reklam

Haberler
Haziran 2002 

Ayna ayna söyle bana

Muzaffer Akyol’un  açılacak sergisiyle ilgili kitapta Talat Halman, Aykut Kazancıgil, Türkkay Ataöv, İsmail Tunalı gibi farklı dallardan 4 bilim adamı bir araya geliyor.

Retrospektif sergiler, telaffuzda güçlük çıkarırlar belki ama, önemlidirler. Çok önemli. 39 yılı ardında bırakmış Akademili bir ressam için özellikle... Bu ressamın retrospektifi dolayısıyla aynadaki yansımasında neler gördüğüne gelince... 12 çocuklu Nuriye Hanım’ın oğlu, Trabzonlu bir ressam olarak Muzaffer Akyol, aynada en çok Sümela Manastırı’nın tepesindeki yaylada yaşayan 102 yaşındaki annesini görüyor. Bereket Tanrıçası Demeter ile özdeşleştirdiği annesinin bilgeliği resim hayatı boyunca onu korumuş; gizil güçler, Akyol’a her başı sıkıştığında yardım etmiş. Resminde 39 yıl boyunca hiç değişmeyenleri şöyle sıralıyor: "İnsan öğesi, doğa faktörü ve yerel bilgi." İnsan öğesini ıskalamayaşını yine annesine borçlu olduğunu söylüyor. Doğanın, onu, her güneş doğduğunda, deniz yükseldiğinde, yağmur yağdığında çoşkudan ağlatabildiğini itiraf ediyor.

Akyol, 39 yıllık aynada gördüklerini anlatmaya devam ettiğinde şu sahneyi anımsıyor: "Bir Akademi öğrencisi. Cebinde iki bira parası. Refik Meyhanesi. Özdemir Asaf ve arkadaşlarına Asaf şiirlerini ezbere okuyor." O şiir sayesinde Özdemir Asaf’ın kendisine bira ısmarlamasını hiç unutmuyor Akyol. Bu bira ödülünü alan, Akademi’de asla tek bir atölyeyle yetinmeyen bir talebe. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun desen atölyesinin dışında, Devrim Erbil, Adnan Çoker, Ferruh Başağa, Neşet Günal gibi çeşitli atölyelerde bulunuyor. Bunun nedenine gelince: "Hiçbir atölyenin görüşünü içime sindiremiyordum. Hepsini bilmek istiyordum. Üst üste farklı filmler seyretmek gibi Başağı’dan Günal’a kendi kendime bir çeşitleme yaratıyordum. Çok eğlenceliydi. Hepsi kendi içinde ayrı ustalıkları olanları aynı zaman diliminde yakalama gibi bir lüksüm vardı."
Böylesi eklektik bir plastik filmin ressam izleyicisi Akyol, keyfin yanında çok da ızdırap çektiğini ve büyük bir mücadele verdiğini söylüyor. Anadolu’dan gelen talebe Akyol’un, her fırsatta şehirli çağdaşıyla maratonda zorlandığını itiraf ediyor ve ekliyor:
"Geç gelen özgürlükler, geç farkına vardığın zevkler, biçimler, yaşam stilleri... Onları çoktan yaşamış, çözmüş bitirmiş olan diğerleri... Bu yüzdendir ki Akademi’de Anadolu’dan gelenler heba olup gitmişlerdir." Muzaffer Akyol, aynadaki yansımasını anlatmaya devam ettiğinde aykırı, muhalif bir ressamdan söz açıyor. Çağına tanıklık eden sanatçının, ülkesindeki mutsuzlukları ve rahatsızlıkları vermek zorunda olduğunu belirtiyor. Ama sloganın asla resmin önüne geçmemesi gerektiğini, "Aksi takdirde tuzağa düşülür," diyerek vurguluyor. Soyguncular, üçkağıtçılar, yalanı kendilerine sermaye yapanları kurbağa, kılçık ya da garip mahlukat biçimlerinde verirken önce plastik değerin geldiğine dikkat çekiyor. Akyol, Türk resminin 60’ları, 70’leri, 80’leri ve 90’ları yaşamış bir ressamı olarak resmin, birdenbire para etmesiyle değişen plastik sanatlar dünyasında geçirdiği şok’u ise şöyle anlatıyor: "1974 yılında resimlerim sergide satıldı. Kazandığım para, serginin açılış günü Çiçek Pasajı’nda bitti. Sonrası rüya gibiydi. 80’ler geldiğinde resimlerim satılıyor, ciddi paralar kazanıyordum." Şimdiki rüyasının ise çok farklı olduğunu söylüyor Akyol. Bu süreçte istemediği birçok resim üretmiş olabileceğini, bir gün ekonomik düzeyi istediği yere gelince resimlerinin hepsini geri satın alıp, bazılarını gözünü kırpmadan yok edebileceğini öne sürüyor. Ressam Muzaffer Akyol’un aynasında her şey var. Çok duygusal bir yansıma. Çok da dürüst. Gidin bakalım izleyici olarak siz, kendi yansımanızda bu kadar dürüst olabilecek misiniz?

Dolmabahçe Kültür Merkezi
Bilim Sanat Galerisi
(0216) 349 26 10
24 Mayıs - 17 Haziran 2002
Milliyet Kültür & Sanat

Arşiv

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz