Haymatlos Enstalasyon VI
Behiç Ak "Korumacılık" - 2.5.2001 tarihine kadar sergiyi görebilirsiniz |
Behiç Ak'la Söyleşiden Notlar
2 Nisan 2001
-Buradaki sergileme biçiminizden bahseder
misiniz?
Behiç Ak:
Daha önce de karikatür sergileri açtım, ama burada sergiyi saklamayı tercih
ettim. Çok farklı boylarda karikatürler mekanın içinde farklı objelerin üzerinde,
tavanda, masalarda gizlendi. Bu mekan için özel bir yerleştirme yapmak
istedim. Aslında karikatür güncel olarak tüketilen bir şey, çok da
sergilenmeye yönelik olduğunu düşünmüyorum. Konu olarak korumacılığı düşündüğümde
ilk olarak tek bir büyük karikatür koymayı düşünmüştüm, ama o mekana
yetmeyecekti. Mekana daha çok yayıldım, ama hiçbiri ilk bakışta kendini göstermiyor.
(Mekana
ilk giren insanların tepkisi sergi nerede demek oluyor, ancak bir süre sonra
karikatürleri keşfettikçe büyük bir heyecanla aramaya başlıyorlar.
Sergiyi gezen birinin taburelerin üzerine çıkarak tavandaki karikatürleri
okumaya çalıştığı anlatılıyor.)
-Tiyatro oyunlarınızdan bahseder misiniz, tiyatro oyunu yazmaktaki amacınız
bütün anlatım biçimlerini içerdiği için miydi?
B.A.: Hayır, oyunları yazarken interaktif bir yaratım söz konusu, düşünce
de ondan besleniyor. Tiyatro oyunlarını 2,3 yılda yazıyorum, bu yüzden de
ancak 3,4 oyun yazdım. Bunlardan bir kısmı yurtdışında oynandı sadece,
bina adlı oyunum İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından oynandı, bu sezon da
tekrarlamayı düşünüyorlar.
-Mizaha bakışınız
ve kendi karikatürleriniz dışındakileri değerlendirirken neye dikkat
ediyorsunuz?
B.A.: Ben karikatürün çok güzel ve estetik olması gerektiğini düşünmüyorum,
değerlendirirken bakış açısına bakıyorum. Bence mizah sisteme ve varolan
düzene karşı bir duruştur. Mesela bir deliyle dalga geçmek bence komik değil,
oysa o delinin gözünden bakıp sıradan insanlara mizahla bakmak gerekiyor. Kişisel
olarak yeni bir şey söylemek gerekiyor, sanırım en önemlisi bu. Son
zamanlarda mizah anlayışı da çok değişti. Eskiden belli tipler çizilirdi,
onlar günümüzde sıradan insanlar olmaya başladı. Bu sinema için de geçerli.
(Bir süre sinemadan konuşulmaya başlanıyor, özellikle sanatçıların
hayatını anlatan filmlerin neden başarısız olduğuyla ilgili. Buna en büyük
sebep o sanatçının büyüklüğü altında ezildiği görüşüne varılıyor.
Konuşma sırasında Mimarın Göbeği filminden Fountainhead'a kadar isimler geçiyor.)
-Sinemadan konuşurken, sinema ve karikatürün
gördüğüm kadarıyla en iyi çakıştığı filmler Tati'nin filmleri;
siz ne düşünüyorsunuz?
B.A.:
Aslında doğru, Tati'nin filmlerinde çok karikatür tadı var. Mesela"
Amcam" fiminde de var, modern mimarları eleştirir. Bir tane villa gibi
yerde yaşar ya çocuk...herşey çok modernist ve kübik, bahçe, çim, kapı
uzaktan kumandayla tak diye açılıyor. Araya sanat olsun diye de yuvarlak
yollar yapılıyor. Yollar düz olabilir ama kapıya doğru böyle kıvrılarak
gidiyor. Kapı çalıyor, birisi geliyor, yıllardır görmediği bir arkadaşı
kadının. Düğmeye basıyor, tak diye kapı açılıyor, birbirlerine doğru
koşuyorlar, fakat yol böyle kıvrık ya..biri bu tarafa koşuyor, diğeri öbür
tarafa ama kollar açık. Bir de çocuk sabah kahvaltısı edecek, dişçi koltuğu
gibi bir şeye oturtuyor annesi, hidrolik şekilde kaldırıyor koltuğu,
ergonomik şekilde ayarlıyor koltuğu, eldivenlerini giyiyor, ordan bir yumurta
yapıyor, ama çocuk o yumurtayı yemiyor. Daha sonra amcanın mahallesine
gidiyorlar, orası da feci kontrast bir yer, antimodern sanki gecekondu
mahallesi gibi bir yerde yaşıyor. Orda bir sokak satıcısı var, büyük bir
ekmeğin üzerine bildiğimiz yağlıboya fırçasıyla kıpkırmızı bir şey
sürüyor...ve çocuk onu yemek istiyor. Çok hoş detaylar vardır bu filmde.
Bir de Tati'nin kamerayı kullanımında çok enteresan bir şey vardır,
kamerayı hiç hareket ettirmiyor. O da müthiş bir mizah sağlıyor, herkes
karikatürleşiyor bir anda. Şöyle bir sahne var mesela: amca eve gelecek,
kadraj böyle sabit. Adam geliyor, yok oluyor bir yerden sonra, sonra görüyorsun
orda merdivenlerden çıkıyor, sonra yine yok oluyor, sonra öbür taraftan başka
bir merdivenden çıkıyor, sonra epey bir süre görmüyorsun, sonra bir yerde
görüyorsun, çiçek suluyor...o kameranın statikliğini mizahi anlamda kullanıyor.
-Sizin
hiç çizgi film ya da animasyon gibi bir projeniz var mı?
B.A.: Ben çizgi film yaptım, fakat Türkiye'de böyle bir ortam yok.
Çizgi film festivallerine katılmak lazım, onun için de sponsor bulmak lazım,
tek başına yapmak daha zor. İnsan haklarıyla ilgili çizgifilm yaptım, sansürle
ilgili belgesel bir film çekmiştim.
-Türk filmiyle ilgili bir film yapmıştınız
galiba..
B.A.: Evet, "Türk Sineması'nda Siyah Perde" adlı
sinemadaki sansürü anlatan bir filmdi. Oynatılmadı önce, yurtdışında
oynatıldı. Şimdi Digitürk gösteriyor birkaç aydır. Bir çok yerde gösterildi
ama film. Bir kere okullarda çok gösterildi, çünkü tamamen bir dökümanter.
-Gösterilmeme sebepleri neydi, ticari olarak
uygun bulunmadığı için mi gösterilmedi?
B.A.: Bir kere objektif bir film, fakat son dönemi biraz sert filmin,
kendiliğinden öyle çıktı. Mesela askerlerle ilgili bir şeyler var. Filmi
yakan bir generalle söyleşi var. Onunla biraz dalga geçiliyor, ama aslında
kendi yaptığı şeyler yüzünden. Bu yüzden ilk başta biraz çekindiler ilk
zamanlar. Sonra o çekinceler de aşıldı, ama şu anda da belgesel film göstermek
pek işlerine gelmiyor sanırım. Bir de benim yorumlarım çok az,
tamamen birebir tanıklıklara dayanıyor. Ben kendi fikirlerimi anlatmak için
o filmi yapmadım, ama son dönemin aktörleri olan bütün politikacılar var.
Bir sene gibi bir süre çalışılarak ortaya çıktı bu film, 2 saat 10
dakikalık kalıcı bir proje oldu.
Arif Şerif Onaran yaşıyordu o zaman, o da benim filmin kahramanlarından
biri, çünkü sansür kurulu başkanlığı yapmış 10, 15 yıl kadar. Adam
polisken sansür kurulunda yıllarca sinema seyrediyor, sonra doktora tezi yapıyor,
sinema profesörü oluyor.
-Karikatürde
üç boyutlu işler yapanlar var mı?
B.A.: Öyle satirik heykeller yapanlar var, tabii onlar heykel
kategorisine girer.
Mesela Bavyera'da öyle bir karikatür sergisi gezmiştim, çok hoştu. Bir adam
bavyeralıların karikatürünü çizmiş, ama müthiş bir şeydi. O kadar iyi
karikatürize etmiş ki. Tutucu ve şişkolar ya, onları feci pornografik yapmış.
Hepsi birbiriyle sevişiyorlar, dehşet bir şeydi. Bu sergi de Münih'in en iyi
galerisinde sergileniyor ve karşısına da serginin bir enstalasyon olarak
birebir bavyera tipleri giydirip koymuş, ama tipler aynı. Mesela bir kadın
elinde çantası hayretle bakıyor. İnanılmaz başarılı bir iş ve gerçekten
de Bavyeralılar geziyordu sergiyi, onlar da oradaki karikatürler gibiydi.
-Adam hayatı boyunca bir tek bu projeyi mi
yapmış?
B.A.: Hayır hayır, arada yaptığı işlerden biri, çalışkan insanlar
oluyor hayatta.
- Antireklamcılar(Adbusters) diye bir
organizasyon var, belki biliyorsunuzdur. Mizah için reklamları kullanıyorlar,
mesela Malboro reklamı afişinde kovboy yok, at da mezarlıkta...
B.A.: Bir de Almanya'da bir adam var afiş yapan. Afiş bir etkinliğin
bildirisidir ya, o afişin konseptini de kendisi belirliyor, böylece afişin
kendisi bir sanat eseri oluyor. Mesela bir yerdeki nükleer santralı protesto
etmek için kullanıyor, onun prodüksiyonunu sağlıyor ve her yere o afişler
asılıyor. Yıllarca öyle davranıyor, sipariş üstüne çalışmıyor, afişin
konusunu kendisi buluyor ve bu bir eylem biçimi oluyor.
Bir de çok ilginç bir eylem daha var, mısır tarlalarında yıllarca daireler
çiziyorlar. Bir kepin üstüne mercek gibi bir şey takıyor iki kişi, bunlar
50 yaşlarında başlamışlar bu işe, 10-15 yıl da sürdürmüşler. Kimse
onların yaptığını bilmiyor o kadar yıl boyunca. Keskin bir ip gibi bir şeyle
belirledikleri tarlanın ortasını çok düzgün bir daire biçiminde
kesiyorlar. Yıllarca Avrupa'nın farklı yerlerinde bunu yapıyorlar, sonra bir
gün arabada giderken radyo dinliyorlar beraber. Radyoda tarlalarda görülen bu
dairelerin merihliler tarafından yapıldığına dair bir haber dinliyorlar.
Bir süre adamlar ortaya çıkmadılar ve 1 yıl kadar bu konuda haberler yapıldı,
bu kadar milimetrik kesilemez diye uzaylılar tarafından yapıldığına inanıldı.
Sonra çıkıp açıkladılar biz yapıyoruz diye.
-Mizah
bir belge niteliği taşıyor mu sizce?
B.A.: Herşey gibi o da taşıyor. Mesela eski Mad dergilerine bak, işte
kdv fişlerinden, vergi sisteminde yapılan bir değişikliğe kadar pek çok
konuyu ele almış. Bunların hepsi mizaha yansıyor. Belki Gırgır daha az
belge niteliği taşıyor olabilir, çünkü çok lokal ve kendi içine kapalı
bir dergiydi.
-Sizce dünyada kendini en çok eleştiren ülke
hangisi?
B.A.: Bence İngilizler, ama Fransızlar'da da var. Yok dense de Türkler'de
de var bu mizah anlayışı. Türkler'de eleştiri yasaklandığı anda küfür
çıkmış, çünkü mizah yapamayınca küfrediyorsun. Dur ben bununla dalga geçeyim,
bu bana daha çok şey katacak diyorum, belki bende bu yüzden mizah yapıyorum.
-Bir de Macaristan'da afişe çok yakın
karikatürler vardı, yaşanan dönem de mizaha yansıyor galiba
B.A.: Benim Macaristan'da tanıdığım, onların çok ünlü bir
karikatüristi, rejim aleytarıydı ve öyle şeyler geliştirmiş ki...
"Hakimin anladığı ama Hukukun anlamadığını çizmek" diye bir söz
vardır.
Ama şimdi o sistem, o sansür kalkınca öyle çizmenin de anlamı kalkıyor.
Mesela 12 eylül döneminde benim başıma gelmişti böyle bir şey. Anayasa
oylaması vardı, mavi ve beyaz oylar var. 2 sansür vardı o zaman, bir tane
gazetenin yasaklar panosu var, bir de 12 Eylül dönemi sansürleri var. Kolay
kolay da eleştiremiyorsun bir şeyi, gazeteyi kapatırlar,seni de içeri
atarlar ama gazete de yayınlansın istiyorsun çizdiğin karikatürün. Şöyle
bir şey çizmiştim bende. Mavi bir ülke, insanlar mavi, mavi gözler, bir
adam var gözleri kör; niye senin gözlerin beyaz diye soruyor. Bunun üstüne
dönemin genel kurmaybaşkanı konuşma yaptı bu karkatürle ilgili. Gazeteyi
kapatacağız diye uyarı geldi ertesi gün.Resmen karikatürü okuyarak vatan
haini diye bir konuşma yaptı. Mavi ve beyaz kavramları kullanılmayacak diye
yasakladılar. Ondan sonra ben de bir tane daha karikatür çizdim, adam kızın
gözlerine bakıyor, gözlerin ne kadar güzel diyor. kız da her tarafa bakıyor,
araştırıyor falan, bakıyor ki hiç kimse yok sonunda bağırıyor: mavi
diye. ondan sonra bir ihtar daha geldi. Mavi kelimesini de kullanmak yasak
dediler, onun üstüne ben de şöyle bir şey çizdim: mavi yerine şey
kelimesi koydum. ne kadar şeyiş şeyiş bakıyor bu, maviş yerine. sonunda da
anayasaya ne oy vereceksin diyor: şeyyy diyor ...
Aynı dönemde çok komik bir şey daha oldu. Selahattin diye bir çocuk var
gazetede, yanlış anlaşmalara sebep olduğu için mavi kartlar yasaklandı
diye bir haber yazdı gırgır olsun diye, ama bu haber sonra yanlışlıkla
gazeteye girdi. Daha kötüsü diğer gazeteler de biz bu haberi nasıl atladık
diye onlar da haber yaptılar. Yine kıyamet koptu tabii. Sonra tamamen
polisiye bir vaka haline geldi. Bir gün gittim gazeteye, çocuk ağlayarak
savunmasını yazıyor. Ben de o dönem birkaç kere daha o karikatür konu alınınca
eve uğramadım bir süre...
-İnsanlardan
aldığınız ilginç tepkiler oluyor mu?
B.A.: Bir gün Adapazarı'na gitmiştim, inanılmaz çok yazı kültürleri
var. Mesela köşede bir köfteci dükkanı var, vitrinin üzerinde köfteci yazıyor,ama
köşeyi dönüyorsun orda da köfteci yazıyor, köşede bir kolon var orda da
2 tarafta köfteci yazıyor. Bir de önünde araba park etmesin diye yola
tabelalar yaptımışlar, onda da köfteci yazıyor. Ama bütün dükkanlar böyle.
Bir tane eczane vardı, o da öyle. En aşağı 9 tane tabela var her dükkanda.
Ben de öyle bir karikatür yaptım, tabelacılarla ilgili. Onlar zaten çok iyi
para kazanıyorlar orda. Bir tabelacı var, dükkanın her yerinde tabelacı
tabelacı diye yazıyor. şimdi bu yayınlandı mesela, ertesi gün tabelacılar
derneğinden arıyoruz sizin hakkınızda şikayetlerimiz var diye bir telefon
geldi.
(Bu aralarda müthiş gülüşmelerle konuşmalar hep bölünüyor)
Bir kere de şöyle bir karikatür çizmiştim: deniz kenarında bir kız çocuğu
oturuyor, deniz de çok pis, annesi de diyor ki :"senin ismini ben koymadım
denizciğim, baban koydu" gibi bir şeydi. Gazeteye bir telefon geldi, küçük
bir kız. "Ben Deniz, bir daha da öyle bir şey yapma" diye kızdı
bana, okulda dalga geçmişler onunla. Aradan 1,2 yıl geçti, Ada'da bir kadın
yanıma geldi yanında da bir kız çocuğu var. Kadın, kızımın adı Deniz,
size telefon etmişti diye anlatıyor,ancak o sırada kız farkında değil onu
çizenin ben olduğumun. Annesi hatırladın mı kızım falan deyince, kız
"aaa, neee, sen o musun deyip elindeki küçük çantayla bana vurmaya başladı.
"Bir daha yapmayacaksın tamam mı" diyerek.
Bir de Japonya'da benim çocuk kitaplarım yayınlanırken, bir gün eve geldim
çok heyecanlandım, 100 tane Japon çocuğundan mektup gelmiş. Hepsi de kitabı
yorumlayan orjinal şeyler yapmışlar. Ben de onlara sahte bir cevap vermek
istemedim, hepsine orjinal bir şey yollamak lazım dedim, oturdum bir gece 100
tane kedi çizdim küçük küçük kağıtlara ve onları hepsine postaladım.
Arkadan gazetelerde yayınlandı bu Japonya'da, fakat dehşet bir şey bütün
okullardan mektup yağmaya başladı. O kadar yoruldum ki, onların hiçbirine
cevap bile veremedim. İnsan sakatlanır böyle bir şey yaparken.
Ara ara çok renkli ve kedi ağırlıklı sohbetlere kayan (çünkü katılımcılardan
biri hariç herkesin kedisi vardı ve behiç bey ona herhalde hiçbir kedi sizi
tercih etmedi diyerek takıldı) söyleşinin başladığı ve bittiği noktalar
belirsiz, konunun dağılmasına rağmen mümkün olduğu kadar doğal akışı
içinde aktarmaya çalıştım.
Zekiye Nazlı |
|
Kitap |

|
Zelzele
Behiç Ak
İletişim Yayınevi / Çizgiler Dizisi
Etiket Fiyatı: 5.900.000 TL
IDéEFIXE Fiyatı: 4.720.000 TL
|
|
|
Kitap |

|
Yıldızların
Tembelliği
Behiç Ak
İletişim Yayınevi / Çağdaş Türkçe
Edebiyat Dizisi
Etiket Fiyatı: 4.400.000 TL
IDéEFIXE
|
|
|
|