reklam

Mimarlık ve Kent Yazılarından
Diyalog 2002 - II > Aykut Köksal

Tarih: 10 Aralık 2002
Yer: Arkitera Forum

 

Türkiye'de Mimarlık: Bir Yanılsama Dünyası
Yeni Mimar, Sayı 1, 3-16 Mayıs 2004, s.6

Türkiye'de mimarlığın, iki ayrı görüntüsü var. İlki, mimarlık medyasına, mimarlık yayınlarına, toplantılara, panellere, ödüllere yansıyan görüntü: dergilerde yayımlanan mimar profilleri, mimar monografileri, antolojiler, "star" ilan edilen ve bu starlıktan memnun görünen mimarlar, "beşler", "dokuzlar", "büyük ödül" sahibi mimarlar...vb. Ama bir de yapılanmış çevredeki görüntü var. Artık "mimarlık" sözcüğünü kullanmada epey zorlanacağımız bir görüntü bu. Formel öznelere sahip (yani kâğıt üzerinde "mimar" özneler taşıyan) yapılanmış çevreyle informel çevrenin de bir farkı yok, her ikisi de mimarlığın bilgi üretimini aynı kertede dışarıda bırakıyor. Hiç kuşkusuz modernleşme sürecini tamamlamamış bir toplum için anlaşılmayacak bir durum değil, çünkü mimari bilginin gündelik olana eklemlenmesi ancak modernleşmeyle olası. Bu anonim bağlamın sunduğu görüntüyle ilk görüntü arasında en ufak bir akışkanlık yok. Sanki birbirinden tümüyle farklı iki üretim bağlamı gibi.

İlk bakışta bu iki görüntünün birbiriyle çeliştiği söylenecek ve söz, sonu gelmeyen bir yakınmaya dönüşecektir. Ne var ki aslında birbirini bütünleyen, birlikte bir resim oluşturan iki görüntüyle karşı karşıyayız. Türkiye'de ilk görüntünün ortaya çıkışının yaklaşık on beş yıllık bir tarihi var. Neo-liberal politikaların getirdiği tüketim ekonomisi önce dekorasyon dergilerini ortaya çıkardı. Kısa bir sürede bu dergiler ya mimarlığa da yer veren yayınlar oldu ya da doğrudan mimarlık dergisine dönüştü. Modern sonrası dünyanın var olmayı "görünür" olmaya dönüştürdüğü yeni iklim bu yeni mecradaki "mimarlık" bağlamını belirlemede de gecikmeyecekti. Böylece yapılarıyla, yazılarıyla meşruiyetini görünür olmaktan alan bir mimarlık çevresi ortama egemenliğini kurdu. Kapalı bir çevrede kendi idollerini yaratan, ama düşünsel arka planı son derece yoksul bir mimarlık, hiç kimsenin sorgulamaya yanaşmadığı, üreteniyle izleyeni neredeyse aynı kişilerden oluşan bir ortamı belirliyordu. Bu ortam içinde üretilen metinlere baktığımızda, ilk elde -okuma nesnesinin zayıflığını vurgularcasına- mimari yapıyı ele almaya kalkışmayan, yalnızca sosyolojik bir çerçeve çizmeye çalışan metinler görüyoruz. Buna bir de, yine nesneyi görmek istemeyen felsefi okuma çabasını ekleyebiliriz. İkinci bir yaklaşım ise, mimari nesneye bakmaya çalışan ama sonunda Umberto Eco'yu bile şaşırtacak "aşırı yorum" örneklerinde görülüyor. Mimari üretimin düşünsel zayıflığının her iki durumda da belirleyici olduğunu söylemek yanlış olmaz. Yayımlanan mimari seçkilerdeki örnekler ise ortamın yoksulluğunu daha da belirgin hale getiriyor. Küçük bir çevreye kapalı ve her yönüyle yoksul bu üretimin, kısır iktidar çekişmelerine, gruplaşmalara, sığ tartışmalara yol açması da kaçınılmaz bir sonuç olarak ortaya çıkıyor.

Peki bu görüntü, ilk başta söylediğim yapılanmış çevrenin sunduğu görüntüyle nerede birleşiyor? Bunu görmek için gelin Türkiye'den bir parça uzaklaşalım. Hollanda'nın Amsterdam kentinde, eski liman bölgesinin yerleşim alanına dönüştürülmesi sürecinde ortaya çıkan Borneo ve Sporenburg yarımadaları, sıradüzen mantığında yüzlerce konuttan oluşuyor.* Modernist dil bütünlüğüyle bugünün söz çoğulluğunu buluşturan bu doku hem çok sayıda öznenin (mimarın) varlığını gösteriyor, hem de anonim bir çevrenin o özneler aracılığıyla nasıl yapılandığını anlatıyor. Bu öznelerden hiçbiri starlık savında değil, ortalıkta mimarlık idolleri olarak da dolaşmıyor. Ne haklarında soyut felsefi metinler üretiliyor, ne de Hollanda'nın önde gelen mimarlık dergilerinde özel profiller düzenleniyor. Bir düşünsel üretimin nesnesi olan ise yapılanmış çevrenin bütünü. Ama mimarlık dünyasının bir de öne çıkan figürleri var. Dünya mimarlığında tekil bir üretimle kendini gösteren bu adlar ancak böylesi bir anonim zemin var olduğu için ortaya çıkabiliyor. Mimari üretimi düşünsel katkıya dönüştüren, üretimleri üzerine sayfalarca yazı yazılan auteur mimarlar anonim bağlamın bir parçası değil, ama anonim bağlamla paylaştıkları ortak bir zemin var ve mimari bilgiyi içselleştirmiş bir zemin bu.

İşte Türkiye'deki temel sorun -giderek resmi bütünlüklü kılan- bu ortak zeminin yokluğu. Bu yüzden sınırlı mimarlık ortamı "gibi yapmak" üzerine kurulu. "Star gibi" mimarlar, "felsefe gibi" metinler ve kaçınılmaz olarak "mimarlık okulu gibi" okullar. Kısacası bir yanılsama dünyası...

* Bu konut yerleşimi için bkz. Hakkı Yırtıcı, "4x9x15: Borneo ve Sporenburg Yerleşimleri", XXI, Nisan 2004, s.46-48.

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz