Emire Konuk
PG Art Galeri'de
17 Nisan- 19 Mayıs 2001 tarihleri arasında |
Heykelde yepyeni bir anlatım dili...
Cam, kursun ve ahşabın birlikteliginden yaratılmış
heykeller...
"Cam asil, alçakgönüllü ama tavizsizdir. Ne sizi
ne kendini fazla zorlamaz, vazgeçiverir, kendinden de sizin istediginiz biçimden de;
elinizde parçalanıverir. Onun doğasından gelen dansına ayak uydurmazsanız, birlikte
bir ahenge, bir anlama varamazsınız. Buna karşın hem en sert keskin çizgilerde hem de
en akıci yumuşak formlarda ifadesini bulabilir. Akılcı ve duygusaldır. Ben camı en
küçük hareketlerinde, en sade durusunda sevdim. Hic bir sey soylemez gibi dururken
çoğalttığı anlamlar bana varoluşun, istemenin, vazgeçmenin, akıl ve duygu
birliğindeki dinginliğe erişmenin sorunlarını yaşattıi. onun diğer elementlerle
bir araya geldiğindeki duruşunu denemek, iki ayrı rengini, iki ayri formunu bir araya
getirmek, aslında sıvı olan bu katı maddeyi yaşamak..."
Istanbul Guzel Sanatlar Akademisi ve Paris Ecole Des Beaux Arts'da heykel,
Sorbonne'da tiyatro eğitimi alan Emire Konuk, Fransız televizyonunda film yonetmenliği
stajı ve asistanlığından sonra Fransa ve Ingiltere'de belgesel ve deneysel filmler
çekti. Türkiye'de uzun seneler tanıtım, reklam ve belgesel film yönetmenliği ve
prodüktörlüğü yaptı. 1995'te Pasabahce fabrikalari atolyelerinde ve firinlarinda cam
oğrenimine basladi. 1996'da kendi cam atolyesini kurdu. Heykel sanatına yepyeni bir
soluk getiren Emire Konuk ve altı senelik birikimin ürünü olan cam heykelleri 17 Nisan
- 19 Mayis 2001 tarihleri arasında Bebek'te PG ART Galeri'de pazartesi hariç hergün
11:00 - 19:00 arası izlenebilir.
New York'ta yaşayan sanat eleştirmeni Brett
Littman'ın Emire Konuk ile ilgili yazdıkları:
(GLASS, Object, American Seramics ve The East Hampton Star
için düzenli olarak yazmaktadır. Aynı zamanda New York’ta uluslararası bir cam
sanatı merkezi olan Urban Glass’ın da Yardımcı Yöneticiliğini de yapmaktadır.)
Ortam kavramını kendinde özetleyen ve modern çevrede evrensel bir işleve
vücut verdiği düşünülebilecek tek bir madde vardır: CAM. Reklamlarda ondan
geleceğin materyali diye söz ediliyor. Bu gelecek hepimizin bildiği gibi saydamlığın
ta kendisi olacaktır. Bu yüzden cam günümüzde hem kullanılan malzeme hem ulaşılmak
istenen ideal; yani hem amaç hem yoldur.
Jean Baudrillard (The System of Objects)
Bu günlerde Baudrillard’ın camla ilgili görüşleri
üzerine fazlasıyla düşünmekteyim. Öyle görünüyor ki cam modern dünyanın yaygın
bir materyali olmaya devam ediyor. Kültürümüzü sarıp sarmalıyor ve şimdi pek çok
düzeyde karşılaşıyoruz onunla: endüstride, mimaride ve sanatta. Bugün cam kalıcı
bir saydamlığı, görünebilenin bir çeşit açığa çıkarılışını, yaşantıya
ilişkin bir duruluk ve saflığı belirtmektedir. Plastik bile camı taklit etmeye
çalışmaktadır. Apple imac ve G4 dizaynlarına bakın sadece. Saydam, renkli dış
hatlarıyla bu inanılmaz derecede karmaşık makinaların işleyişini içlerine bakıp
görmemizi sağlıyorlar. Fakat cam çalışılması kolay bir madde değil. Doğru bir
biçimde dökülüp soğutulmazsa parçalanır veya daha da kötüsü patlayabilir.
Yanlış bir biçimde kesilirse kil gibi yoğrulup yeniden kullanılamaz. Düzeltilmesi
saatler hatta günler alabilir. Biçim verilmeye yatkındır ama doğal gel-gitleriyle
kontrol edilmesi zordur. Yumuşak ve organik ya da köşeli ve sert olabilir. Cam
şaşırtıcıdır. Katılaştırılmış sıvıdır. Doğanın bir isyanıdır /
sapkınlığıdır. Tek ve net bir bedenin içinde güzelliğin, kırılganlığın,
gücün, doğanın, yapay olanın, bilimin, duygunun, ruhsallığın ve dünyeviliğin
katıştırılışıdır. O zaman heykeltraş bu garip ve harika bir biçimde karmaşık
malzemeyle ne yapacak? Emire Konuk bu diyaloga yeni bir boyut getiren bir sanatçı.
Aslında Paris ve İstanbul’da film yapımcısı ve heykeltraş olarak eğitim
görmüş. Fransa’da gördüğü cam heykellerle ilgilenen ve onlardan ilham alan Konuk
Türkiye’ye dönüp İstanbul’daki ünlü Paşabahçe Cam Fabrikasında, soğuk iş
atölyelerinde ve fırınlarında özel çalışma izni alabilmiş. Bu sırada malzemeyi
daha iyi anlayabilmek için bir çok farklı sıcak ve soğuk cam tekniklerini
araştırmış. Sonra, Emire araştırmalarına devam ettiği Istanbul’da kendi cam
stüdyosunu açıyor. Elde edilen kaplar, kaseler ve heykeller, camın farklı
manipulasyon türlerine verdiği tepkilerin ve yanıtların üzerinde çalışılmasının
ürünü oluyorlar. Konuk, belki de diğer sanatsal alanlardaki kavramlara hakimiyeti
sayesinde cama yaklaşımında bu malzemenin temel felsefi açılımlarında ve
çelişkilerinde daha bütünsel bir diyalektik ortaya çıkarıyor. Heykellerde camın
varlığı uyumla uyumsuzluğun, belirginlikle bilinmezin birlikte var oluşunu
duyumsatır. Doğum ve ölüm; dağlar, deniz ve havanın birlikteliği gibi.
Emire’nin kurşun ve cam heykelleri cesur ve yoğun çağrışımlar uyandıran
biçimlerdir. Ağırlığın hafiflikle ve tıkanıklığın-geçirmezliğin saydamlıkla
dengelenmesine dayanmaktadır buradaki başarı. Anlatımı aynı zamanda minimal ve
duygusaldır. Parçaların çoğunda cam hem durağan hem hareketlidir. Volkanik ve
patlamalarla doludur. Sanki kurşun kutulardaki sıkışmışlığından onu dışarı
çıkmaya zorlayan bilinmeyen bir güç vardır. Cam neredeyse bir dizi filmsi izlenimler
ve manzaralar yaratmaktadır. Sanki biz bir nesnenin etrafında gezinmekteyiz. Cam
etrafındaki dünyayı yansıtır, bozar, kırar ve kendisini koruyucu bir zırh gibi
saran katı kurşunu şaşırtıcı bir kontrastla ortaya koyar. Diğer heykellerde, Emire
kurşunu camı çerçeveleme gereci olarak kullanır. Parçalardan biri bana Mark
Rothko’nun ünlü soyut resimlerinden birini hatırlatıyor. Oysa Konuk’un
çalışmasında, kırmızı renk şeridi doğal ışıkla etkileşime giriyor; zaman
içinde renk yoğunluk değiştiriyor. Bu Rothko’nun resimlerinin yanlızca göz ucuyla
dokunduğu bir olgu.
Doğu yaşantısı ve sanatından esinlenen Rothko’nun eserlerinde malzeme ve röliyef
yok gibidir. Her şeyden önce bir ruh durumu, meditasyon-yücelik-dinginlik-tinselliktir
onun resimleri. Emire Konuk aynı etkiyi camın saydamlığı aracılığıyla malzemeyi
bütünüyle yok ederek sağlıyor. Böylece malzemeyi değil direkt olarak ışığın
değişkenliğini izliyorsunuz. Bu defa kesinlikle doğulu bir sanatçıyla karşı
karşıya olduğumuzu fark ediyoruz.
Başka bir heykelde su damlasını andıran büyük bir amber biçimi, geniş duru bir cam
kareden taşar. Cam sertçe kabaca kesilmiş kurşun bloklarca çevrelenmiştir. Bu
parçaya belli bir kütle kazandırmakta ve onun zemindeki yerini belirginleştirmektedir.
Ayrıca kurşun bir temel üzerinde duran güçlü uzun kırmızı bir cam heykel var. Bu
parça sağlam geometrisiyle Emire’nin eserlerindeki daha yumaşak olan diğer organik
formlardan farklı olarak dik ve yukarıya yönelik hareketiyle dikkat çekmektedir.
Camın ışığı kuşatıp yaymaktaki becerisi bu eserlere metalin tek başınayken
seyrek olarak sunduğu tinsel bir boyutu katmaktadır. Cam bizi Emire Konuk’un
heykellerinde, onların içinden ve ötesinden kendisini bütünüyle kavramaya davet
ediyor ve kışkırtıyor.
Brett Littman: New York’ta yaşayan bir sanat eleştirmenidir.
Emire Konuk kendi özgeçmişini anlatıyor:
İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi ve Paris Ecole Des Beaux Arts’da heykel –
Sorbonne’da tiyatro eğitimi aldım. Fransız televizyonunda film yönetmenliği stajı
ve asistanlığından sonra Fransa ve İngiltere’de belgesel ve deneysel filmler
çektim. Türkiye’de uzun seneler tanıtım, reklâm ve belgesel film yönetmenliği ve
prodüktörlüğü yaptım. Bu arada heykel çalışmalarımı, sadece kendim için çamur
döküm ve elektroliz tekniği ile sürdürdüm. Altı yıl önce Paris’te gördüğüm
cam heykeller beni çok etkiledi. Cam 21. yy’da bir çok alanda, özellikle de mimaride
en önemli doğal öge olmağa aday. Cam endüstrisindeki bu atılım sanatçıları da bu
maddeyi tanıma ve kullanma doğrultusunda kışkırtıyor. Türkiye’ye dönüşümde
özel izinle Paşabahçe cam fabrikalarının fırınlarında sıcak cam üretimine
katıldım. Atölyelerinde bu ürünleri soğuk cam teknikleriyle işleme olanağı
buldum. Sonra kendi atölyemi kurdum. Amacıma uygun cam işleme makinelerini, elmas
taşları, testereleri, malaturaları, parlatma lastiklerini ustalarım aracılığıyla
teker teker seçtim. Ustalarım öğretmenlerim oldular. Resim yaparken fırçalarınız
neyse cam çalışırken kullandığınız su altında dönerek kesen, törpüleyen,
parlatan, gölge veren koskoca elmas taşlar da odur. Kulakları sağır edecek bir
gürültü içinde ıslak zeminde, hep bir tehlikenin sınırında çalışırsınız.
Sonra avuçlarınızda pırıl pırıl bir anlam belirir. Seviniverir, bütün
yorgunluğunuzu unutursunuz. Bazı günler eli boş dönersiniz bütün günkü
uğraşınız bir yere varmamıştır ve delice yorgunsunuzdur. Dönüş yolunda ben bu
işi niye yapıyorum ki diye sorarsınız. Ama ertesi gün yeni bir heyecanla
yollanırsınız atölyeye, çünkü bu sorunun yanıtı “niye yaşıyorum ki”
sorusuna alacağınız yanıtla aynıdır. Başlangıçta bu uğraşı film
çalışmalarımın yanı sıra sürdüreceğimi sanıyordum ama camcılık gitgide
bütün zamanımı aldı ve almağa da devam edecek gibi gözüküyor. Son altı yılda
camı işlerken hep, şimdi ne yapacak diye merakla izledim. Cam çanaklar yaptım,
vazolar, heykeller yaptım, formlar ürettim ama asıl yaptığım; camı gözlemek, onun
her seferinde değişik tekniklere verdiği yanıtı dinlemekti. Nereye varacağımı pek
de bilmeksizin değişik camlarla, değişik tekniklerle formlar oluşturdum. Ahşabın,
metalin, mermerin, betonun heykel dilindeki tadını biliyoruz ama camın şimdiye kadar
heykel sanatında denenmemiş bir anlatımı var. Bu anlatımın bir lisana yeni
sözcükler, yeni kavramlar eklemek gibi biçimsel anlatım dilini zenginleştiren yeni
bir imkân olduğunu görüyorum. Bu dili kullanabilmek, bu kavramlarla yeni anlamlara
varabilmek beni çok heyecanlandırıyor. Bronzdan veya mermerden bir forma bakarken onun
bronzluğunu veya mermerliğini çoğu zaman göz ardı ederiz. Madde kendini geri çeker,
biçimi sunar size. Oysa camdan bir formun camlığı her zaman forma katılmış artı
değerdir. Onu göz ardı etmek onun tadına varmadan, onunla hesaplaşmadan forma
ulaşmak olanaksızdır. Cam kendini en yalın, en açık biçimde ortaya koyan bir madde.
Camda en küçük bir hatayı gizleyemezsiniz, kaygısızca açar gösterir kendini;
yalnız yüzeyini değil, iç dokusunu da. Kendini göstermekten ve çevresini de içine
almaktan veya ona ayna olmaktan çekinmez. Camın duruluğundaki çelişkili gizem beni
hep etkiledi. Cam alçakgönüllü ama ödünsüzdür. Ne sizi ne kendini fazla zorlamaz,
vazgeçiverir, kendinden de sizin istediğiniz biçimden de, elinizde parçalanıverir.
Onun doğasından gelen dansına ayak uydurmazsanız, birlikte bir uyuma, bir anlama
varamazsınız. Buna karşın hem en sert keskin çizgilerde hem de en akıcı yumuşak
biçimlerde anlatımını bulabilir. Akılcı ve duygusaldır. Ben camı en küçük
hareketlerinde, en sade duruşunda sevdim. Hiç bir şey söylemez gibi dururken
çoğalttığı anlamlar bana varoluşun, istemenin, vaz geçmenin, akıl ve duygu
birliğindeki dinginliğe erişmenin sorunlarını yaşattı. En yalına indirgediğinizde
çoğula erişmek... Ben camı seviyorum. Onun diğer asal ögelerle bir araya
geldiğindeki duruşunu denemek, iki ayrı rengini, iki ayrı formunu bir araya getirmek,
aslında sıvı olan bu katı maddeyi yaşamak...
Ürettiğim cam formlar zamanla yanlarına kurşunu, ahşabı
çağırdılar. Ben onların isteklerini izledim, onların söylemek istediklerine aracı
oldum. Kurşun da ahşap da cam gibi hem sert hem yumuşak canlı bir dokuya sahip.
Kurşunun metal oluşunun bütün ağırlığına karşın kristalle birlikte soluk
alışını dokusundaki o saten yumuşaklığını duyuyorum. Onların beraberliğini,
dağları denizleri rüzgârı dinler gibi dinliyorum. Diriliklerini, canlılıklarını,
aydınlık, umutlu ve mutlu duruşlarını seviyorum. Bir suyun akışı gibi bir
çocuğun doğuşu gibi yalın doğal ve gerçek onlar benim için.
Camı bir kalıba dökebilir, istediğiniz formu verebilir,
içinde yapma çiçekler gibi açtırabilirsiniz. Ama benim sevdiğim cam; şirret,
kaprisli, kırılgan, başına buyruk; aynı zamanda da su gibi uysal, zorlanmamış bir
dinginliği yaşayan camdır. Ben camı doğanın canlı bir parçası gibi kendi
akıcılığında, taşmasında, kabına sığamamasında, evcilleştirilmeyişinde ve
rastlantılarında seviyorum. Ona istediğimi yaptırmak değil, onunla birlikte
kendinimin de doğanın bir parçası oluşunu yaşayarak ona katılmak, birlikte anlam
bulmak camla çalışmanın beni heyecanlandıran yanı. Camdaki bu canlılığa saygı
duyuyorum ve onunla dans etmeği seviyorum. Heykellerim bu sürecin bir anına
yoğunlaşmak, o ana kulak kabartmak, o anla bütünleşmek gibi...Hareket ne kadar
küçükse, ne kadar yalınsa, onu fark etme çabası, yoğunlaşma o kadar artıyor
sanki. Hareketin donduğu an; sonsuz bir “şimdi”nin algılanışı ve yüceltilişi.
O ana saygı, o anı sürekli kılmak; bu bir yaşantıdır, doğada olmayan bu
süreklilik zihinseldir. Ancak insan aracılığıyla doğaya katılacak bir edimdir. Ama
bir kez bu kavrama erişmişseniz, doğada karşılığı olmayan sürekli, durağan
formlara geçişiniz de kaçınılmazdır artık. Tek ve değişmeyen mutlak formlara,
kavramlara giden yol önünüzde açılmıştır. Yaşantınıza dayanak olacak kesin
formlar çoğalır gözünüzde ama siz oraya hareketler ve sonsuz oluşumun tek tek
anlarından geldiyseniz sapkın inançsız yanınız sürüp gider. Zaten camın en
sağlam en sürekli formu bile kırılganlığı doğası gereği kendinde taşımıyor
mu? Sanırım bu ikilemin benim yaşantımda ve yaptıklarımında çok önemli bir yeri
var. Kırılgan camla mutlak formlar yapmaya kalkışan biri kendini başka nasıl
açıklayabilir ki!
|
|
Sanat ve tasarım
forumunda kültür ve sanat olayları hakkında görüş alış verişinde bulunabilir, tasarım dünyasındaki
yenilikler hakkında tartışabilirsiniz.
arkitera.com/forum
|
Kitap |

|
Sanatın
Öyküsü
E. H. Gombrich
Remzi Kitabevi / Sanat Dizisi
Etiket Fiyatı: 35.000.000 TL
IDéEFIXE Fiyatı: 29.750.000 TL
|
|
|
|