reklam

Haberler
Haziran 2002 

Sahte/Gerçek

Günümüzde, yapay ortamların, kurmaca karakterlerin, gerçek olanların yerine geçmesi giderek geçerliliği artan bir durum. Bu gelişmeleri en radikal şekilde Japonya'da gözlemliyoruz. Cam kubbelerin altında; yapay sahiller, dalgalar, güneş ışığı ve kum görünümü yaratılarak, hiç gerçek sahil görmemiş çocuklar bu sahici olmayan kıyılarda oynayıp "gerçekmişcesine" keyif alıyorlar. İşadamları ise yüksek binalarda kurulan yapay golf sahalarında golf oynuyorlar. Japonya'daki okullarda çocuklar batıdaki çizgi romanların karşılığı olan hatta daha fazla okunan, manga kitaplarından okumayı öğreniyorlar. İncil bile manga kitabı karakterleri ile öğretiliyor.

İnsan pek de uzak olmayan bir gelecekte, doğal yerine yapay ortamlarda, gerçek öğelerin artık sadece kopyalarının varolacağı düşüncesine kapılıyor. Dünya, insan yapımı bahçeler, dağlar ve ormanlardan ibaret olacak. Piramitleri, Eyfel Kulesi'ni ya da Venedik'teki San Marco Meydanı'nı görmüş olmak için Las Vegas'a gitmek ve hepsini birden orada görmek yeterli. Nevada Çölü'ndeki bu vaha, Fuji Dağı'nı ya da Mont Blanc'ı yerinden oynatmadan, Taj Mahal'den Özgürlük Anıtı'na dünyanın neredeyse bütün ünlü turistik yerlerinin taklitlerine ev sahipliği yapmakla övünebilir.

Bridget Smith, Las Vegas'ta, gerçek boyutlardaki bir sfenksin piramitlerin girişini koruduğu çalışmasındaki gibi yıllardır uzak diyarlardaki mekanların taklitleri ile ilgileniyor. Sanatçının, yüksek bir açıdan çekilmiş, Luxor isimli eski bir fotoğrafında hemen aşağıda görünen çöldeki uçak pisti, insanda bunun aslında gerçek Sfenks ve ardında Mısır çölü olduğu izlenimini yaratıyor. Smith'in Sahte/Gerçek'deki Şato isimli fotoğrafı Disneyland'de, bir ortaçağ Avrupa şatosunu andıran, ancak aynı zamanda sahici görünmeye çalışmasıyla karton kopyayı hatırlatan bir mekanı gösteriyor.

Benzer bir görüşle, Timothy Hutchings'in Danzig'deki Cephanelik ve Diğer Manzaralar isimli DVD'si ortaçağ ile 18. yüzyıl arasında kalan dönemin önemli yapılarını görüntülüyor. Binalar ilk bakışta, aralarında dolaşan ve arasıra kameraya el sallayan sıradan bir figürle, 1930'ların Doğu Avrupa'sından turistik bir filmin parçasıymış izlenimini veriyor. Aslında filmde, binaların hepsi dünya savaşlarında yıkılan, dönemin fotoğraflarına dayanan tarihi mekanlar. O devrin kıyafetini giyen adam ise kendini bir yolcu gibi sahneye yerleştiren sanatçı. Bir açıdan orijinal fotoğraftaki yaya, hayata döndürülmüş. Hutchings, video ve dijital animasyonu beraber kullanarak bu binaları yeniden canlandırmış ancak ufak hareket hatalarının kalmasına izin vermiş. İzleyicinin bu kayıp binaların görünüşteki cazibesinin aslında tam da göründüğü gibi olmadığını fark etmesi için bir ipucu. Bu nostaljik ve romantik serap gibi imge, büyülü bir gerçekçilikle yazan Gabriel Garcia Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık romanını anımsatıyor. Bu fantastik hikayede kurmaca karakterler gerçek karakterlerin yerine geçip bizi sözde gerçek hikaye ve karakterlerden oluşan bir efsaneye inandırıyorlar.

Deborah Mesa-Pelly'nin fotoğrafı, Alice'in tavşan deliğine yuvarlanışının simgelendiği bilinmeze düşüşünü anlatıyor. Mesa-Pelly, kurguladığı güvenli ve rahat 1960'ların bilim kurgu filmlerinin kent dışı mekanlarındaki gibi yeryüzünde bir çatlak hayal ediyor, dişi kahramanları bu çatlaktan yeni ve belki de tehlikeli bir yaşama kaçabiliyorlar. Kümes hem bir genç için saklanacak bir yer, hem de gizli bir yere açılan kapı gibi görünüyor. "Tavuk kümesi"nin aydınlatılması, girişi bir sahne ve serüvene başlangıç gibi algılanıyor. Mesa-Pelly "baş kahramanlardan" ve onların "görevlerinden" kişisel bir mitolojideki karakterlermişcesine bahsediyor. Ancak sanatçı fotoğraflardaki kızların "bir tür gerçeklikte kök salmalarının" çok önemli olduğunu söylüyor.

Mitolojiyi gerçeğe bağlayan, hayali görünmez gerçeklikle içice geçiren Mark Wallinger'in işi Hayalet, George Stubbs'ın ünlü büyülü tablosu Whistlejacket'in başka bir biçime dönüşmüş hali. Siyah Beyaz negatifte bir röntgene veya hayale benzeyen hayvana, sanki atın içindeki mitolojik yaratığı ve de antik bir İsa sembolünü keşfedercesine, sanatçı tarafından bir boynuz takılmış. Basit bir işlemle, Whistlejacket'in görünmez ruhu boynuzlu atın ruhu olarak bu mükemmel saydam yapıtta "ortaya çıkmış". (The Observer Review, Kasım 2001, Laura Cumming). Wallinger'in sanatında saydamlık vazgeçilmez bir unsur. Asla gizli bir yanılsama duygusu yok, yöntemleri tümüyle apaçık ortada. Stubbs'ın soluk boş bir fon üzerindeki koyu kahverengi atının Wallinger yorumu siyah beyaz bir fotoğraf negatifi. Bu imge size eski ustaların resimlerine mor ışıkta bakmayı ya da hayalet ve ruhları gösteren fotoğrafları çağrıştırabilir.

İnanmak ve inanmamanın her ikisininde ertelenebileceği bu sınırlara dayalı oyun Gary Hill'in Keçiler ve Koyun'unda süregiden bir tema. Bu siyah beyaz DVD, Matta İncil'inden bir bölüme dayanan bir metnin işaret dilinde anlatılmasından oluşuyor. Sanatçının beyaz ellerinin siyah fon üzerinde işaretler yaptığını görür ve sol el ve sağ elle (belki de beynin sağ ve sol kısımlarım temsilen) ilgili bir metin okuyan sesini duyarsınız. Gerçeküstü ve sembolik bir şekilde bölümleri tekrar eden, sözcüklerle oynayan, başı ya da sonu olmayan, şiir okuyan bir ses. Bu çalışmanın öte dünyadan gelen bir tarafı var: Hareket eden eller hipnotize edici; ses, Budist bir şarkıyla bir Gertrude Stein şiirinin tuhaf bir karışımı, monoton bir duayı andırıyor. Bütün bunların anlamı izleyicinin yorumuna bırakılıyor, metin anlaşılabilir ancak bölümler tamamen soyut bir şekilde dizilmiş:

Ve Fakat
Sağ akıl
Bilmiyorduysa
Sol elin getirdiği
Ve götürdüğü
Yansımasını tekrarlayan
Farklılıklarını
Ve fakat sol
Bir simetride
Ve fakat sol
Bir simetride
Ve fakat sol
Bilmiyorduysa
Sol el
Bilemez
Sağ eli
Ve ileri geri
Yansımasını tekrarlayan
Farklılıklarını...

Whitney Müze'sindeki minimalist heykelden toz alıp onu heykel haline getiren Vik Muniz; Robert Morris, Richard Serra, Donal Judd ve Carl Andre gibi sanatçıların işleriyle ironik koşutluklar çizer. Konularını soyutlayarak değişitirir ve fotoğraflarını çekerek orjinalinden daha da uzaklaşmalarını sağlar. Böylece tamamen ifadesiz olması tasarlanan heykeller şiirsel bir düzeye ulaşırlar. Muniz'in bir gerçekliği değil, bir gerçekliğin reprodüksiyonunu kopyalayan imgeleri belgelemenin tanımını geçersiz kılar. (bkz. Joyce Korotkin, NYArts, Nisan 2001.) Muniz yalnız fotoğraf makinası ile "tutulabilen" kısa ömürlü malzemeyi kullanarak yanılsama yaratmakta ustadır. Tıpkı Manhattan üzerine uçakların çizdiği çizgi filmlerden çıkmış bulut oluşumları veya Jackson Pollock ile Joseph Beuys'un çikolata sosundan portrelerinde gördüğümüz gibi. Muniz, politik, kişisel ve ruhsal alemlerin iç içe girip çıkışının yarattığı beklenmedik hayallerle dolu zengin dünya anlayışından dolayı çağdaş bir büyülü-gerçekçi olarak anılabilir.

Yun-Fei Ji'nin kağıt üzerine suluboya, mürekkep ve pigment boya çizimleri, ilk bakışta bir göz aldanması gibi, beceri ve dekoratif bir güzellik saçan geleneksel Ming Hanedanı manzara resimlerine benzer. İkinci bakışta sakin görünen vadilerin ve dağların arasında tuhaf yaratıklar (yarı insan, yarı hayvan), savaşan böcekler, tepetaklak arabalar, tanklar ve politik figürler belirir, gizlenmiş bir Hieronymus Bosch dünyası... En yeni Yun-Fei Ji çizimlerinden biri olan Şarkı Söyleyen Kadınların İsyanı Yasak Şehrin içine bir bakış gibidir. Bu bayanlar kimi erdem kimi ahlaksızlıkla bağdaşan çeşitli bitkilerin arasında kelebeklere veya nadir böceklere bakarak bir başkaldırı mı planlıyorlar, yoksa sadece bir cennet bahçesinde gezinti mi yapıyorlar? Bu sergideki Yasak Şehrin Hayaletleri'nde Bayan Mao bir çıplak hayalet olarak belirir (çıplaklık onu daha "insancıl" kılar) ve Mao bir zevk bahçesinde genç kızlarla çevrilidir. Bu işte Mao'ya suikast düzenlerken kendisi öldürülen Lin Beel'in yanında balık kafalı bir figür belirir. Çin Kültürü'nde balık kafası şans ve başarıyı temsil eder, bu durumda simge tersine kullanılmış ve sembolleri çarpıtılıp zayıflatılmıştır. Estetik ve kültürel birliktelik asla bir slogan düzeyine düşmez; çok güzel bir yamaçta kendini kaybetme duygusunun altüst oluşu gibi (bkz. Lytle Shaw, Time Out, Haziran 2001).

Hayali hikayeler yaratan ve kesinlikle bugünün büyülü gerçekçilerinden biri olan Avustralyalı sanatçı Rosemary Laing Yerhızı adlı yeni dizisinde doğal olarak tanımladığımız şeyin yerine nasıl yavaş ve sürekli olarak yeni bir çeşit yapay doğa koyduğumuzu irdeliyor.

Masallardaki hayal, bizi uzak efsanevi diyarlara taşıyan uçan halı, doğa ve teknolojinin arasında gidip gelen hızlandırılmış Doğa/Kültür kaçışında bir gerçeklik kazanıyor. Laing, Sydney'in güneyindeki değişik mekanlara feltex halılar yerleştiriyor. George Boyd Lookout'taki eğreltiotlu vadinin içinde Kırmızı Meydan ve Morton Ulusal Parkı'ının yakınındaki büyük kereste sahasından geriye kalan alanda Gül Yaprağı işlerini gerçekleştirmiş. Sade, lirik Avustralya kırlarında halıları görmek tam bir kavram karmaşası. Halıların popüler tekstil motiflerinden oluşan desenleri, taşra evlerinin salonları veya kadınların yatak odalarını çağrıştırıyor. Uzmanlar tarafından sanatçının direktifleri ile ormana yerleştirilen halılar verniklenmiş kayaların ve ağaçların derinlikleri arasında ya da insansız, ışıksız bir ormanda parıldayan sentetik bir vadi yaratıyorlar. Rosemary Laing'e göre "bizim yoğun aidiyet hissimizi" ortaya çıkarıyorlar. (George Alexander'ın Yerhızı için katalog yazısı) İlkel bir şekilde fiziksel dünya ve ekolojiyi (oikos'tan-ev veya habitat) oluşturan ilişki yumağına ait olduğumuzu hissediyoruz.

Ömer Ali Kazma'nın son videosu Amsterdam, sanatçının yumuşak ve kırılgan şeyleri dijital ortamın sert ve kesin gerçekliğiyle birleştirmedeki en yeni uğraşı. Sanatçı görünüşte bu karşıt iki öğeyi birleştirerek gerçek ve şekillendirilmiş an arasında ayırım yapmayan yeni bir estetik arıyor. Ona göre bu süreç aynı zamanda bu ikilemi açığa çıkarıyor. Sanatçı eski kumaş ve halı dokuma sanatları ile kendi montaj süreci arasında yakın bir ilişki kuruyor. Çok sayıda imajın birleşiminden oluşan video, değişik ses ve görüntü motiflerini kullanarak bu ilişkiyi zamanı da kapsayacak şekilde güncelleştiriyor.

Toplu olarak bakıldığında Sahte/Gerçek''teki sanatçılar gerçek ve hayalin, doğallık ve yapaylığın birbirine karışımını sunuyorlar. Bu birleşim o kadar eksiksiz ki farklılaşmaya meydan okuyor. Sanatçıların işleri, düşünür Jean Baudrillard'ın bugün, taklidin, iyi ya da kötü, çoğunlukla gerçek olandan daha tanıdık (ve daha cazip) olduğu bir benzerlik çağında yaşadığımız tezine ironik bir onay veriyor.

Elga Wimmer
Borusan Sanat

Arşiv

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz