Bienalin Amerikalı yeni küratörü
İstanbul Kültür ve Sanat
Vakfı tarafından düzenlenecek olan 8. İstanbul Bienali’nin küratörü Dan
Cameron, tek kelimeyle multi kültüralist bir sanat adamı.
Kendi beyaz, sanat anlayışı melez Amerikalı Dan Cameron, 1995 yılından
beri New York sanat ortamının en muhalif ve tamamen küratörlük vizyonuna
dayanan müzesi New Museum’da görev yapıyor. New Museum, New York’ta,
farklı kültürlerden gelen sanatçıları keşfetmesiyle, radikal feminizm,
gay ve lezbiyen konulara korkusuzca ele atmasıyla tanınıyor.
1989 yılında "Çağdaş Sanat Nedir" adlı bir sergi yapmışsınız.
O sergiden sonra çağdaş sanatın ne olduğu ortaya çıktı?
Bu soru gerçekten cevaplanamaz bir soru. Bugün çağdaş sanat çok çeşitli
parçalara ayrılmış durumda. Bu çağdaş sanattır, bu değildir
diyemiyoruz. Bir konteyner var ve bu konteynerin içindekiler çağdaş sanat, dışındakiler
değil gibi bir durum yok artık. Benim sergimde ortaya çıkan, çağdaş sanatçıların,
birbirinden habersiz, birbirlerinin ne yaptığını bilmeden çağdaş işler
ürettiklerini öğrenmeleri oldu. İlginçti.
İstanbul Bienali, bugüne kadar sizin için ne ifade ediyordu?
New Museum’da çalışmaya başladıktan tam bir hafta sonra bir uçağa atlayıp
İstanbul’a geldiğimi hatırlıyorum. Küratör Rene Block’tu.
Balkanlardaki savaşın ortasında bir dönemdi. Dünyayı, o bienal sayesinde,
eğer İstanbul’da olmasaydım görmemin imkânsız olduğunu düşündüğüm
bir şekilde gördüm. İnanılmaz bir deneyimdi.
New Museum’un New York sanat sahnesinde çok özel; muhalif, marjinal sanatçıları
özellikle etnik kimliklere sahip sanatçıları öne çıkarma, keşfetme gibi
bir özelliği var. New York’ta da bunu yapmak zor mu?
Elbette. Özellikle basın ve halk, Amerikalı olmayan sanatçıları çok zor
kabulleniyor. Böyle sanatçılara karşı direniş gösteriyor. Başka kültürden
gelen insanları sanat konusunda aynı düzeyde görmüyorlar. Bunun yanında
New York’ta, 70’lerde yükselen ve çok kısa süren Amerikan sanatının o
şaşalı günlerini özleyen bir grup insanla mücadele de söz konusu. Bu
grup, dünyanın farklı ülkelerinde yapılan bienallere karşı. Hep Amerikan
sanatını dünyanın merkezinde görmek istiyorlar.
11 Eyül’den sonra sanat ortamındaki bu hoşgörüsüzlük daha mı çok
arttı?
Evet, sanırım bu mümkün. Ama New York yine de çok farklı. New Yorklular dünyanın
en ‘başka kültürlere hoşgörülü’ insanları. Hatta geçenlerde Rosa
Martinez’e (5. İstanbul Bienali küratörü) bir arkadaşı "11 Eylül’den
sonra bir daha İslam kültürüne güvenemeyeceğiz," demiş. O da bana
"Sahi böyle mi düşünüyorsunuz?" diye sordu. Çok sinirlendim.
Çünkü New York’ta 11 Eylül’den sonra "Hemen bir araya gelip komşularımızı
korumalıyız," diye harekete geçenler vardı. Ben de onlardan biriyim.
Arap ya da Müslüman, onlar bizim komşularımız. Bence Amerika, saldırıya
şiddetle cevap verdikten sonra şimdilerde tam olarak ne olduğunu niye olduğunu
daha büyük bir resimde nasıl göründüğünü anlıyor. Doğu ülkelerindeki
bazı temel konulara; sağlık, eğitim, demokrasi, insan hakları gibi,
yeterince destek vermediğini görüyor. İstanbul Bienali küratörlüğüne,
bu konulardaki karmaşıklığı ifade edebileceğim için seviniyorum.
Önünüzde bir buçuk yıldan fazla var. Bu süre içinde neler yapmayı
planlıyorsunuz?
İstanbul dünyanın tam ortasında; Japonya’dan bir sanatçı, yanına
Amerikalı bir sanatçı... Böyle bir şey yapmak istemiyorum. İstanbul’un içinde
bulunduğu bölgedeki farklı yerlerin sanatlarını araştırmaya başladım.
Bosna, Sırbistan, Hırvatistan, Kazakistan ve Ermenistan’a gitmeyi planlıyorum
ki benden önceki küratörlerin yapmadığı bir şey bu.
Milliyet
|