Köşe Yazısı

Mandalina Kokusu...

Yazan: Burak Asiliskender Tarih: 5 Åžubat 2010


Eskizimden şöyle bir uzaklaşıp, çizgilerin içine daldım, az önce... Bir yudum içime çektim, dolanıverdim etrafında, bakındım, arandım... Az önce çekilip filtrelenmiş, sıcak ve yumuşak kahvemin arka planına gizlenmiş, o meyvemsi tat gibi, çizgilere emanet ettiğim mandalina kokusunu içime çektim.

Saat, sabahın kör karanlığına ulaşmış, az sonra gün ağaracak! Ne kadar oldu, kaç saattir masa başındayım, elimde kalem, kağıt? Radyom bile henüz uyanmamış, ağır aksak şarkılar mırıldanıyor bir köşede... Yapılacak ne çok iş var, nereden başlasam, önce hangisine el atsam? Telefonum da çalmaya başlar bir iki saate kalmaz, gün boyu durmadan da aranacağım. Belli ki diğerlerinden pek farklı olmayacak, varsın olsun! Salıverdim nasıl olsa, içimde birikenleri...
Yeni güne merhaba derken, dünden bana kalan, deniz gören tepenin birinde dalından yeni kopmuş bir mandalina ve elime sinen kokusu! Bir de etrafımdakilerle konuşurken, bir şeylere bakma numarasıyla çantamdan çıkarıp not düştüğüm defterimdeki şu iki çizgi...

Size de olur mu, bilmem: Kağıt özlemi tutuverir beni, aniden. Kimi zaman bir kuşun kanadından, ya da öylesine bir taşın esrarından bir çizgi kaçıverir kalemime. Durduramam o an kendimi. Kelimelerim dağılır, parmaklarım uyuşur, müptelalar gibi kağıt-kalem aranırım. Önceleri anlam veremezdim bu sanrılara. Bir gariplik var der, üstünde durmaz, geçerdim. Meğer unut desem de ellerime, unutmamış, saklarmış her izi. Ufak da olsa ilk bulduğu kağıt parçasıyla usul usul paylaşırmış her şeyi...

Zamanla, izlerin dağılmasından her korktuğumda defterlere daha sıkı sarılır oldum. Aslında, deneyimler kaydolunca, aylaklık daha da keyifli bir hal aldı. Başıboş sayfalar peşi sıra aktı, kelimeler, cümleler, çizgiler doldu taştı. İzler birikti, anılar çoğaldı. Mekanlar, sessizlikler, insanlar, sesler, renkler, kokular hatta korkular anlattı, ben de hem içime hem sayfalara ekledim. Sonra sayfa sayfa dönüp bakıp yeniden yaşadım. Her seferinde, büyülü bir davetiye gibi yeni izlerden düşlerle çizgilerimi tanıştırdım. Kimi zaman radyomun sesi eşlik etti, kimi zaman kahve makinesinin fokurtusu; ama her zaman gecenin kör sessizliğinde bile olsa, pazar yerinin renkli cıvıltısı gibi çiziverdim sayfalarca. İzleri yaşadım, yaşattım.

Kendine has bu deneyimin, nerede, nasıl yakalayacağı, içine çekeceği hiç mi hiç belli olmuyor. Düşler için yepyeni bir sayfa açılıyor. Kokular, renkler, sesler peşi sıra basit çizgilere dönüşüyor. Ta ki o sayfa yeniden açılıncaya kadar, izler bekliyor sabırla, sıralarının gelmesini. Fırsat bulup sayfayı tekrar açınca, başlıyor serüven: Çizgiler birbirini kovalıyor, bir sayfa, bir sayfa daha... Zihne duyularla aktarılan izler de katılıyor eksize, çizgilerle büyülü bir dans başlıyor.

Gün geceye, gece güne dolanıveriyor. Yitiveriyor işte o an zaman. Tıpkı dün de olduğu gibi. Belli ki uzun bir gece geçmiş üzerimden. Uyumamışım, uyuyamamışım, ama tek bir damla yorgunluk hissetmiyorum. Garip bir şekilde, inanılmaz bir canlılık ve huzur var üstümde... Aylak bedenimden süzülen bin bir deneyimi, bir anda yaşamış, hesaplaşmış ve yeniden canlanmış gibiyim. Ne büyülü şey, tasarlamak! Nerede ve nasıl olduğunu yitirip çizgiler dünyasında dolanmak. Parmaklarının ucundan taşarak, düşüncelerin akmasına izin vermek...

Önce duyduklarımı dinledim, hissettim. Usul usul düşleriyle gezindim. Birden zihnimden iki çizgi çekip, kağıda salıverdim. Ellerimin arasında biçim verip, gün doğmadan bir hayale daha can vermeye niyet ettim. Duyduklarım ses verdi, şiir gibi akıverdi. Düşlerimle çizdim, çizdikçe de arındım.

Gün boyu dolandığım tepenin denize bakan yamacında küçük bir ev düşledim, çizgilerle... Şehrin tüm karmaşasından uzaklaşılıp kaçılacak, basit bir sığınak aradım, iki oda bir sofa. İş-güç, insanlar, yoğunluk, trafik vs. arasından sıyrılıp saklanmak için yakın bir uzağa gizlenmiş, hayata küçük bir mola. Geride bırakılan kalan her şeye, ama öncelikle kendine tepeden bakacak kadar uzak; ve bir o kadar da -soğuk bir kış günü alev alev yanan bir sobanın yanına kurulmuş bir kedi gibi, uyuklama numarasıyla dört tarafı seyredebilecek kadar- yakın bir kuytu-köşe...

Süsü, bezemesi olamayacak maalesef! Tepenin yamacındaki köyde yaşayan bir taş ustasına emanet edeceğim çizgileri. "Bildiğin gibi yap!" diye fısıldayacağım kulağına. Ne de olsa benim gibi bir yabancıdan daha iyi bilir, taşların huyunu suyunu. Ne tür harca, dokunuşa ihtiyaçları olduklarını... Sadece düşümdeki çizgilerden bahsedeceğim, sırını öğrenebilmek ümidiyle de her fırsatta yanı başına kaçıp, taşlara dokunacağım. Beni bilir sanıp, nezaketle soracak, "olmuş mu?" diye, ama her seferinde tekrarlayacağım: "Usta, sen bildiğini bildiğin gibi yap! Benim tek aradığım, yalın dört duvar; arasına sızan dalga sesleri, nem, tuz ve şu eşsiz mandalina kokusu..."

Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: küçük harf "h", sayý üç, sayý yedi, büyük harf "R", sayý 9, küçük harf "y"

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız