koşullara yeni alışanlar için gerekli "yerlilik" dozu önemini yitirmiştir. Artık kuruluşu tamamlanmış olan mimari-entelektüel alanda praksisi "kitabi" ürünlerle öğrenebilir hale gelen ve yazılı bilgiyi içselleştiren kuşak, 1930'lardan başlayarak aradıklarını yabancı yayınlara başvurarak da elde edebilmektedir. En azından bu bağlamda kendi meslek alanının uluslararası birikiminden yararlanabilir olmuştur. Tabii ki, bu yargı ona katkıda bulunabilir hale geldiği anlamını taşımıyor.

30'lu yılların mimar kitaplıklarında bulunanların dökümü, mimarlık ortamının o dönemdeki durumu ve bugüne uzanan evrim süreci konusunda aydınlatıcıdır (3). 30'dan sonra özellikle Almanca, kısıtlı oranda da Fransızca mimarlık yayınlan, ağırlıklı olarak yapı türlerine ilişkin olanlar (Hastaneler, oteller, okullar, evler vs.) ve yapı teknolojisi rehberleri (örneğin, klasikleşmiş "Hochbaukonstruktion" 20'li yıllara ait baskılarından başlayarak) ülkede yaygın biçimde kullanılacak, her mimar kitaplığında yer tutmaya başlayacaktır. Ancak, o yılların mimar kitaplıklarının boyutları çok küçük gibi gözükmektedir. Şöyle ki, 20'lerin ikinci yarısında ve 30'larda basılmış olup da bir Türk mimarın kitaplığında topluca yer tutan 20 kitap bulunduğunu söylemek zordur. Türkiye'nin ilk iki kadın mimarından Leman Tomsu'nun (DGSA 1934) İTÜ Mimarlık Fakültesi'ne devredilmiş kitapları arasında 30'lardan kalma sadece bir "Moderne Bauformen" ile bir "Der Baumeister" cildi vardır. Yine bir başka İTÜ öğretim üyesinin, Ahmet Sabri Oran'ın aynı kuruma verilmiş kitapları arasında 20'ler ve 30'larda basılmış olanların sayısı 10'u geçmez. Aynı durum Edip Onat'ın (DGSA 1931) ve Tahir Tuğ'un (DGSA 1934) mütevazı kitaplıkları için de geçerlidir.

Kitaplıklar içerikleri açısından da birbirlerine benzerler. Ağırlık, yapı türlerine ilişkin bina bilgisi elkitaplarındadır. Tekil yapı tanıtım kitapları gibi görsel belgeleme çalışmaları da az rastlanır niteliktedir. Örneğin, Türkiye'deki genel ve özel kitaplıklarda Bruno Taut'un kendi evi hakkındaki ki-tabının yalnızca tek bir nüshasına rastlanmıştır (4). Anlaşılan, pratikteki işe yararlığı kuşkulu olan mimarlık kitapları Türkiye'ye belki de hiç girmemiştir. Öyle ki, E. Mendelsohn'un o yıllarda Almanya'da "bestseller" olup İki baskı yapmış fotoğrafik izlenimler kitabı "Amerika: Bilderbuch ei-ner Arclütekten"ine (5) Türkiye'de hiç rastlanmamıştır. Düşünsel içeriği daha yoğun kitaplarla da bu denli az karşılaşılır. Sözgelimi, Türkiye'de çalışmış oluşu bile Taut'un önemli kuramsal de-ğerlendirmelerini ülkeye sokmaya yetmemiştir. Mimar kitaplıklarına sızabilen tek kltabı uluslararası yeni mimarlık örneklerini tanıttığı bir fotoğraf albümüdür (6). Le Corbusier'nin kendi yazdığı kitapların da 20'li ve 30'lu yıllara ait (Fransızca ya da Almanca) baskıları Türkiye'ye pek ulaşmamış olmaladır. Bunlar Türk mimarının kitaplığına 50, hatta 60 sonrasında ve yine çok kısıtlı bir biçimde sızarlar. Le Corbusier'nin "oeuvre complete"inin ilk ciltlerinin ilk baskılarının da burada ilgi çektiği söylenemez. Genel olarak Modernist mimar monografileri için bu yargı yinelenebilir. Bu tür kitapları içeren tek kitaplık Orhan Safa'nınki (DGSA 1935) olmalıdır. Orada da sadece bir "oeuvre complete" üçüncü cildiyle bir Poelzig monografisi vardı (7). Erken Modernist "sav" kitaplarının çoğu ülkeye olsa olsa yanlışlıkla girmiş olabilirler. CIAM yayınları konut tasarım elkitapları kapsamında değerlendirilip satın alınmış gibidirler (8). Bunların bugün karşılaşılan nüshaları "mlnt condition" el değmemişlikleriyle hiç açılmadıklarını açığa vururlar. En fazla kullanılan veya Türkiye'ye ulaşabildiği için kullanıldığı varsayılabilecek kuramsal metinler en sığ olanlardır. Sözgelimi, M. Malkiel-Jirmounsky'nin "Les tendances de 1'architecture contemporaine"i (9), W.C. Behrendt'in "Der Sieg des neuen Baustils"i (10) ve Arseven'in Türkçe'ye uyarladığı A. Lurçat'nın "Architecture"ü gibi (11). Oysa, ünlü "Bauhausbücher" dizisi Türkiye'de tek kitapla temsil edilir: Walter Gropius'un "Bauhausbauten-Dessau"su (12). Örneğin, ne Theo van Doesburg'un kuramsal çalışması "Grundbegriffe der neuen gestaltender Kunst"una, ne, L. Moholy-Nagy'nin "Von Material zu Architektur"una, ne de J.J.P. Oud'un "Hollaendische Architektur"una Türkiye'de rastlanmış değildir.

Kitap seçimi konusu, pratik yararlılık bazının dışına çıkıldığında tutarlı ölçütlerden yoksun kalındığını hemen ortaya koyar. Böylesi kitaplar sözkonusu olduğunda içerikten çok, rastlantıların ve kimi köhne önyargıların güdülemesiyle seçim yapılmıştır. Örneğin, çok önemli "Neues Bauen in der Welt" dizisinin üç kitabından sadece Fransa'ya ilişkin olanı Türkiye'ye girebilmiştir (13). Ne var ki, Neutra'nın yazdığı Amerika ve El Lissitzky'nin yazdığı Rusya konulu daha ilginç değerlendirmeler (14), hele birincisi Almanya'da "bestseller" olduğu halde, Türkiye'ye sızamamış gibi gözükürler. Türk mimarları o dönem için gelenekselleşmiş Fransız ve Alman yanlısı tercihleriyle kültürel bağlamda ciddiye almadıkları ülkeleri görmezden gelmişlerdir. Buradaki mimari-entelektüel grado, mimarlık sorunsallarını kendi iç mantıkları çerçevesinde görmeyi sağlayabilecek düzeyde değildir henüz. Bu nedenle, paradoksal olarak, pratik yararlığı olmayan kimi kuramsal kitaplar muhtemelen "yanlışlıkla" pekala satın alınabilmiştir. Örneğin, L. Hilbersheimer'in "Groszstadtarchitektur"unun -hepsi de el değmemiş temizlikte- pek çok nüshasına rastlanır (15). Bunun olası tek nedeni, bina bilgisi örnekleme elkitapları basımında ağırlıklı yer tutup Türklye'de epeyi iş yapan Julius Hoffmann yayınevi tarafından yayımlanmış ve burada talep edilen kitapların arasına karışıp ithal edilmiş oluşudur belki de.

Yabancı periyodiklerin seçiminde rastlantının rolü gözlemlenmez. Burada bir tür otosansür mekanizması çalışmış olmalıdır. Bauhaus'un. kendi dergisi başta olmak üzere hiçbir avangard süreli yayın Türkiye'deki genel ya da özel kitaplıklara ulaşmamıştır. 30'lar Türkiye'sinde yabancı dergi de-nince akla neredeyse yalnızca Almanya'dan "Moderne Bauformen" ile Fransa'dan "L'Architecture d'aujourd'hui" gelmektedir. İkisi de dönemlerinin orta yolcu, konformist yayınlarıdır. Özelllkle bi-rincisi, o yılların önemli ürünlerine tam bir kararlılıkla yer vermeyişi açısından ilginçtir. Ülkeye en geniş ölçekte ithal edilmiş derginin o oluşuysa, ortamın entelektüel düzeyiyle tutarlıdır.

30'ların Türkiye'de gerçekleştirilmiş mimari-entelektüel bügi üretimi, dışarıdan ithal edilenlerle birlikte düşünülmelidir. Bunu neredeyse tek başına "Arkitekt" dergisinde yayımlananlar temsileder. Taut'un "Mimari Bilgisi" adlı kuramsal kitabıysa (16) çok önemli bir kuramcının Türkiye'deki kısa kariyerinin yalnız kalmış ürünüdür. Dönemin kuramsal metinleri üzerine içeriklerini yorumlayan epeyi şey yazılmıştır. Yorumlanan metinlerin içerikleri kısıtlıdır, özgül mimari vokabülerin yeni yeni oluştuğunu gösterirler ve bu alandaki üretim 40'lı ve 50'li yıllara oranla yüksektir. Buysa, bugünkünü andıran bir arz-talep dengesizliğinin varlığını düşündürtür. 30'ların ulusalcı ve aşırı özlük-bilinçli ülke gündemiyle bağlantılı bir dengesizliktir bu. Ortam, moderniteyi hızla içselleştirmeye yönelik müthiş bir uğraş vermektedir. Kuramsal mimari metinlere ve sav-yapıtlara olan talebi arttıran da budur. Ne var ki, ortada bu talebi karşılayacak mesleki-entelektüel birikim yoktur. Mimarlık kitabı ithalatının -ve de mimar kitaplıklarının- yukarıda özetlenen durumu henüz kuramsal metinleri değil yazmaya, okumaya, hatta merak etmeye bile alışık olmayan bir meslek grubunun durumunu alabildiğine açık olarak gözönüne sermektedir. Oysa aynı meslek grubu, kuramsal yaklaşımları zorunlu kılan, üstelik çetrefil düşünsel sorunlarla yüklü bir dönemde yaşamaktadır. Moderniteyi içselleştirmek, sadece "modern" görüntülü yapılar üreterek olamaz. O modern görüntünün zorunlu ve onu yaratan meslek grubunun çabasının haklı olduğunu kanıtlamak gerekir. Bu, hem meslek dışı çevrelere, hem de meslek çevresine yönelik bir kuramsal açıklamalarda bulunma gereksinmesi yaratır. Çabanın ve sonuç-ürünlerinin meşru olduğu gösterilmelidir. Dönemin koşullarının hazırlıksız yakaladığı bir grup meslek adamı tarafından üretilen, çocuksu ve totolojik kuramsal metinler umutsuzca bu gereksinmeyi gidermeye çalışırlar.

Başarılı olamadıkları, 30'ların Modernist baharının kısa sürüşünden de bellidir. Modern "imge", kendisine kuramsal bir haklılık zemini oluşturacak zihinlerden yoksun kalmış, özlük-bilinci yüksek bir dönemde kendi yeni mimarlığını arayan bir toplum için geçerli olduğu kuramsal çalışmalarla kanıtlanamamıştır. Tam aksine, uygun olmadığını kanıtlamak çok daha kolay olmuştur; çünkü bunu yapmak için karmaşık spekülasyonlara girişmek gerekmemektedir. "Bu yabancı ve bize özgü değil" biçimindeki refleksif yargılar hemen her yer ve dönemde çok kolay savunulabilmiş, ikna edici olmuş ve düşünsel derinliği varmış izlenimini vermiştir. Oysa, refleksif yargı daima ve her konuda düşünsel bir çaresizliğin yansımasıdır. 1930'lar Türkiye'sinin mimarlığı için de böyle olmuştur. Örneğin, 1938'de Güzel Sanatlar Akademisi için hazırlanmış bir tanıtım kitapçığında şunlar yazılı (17): "Mimari şubesine Almanya'mn büyük mimarlarmdan B. Taut şef olarak getirilmiştir. Bir seneden beri talebeler Arif Hikmet, Sedad Hakkı gibi genç profesörlerin atölyelerinde Taut'ın tecrübe görmüş şefliği altında İstanbul'u, Ankara'yı ve vilayetleri modern namı altında istila etmekte olan şahsiyetsiz üslupla mücadeleye hazırlanmaktadır. Akademideki tedrisatın ve araştırmaların gayesi Türk çocuklarına kendi şahsiyet ve üsluplarını buldurmak olduğu için yeni Türk mimarisinin üslubu hiç şüphesiz bu mücadeleden doğacaktır".

Demek ki, dengeler ebediyen bozuk kalamamakta, sonunda bir biçimde durulma aşamasına varılmaktadır. Metnin gelişini birkaç yıl önceden haber verdiği İkinci Ulusalcı Mimarlık dönemi, aslında mimari-entelektüel dengenin yeniden kuruluşunun sonucu olmalıdır. Yukarıda tanımlanan zor kuramsal sorunun çözümünü becerecek birikimden yoksun olan mimarlık camiası sonunda refleksif düşüncenin sığ kolaycılığına teslim olur. "Bize özgü bir üslup bulmak" biçimindeki yalın beklenti dönemin tek düşünce kırıntısıdır. Herkesi çabuk ikna etmiş olduğundan, savunulması için fazla bir emek harcamak da gerekmemiştir. Dolayısıyla, mimari-entelektüel alanda düşünsele yönelik talep, arz olanakları ne kadar darsa, o kadar küçülmüştür denebilir. Dengeyi kuran da bu "de facto" olur. Kuramsal yazı neredeyse hiç yazılmamakta, çünkü talep edilmemektedir. Ortamın bu çok kısıtlı verilerle tanımlanmış mimari-entelektüel dengesi varlığını 1960'lara dek sürdürür. Üstelik 50 sonrasında önceki onyılın o cılız refleksif düşünsel arkaplanı da terkedilir. Mimari-entelektüel denge en "muhkem" biçimini almış, mimarlar praksisin sınırı dışmdaki sorunların varlığını bile farkedemez olmuştur. Gelişmiş dünya kökenli imaj bombardımanı "orada yapıldığı gibi yapmak" dışında bir sorgulamayı gereksiz kılacak kadar etkilidir. Ama, asıl etmen Soğuk Savaş'ın bu en keskin yıllarında Türkiye'nin tek başına kalmaktan ciddi biçimde korkması olmadır. Bu psikolojinin olağan sonucu, intelligentsia'nın Batı dünyasına katılmak dışındaki seçenekleri her alanda tasfiye etmesi olur. Olası tek varoluş seçeneğinin Batı katarına bağlanmak biçiminde belirlenmesi kaçınılmazdır. Mimarlık alanında da daha fazlasını düşünmek için ne sebep, ne de alışkanlık ve birikim yoktur.

40'lı ve 50'li yılların mimar kitaplıkları da düşünsele yönelik talebin düşüklüğünü kanıtlarlar. Özellikle 40'ların başlarında ülkeye giren kitaplar Alman mimari propaganda yayınlarından ibaret gibidir. 50'lerdeyse onların yerini çoğu ucuz ve popüler Amerikan yayınları ve ticari Alman kitapları alır. Bunlar yine örnek yapı tanıtımları, genel bir değerlendirmede elkitaplarıdır ağırlıklı olarak. Değişim, mimar monografilerinin kitap ithalatındaki payının 50'lerden başlayarak hızla artışında görülür. 0 yıllarda özellikle Almanya'da basılan her monografi Türkiye'ye ulaşabilmiştir. Kuramsal çalışmaların girişi için aynı sözler yinelenemez. Girenler de genellikle okunmamışlardır. Sahaflara düşen o yılların en temiz, en el değmemiş mimarlık kitapları kuramsal içerikli olanlardır. Ve kimi mimarlar varlığından ve okunduğundan söz etse de, Le Corbusier'nin -artık "oeuvre complete"i değilse bile- sav kitapları hala ortada yoktur.

Daha 40'lı ve 50'li yıllardan başlayarak mimarlar için mesleki bilgilenme alanında uzun süre geçerli kalacak bir davranış kalıbının oluştuğu farkedilir. İlk olarak 30'lu yılların mezunları için geçerli olacaktır bu kalıp: Mimar, okulu bitirişinden sonra en fazla on yıl kadar bir süre mesleki yayınları (yukanda tanımlandığı düzeyde de olsa) izlemekte ve gündeme olan ilgisini hızla yitirmektedir. Durum, kitap seçimindeki aşırı faydacı tavırla birlikte ele alınırsa şaşırtıcı olmak bir yana, olağandır. Mimarlar kitabın işlevini çok uzun bir dönem boyunca geleneksel toplumlarda olduğu gibi düşünmüşlerdir. Bilginin neredeyse sabit bir değer olduğuna inanılan geleneksel toplumda kitap, bu değeri edinene (pratiği artık kitaba ihtiyaç duymayarak icra etmeyi öğrenene) kadar kullanılan, dolayısıyla, bir anlamda salt işe yararlık bazında tanımlanmış bir nesnedir. İlk önce çok kısıtlı sayıda olsa bile, 50'li yıllar mezunları arasından bu kalıbı kıranlar çıkacak, her geçen onyılda bu atipik kişilikler çoğalacaktır. Belirgin bir bilgilenme sürekliliğinden ise, ancak 80'ler sonrasında söz edilebilir. Kuşkusuz bu yargı kantitatif olarak kanıtlanamayan ve kaba gözlemlere yaslanan bir değerlendirmedir.

1960'lı ve 70'li yıllar, yukanda oluşumu betimlenen mimari-entelektüel dengenin bozulduğunu düşündürtmez. Olsa olsa mimar sayısındaki artışla açıklanabilecek hafif bir talep artışı hafif bir arz yükselmesiyle atbaşı gitmektedir. Söz konusu iki onyıl boyunca çarpıcı bir düşünsel ürün çoğalması yoktur. Sayısal bir artış var gibi gözükse de, bu aldatıcıdır. Mimarlıktan çok ülkenin genel sosyoekonomik altyapı sorunlarının tartışıldığı bir dönemdir bu. Ülke gündeminde önceki iki onyıl boyunca pek tartışılmamış olan konular öncelik almıştır ve mimarlar da buna kaçınılmaz olarak aktif biçimde katılırlar. Buysa gelişmiş dünyada olup bitenlere yönelik ilgiyi iyice azaltır. Örneğin, Otterlo'daki son CIAM toplantısında gündeme gelen türünden görüş sapmaları ve kopmaları Türkiye'de pek yansıma bulmaz. Belki çok kısıtlı bir akademisyen grubu bunun dışındadır, ama genel olarak Türkiye mimarlık dünyasındaki paradigma değişikliği sarsıntılarıyla meşgul değildir. Pratik içinde konumlanan Türk mimarları arasında o yıllarda Otterlo'da dile getirilenlerden haberli çok az kişi olmalıdır (18). 70'leri anlamak için en iyi saptama şudur herhalde: O günlerin yoğun sosyalist eğilimlerle yüklü Türk mimarlık ortamında İtalyan Marksist mimarlarının (örneğin, Casa-bella Continuita'da dile getirilen) taze kuramsal bakışları hiç ilgi çekmeyecek, ancak Sovyetler başta olmak üzere sosyalist dünyanın resmi "müstamel" kent planlama kalıpları ciddiye alınacaktır. 70'ler sonunda bu ülkede yayımlanan çok ender çeviri mimarlık kitaplarından birinin "Moskova Baş Mimarı" M.V. Posokhin'e ait bir sosyalist şehircilik elkitabı oluşu, dönemin amblematik ifadesidir (19). Ülkenin nasıl gerçekleşeceği besbelli sayılan kurtuluş yönüyle bağlantılı kılınmış bir kentsel ve mimari geleceğinin olması beklenmektedir. Dolayısıyla, beklenti, kuramsal derinliği olana değil, acil çözüm yanlısı naif reçetelere yöneltilmiştir. Üslup ve biçim tercihleri çerçevesinde tartışmaya yeni yeni alışan ve mimarlığı toplumsal/yapısal gerçekler bağlamında irdelemeyi henüz deneyen bir meslek camiasının naif olması da doğaldır.

70'lerin sonuyla 80'lerin hemen başında ekonomik zorluklann da katkısıyla Türkiye'nin mimari yalıtılmışlığı doruklaşır. Örneğin, kitap ve dergi ithalatının sıfır noktasına kadar düştüğü yıllardır bunlar. Üniversite kitaplıklarında bile o yıllara ait yabancı dergi koleksiyonları bugün de tamamlanamayacak biçimde eksik kalmışlardır. Kitapçılar döviz sıkıntısı nedeniyle parasını önceden tahsil ettikleri abonman yükümlülüklerini yerine getiremeyeceklerdir. 0 sıralarda yeni çıkan ve geleceğin düşünsel ortamının oluşumunda önemli rol oynayacak kimi periyodiklerse, buraya hiç ulaşamayacaklardır aynı nedenle. Sözgelimi, iddialı "Oppositions" dergisinin en azından İstanbul'da (muhtemelen tüm ülkede) tek bir takımı bile yoktur. Yerli üretimde de durum daha parlak olmamıştır. "Arkitekt" yayımını durdurur; pırıltılı bir başlangıcın ardından "Çevre" iflas eder. 12 Eylül yönetimi Mimarlar Odası'nı kapatarak "Mimarlık"ın yayımının durmasını sağlar. Cumlmriyet çağında mimari-entelektüel ortamın, 2. Dünya Savaşı'nın son yılları dışında, 1980-83 arasındaki kadar kesat olduğu bir dönem muhtemelen hiç olmamıştır. Böylesi uzun bir düşünsel tatilin kaybettirdikleri kuşkusuz vardır. Herşeyden önce, gelişmiş dünya yüzyılın en keskin iki mimari dönemecinden birini yaşarken, orada olup bitenlerden Türkiye bir on yıl kadar geç haberdar olur. İrdeleyici, çözümleyici enerjisini en iyi kullanması gereken bu kritik aralıkta Türk mimarlık camiası gerçek kapasitesinin bile altında düşünecektir uzun süre.

Bu uzun düşünsel tatilin sonuçta yeni tür bir iştah yaratması beklenmedik bir şey sayılmaz. 70'lerin politlk destabilizasyon dönemiyle birlikte düşünülürse, belki onbeş yıl boyunca mimarlık öyle minimalist bir yararcılık bazında düşünülüp icra edilmiştir ki, bunu neredeyse hedonist bir mekan talebi patlamasının izlemesi olağandır. Dolayısıyla, 80'lerin ikinci yarısındaki bu patlamanın simgesinin "dekorasyon" adı altında özetlenen etkinlikler bütünü oluşu şaşırtıcı değildir. "Özal Çağı"nı her alanda olduğu gibi mimarlıkla ilişkili alanlarda da, bir tüketim sarhoşluğu ve projelendirilmesi öngörülmeyen bir geleceğe yönelik iyimserlik karakterize etmektedir. Bunun fiziksel görünüme "kitsch" olarak yansıdığı ileri sürülebilir. Mimari-entelektüel ortama da yer yer benzer biçimde yansımaktadır: Yani, amacı bu belirli alanda (mekan üretimi alanında) olup biteni kavramak ve
yönlendirmek için uğraş vermek olmayan "şık" bir düşünsel etkinlik. Başka bir deyişle, Cumhuriyet'in kuruluşundan beri araçsal düşünmenin ve hatta, yalın teleolojik akıl yürütmenin ötesine geçemeyen Türk meslek camiası, bu kez antitetik bir değişimle tam karşıt uca gitmeyi, hiç araçsal olmayan bir düşünsel üretim yapmayı da denemektedir. Mimarlık düşüncesi artık ille de pratik yanıtlar ve çözümler peşinde değildir. 

Demek ki, en az bir yüzyıldır Osmanlı-Türk intelligentsia'sının toplum mühendisliği yapma ülküsüyle bütünleşik olan ve özerkliğini ilan edemeyen mimarlık düşüncesi, nihayet bu bağlantısını koparabilmiştir. Mimarlık sorunlarını tartışıp irdelemenin yolu artık zorunlu olarak Türkiye'nin toplıımsal-ekonomik yapı sonınlarını irdelemekten geçmiyor. Mimarlığı mimarlığın özgül bilgi alanı içinde tartışmanın mümkün olduğu farkedilmeye başlanmıştır. Bununsa Türkiye mimarlık dünyası bağlamında devrimsel bir değişim olduğu açık. Ama, pratik yanıtlar aramamanın hiçbir yanıt aramamaya ve sorun çözmeye çabalamamanın sorun formüle etmemeye dek vardığı da yadsınamaz. Ve asıl sorun, mimarlığın aynı dönemdeki globalizasyon yanılsamalarıyla da desteklendiği biçimde, soyut bir ortamda düşünülmeye başlanması (ya da öyle düşünülmeye çabalanması) olarak ortaya çıkmaktadır. Tartışmalarda Türkiye bağlamı gözden kaçırılınca -veya bilinçle görmezden gelinince- düşünce, özerkleşmenin ötesine geçip hiçbir yere ait olmayan bir bağlamsızlık edinmektedir. Çoğu (sözde) çağdaş mimarlık düşüncesi ürününün bağlamsız bir "güzel" cümleler resmigeçidi oluşu bundandır.

1985 sonrasında bugüne uzanan dönem artık iyice kanıksanmış, ama kuşkusuz doğru bir saptamayla bir dönüm noktasıdır mimarlık ortamı için. Ülkenin belki tüm dengeleri gibi mimari-entelektüel dengesi de altüst olmuştur. llginç olan, 80'lerin sonlarından başlayarak hem talep, hem de arz önceden düşünülemeyecek boyutta yükselir. Yani, mimari düşünce ürünleri okuma isteği de bu alandakl üretlm gibi artmıştır. 0 halde, ilk bakışta bir dengesizliğin mevcut olmadığı düşünülebilir. Ne var ki, arzla talebin büyük oranda "sanal" olduğu bir mimarlık ortamında böyle düşünmek zordur ve gerçekçi de değildir. Arzla talep eski sosyalist ülkelerdeki istihdam istatistikleri gibi sahte değillerse bile, yapaydırlar. Tıpkı bir zamanlar oralarda "iş" niteliği taşımayan işler yaratılarak (otellerdeki kat resepsiyonistleri anımsanmalı) tam istihdam yanılsaması oluşturulduğu gibi, burada da düşünsel olmayan düşünce ürünleriyle mimari-entelektüel üretim yapıldığı yanılsamasıdan ötürü bu ortamda da varolması gerektiği biçiminde bir inanç belirmiştir. Dolayısıyla, düşüncenin kendisinden çok, düşünme ediminin talep edildiği söylenebilir. Mimari düşüncenin içeriği üzerine pek az kafa yoran bu ortam, düşünmenin bir çağdaşlık belirtisi oluşunda uzlaşmakta, çağdaş başka "gadget"'lara olduğu gibi ona da sahip olmak istemektedir.

Düşüncenin özerkliğine yeni alışan bu toplum, onun toplumsal bağlamını da yadsıyınca başka bir durumla zaten karşılaşamazdı: Mimarlak düşüncesi bu mimari-entelektüel sistem içinde varoluşun olağan belirtilerinden biri olarak görülmek yerine, çağdaş yaşamın idealize edilip yüceltilmiş pek çok fetişinden biri olarak sahiplenilmek ve sergilenmek istenmektedir. Bugünkü ortamda mimarlık düşüncesi artık neredeyse bir statü göstergesi olarak tanımlanmıştır. Nasıl ki, bir "Bentley" işe gidip gelmek için kullanılan olağan bir otomobil değilse, düşünce de mimarın olağan işlevlerinden biri değildir. Her ikisi de bunlara sahip olduğunu gösterenlere olağandışılık, "sıruf atlamışlık" görüntüsü verirler.

İki ana etmen, bir yanda yeni mesleki medya, öte yanda da üniversiter sistemdeki gerçekçi olmayan şişme, bu düşünsellik görüntüsünü ve dolayısıyla da, arzla talebi körüklüyor. Ancak, bunların etkilerinin yalnızca mekanik nitelikte olduğu da itiraf edilmelidir; nedeni olmadıkları bir durumu sadece azdırmaktadırlar. Şöyle ki, bir yanda iyice genişleyen reklam pastası ve ona yönelik medya iştahıyla ilişkili olan bir yazı talebi var. Öte yanda benzer bir talep, sürekli çoğalıp büyüyen mimarlık ve tasarımla ilişkili öğretim kurumlarının öğretim üyelerine kendilerini bu düşünsel üretim furyasına katılmaya mecbur hissettiren üniversiter ortamdaki itişten de kaynaklanıyor: "Herkes yazmalıdır, düşünmeyi beceremese bile..." Bu iki etmen ülkeyi güncel potansiyelinin üzerinde üretmeye zorlamaktadır. Öyleyse, mimari-entelektüel ortamdaki dengesizlik kapasite ile üretim arasmdaki nispetsizlikten ötürüdür.

"Düşünsel"e yönelik sanal talep ve arzın asıl nedeni, yukarıdaki azdırıcı etmenler değil, gelişmiş ülke 'trend'lerinden hiçbir dönemde olunmadığı kadar haberdar olmaktır belki de. 1970'lerde ABD'den başlayarak mimari ortamı etkisi altına alan "over-intellectualism" (aşırı düşünselleşme), ülkenin ekonomik dışa açılmasının sağladığı olanaklarla 1985'lerden başlayarak buraya da sızmıştır. Kitaplarla dergiler tüm çeşitleriyle artık ulaşılmaz olmaktan çıkmıştır. Ne var ki, ödünç beyinlerle olmadığı gibi, ödünç kavramlarla da düşünülememektedir. Batı'nın 15. yüzyıldan bu yana kurduğu düşünce binasının bileşenleri, kavramları uzun bir süreçte içselleştirilmelidir. Artık kolay aşılır gibi gözüken, eskimiş dil bariyerleri sözkonusu olmaktan çıksa bile, kavramlar ve genelde düşünsel konstrüksiyonlar kolay içselleştirilmemektedir. Kaldı ki, bariyerler dile değil, o belirli özgül bilgi alanına, mimari epistemolojiye ilişkin bariyerlerdir ve zaman zaman -son yıllardaki gibi- onun sınırlarının ötesinde felsefeye dek uzanırlar. Böyle olunca, içselleştirilmemiş, yani o bilgi alanıyla ilgili çoğunluğun vokabülerinde yerleşip mevcut bir bağlamlar ağının bileşenlerine dönüşmemiş olan kavramlarla yazanlar, olsa olsa alıntı kombinasyonları yapabilmektedirler. Daha önce başka bir yerde de değindiğim gibi, mimari-entelektüel ortamı "kendi zevzekliğinin aşırılığıyla zehirlemek" dediğin şey budur.

Ama, mimarlık bürolarının hala ayakçılardan kitap aldığı, mesleki yayınların mimarın aktif olarak katıldığı bir süreçte seçilmek yerine, büroya kadar getirilip bırakıldığı tembel bir ortamda, gerçek düşünselliğin şansı daha uzun zaman az olacaktır. Üniversiter kitaplıkların mimari yayınlar açısından hala minyatür boyutlu olduğu, öğretim üyesine yönelik yayın yapma beklentisinin öncelikle akademik bir zorunluluk olarak görüldüğü bir ortamda da şans dalıa fazla değildir. Ve nihayet her alanda olduğu gibi mimarlıkta da, düşünceyi sadece daha önce düşünülmüşlere yaslanan bir alıntılar kompilasyonu ve totolojik bir etkinlik sanan, yani Modern-öncesi "nakli" geleneği tümüyle tasfiye edememiş bir toplumda alınacak daha çok yol vardır. Yine de bugüne dek aldığımızdan daha uzun bir yol değildir bu.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

1 Bunlar için bkz.U.Tanyeli, "Türkiye'de Modernleşmenin Unutulmuş Tanıkları: Askeri Mimarlık Elkitapları", Mimarlık, 263,1995, s.38-42.

2 Bunlar için bkz. U.Tanyeli,"19. Yüzyıl Türkiye'sinde mimari bilgi Alanının
Yeniden Biçimlenişi", 19. Yüzyıl İstanbul'unda Sanat Ortamı, İstanbul, 1996, s. 81-94.

3 Bu döküm için İTÜ Mimarlık Fakültesi'ne armağan edilen az sayıda kitap
dışında, mimarların ölümlerinin kimi zaman meslekten cekilişlerinin- ardından sahaflara düşen kitapları esas alınmıştır. İkinci yöntem yıllardır sürdürülen bir arama ve satın alma girişimi anlamına gelmektedir.

4 B. Taut, Ein Wohnhaus, Franckh'sche Verlogshandlung, W Keller & Co, Stuftgort, tarihsiz (Pertev Taner'in kitaplığındaydı).

5 Rudolf Mosse, Berlin, 1926, ikinci baskı 1928.

6 B. Taut, Modem Architerture, The Studio Ltd., Londra, 1929; Almancası: Die neue Baukunst, Julius Hoffmann, Stuttgart, 1929.

7 Le Corbusier (metinler), Le Corbusier & R Jeanneret: Oeuvre complete 1934-38, Ed.: M. Bill, Editions Dr. H. Girsberger, Zürih, 1939 ve T. Heuss, Hans
Poelzig: Bauten und Entwürfe, Dos Lebensbild eines deutschen Baumeisters Verlog Ernst Wosmuth, Berlin, 1939.

8 Örneğin, Rationelle Bebouungswesen: Ergebnisse des 3. Internationalen Kongresses für Neues Bauen (Brüssel, November 1930), Julius Hoffmann, Stuttgart, 1931 ve L'Habitation minimum: Resultats du 2me Congres International d'Architecture Moderne et d'une exposition creee por le Servite Municipal d'Architecture a Francfort s.M., Julius Hoffmann, Stultgart, 1933.

9 Librairie Delagrove, Paris, 1930.

10 Akadem.Verlag Dr.Fr.Wedekind & Co., Stuttgart, 1927.

11 Paris, 1929. Uyarlama yayın: Celal Esot, Yeni Mimari, Agah-Sabri Kitaphanesi, İslanbul, 1931.

12 Bauhausbücher 12, Albert Longen Verlag, Münih, 1930 (Orhan Sofa'nın kitaplığındaydı).

13 R. Ginsburger, Frankreich: Die ruktion und Form, Verlag von Anton Schroll&Co.,Viyana, 1930 (Edip Onat'ın kitaplığındaydı).

14 R. Neutra, Amerika; El Lissitzky, Russland: Die Rekonstrukfion der Architektur in der Sowjetunion, Verlag von Anton Schroll&Co.,Viyana, 1930.

15 Verlag Julius Hoffmann, Stuttgart, 1927.

16 Çev.: A. Kolotan, Güzel Sanatlar Akademisi Neşriyatı, İstanbul, 1938.

17 Güzel Sanatlar Akademisi (broşür), Türkiye Basımevi, baskı yeri yok, tarihsiz(1938), sayfa no yok.

18 Benim bildiğim kadarıyla toplantı belgelerini içeren su kitabı okumuş tek akademisyen olmayan mimar Mehmet Konuralp'tır: 0. Newman (ed.), CIAM '59 in Otterlo, Karl Kraemer Verlag, Stuttgart-Bern, 1961.

19 M.V.Posokhin,Yaşanılır Şehirler, çev.: R. Avidor vd., Mimari Bilimler Yayını, İstanbul, tarihsiz

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz