Köşe Yazısı

İnsana/Öze Dönüş: Radikal Planlama

Yazan: Murat Cemal Yalçıntan Tarih: 7 Aralık 2006

Küresel ÇaÄŸda Yerele Övgü
Ä°ktisadi üretimdeki tüketime dayalı parçalanma, yerel piyasaların taleplerine uygun ürün çeÅŸitliliÄŸi ve yerel üretim süreçlerinin belirleyiciliÄŸi, iktisadı, fordizmin merkezileÅŸmiÅŸ kitlesel üretim ve pazar yaratma yaklaşımından çıkartıp post-fordizmin esnek, parçacı üretim süreçlerine taşıdı. KüreselleÅŸme süreçleri de geliÅŸen teknolojiler, yenilikler, ulaşım ve iletiÅŸim altyapıları ile bu geçiÅŸe destek verdi. Bu ÅŸekilde geliÅŸen yeni pazar ve üretim alanları “gözde yerellikler” olarak öne çıktı ve sosyal bilimlerin önemli bir kısmı için yeni mekansal analiz birimlerini oluÅŸturdu. Bu süreç iktisat ideolojisi üzerinden okununca “yerel” ticari bir meta haline geldi ve makyajlanıp satılması üzerine yoÄŸun çabalar verilmeye baÅŸlandı. Yerelin, toplulukların yaÅŸama alanı olarak deÄŸil de ticari bir meta olarak düÅŸünülmeye baÅŸlanması, toplulukların ve yerelliklerin birbirlerine baÄŸlı tanımlanma zorunluluÄŸunu bozdu ve zaman-mekan tartışması da yeni boyutlar kazandı.
Planlamanın geleceÄŸi ile de yakından iliÅŸkilendirilebilecek ulus-devlet modelinin çözülmesi savı da bu süreçle doÄŸrudan iliÅŸkili. Geleceklerini kendi iç dinamikleriyle belirlemeye alışık ulus-devletler, küresel piyasaların güçlü baskıları ile karşılaşınca, giderek üniter yapılarını koruma aracı sosyal politikalarından ödün vermeye baÅŸladılar. Makyajlanıp satılmayı öncelik haline getirmiÅŸ yerel baskılar da çözülme sürecini hızlandırdı. Ancak hesapta olmayan bir durumla karşılaşıldı ve özellikle az geliÅŸmiÅŸ coÄŸrafyalarda zaten fazlaca olmayan sosyal politikaların neredeyse tamamen bırakılmasıyla üst kimlikten istediklerini alamamaya baÅŸlayan alt-kimlikler “siyasi parçalanma” ve/veya “daha fazla demokrasi” talepleriyle birlikte hareketlenmeye baÅŸladı. Bunların siyasal alana etkisi, parçalanan bazı ülkelerin dışında yine “daha çok yerellik” olarak yansıdı. Bu yerellik hali ise demokrasi literatürü üzerinden deÄŸerlendirildi ve özellikle topluluklar ile yerellikler arasındaki iliÅŸki yeniden tanımlanırken iktisat ideolojisi ile ciddi zıtlaÅŸmalar yaÅŸandı.

Ä°ktisat ideolojisine baÄŸlı parlayan “gözde yerellikler” genellikle devletin kontrollü yürüttüÄŸü bir geri çekilme alanını yine devletin kontrolünde doldurduÄŸundan merkez ile yerel arasında kısır yetki kargaÅŸaları dışında önemli bir sıkıntı yaratmadı. Zaten gözde yerellikleri pazarlama mekanizmaları olarak kullanılan mevzuatları merkez hazırlıyordu. Siyasetin öne çıkardığı ve demokrasi üzerinden tanımlanan “yerel” ise, gücü ve kontrolü elinde tutmaya alışık devletin merkezi öÄŸeleri tarafından hoÅŸ karşılanmadı ve bu alanda yerel ile merkez arasındaki gerilim giderek arttı. Merkezin elinde tutmayı tercih ettiÄŸi yetkiler/güçler bu gerilimin ÅŸiddetine baÄŸlı olarak yerele karşı / yerele raÄŸmen ya da yereli engelleyici / kısıtlayıcı / kontrol edici olarak kullanılmaya devam ediyor. Bu gerilim halinin demokrasi talebi içindeki alt-kimliklerle birleÅŸmesi, henüz yetersiz olsa ve karar almaya etki edemese de, ulus-devlet döneminde alışık olmadığımız bir çok sesliliÄŸi getiriyor.

Ulus-Devlet ve Demokrasi: Planlama için Farklı Dünyalar
Planlamanın bugün itibariyle yaÅŸadığı sorun alanları, yukarıda kısaca açıklanan sosyal bilimlerdeki paradigma kaymaları ile doÄŸrudan iliÅŸkilidir. Modernist planlama anlayışının toplum modeli homojenlik üzerine oturuyor ve toplum bir analiz ünitesi olarak görülüyordu. Aslen toplumun homojen olduÄŸu bir dönem hiçbir zaman olmadı. Sosyal devletin sunduÄŸu hizmetler bir tutkal iÅŸlevi görüyordu. Sosyal devlet anlayışı kendisini giderek piyasaya teslim edince parçalanmalar/parçalanma talepleri arttı. Ulus-devletin üniter yapısı ve homojen ulus anlayışı üzerinden kurgulanan planlama da, toplumun kontrol edilebilirliÄŸinin giderek olanaksızlaÅŸması ve piyasanın artan baskılarıyla devlet ile piyasa arasına sıkıştı. Kontrol anlayışı üzerine kurulu ve özellikle bizim coÄŸrafyanın bütün planlama pratiÄŸini oluÅŸturan arazi kullanım planları iÅŸlev yitirmeye ya da yetersiz hale gelmeye baÅŸladı. Son yıllarda stratejik planlama bu boÅŸluÄŸu giderme iddiasıyla çokça tartışılır/uygulanır hale geldi ama kurumların kontrolün ötesine geçemeyen planlama gelenekleri, yerele yetki devirlerinin yeterince yapılmamış olması, yetiÅŸmiÅŸ eleman eksikliÄŸi gibi nedenlerle stratejik planlama denemelerinin de boÅŸluÄŸa düÅŸmesine neden oldu. Zaten stratejik planlama tercihinin sanal bir demokrasi kavramı üzerine oturtulduÄŸu da çeÅŸitli deneyimler sonucu ortaya çıkmış bulunuyor.

Planlama pratiÄŸine uzun süre hükmetmiÅŸ, son dönemde alt ölçek planları yerel yönetimlere devretmiÅŸ ama müdahalesini ve kontrolünü geri çekmemiÅŸ ulus-devletin süreçteki pozisyonu önemli. Ulrich Beck 1986 basımlı kitabı “Risk Toplumu”nda ulus-devletin refahı dağıtan geleneksel yapısının giderek piyasanın etki alanı içine daha çok girmek suretiyle risk dağıtıcı bir yapıya dönüÅŸeceÄŸini söylüyordu. Bu anlamda baktığımızda ulus-devletin son dönemde bizim coÄŸrafyada refahı dağıtma iÅŸini, zaten oluÅŸturamadığından iyiden iyiye bıraktığını, ancak bunun yerine riskleri dağıtmayı da koymayıp rant dağıtma kolaycılığına soyunduÄŸunu söylemek mümkün. Ulus-devlete baÄŸlı sürdürülen planlama pratiklerinin de sistemin açtığı yol üzerinden aynı kolaycılığa soyunması kaçınılmazdı ve son dönem planları sıkça rant planları olarak anılır, risk dağıtımı da rant planları üzerinden yapılır oldu. ÖrneÄŸin, Ä°stanbul’un depreme en dayanaklı alanlarındaki gecekondu mahalleleri üzerinde geliÅŸtirilmek istenen dönüÅŸüm planlarının uygulanmasıyla bu bölgelerde alt gelir gruplarından kimsenin kalamayacağı açık. Bu tarz bir risk dağıtımı ulus-devletin güçten iyice düÅŸtüÄŸüne ve artık görevini taşıyamadığına yeter kanıttır. DiÄŸer yandan, son dönemde planlamanın güncel bir tartışma alanı haline gelmesi de rant/risk dağıtım sürecinin neredeyse tamamen planlama üzerinden götürülüyor olmasıyla iliÅŸkilendirilebilir.

Aynı tartışmanın devamı niteliÄŸinde önemli bir diÄŸer çatışma bütüncül planlama anlayışı ile parçacı arayışlar arasında yaÅŸanmakta. Bir yandan Ä°stanbul’un çevre düzeni planı yapılırken diÄŸer yandan aynı kurum tarafından Ä°stanbul’un parçalarına iliÅŸkin tasarım ve dönüÅŸüm çalışmaları yapılıyorsa ve bunlarla bütüncül yaklaşım arasındaki iliÅŸki tam olarak kurulamıyorsa, bunda zaman kaybetmeyi sevmeyen piyasa ile kontrolü elden bırakmak istemeyen devletin karşılıklı inatlaÅŸması açıklayıcıdır. Toplum üzerindeki kontrolün bütüncül bir yaklaşım dışında mümkün olamayacağı düÅŸüncesi ile bütüne hükmedilemediÄŸine ya da hükmetme gerekliliÄŸinin ortadan kalktığına dair düÅŸünce karşı karşıya geliyorlar. Dengeli kalkınma-yatırım iliÅŸkisi, ayrışma, kutuplaÅŸma ve hatta parçaların kendi iç sorunlarına yönelik çözümler çoÄŸu zaman bütüncül yaklaşım içerisinde bulunabiliyordu. Yani, parçacı yaklaşım ile ulus-devletin kalkınmacı anlayışı arasındaki çatışma önemli bir sorun alanı yaratmış durumda.

Eski bir Florida Valisinin ÅŸu lafı ilgi çekici: “Amerikan rüyası hakkında konuÅŸmayı bırakıp Amerikalıların rüyalarını dinlemeye baÅŸlamalıyız”. Çok sesli, demokratik dünyanın ÅŸart koÅŸtuÄŸu katılım hikayesine geldik. Katılım süreçlerini oluÅŸturamadığımız, katılımı zul saydığımız, ya da bütün iyi niyetimizle sahip çıksak da gerek ilgili kurumlardan gerekse halktan beklediÄŸimizi bulamadığımız çift taraflı bir sorun. Ulus-devletin iÅŸlevini yerine getirememeye baÅŸlaması ile boÅŸalan siyasal alanı doldurmak üzere öne sürülen sivil toplumun ve kuruluÅŸlarının defoları malum. Mali ve siyasal bağımlılıklar, profesyonelleÅŸememe, öne çıkmaya yönelik hoÅŸ olmayan rekabetler, iÅŸbirliÄŸi yapamamak ve ÅŸemsiye örgütler üzerinden güç birlikleri geliÅŸtirememek son 20 yılda sıkça karşılaÅŸtığımız haller. Dolayısıyla sivil toplumun baÅŸat rol oynayacağı planlama süreçlerinden bahsetmek ÅŸu resim içerisinde mümkün deÄŸil. Ancak sivil toplumu, kuruluÅŸlarının eksiklikleri var diye sürecin dışına tamamen atmak da bir o kadar yanlış.

Gelinen demokrasi noktasında sivil toplumun farklı bir kurgu içerisinde geliÅŸmesi, özgürleÅŸmesi, dillenmesi, kendi içinde çeÅŸitli iÅŸbirliÄŸi mekanizmaları geliÅŸtirmesi, konsensüs oluÅŸturmaktansa çeÅŸitlenmeyi hedeflemesi ve güçlendikçe bütün karar süreçlerine etki edebilmesi hedeflenmelidir. Bu anlamda, yeni bir demokrasi tanımı altında çok seslilik üzerine geliÅŸtirilen radikal demokrasi kuramı ile oluÅŸacak bir kamusal alanın yalnızca planlamanın yukarıda açıklanan devletten boÅŸalan alanı doldurması anlamında deÄŸil, bu coÄŸrafyadaki demokrasi sorunlarına da, zamana yayılarak, ama kendiliÄŸinden çözüm üretebileceÄŸine inanıyorum.

Chantal Mouffe Üzerinden Bir Radikal Demokrasi Okuması
Todd May geçenlerde Varlık’ta [2006/09: 5] yayımlanan bir söyleÅŸisinde: “Dayanışma hakikaten küresel olmalı, herkes eÅŸit bir partner kabul edilmeli. Bir kimlikler kitlesiyle iÅŸ göremeyiz, bunun yerine gerçek bir radikal eÅŸitlik duygusu geliÅŸtirmeliyiz”, diyordu.

DiÄŸer yandan, Kandinski’nin yüzyılın ortalarında, henüz ulus-devlet, Aydınlanmanın evrenselliÄŸi gibi kavramlar tartışmaya açılmadan çok önce geliÅŸtirilmiÅŸ ve ÅŸu an içinde bulunduÄŸumuz durumu çok iyi açıklayan bir anlatımı ilgi çekici:
“19. yüzyıla ‘ya–ya da’ hükmederken, 20. yüzyıl ‘ve’ konusunda emek harcamak durumundadır. 19. yüzyılda ÅŸu var: ayırma, uzmanlaÅŸma, tek anlamlılığa ve dünyanın hesaplanabilir olmasına çabalama. Bu yüzyılda ise ÅŸu: yan yanalık, çokluk, belli belirsizlik, baÄŸlamın ve baÄŸlantılılığın sorgulanması, deÄŸiÅŸmece ve üçüncü yolu içerme deneyleri, bireÅŸim (sentez), çift deÄŸerlilik.”

ÇoÄŸulluÄŸa iÅŸaret eden bu saptamaların demokrasi üzerinden tartışıldığı bir çalışma iki senedir elimden düÅŸmüyor. Chantal Mouffe’un 1993 basımı “The Return of the Political (Siyasalın DönüÅŸü)” adlı eseri. Mouffe demokrasiyi çok sesli ve hiç bitmeyen bir mücadele alanı olarak tanımlarken radikal demokrasiyi aÅŸağıdaki gibi tanımlıyor:
“demokrasi korunması ve derinleÅŸtirilmesi gereken, çok hassas bir sürekli keÅŸif alanıdır... SaÄŸlıklı bir demokratik süreç, siyasal pozisyonların heyecan verici çarpışması ile çıkarların açık çatışmasını gerektirir. Bunların olmadığı yerde, tartışılmaz ahlaki deÄŸerler ve ilkeci kimlikler kendilerine kolayca yer bulacaktır... Radikal demokrasi tanımı gereÄŸi içinde bir paradoks barındırır; oluÅŸum anından itibaren çözülme süreci baÅŸlar. Ä°yi bir ÅŸey olarak kalması, ulaşılamadığı sürece mümkün olan bir süreç olarak algılanmasına baÄŸlıdır. Böyle bir demokrasi anlayışı daima ‘gelecek’ bir demokrasiye, içindeki çatışma ve zıtlıklar ise bir yandan gerçekleÅŸmesi ihtimaline bir yandan da tam anlamıyla gerçekleÅŸmesinin imkansızlığına iÅŸaret eder... Radikal bir demokrasi projesi, çokluÄŸun, çoÄŸulluÄŸun ve çatışmanın varlığını gerektirir ve bunları siyasetin olmazsa olmazları kabul eder.”

DiÄŸer yandan, Mouffe, mevcut hegemonyanın gelenek, demokrasi ve çoÄŸulluktan oluÅŸacak demokratik deÄŸerlerin hegemonyası ile deÄŸiÅŸmesi gerektiÄŸine iÅŸaret ediyor ve bunun oluÅŸabilmesi için yeni bir üst kimlik tanımlamak gerektiÄŸine iÅŸaret ediyor:
“Radikal demokrasinin amacı demokratik devrimi derinleÅŸtirmek ve farklı demokratik mücadeleleri iliÅŸkilendirmek ise, böyle bir misyon ortaklaÅŸmaya izin verecek yeni öznel pozisyonlar gerektirir. Öznel pozisyonların talepleri demokratik denklik ilkesine uygun olarak eklemlenebilir. Bu, belirlenmiÅŸ çıkarlar üzerinden bir ittifak kurma haline karşılık gelmez; güçlerin üst kimliklerini ortaklaÅŸtırma çabasıdır. Ä°ÅŸçilerin çıkarlarının, kadınların, çocukların, çevrenin, göçmenlerin vb. çıkarlarına raÄŸmen savunulmaması için, bu farklı mücadeleler arasında bir denklik kurmak gerekir. Ancak bu ÅŸekilde güce karşı verilen mücadele demokratikleÅŸebilecektir.”

Mouffe, radikal demokrasiye ulaÅŸmanın önündeki engelleri ise rasyonellik, bireycilik ve evrenselliÄŸe baÄŸlılık olarak ortaya koyuyor:
“ÇoÄŸulculuÄŸu radikalleÅŸtirerek demokratik devrimin derinleÅŸmesine yönelik bir araç haline getirmek için, onu rasyonaliteden, bireycilikten ve evrensellikten koparmamız gerekir. Ancak bu ÅŸekilde sosyal iliÅŸkilerin içerisinde var olan itaat biçimlerinin çokluÄŸunu kavramak ve farklı demokratik mücadelelerin birbirine eklemlenmesi için bir çatkı kurmak mümkün olabilir. Bu koparma, rasyonalitenin, bireyciliÄŸin ya da evrenselliÄŸin reddi anlamına gelmez; ancak bunların çoÄŸul, söyleme baÄŸlı olarak oluÅŸmuÅŸ ve güç iliÅŸkileri içerisinde karmakarışık hale getirilmiÅŸ olduÄŸuna dikkat çeker... Demokrasi projesinin radikal demokrasi çerçevesinde yeniden formüle edilebilmesi için birbirinden farkı olmayan insanlardan oluÅŸmuÅŸ bir insanlık yanılsaması üzerine kurulu Aydınlanma düÅŸüncesinin kolaycı evrenselliÄŸinin bırakılması gerekir... Bugün talep edilen yeni haklar, önemleri yeni yeni anlaşılan farklılıkların ifadesidir ve bu farklılıklar evrenselleÅŸtirilemediklerinden onlara dayalı haklar da evrenselleÅŸtirilemezler. Radikal demokrasi tam da Aydınlanma felsefesinin yarattığı Ä°nsanlık tarafından dışlanmış farklılıkların tanınmasını talep eder. Bu anlamda evrensellik reddedilmez ama özelleÅŸtirilir; buna göre gereken, evrensel olan ile özel olan için yeni bir eklemlenme biçimidir”.

Son dönemde planlamada katılım ve yönetiÅŸim tartışmalarının odağında olan konsensüs arayışlarına yönelik yapılan saptama da ilginç: Mouffe, konsensüs arayışının demokrasinin gerilemesine neden olabileceÄŸini iddia ederken, bunun “keÅŸfedilmemiÅŸ bir siyasal gelecek arayışının terkine” neden olarak bir siyasal boÅŸluk oluÅŸmasına ve bu boÅŸluÄŸun da anti-demokratik hareketler tarafından doldurulmaya çalışılabileceÄŸine iÅŸaret ediyor.

Bu alıntıları ard arda aktarma nedenim ÅŸu: Demokrasi adına çok sınırlandırılmış, hassas bir coÄŸrafyada yaşıyoruz. Kutsal saydığımız deÄŸerler her yerden bizi kıstırmış durumda ve doÄŸrusu bu kıstırılmışlık halinin pek farkında olmadan ulus-devletin üniterliÄŸini gereÄŸinden çok seviyoruz. Bu deÄŸerler ve üniterlik üzerinden demokratik deÄŸerler üzerine kurulu çoÄŸulcu bir toplum yapısının geliÅŸmesi, planlama pratiÄŸinin sıkışma alanlarının toplumsal baskı alanları yaratarak aşılması ve istediÄŸimiz katılım pratiklerinin gerçekleÅŸtirilmesi mümkün deÄŸil. Demokrasinin geliÅŸmesi için gereken, çok seslilik ve bunu oluÅŸturacak kamusal alanlardır. Bir diÄŸer deyiÅŸle, topluluklar özgürleÅŸtikçe sorunlar daha ÅŸiddetli seslenecek, çözüme yönelik baskılar artacaktır. Planlama da ancak bu kamusal alana eriÅŸtikten sonra iÅŸini hakkıyla yapabilir hale gelecek, çıkmazlarından kendisini kurtarabilecektir.

Ä°nsana DönüÅŸ: Radikal Planlama
Demokrasiyi, Mouffe’un anlatımıyla “kuruldukça kendini bozabilen bir süreç” olarak algıladığımızda onu her yerde ve her zaman kurma ve geliÅŸtirme uÄŸraşı içerisinde olmamız gerektiÄŸi sonucu çıkar. Bu kurma ve geliÅŸtirme sürecinin önemli bir ayağını da planlama oluÅŸturmaktadır. Bu karşılıklılık iliÅŸkisi, yani planlamanın radikal demokrasiyi besleme kapasitesi ile radikal demokrasinin insanları merkezine ve içine alan bir planlama sürecinin koÅŸulu olması saÄŸlıklı bir iliÅŸkiye karşılık gelir. Bu anlamda, planlamanın radikal demokrasiyi besleyebilmesi ancak radikal planlama tercihi ile mümkündür.
Planlamayı Healey’in 1982’de sunduÄŸu gibi “toplumun kendisini kontrol ettiÄŸi ve yönlendirdiÄŸi bir süreç” olarak tanımladığımızda aslında planlamayı ulus-devletin toplumu kontrol ettiÄŸi ve yönlendirdiÄŸi halinden çıkarıp baÅŸka bir yere oturtmuÅŸ, dolayısıyla çıkmazlarının bir kısmından da arındırmış oluruz. Bunu gerçekleÅŸtirme yolunda Friedman, 1987’de “Planning in Public Domain” adlı eserinde planlamanın içinde bulunduÄŸu krizden çıkmasının olası yollarından birisini “siyasal gücün yeniden sivil toplumda merkezileÅŸmesi” olarak gösteriyor ve “siyasal alanın devletten talep edilmesi” gerektiÄŸini vurguluyordu.

Friedman 1993’de baÅŸka bir çalışmasında planlamanın içinde bulunduÄŸu krizi aÅŸabilmesinin koÅŸullarından birisini disiplinin içindeki “mühendislik” köklerinden kurtulmak olarak açıklıyordu. Dahası planlama zaman ve mekanın çeÅŸitli boyutlarında oluÅŸan bir eylem olarak yeniden kurgulanmalı ve toplum içerisinde buna göre bir yer edinmeliydi. Bu yaklaşıma göre planlama “hayal edilen gelecek bir zaman için deÄŸil, günlük hayatın gerçek zamanında oluÅŸan bir eylem” olmalıydı. Planlamanın mekan yaklaşımı ise yerel ve bölgesel olana referansla yeniden ölçeklendirilmeli, yerel ve bölgesel, ulusal ve ulus-ötesi olana öncelenmeliydi. Friedman’ın bu açıklamaları bizim coÄŸrafyamızda yapılan planlama çalışmaları için bir alt üst oluÅŸa karşılık gelir. Radikal planlama literatürü içerisinde öne çıkan eserinin devamında Friedman çözüme yönelik radikal planlama modelinin makro gündemini ÅŸöyle kuruyordu:

- KolonileÅŸmeden uzaklaÅŸma… tüketicilikten arınma… öz-üretim (self production) düzeylerinde artış...
- DemokratikleÅŸme… yaÅŸ/cinsiyet gibi ayrımlardan kurtulmak suretiyle karar alma süreçlerini geniÅŸletmek...
- Güçlenme (self-empowerment)… zaman, mekan, bilgi ve organizasyon becerilerini yeniden talep etme...
- GeniÅŸleme… sivil toplum içindeki diÄŸer sivil toplumlarla uyum içerisinde yeni vizyonlar oluÅŸturma...
Daha geriye dönüp Grabow ve Heskin’in 1973’de yaptıkları radikal planlama formülasyonuna bakarak eleÅŸtirel yaklaşımın köklerine inmek ve ulus-devletin gücü elinde tutma ısrarına ve demokrasiye yönelik kaygıların kaynaklarına ulaÅŸmak mümkün. Buna göre, radikal planlama:
- Planlama pratiÄŸinin içerisindeki statükonun (elitist, merkezi ve deÄŸiÅŸime dirençli yapının) eleÅŸtirisini içerir:
- Baskınlık ya da dengeye dayalı bir planlamanın, dolayısıyla insanlığın zıtlıklar/ikilikler üzerine kurulu olduÄŸuna yönelik kabulün reddine dayanan yeni bir diyalektiÄŸin gerekliliÄŸine vurgu yapar.
- Sistem deÄŸiÅŸikliÄŸine, desantralize topluma, topluluklara, insani geliÅŸmeye ve ekolojik etiÄŸe vurgu yapan, alternatif bir planlama paradigmasını hedefler.

Bu anlamda, radikal planlama, planlamayı araçsal rasyonaliteden çıkartıp, ulus-devletten kopartarak desantralize bir fonksiyon olarak yüz yüze iliÅŸkilere, kiÅŸiler/gruplar arası diyaloglara ve karşılıklı öÄŸrenme süreçlerine açık bir süreç haline getirebilecektir. Radikal planlamanın hiyerarÅŸik bürokrasilerden, merkezi planlamadan ve her ÅŸeyi ben bilirim edasındaki plancılardan nefret ettiÄŸi açıktır. Dahası, fırsat bulundukça planlamanın yerele/bölgesele ait profesyonel olmayan planlama komiteleri tarafından, sıradan vatandaşın kendi sorununu kendi çözmesine yönelik bir deneme/öÄŸrenme süreci çerçevesinde yürütülmesini destekler. Bu sürecin en önemli sonucunun halkın öz güvenini arttıran, özgürleÅŸmesini saÄŸlayan kolektif eylemler olacağını düÅŸünür.

Bu yönüyle amatör ve topluluk temelli görülebilecek, bütüncül planlamadan uzak olduÄŸu ÅŸeklinde eleÅŸtirilebilecek radikal planlamanın üst ölçeklere çıkıldıkça radikal demokrasi kavramı çerçevesinde bahsi geçen yeni ve çeÅŸitli öznel grupların, toplulukların ve toplumların eklemlenme süreçlerinden ve yarattıkları mücadele alanlarından faydalanarak çıkmazlarından kurtulabileceÄŸi iddia edilebilir.

Son Söz...
Ä°letiÅŸimsel kamusal alanın oluÅŸmasının/geliÅŸmesinin çok da olmayan yolları arasında üzerinde ısrarla durduÄŸum radikal demokrasi, küresel-yerel etkileÅŸiminin arttığı ve ulus-devletin güç kaybettiÄŸi dönemde en uygun alternatiftir. Radikal demokrasi üzerinden kurulacak kamusal alanlar planlama süreçlerini destekleyecek, planlama süreçleri de radikal planlamanın ilkelerini güderek demokrasinin geliÅŸebileceÄŸi kamusal alanları zorlayacaktır. Demokrasi ile bu karşılıklı iliÅŸkinin kurulması, planlamanın özüne dönüp insanı merkezine almasını saÄŸlamada esastır.

Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: büyük harf "V", küçük harf "x", küçük harf "n", büyük harf "A", küçük harf "x", sayý altý

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız