Sahte/Gerçek
Günümüzde,
yapay ortamların, kurmaca karakterlerin, gerçek olanların yerine geçmesi
giderek geçerliliği artan bir durum. Bu gelişmeleri en radikal şekilde
Japonya'da gözlemliyoruz. Cam kubbelerin altında; yapay sahiller, dalgalar, güneş
ışığı ve kum görünümü yaratılarak, hiç gerçek sahil görmemiş çocuklar
bu sahici olmayan kıyılarda oynayıp "gerçekmişcesine" keyif alıyorlar.
İşadamları ise yüksek binalarda kurulan yapay golf sahalarında golf
oynuyorlar. Japonya'daki okullarda çocuklar batıdaki çizgi romanların karşılığı
olan hatta daha fazla okunan, manga kitaplarından okumayı öğreniyorlar. İncil
bile manga kitabı karakterleri ile öğretiliyor.
İnsan pek de uzak olmayan bir gelecekte, doğal yerine yapay ortamlarda, gerçek
öğelerin artık sadece kopyalarının varolacağı düşüncesine kapılıyor.
Dünya, insan yapımı bahçeler, dağlar ve ormanlardan ibaret olacak.
Piramitleri, Eyfel Kulesi'ni ya da Venedik'teki San Marco Meydanı'nı görmüş
olmak için Las Vegas'a gitmek ve hepsini birden orada görmek yeterli. Nevada
Çölü'ndeki bu vaha, Fuji Dağı'nı ya da Mont Blanc'ı yerinden oynatmadan,
Taj Mahal'den Özgürlük Anıtı'na dünyanın neredeyse bütün ünlü
turistik yerlerinin taklitlerine ev sahipliği yapmakla övünebilir.
Bridget Smith, Las Vegas'ta, gerçek boyutlardaki bir sfenksin piramitlerin
girişini koruduğu çalışmasındaki gibi yıllardır uzak diyarlardaki
mekanların taklitleri ile ilgileniyor. Sanatçının, yüksek bir açıdan çekilmiş,
Luxor isimli eski bir fotoğrafında hemen aşağıda görünen çöldeki uçak
pisti, insanda bunun aslında gerçek Sfenks ve ardında Mısır çölü olduğu
izlenimini yaratıyor. Smith'in Sahte/Gerçek'deki Şato isimli fotoğrafı
Disneyland'de, bir ortaçağ Avrupa şatosunu andıran, ancak aynı zamanda
sahici görünmeye çalışmasıyla karton kopyayı hatırlatan bir mekanı gösteriyor.
Benzer bir görüşle, Timothy Hutchings'in Danzig'deki Cephanelik ve Diğer
Manzaralar isimli DVD'si ortaçağ ile 18. yüzyıl arasında kalan dönemin önemli
yapılarını görüntülüyor. Binalar ilk bakışta, aralarında dolaşan ve
arasıra kameraya el sallayan sıradan bir figürle, 1930'ların Doğu Avrupa'sından
turistik bir filmin parçasıymış izlenimini veriyor. Aslında filmde, binaların
hepsi dünya savaşlarında yıkılan, dönemin fotoğraflarına dayanan tarihi
mekanlar. O devrin kıyafetini giyen adam ise kendini bir yolcu gibi sahneye
yerleştiren sanatçı. Bir açıdan orijinal fotoğraftaki yaya, hayata döndürülmüş.
Hutchings, video ve dijital animasyonu beraber kullanarak bu binaları yeniden
canlandırmış ancak ufak hareket hatalarının kalmasına izin vermiş. İzleyicinin
bu kayıp binaların görünüşteki cazibesinin aslında tam da göründüğü
gibi olmadığını fark etmesi için bir ipucu. Bu nostaljik ve romantik serap
gibi imge, büyülü bir gerçekçilikle yazan Gabriel Garcia Marquez'in Yüzyıllık
Yalnızlık romanını anımsatıyor. Bu fantastik hikayede kurmaca karakterler
gerçek karakterlerin yerine geçip bizi sözde gerçek hikaye ve karakterlerden
oluşan bir efsaneye inandırıyorlar.
Deborah Mesa-Pelly'nin fotoğrafı, Alice'in tavşan deliğine yuvarlanışının
simgelendiği bilinmeze düşüşünü anlatıyor. Mesa-Pelly, kurguladığı güvenli
ve rahat 1960'ların bilim kurgu filmlerinin kent dışı mekanlarındaki gibi
yeryüzünde bir çatlak hayal ediyor, dişi kahramanları bu çatlaktan yeni ve
belki de tehlikeli bir yaşama kaçabiliyorlar. Kümes hem bir genç için
saklanacak bir yer, hem de gizli bir yere açılan kapı gibi görünüyor.
"Tavuk kümesi"nin aydınlatılması, girişi bir sahne ve serüvene
başlangıç gibi algılanıyor. Mesa-Pelly "baş kahramanlardan" ve
onların "görevlerinden" kişisel bir mitolojideki karakterlermişcesine
bahsediyor. Ancak sanatçı fotoğraflardaki kızların "bir tür gerçeklikte
kök salmalarının" çok önemli olduğunu söylüyor.
Mitolojiyi gerçeğe bağlayan, hayali görünmez gerçeklikle içice geçiren
Mark Wallinger'in işi Hayalet, George Stubbs'ın ünlü büyülü tablosu
Whistlejacket'in başka bir biçime dönüşmüş hali. Siyah Beyaz negatifte
bir röntgene veya hayale benzeyen hayvana, sanki atın içindeki mitolojik
yaratığı ve de antik bir İsa sembolünü keşfedercesine, sanatçı tarafından
bir boynuz takılmış. Basit bir işlemle, Whistlejacket'in görünmez ruhu
boynuzlu atın ruhu olarak bu mükemmel saydam yapıtta "ortaya çıkmış".
(The Observer Review, Kasım 2001, Laura Cumming). Wallinger'in sanatında
saydamlık vazgeçilmez bir unsur. Asla gizli bir yanılsama duygusu yok, yöntemleri
tümüyle apaçık ortada. Stubbs'ın soluk boş bir fon üzerindeki koyu
kahverengi atının Wallinger yorumu siyah beyaz bir fotoğraf negatifi. Bu imge
size eski ustaların resimlerine mor ışıkta bakmayı ya da hayalet ve ruhları
gösteren fotoğrafları çağrıştırabilir.
İnanmak ve inanmamanın her ikisininde ertelenebileceği bu sınırlara
dayalı oyun Gary Hill'in Keçiler ve Koyun'unda süregiden bir tema. Bu siyah
beyaz DVD, Matta İncil'inden bir bölüme dayanan bir metnin işaret dilinde
anlatılmasından oluşuyor. Sanatçının beyaz ellerinin siyah fon üzerinde işaretler
yaptığını görür ve sol el ve sağ elle (belki de beynin sağ ve sol kısımlarım
temsilen) ilgili bir metin okuyan sesini duyarsınız. Gerçeküstü ve sembolik
bir şekilde bölümleri tekrar eden, sözcüklerle oynayan, başı ya da sonu
olmayan, şiir okuyan bir ses. Bu çalışmanın öte dünyadan gelen bir tarafı
var: Hareket eden eller hipnotize edici; ses, Budist bir şarkıyla bir Gertrude
Stein şiirinin tuhaf bir karışımı, monoton bir duayı andırıyor. Bütün
bunların anlamı izleyicinin yorumuna bırakılıyor, metin anlaşılabilir
ancak bölümler tamamen soyut bir şekilde dizilmiş:
Ve Fakat
Sağ akıl
Bilmiyorduysa
Sol elin getirdiği
Ve götürdüğü
Yansımasını tekrarlayan
Farklılıklarını
Ve fakat sol
Bir simetride
Ve fakat sol
Bir simetride
Ve fakat sol
Bilmiyorduysa
Sol el
Bilemez
Sağ eli
Ve ileri geri
Yansımasını tekrarlayan
Farklılıklarını...
Whitney Müze'sindeki minimalist heykelden toz alıp onu heykel haline
getiren Vik Muniz; Robert Morris, Richard Serra, Donal Judd ve Carl Andre gibi
sanatçıların işleriyle ironik koşutluklar çizer. Konularını soyutlayarak
değişitirir ve fotoğraflarını çekerek orjinalinden daha da uzaklaşmalarını
sağlar. Böylece tamamen ifadesiz olması tasarlanan heykeller şiirsel bir düzeye
ulaşırlar. Muniz'in bir gerçekliği değil, bir gerçekliğin reprodüksiyonunu
kopyalayan imgeleri belgelemenin tanımını geçersiz kılar. (bkz. Joyce
Korotkin, NYArts, Nisan 2001.) Muniz yalnız fotoğraf makinası ile
"tutulabilen" kısa ömürlü malzemeyi kullanarak yanılsama
yaratmakta ustadır. Tıpkı Manhattan üzerine uçakların çizdiği çizgi
filmlerden çıkmış bulut oluşumları veya Jackson Pollock ile Joseph
Beuys'un çikolata sosundan portrelerinde gördüğümüz gibi. Muniz, politik,
kişisel ve ruhsal alemlerin iç içe girip çıkışının yarattığı
beklenmedik hayallerle dolu zengin dünya anlayışından dolayı çağdaş bir
büyülü-gerçekçi olarak anılabilir.
Yun-Fei Ji'nin kağıt üzerine suluboya, mürekkep ve pigment boya çizimleri,
ilk bakışta bir göz aldanması gibi, beceri ve dekoratif bir güzellik saçan
geleneksel Ming Hanedanı manzara resimlerine benzer. İkinci bakışta sakin görünen
vadilerin ve dağların arasında tuhaf yaratıklar (yarı insan, yarı hayvan),
savaşan böcekler, tepetaklak arabalar, tanklar ve politik figürler belirir,
gizlenmiş bir Hieronymus Bosch dünyası... En yeni Yun-Fei Ji çizimlerinden
biri olan Şarkı Söyleyen Kadınların İsyanı Yasak Şehrin içine bir bakış
gibidir. Bu bayanlar kimi erdem kimi ahlaksızlıkla bağdaşan çeşitli
bitkilerin arasında kelebeklere veya nadir böceklere bakarak bir başkaldırı
mı planlıyorlar, yoksa sadece bir cennet bahçesinde gezinti mi yapıyorlar?
Bu sergideki Yasak Şehrin Hayaletleri'nde Bayan Mao bir çıplak hayalet olarak
belirir (çıplaklık onu daha "insancıl" kılar) ve Mao bir zevk bahçesinde
genç kızlarla çevrilidir. Bu işte Mao'ya suikast düzenlerken kendisi öldürülen
Lin Beel'in yanında balık kafalı bir figür belirir. Çin Kültürü'nde balık
kafası şans ve başarıyı temsil eder, bu durumda simge tersine kullanılmış
ve sembolleri çarpıtılıp zayıflatılmıştır. Estetik ve kültürel
birliktelik asla bir slogan düzeyine düşmez; çok güzel bir yamaçta kendini
kaybetme duygusunun altüst oluşu gibi (bkz. Lytle Shaw, Time Out, Haziran
2001).
Hayali hikayeler yaratan ve kesinlikle bugünün büyülü gerçekçilerinden
biri olan Avustralyalı sanatçı Rosemary Laing Yerhızı adlı yeni dizisinde
doğal olarak tanımladığımız şeyin yerine nasıl yavaş ve sürekli olarak
yeni bir çeşit yapay doğa koyduğumuzu irdeliyor.
Masallardaki hayal, bizi uzak efsanevi diyarlara taşıyan uçan halı, doğa
ve teknolojinin arasında gidip gelen hızlandırılmış Doğa/Kültür kaçışında
bir gerçeklik kazanıyor. Laing, Sydney'in güneyindeki değişik mekanlara
feltex halılar yerleştiriyor. George Boyd Lookout'taki eğreltiotlu vadinin içinde
Kırmızı Meydan ve Morton Ulusal Parkı'ının yakınındaki büyük kereste
sahasından geriye kalan alanda Gül Yaprağı işlerini gerçekleştirmiş.
Sade, lirik Avustralya kırlarında halıları görmek tam bir kavram karmaşası.
Halıların popüler tekstil motiflerinden oluşan desenleri, taşra evlerinin
salonları veya kadınların yatak odalarını çağrıştırıyor. Uzmanlar
tarafından sanatçının direktifleri ile ormana yerleştirilen halılar
verniklenmiş kayaların ve ağaçların derinlikleri arasında ya da insansız,
ışıksız bir ormanda parıldayan sentetik bir vadi yaratıyorlar. Rosemary
Laing'e göre "bizim yoğun aidiyet hissimizi" ortaya çıkarıyorlar.
(George Alexander'ın Yerhızı için katalog yazısı) İlkel bir şekilde
fiziksel dünya ve ekolojiyi (oikos'tan-ev veya habitat) oluşturan ilişki yumağına
ait olduğumuzu hissediyoruz.
Ömer Ali Kazma'nın son videosu Amsterdam, sanatçının yumuşak ve kırılgan
şeyleri dijital ortamın sert ve kesin gerçekliğiyle birleştirmedeki en yeni
uğraşı. Sanatçı görünüşte bu karşıt iki öğeyi birleştirerek gerçek
ve şekillendirilmiş an arasında ayırım yapmayan yeni bir estetik arıyor.
Ona göre bu süreç aynı zamanda bu ikilemi açığa çıkarıyor. Sanatçı
eski kumaş ve halı dokuma sanatları ile kendi montaj süreci arasında yakın
bir ilişki kuruyor. Çok sayıda imajın birleşiminden oluşan video, değişik
ses ve görüntü motiflerini kullanarak bu ilişkiyi zamanı da kapsayacak şekilde
güncelleştiriyor.
Toplu olarak bakıldığında Sahte/Gerçek''teki sanatçılar gerçek ve
hayalin, doğallık ve yapaylığın birbirine karışımını sunuyorlar. Bu
birleşim o kadar eksiksiz ki farklılaşmaya meydan okuyor. Sanatçıların işleri,
düşünür Jean Baudrillard'ın bugün, taklidin, iyi ya da kötü, çoğunlukla
gerçek olandan daha tanıdık (ve daha cazip) olduğu bir benzerlik çağında
yaşadığımız tezine ironik bir onay veriyor.
Elga Wimmer
Borusan Sanat
|