reklam

Haberler
Ocak 2003

Hişt hişt! Sait Faik Beyoğlu’nda...

Türk edebiyatının usta hikayecisi ve yalnız adamı Sait Faik, ölümünden 49 yıl sonra açılan ‘arşiv sergisi’ ile bir zamanlar hüzünlü adımlarla dolaştığı Beyoğlu’na yeniden geldi. Sergi, fotoğrafları, eserleri ve özel eşyaları ile hikâyecinin ‘iç dünyasına’ ışık tutuyor.

Burgazada’dan kalkar, İstanbul’a gelirdi. Köprüde biraz eğleşir, sonra bir kahveye oturup çay içerdi, simitle... Simidin masaya dökülen susamlarını avucuna doldurup atıverirdi ağzına. Sırtında o eski paltosu yahut balıkçı ceketi, başında keten şapkası... Beyoğlu’na çıkar; Nisuaz Pastanesi’nde yahut Cumhuriyet’te, ‘dokunulmayan’ yalnızlığı içinde otururdu, buraların adamı olmayan biri gibi. Taksim Bahçesi’nde, bir yağmurlu gecede, ‘ada’lı yalnızlığını sürükleyerek dolaşırdı kimi zaman. Balıkların, kuşların, otların, bulutların dostu ve ‘yazıcı’sı olarak Beyoğlu’nun kalabalığında kaybolup giderdi sonra. Burgazada’nın ne kadar ‘yerli’siyse Beyoğlu’nun, şaşaanın, gösterişin, protokolün o kadar ‘yabancı’sıydı...

Çantasından neler çıktı...
Sait Faik Abasıyanık, ölümünden 49 yıl sonra yeniden Beyoğlu’na geldi dün. Yapı Kredi Kültür Sanat Merkezi’nde açılan ‘Bir Usta Bir Dünya – Sait Faik Abasıyanık Arşiv Sergisi’, hikâyecinin olta takımını, keten şapkasını, kurşunkalemle defter sayfalarına yazdığı metinleri, pasaportunu, fotoğraflarını, mektuplarını ve daha ‘iç dünyasına ışık tutacak’ pek çok şeyi, onun bir zamanlar ürkek ve yabancı adımlarla yürüyüp geçtiği bu cadde üzerinde Sait Faik dostlarının ve okurlarının ziyaretine açıyor. ‘Edebiyat arkeolojisi’ denebilecek bir çalışmayla oluşturulan serginin açılış kokteylinde; entelektüel, kravatlı beyler ve şık bayanlar arasında, ister istemez Sait Faik’i ve bu mekânın ona ne kadar ‘yabancı’ olduğunu düşündüm. 

Yaşıyor olsaydı böyle bir mekâna, bu sergiye gelir miydi? Sanmam... Bir keresinde onu bir dernek toplantısına davet etmişlerdi de toplantının yapıldığı binanın kapısındakilere kendisinin ‘hikâye muharriri’ Sait Faik olduğuna inandıramadığı için içeri alınmamıştı. O da üstelemeden çekip gitmişti. Öyle biriydi o, kılık kıyafetiyle ‘dilenci kılıklı’, sıradan; minnetsiz, iletişim kurma konusunda beceriksiz, isteksiz ve de yalnız... Fakat adaya gitti mi bambaşka bir adam oluyordu. Bahçıvanların, balıkçıların, bakkalın, kahvecinin dostu, onlardan biri... Hiç hazzetmediği kimseler, belki de entelektüellerdi.

Sait Faik hiç şüphesiz Türk hikâyeciliğinin köşe taşlarından biridir. Bir şarkının güzelliği, kalıcılığı nasıl dillere düşüp yıllar boyu söylenmesiyle ölçülüyorsa, bir edebiyat eserinin değerini belirleyen ölçütlerden biri de okuyanların zihninde her daim tazeliğini koruyor olmasıdır. Sait Faik’in ‘unutulmazlar’ arasına girmiş ne çok hikâyesi vardır. Semaver, Havuz Başı, Son Kuşlar, Hişt Hişt, Dülger Balığının Ölümü, Simitle Çay, Haritada Bir Nokta, Lüzumsuz Adam, Mahalle Kahvesi... Her biri insanın insanla ve tabiatla olan ilişkisini en can alıcı yerinden yakalamış; Türkçenin bütün sadeliğini ve şiirselliğini duyuran hikâyelerdir. Yalnız konuları ve anlatış biçimleri değildir bu hikâyeleri zaman karşısında dayanıklı kılan; hikâyecinin insanda keşfettiği damar ve onu anlatırken hissettirdiği ‘hakiki insan kokusu’dur. Sait Faik, hepimizin içinde saklı duran ‘sıradan insan’ı; içli, gamlı, neşeli ve sevgi dolu insanı anlatır. Nedir istediği? Aslında bugün de arzulayıp durduğumuz bir dünyadır: Sait Faik, “Haksızlıkların olmadığı bir dünya istiyordu. İnsanların mesut olduğu, hiç olmazsa iş bulduğu, doyduğu bir dünya... Hırsızlıkların, başkalarının hakkına tecavüz edenlerin, istismar edenlerin olmadığı; para için ar, namus, haya ve hayatın satılmadığı bir dünya... İçinde iyi şeyler söylemeye selâhiyetler kıvranan bir adamın, korkmadan, yanlış tefsir edilmeden bu bir şeyleri söyleyebildiği bir dünya...”

Bu dünyayı çağırmak için bir tek silahı vardı elinde, yazmak... Bir keresinde ‘yazmayacağım’ diye söz vermişti. Sonra dayanamamış, tütüncüye koşup bir kağıt kalem almış ve kalemi çakıyla yontup öptükten sonra ‘yazmasam deli olacaktım’ demişti. Yazmasa deli olurdu! Çünkü ancak yazarken mutlu oluyor; mutlu olmak için yazıyordu. Başkaca beklediği de yoktu. Öyle olmasa “Kişi kendi kendisini tartabilseydi şu edebiyat ve gazetecilik alanında kaç kişi kalırdı?.. Yirmi senedir yazı yazarım; iyi kötü. Ne beni överlerse yutarım, ne de söverlerse fazla yüksünürüm.” diyebilir miydi? Bu yüzden yazarlığını ispat edemediği de olmuştu. “Bir yerde lazım oldu da mesleğimi sordular. Doğrusu epey çekinerek, ama gururla “yazıcı” dedim. Mesleğimi bir kağıdın meslek hanesine kaydedeceklerdi. Benden yazıcılığımı ispat edecek bir vesika istediler. “Efendim birkaç hikaye kitabım var” diyecek oldum... O resmi kağıtta meslek haneme ‘yok’ yazdılar.”

İlk kez sergilenen fotoğraflar
Sergi salonunun duvarlarını süsleyen, çoğu ilk kez günışığına çıkmış fotoğraflarının da ‘söylediği’ gibi, Sait Faik avare, yalnız ve garip bir adamdı. ‘Kolayca yaklaşılabilecek bir insan değildi.’ İnancı var mıydı, yok muydu, Marksist miydi, solcu muydu, eşcinsel miydi?.. Şimdi bir anlamı, önemi var mı bütün bunların? Bir tek şey var gerçek olan: Onun, hikâyede açtığı ve yine yalnız kendisinin yürüdüğü çiçekli yol... Okurlarını sevmeye, haksızlıklara karşı durmaya, tabiatın ‘dilini’ keşfetmeye çağıran hikâyeleri... 

Bu ‘arşiv sergisi’, YKY’nin geçtiğimiz yıl özenli bir baskıyla ve asıllarına sadık kalarak yayımladığı ‘bütün yapıtları’ ile birlikte düşünüldüğünde Sait Faik’in, eserinin ve kişiliğinin ana renkleri belirginlik kazanıyor. Yazarın dergilerde, müsveddelerde kalmış hikâye, yazı ve mektuplarından oluşan on eseri daha YKY tarafından önümüzdeki dönemde yayımlanacak. Bunlar da ortaya çıktığında, ‘yalnız adam’ın bütün yazı macerası ve ‘yazı’nın ardına gizlediği yarı gölgeli portresi olanca açıklığıyla gün yüzüne çıkacak. Dileğimiz, yaşamlarına ait pek çok ayrıntı hâlâ ortaya çıkarılmamış ve eserlerinin sağlıklı basımları yapılamamış olan başka yazarların, şairlerin mesela Mehmet Akif, Ömer Seyfettin’in, Refik Halid’in, A. Şinasi Hisar’ın, Asaf Hâlet Çelebi’nin de böyle bir çalışma sonunda, günümüzün edebiyat ortamına ‘yeniden doğması’...

Sait Faik’i yeniden Beyoğlu’nda görmek isteyen ‘dostları’ ve onun hikâyelerinin ardındaki ‘insan’ portresini tanımak isteyen genç okurları, Yapı Kredi Kültür Sanat Merkezi’ndeki arşiv sergisini 15 Şubat’a kadar gezebilirler.
Zaman

Arşiv

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz