Ayna ayna söyle bana
Muzaffer Akyol’un açılacak
sergisiyle ilgili kitapta Talat Halman, Aykut Kazancıgil, Türkkay Ataöv, İsmail
Tunalı gibi farklı dallardan 4 bilim adamı bir araya geliyor.
Retrospektif sergiler, telaffuzda güçlük çıkarırlar belki ama, önemlidirler.
Çok önemli. 39 yılı ardında bırakmış Akademili bir ressam için özellikle...
Bu ressamın retrospektifi dolayısıyla aynadaki yansımasında neler gördüğüne
gelince... 12 çocuklu Nuriye Hanım’ın oğlu, Trabzonlu bir ressam olarak
Muzaffer Akyol, aynada en çok Sümela Manastırı’nın tepesindeki yaylada yaşayan
102 yaşındaki annesini görüyor. Bereket Tanrıçası Demeter ile özdeşleştirdiği
annesinin bilgeliği resim hayatı boyunca onu korumuş; gizil güçler,
Akyol’a her başı sıkıştığında yardım etmiş. Resminde 39 yıl boyunca
hiç değişmeyenleri şöyle sıralıyor: "İnsan öğesi, doğa faktörü
ve yerel bilgi." İnsan öğesini ıskalamayaşını yine annesine borçlu
olduğunu söylüyor. Doğanın, onu, her güneş doğduğunda, deniz yükseldiğinde,
yağmur yağdığında çoşkudan ağlatabildiğini itiraf ediyor.
Akyol, 39 yıllık aynada gördüklerini anlatmaya devam ettiğinde şu
sahneyi anımsıyor: "Bir Akademi öğrencisi. Cebinde iki bira parası.
Refik Meyhanesi. Özdemir Asaf ve arkadaşlarına Asaf şiirlerini ezbere
okuyor." O şiir sayesinde Özdemir Asaf’ın kendisine bira ısmarlamasını
hiç unutmuyor Akyol. Bu bira ödülünü alan, Akademi’de asla tek bir atölyeyle
yetinmeyen bir talebe. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun desen atölyesinin dışında,
Devrim Erbil, Adnan Çoker, Ferruh Başağa, Neşet Günal gibi çeşitli atölyelerde
bulunuyor. Bunun nedenine gelince: "Hiçbir atölyenin görüşünü içime
sindiremiyordum. Hepsini bilmek istiyordum. Üst üste farklı filmler seyretmek
gibi Başağı’dan Günal’a kendi kendime bir çeşitleme yaratıyordum. Çok
eğlenceliydi. Hepsi kendi içinde ayrı ustalıkları olanları aynı zaman
diliminde yakalama gibi bir lüksüm vardı."
Böylesi eklektik bir plastik filmin ressam izleyicisi Akyol, keyfin yanında çok
da ızdırap çektiğini ve büyük bir mücadele verdiğini söylüyor.
Anadolu’dan gelen talebe Akyol’un, her fırsatta şehirli çağdaşıyla
maratonda zorlandığını itiraf ediyor ve ekliyor:
"Geç gelen özgürlükler, geç farkına vardığın zevkler, biçimler,
yaşam stilleri... Onları çoktan yaşamış, çözmüş bitirmiş olan diğerleri...
Bu yüzdendir ki Akademi’de Anadolu’dan gelenler heba olup gitmişlerdir."
Muzaffer Akyol, aynadaki yansımasını anlatmaya devam ettiğinde aykırı,
muhalif bir ressamdan söz açıyor. Çağına tanıklık eden sanatçının, ülkesindeki
mutsuzlukları ve rahatsızlıkları vermek zorunda olduğunu belirtiyor. Ama
sloganın asla resmin önüne geçmemesi gerektiğini, "Aksi takdirde tuzağa
düşülür," diyerek vurguluyor. Soyguncular, üçkağıtçılar, yalanı
kendilerine sermaye yapanları kurbağa, kılçık ya da garip mahlukat biçimlerinde
verirken önce plastik değerin geldiğine dikkat çekiyor. Akyol, Türk
resminin 60’ları, 70’leri, 80’leri ve 90’ları yaşamış bir ressamı
olarak resmin, birdenbire para etmesiyle değişen plastik sanatlar dünyasında
geçirdiği şok’u ise şöyle anlatıyor: "1974 yılında resimlerim
sergide satıldı. Kazandığım para, serginin açılış günü Çiçek Pasajı’nda
bitti. Sonrası rüya gibiydi. 80’ler geldiğinde resimlerim satılıyor,
ciddi paralar kazanıyordum." Şimdiki rüyasının ise çok farklı olduğunu
söylüyor Akyol. Bu süreçte istemediği birçok resim üretmiş olabileceğini,
bir gün ekonomik düzeyi istediği yere gelince resimlerinin hepsini geri satın
alıp, bazılarını gözünü kırpmadan yok edebileceğini öne sürüyor.
Ressam Muzaffer Akyol’un aynasında her şey var. Çok duygusal bir yansıma.
Çok da dürüst. Gidin bakalım izleyici olarak siz, kendi yansımanızda bu
kadar dürüst olabilecek misiniz?
Dolmabahçe Kültür Merkezi
Bilim Sanat Galerisi
(0216) 349 26 10
24 Mayıs - 17 Haziran 2002
Milliyet Kültür & Sanat
|