reklam

Sır, Sur ve Esrar
Sanat > Mercek Altında

ALEV EBÜZİYYA SİESBYE, BİR SERAMİK EVRENİ / 1964- 2000

Sır, Sur ve Esrar
Serhan Ada - FOL Dergisi, Aralık 1997, Ocak, Şubat, Mart 1998, Sayı:7

Üçlü neredeyse kendiliğinden bir çırpıda geldi. (Paris'te Alev'le kahve içiyoruz. Bir tarafımızda Bakü, öbür tarafımızda Danimarka.) Ayaklarım beni köklere götürüyor. Uçağa kadar kalan süreyi hiç bir zaman benim olmayacak sözcükler arasında geçiyorum. "S" ve "R" harfleri arasındaki bu tuhaf ilişkiyi çözebilir miyim? Tabi ki hayır. Yine de sözcüklerin çekiminde ve kitapların tozlu sayfaları arasındayım. Çok sonraları bu karanlık yolda bana eşlik edecek yazarlardan biri Cioran, "teşrih edilmiş sözcük... hiçbir şeydir" diyor. Tıpkı otopsiden sonra cesedin cesetlikten çıkması gibi. Yine de bu üçlüyü didiklemeye karalıyım; ortaya çıkacak olan şey ne olursa olsun.

"İlk baştan beri ölüyoruz yinede ölüm tazeliğinden birşey yitirmedi.Sırların sırrı burda gizli."
E.M. Cioran (İtiraflar ve İlençler, Gallimard, 1987)

Türkiye'de sır'ı iki anlamda kullanıyoruz. Birincisi ve ilk anda akla gelen saklı ve gizli olan, göze görünmeyen şey. İkincisi, saksı ve çanakların içine kaplanan koruyucu tabaka. Bu çift anlamlı durum ister istemez saksıdaki sır'ın bileşimini düşündürüyor. Çömlekçilerin titizlikle sakladıkları ve neredeyse bilinçli ve hesaplı değil, gözkararı hazırlanan bir sihirli formül. Bu yönüyle sırrın iki yüzü var. Bir yüzde ona vakıf olan zanaat (ve tabi sanat) erbabı, öbür yüzde ölümler. Bu sırrı paylaşmak koşula bağlı: Sırı hazırlayanların arasına katılma koşuluna. (Dikkat edilirse ilk tümcede "sırrı" derken oluşan -i hali ile ikinci tümcedeki "sırı" biçimindeki -i hali birbirinden farklı. İlk andaki özdeşliğe karşın bu böyle. Demek ki burada durulamaz, köklere doğru gitmeli.)

Sırın iki anlamı üzerinde daha fazla akıl yürütüp kalem oynatmadan Doğu'ya uzanmalı. Arapça imdada yetişiyor. Şemsettin Sami Bey'in 1901 tarihli Mihran tarafından basılan sözlüğünde sır yukarıda anılan birinci anlamı gösteriyor.

Sırr: "Gizli tutulan, kimseye söylenmeyen." İlk anda kolayca bu ilk anlama tokuşturduğumuz ikinci anlam için araştırmayı sürdürmek gerekli.

Sir: "Saksı sir'i. "Cioran'ın sözcük otopsisi hakkında dediğini tutmayıp Doğu'ya arapçaya gitmenin semeresi. Bu iki farklı sözcük türkçenin ses uyumuna kurban gitmiş anlaşılan. Nitekim Develioğlu'nun 1970 tarihli osmanlıca sözlüğünde sir yok. Aradan geçen zamanda sır olmuş. Farkı saptamak, farkı anlamak için yeterli değil. Anlamak, neredeyse olanaksız olsa da, daha başka şeyler gerektiriyor. Latin dünyasına bakmak gibi. Sır fransızca glaçure, ingilizce glaze, almanca glasur, latince glacies (buz) köküne uzanıyor. (Bu yeterli derinlik değil, henüz kurtlara ulaşılamadı. Ağacın kendisi hakkında ipucu yok.) Buz belki sırın kaygan ve geçirgen özelliğini anımsatıyor, şu farkla ki, sır için balçığı çok yüksek ateşte pişiriyosunuz. İtalyanca istenen şeyi en sonunda veriyor. Vetrificazione sözcüğü bizi cama götürüyor. Cam, Latincesiyle vitrum, speculum bakmak köküyle ilgili. Demek ki camı ayna yapan sır. Doğu'dan Batı'ya sözcükleri didikleyerek yapılan yolculuk türkçenin kolaycılığında yapılan benzetmelerin yanlış değilse de tümüyle yerli yerinde olmadığını gösteriyor. Nüanslar beliriyor, anlamlar üzerinde yüzyıllar içinde oluşan sis bulutları biraz olsun aralanıyor. Batı dillerinde sır: secret, latincedeki cernere, seçmek karar vermek fiilinin akrabası. Yani bu işlemi yapan, gizleyen, saklayan bir özne var. Çömleğin sırı ise bakmakla ilgili. Sır yaparken toprak ve suya, ateşin tanıklığında dayanıklılık kazandırılıyor. Çamur zamanla adı konmamış bir savaşa giriyor. Ancak şiddet, darbe sırın etkisini yokedebiliyor. Çömlek kırılabiliyor ama sırrını ele vermiyor.

Dayanıklılık denince surlar uzanıyor. Surun sır ile ses aşinalığı dışında yakınlığı var mı? İkisinin de harcı olduğu biliniyor. İkisininde ayırıcı olduğu belli. Öteye daha öteye... Hem sur hem sır belli bir yüksekliği gösteriyor. Benzerlikler üzerine daha çok şey sıralanabilir. Ya farklılıklar? Yine önce Doğu'ya sonra Batı'ya. Ş.Sami Bey "belirli kalınlığı ve yüksekliği olan duvar, istihkamat" olarak açıklıyor sözlüğünde. Sur öncelikle kentle ve savunma ile ilgili. Duvarın eni ve yüksekliği buradan geliyor. Kent (medina) doğrudan uygarlığa götürüyor. Sur olabilmek için belli bir mesafe boyunca uzanmalı. Böylece en ve yüksekliğe boy da eklenmiş oluyor. Sur tam bir hacim bu haliyle. Halbuki sırın böylesi bir üç boyutlu varlık olduğunu söyleyebilmek zor. Olsa olsa olumsuz anlamda bir eksik hacim olarak anlatılabilir, inceliğiyle. Batı'da mur (duvar) ile başlayan sözcüklerle tanımlanan (ingilizcede rampart) sur, latincenin munire, sağlamak, güçlendirmek fiiline bağlı. Böylelikle güç öğesi anlama girmiş oluyor. Güç gelince sözcük devletin alanına girmiş oluyor. Surun öznesi devlet, hangi biçimiyle olursa olsun. Savunma ile saldırı surda karşı karşıya geliyor. İçten yada dıştan yıkılan sur sırrını ele veriyor. Böyle alındığında devletin hem güç simgesi hemde kırılma çizgisi. Sur uygarlığın fay hattı. Berlin, Çin ve Bizans surlarıyla var ve yok oluyorlar. Tarihi yaratıyor, dönüştürüyor ve yok ediyorlar.

"Sır, 'sözün içinde olup söze yabancı olandır.' Söze yanıt vermez, 'Ben sır' demez... Ne kendine ne başkasına, ne de herhangi bir şey ya da kimseye yanıt(hesap? SA) vermez...Sır olmadan tutku olmaz, ama bu tutku yoksa sır da yoktur"
Jacques Derrida (Tutkular, Gallilée, 1993)

Esrar sırrın çoğulu. Biz bugün sırlar diyoruz. Esrarın anlamında ise gökyüzünden birşeyler var. Zaman zaman, türetilmiş olan gizem'i de kullanıyoruz. Köklere gitmek, Bu içiçe geçen ve zaman zaman örtüşüp zaman zaman ayrışan anlamlar arasında, zorlaşıyor. Etimolojiden bir an için uzaklaşıp sözcüğün ifade ettiklerine bakmak gerekiyor. Bunun belki de en kestirme yolu Batı'dan Doğu'ya bir izlek. Bizim bugünkü kullanımda "esrar" dediğimize yakın olan fransızcada mystére, ingilizcede mistery. Sözlüklerde "bir din veya mezhep veya tarikatta gizlenip saklanan şey, hikmet" olarak açıklanıyor. Bu haliyle esrarın tanrısal boyutu açık. Hatta Ortaçağ'da İsa'nın, havarilerin, giderek meleklerin sahneye çıktığı oyunlara bile bu ad verilmiş. Esrarda gizlenen şeyin yine sırda (giz) olduğu gibi bir öznesi var. Bu özne aklı aşan ve ruha seslenmeye çalışan bir özne ve dolayısıyla esrarın kavranması ve açıklanmasını daha çapraşık bir hale getiriyor. Paylaşmanın koşulu, o kapalı topluluğun üyesi olmak. Yunanca beklenen ipucunu fazlasıyla veriyor. Sıra mistikon diyerek tasavvufa el uzatıyor.Üstelik mysterium da mustés (tarikat mensubu, mürit) köküne dayanıyor. Bir bakıma sır nekadar dünya ile ilgili ise esrar bir o kadar gökyüzü ile ilgili. Belki de topraktan yola çıkarak sırrı, (ta başından bugünkü türkçedeki aynı iki sözcüğün çağrıştırdığı gibi) varlığını toprak ve suya yani düpedüz balçık ve çamura yaslayan sıra yakın görmek daha doğru. kökler dalları bir yere kadar belirliyor. Dil etimolojik kökleri ne olursa olsun anlam -imge- kullanım üçgeni içinde kendi çarpıklarını düzlüyor. Bu düzleme işleminde sır giderek öz kardeşi esrardan uzak düşüyor.

Sır hazırlamak tıpkı sur yapmak gibi zorlu iş. Herzaman başarılı olunmuyor. sur yıkılıyor, sır piştikten sonra çatlıyor. (Alev'in Fırın Defteri'nde var: "bıktım!") Sur kenti korumak için gitgide yükseliyor, kalınlaşıyor. Sır ise inceliyor ve hatta saydamlaşıyor. Adeta güçsüzleştikçe pişiyor ve dayanıklı oluyor. Belki esrar da tam burada.

"Yalnızlık sırrın öbür adı..."
Jacques Derrida (Tutkular Gallilée, 1993)

Arşiv

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz