reklam

Sorular & Cevaplar
Diyalog 2002 - II > Aykut Köksal

Tarih: 10 Aralık 2002
Yer: Arkitera Forum 

CEM ILHAN  

bazı temel meseleler...

doğrudan sorulara giriyorum. 3 soru etrafında gelistirilebilecek bir argüman olabilir bu. tesekkürler.

1. Mimarlar için mi yoksa içinde yaşayacak insanlar için mi tasarlamalıyız? Cevap genellikle “tabii ki insanlar için” olmakla birlikte icraat pek öyle değil gibi. Sizce, tasarımcısı orada olmadığı/ bulunmadığı halde “bunu ben yarattım” düşüncesini telkin eden bir mimarlığın reddedilmesi gerekmez mi?

2. Cansever modern çağın kendi fetişizmlerinin bile bilincinde olmayan trajik bir bilinçsizlik çağı olduğunu söylüyor. İnsanın görevi çağın temel yanılgılarına karşı çıkmaksa eğer, mimarlığın bunlara karşı bir direnme eylemi olması gerekmez mi? Yanılgıları biraz açarsak:

· insanın bilincini, seçme ve karar verme hak ve yeteneklerini sınırlayan bir ortamın oluşması
· teknolojiye giderek daha çok yaslanma
· ekonomik çıkarlara öncelik verme
· insanı küçülten, ezen ve kısıtlayan biçimlerle, dev büyüklüklerle doldurulmaya çalışılan insanlık aşan bir dünyanın yaratılması
Mimarın mesleğini icra etmek için didindiği böyle bir dönemde, esas misyonunun bu duruma karşı çıkmak ve bilinçli bir şekilde dünyayı güzelleştirmek olması gerektiğine inanıyorum. Ne dersiniz?

3. Son olarak Peter Handke diyor ki; “güzellik doğal olan şeylerde yatar, mesaj ve işaretlerin kendinde değil.” Bu sözü bir mimarlık ürünü ile ilişkilendirirsek neler söylerdiniz?

Aykut Köksal  

Sevgili Cem İlhan,

“Bunu ben yarattım” düşüncesini telkin eden yani özneyi işaret etme üzerine kurulu bir mimarlık üretimi ne yazık ki mimarlık eğitiminden mimarlık medyasına dek mesleki bağlamın tam göbeğinde yer alıyor. Belki tüm soruları yanıtlamaya hazırlanmadan önce “mimarlık”ın bir “tasarım disiplini” olduğunu bir kez daha anımsamada yarar var. Tüm tasarım disiplinleri sözünü belirli bir soruya yanıt arama üzerine oturtur. Sözünü ettiğiniz yaklaşım ise mimarın kendi tekil sözünün (ki bu söz önce tasarımcının kendisini gösterir) yanıtın yerine geçmesi demektir. Bu durum bir yandan mimarlık eğitiminin yalnızca “auteur” mimar yetiştirmeye odaklanmış deformasyonunda öne çıkıyor, bir yandan da mimarlık medyasının “kendini gösterme”, “görünür olma” üzerinden bir meşruiyet alanı yaratmasında beliriyor. Hele Türkiye’de olduğu gibi düşünsel arka planı bu denli yoksul bir mimarlık bağlamı “görünürlük” üzerinden var olmanın koşullarını hazırlayan uygun bir zemin oluşturuyor. Bu sapmanın başka bir nedeni de mimari bilgi üretiminin asıl dolaşım alanı olması gereken “anonim” bağlamın da mimarlığı tümüyle dışarda bırakması. Sonuçta mimarlık doğruluğu kendinden menkul dar bir etkinlik alanının, ister istemez temelden yoksun gösteri alanına dönüşüyor. Tabii bu durumda ithal kavramlarla yürütülen “sözde-felsefi” etkinlikler de bir yanılsama dünyası yaratmaktan öteye gidemiyor.

Mimari bilginin gündelik olana eklemlenmesi yani modernleşme, çevrenin biçimlenmesinde mimarın yerini kazanmasını getirir. Burada bir “misyon”dan çok “rol”den söz etmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Mimar ister istemez ancak o rolün tanımladığı etkinlik sınırları içinde var olabilir. Ne var ki bu, mimarın çağıyla hesaplaşmasına, anlam sorunlarına odaklanmasına da engel değil. Kendisinden alıntı yaptığınız Turgut Cansever belki de bu bağlamda en doğru örneği oluşturuyor.

“Güzellik” yazılarımda ya da konuşmalarımda çok fazla kullanmadığım bir sözcük. Anlam üzerine odaklanmış doğru bir yanıtın taşıdığı estetik gerçeklik beni daha fazla ilgilendiriyor.

 


kerem 

Aykut Bey,

Sizden ricam "auteur" mimar kavramını biraz daha açmanız. Diyaloğu takip eden genç arkadaşların ya da kelimenin fransızca karşılığını bilmeyen diğer katılımcıların bunu net bir biçimde anlamasında derin fayda olduğunu düşünüyorum.
"Eğitim yuvalarının" tüm çabalarına rağmen, Türkiye'de gerçek anlamda "auteur" mimar yetiştiğini, var olduğunu düşünüyor musunuz?
Mimarlık eğitiminin"auteur" mimar yetiştirmeye yönelik eğilimi neden kaynaklanmaktadır? Eğitimin hangi safhalarında yapılacak tadilatlarla durum düzetilebilr?

Aykut Köksal

“Auteur” nitelemesi özellikle sinema bağlamında sıkça kullanıldığı için özel bir tanım yapmadım, ama “yaratıcılık” edimini öne çıkarma durumunu, anonim olanın dışına çıkma isteğini aktarmak için kullandığımı söyleyeyim. Hiç kuşkusuz “auteur” mimarların üretimi çağdaş mimarlık tarihinin önemli bir bölümünü oluşturur, ne var ki bu üretimin anlamı, öncelikle, mimarlığın bilgi alanına yeni katkılar taşıdığında ortaya çıkar. Mimarlık mesleğini öğrenme amacıyla mimarlık okullarına gelmiş öğrencilere “auteur” mimarları “rol modeli” olarak önermek, hem mesleğin genel uygulama alanıyla çelişecektir, hem de yeni mezun mimarın, yapı üretimindeki endüstrileşmenin giderek dayattığı (dayatacağı) anonim bilgi bağlamının dışında kalmasına yol açacaktır. Tam da bu noktada şu soruyu gündeme getirmenin önemli olduğunu sanıyorum: Türkiye’deki yapı üretiminin mimarlık bilgisini dışarda bırakması yalnızca bir talep eksikliğini mi, yoksa mimarın sunduğu bilginin niteliğini sorgulamak gerektiğini mi gösterir?

Türkiye’de gerçek anlamda “auteur” mimar yetişip yetişmediğini soruyorsunuz. Dünya mimarlığının geçen yüzyıldaki serüvenine önemli katkılar yapmış, üretimleri bu büyük öykünün olmazsa olmaz parçası olmuş mimarlardan söz edemediğimize göre bu sorunun yanıtı açık değil mi?

Bu bağlamda öncelikle eğitim programlarını yeniden ele almak gerektiği ortada. Bir “kültür merkezi” tasarlamadan mezun olan öğrenci sayısı, sanırım yok denecek kadar azdır. Ama bir kültür merkezi tasarlanması talebiyle karşı karşıya gelen mimar sayısının da yok denecek düzeyde olduğu kesin. Burada önemli olanın projenin programı değil, öğrencinin soruya yanıt oluşturma süreci olduğu ileri sürülebilir. Ama yine tam bu noktada, hangi kültür merkezi projesinde, öğrencinin çağdaş dinleti mekanının ya da çağdaş tiyatral mekanın anlam sorunlarını araştırmaya yöneltildiğini sormak gerekir... Dilerseniz eğitim üzerine daha fazla konuşmak için gelecek hafta gerçekleşecek “platform” toplantısını bekleyelim.

 


blur 

gülşen adlı kullanıcının gönderdiği mesaj

Merhabalar,

Çok geniş bir yelpazeye yayılan yazılarınızı keyifle okudum. Siteden
izlenilen bazı mimari uygulamalarınızdaki tasarım anlayışınızdan yola
çıkarak ve yine bazı yazılarınızdaki düşüncelerinize de gönderme yaparak
size bir soru yöneltmek istiyorum.

Doğanbey'deki mimari uygulamalarınızdaki tasarım anlayışınız, bizlere
"korumacılık" konusunda önemli mesajlar iletiyor. Yazılarınızdan geleneksel
üretim koşullarında ortaya çıkmış yapılı bir çevrenin kendisine, "doğal dil
çağı" nın bir kuruluşu olarak bakılması gerektiğini anlıyoruz. Yine doğal
dilin iki belirleyici strüktürel özelliğinin "birey ötesi ve bilinç dışı"
olduğunu ve bu özelliklerin doğal olarak mimarlık ve sanat üretiminde de
görüldüğünü belirtiyorsunuz. Doğal dilin normlar dizgesi içinde gerçekleşen
anonim üretimin, estetik gerçekliği kendiliğinden var ettiğine ilişkin
görüşünüzü de birçok geleneksel çevreden izleyebiliyoruz.

Doğanbey' deki mimari yaklaşımınıza bu verilerle geri döndüğümüzde; mimari
ölçekte gerçekleştirilmiş tekil uygulamalar olsa da, genelde bu türde
özellikli kentsel/kırsal mekanların korunmasında bize önemli ipuçları
veriyor. Birim ögenin bütünü oluşturan dizge içinde yer aldığını bilerek
anonimleşmesi, mimarın geri çekilerek tasarlaması tavrını getiriyor ve bu
durumda mimar, geleneksel dilin vokabülerini kullanan bir tasarım sürecine
giderek bu sade ve yalın yaklaşımın altındaki anlam dünyasını bize açıyor.

Bu çözümlemenin ardından bir adım daha ileriye giderek başka bir bağlam için
sorumu soruyorum. Doğanbey' den çok farklı olarak, değişik kültürel
katmanlardan oluşan kaotik bir kentte, o kentin mekansal örgütlenme
mantığını anlamış olduğumuzu da varsayarsak, bir öncekine kıyasla mimarın
koruma anlayışının nasıl olması gerektiğini düşünüyorsunuz? Mimar sürecin
tekil ve bağımsız bir parçası mıdır?

Vereceğiniz yanıt için şimdiden teşekkürler.

Aykut Köksal

Doğanbey’deki evlere ilişkin çözümlemelerinize katılıyorum, bu titiz okuma için de teşekkür ederim. Ne var ki bu evlerdeki yaklaşımı (R Evi bir restorasyon olduğuna göre K ve T evlerinden söz ediyorum) korumacılık bağlamında örnek çalışmalar olarak ele almamak gerek. Doğanbey köyü son derece özel bir bağlam oluşturuyor. Cumhuriyet döneminde bir süre iskan edildikten sonra terkedilmiş eski bir Rum köyü. Evlerin büyük bir bölümü harabeye dönüşmüş, aralarında K ve T evlerinin yerlerindeki eski evlerin de bulunduğu bir bölümünün ise yapı izleri bile kalmamış. Anıtlar Kurulu’nun getirdiği kısıtlamaları bir yana koysak bile, bu “özel” bağlamda ne yapılabilir sorusunun olası yanıtlarından biri, sizin de belirttiğiniz gibi, mimarın tamamen geri çekilerek sözü geleneksel teknolojiye ve geleneksel sözlüğe bırakması, anonim olana gelenek üzerinden eklemlenmesi, başka bir deyişle bağlama bütünüyle teslim olmasıydı. Ancak bu yaklaşımı genel bir doğru olarak kabul etmek son derece yanlış olur. Hele sözünü ettiğiniz kentsel bağlam içinde, tarihsel olanın anakronik yeniden üretimi korumacılığı bir dekor üretimine dönüştürecektir. Tarihten devraldığı belleği bugüne taşımış ama modernleşmenin dönüşümlerini de yaşamış (yaşayan) bir kentteki korumacılık konusuyla, geleneksel dünyadan bugüne neredeyse hiç değişmeden gelmiş bir köyün korunması çok temel farklılıklar taşıyor. Tarihsel kentte korumacılığın (hele İstanbul gibi bir bağlamda) ancak anlam üzerinden, belleğin görünmeyen katmanları üzerinden varolabileceğini düşünüyorum. İhsan Bilgin’in Yalman Evi projesi üzerine yazdığım(Arkitera sayfalarında da bulabileceğiniz) Yeni Bir Koruma Söylemine Giriş başlıklı yazıda bu sorunun tartışmasını okuyabilirsiniz. Kentsel Koruma Bağlamı ve Yitik Kentin Peşinde başlıklı yazılar da aynı konuyu işliyor.


Zeynep  

Aykut Bey,

öncelikle çalışmalarınızı bizimle paylaştığınız için teşekkür etmek istiyorum.

Yazılarınızın çok sıkı bir takipçisi olmasamda, bugüne kadar pek çoğunu büyük bir beğeniyle okudum, sergi küratörlüklerinizi de yakından izlemiştim. Ancak mimarlık çalışmalarınızı (tiyatral mekan düzenlemesini de buna dahil edebileceğimi düşünerek) izlemek çok ilginç. Düşünerek, konuşarak ya da eleştirerek Türkiye'de belkide kendi alanında sürekli ipi göğüsleyen birinin ürettiği işlerin taşıdığı doymuş sadeliği, birikimler sonucu yorumlanmış basitliğin yakalandığı çalışmalarınız için elinize sağlık diyorum ve kısa bir soru soruyorum:

Aykut Köksal'ın hayatında hangi taraf ağır basıyor?

sanat - mimarlık
mimari kuram - mimari uygulama
mimari bir ürünü eleştirmek - mimari bir ürün yaratmak


Not: Yıllar önce gezdiğim ve çok etkilendiğim sualtı müzesi cam salonunun tasarımının, Teşvikiye'de önünden her geçişimde, durup baktığım Villa Belkıs'ın yenilemesinin, sizin tarafınızdan yapıldığını öğrenmek gerçekten çok şaşırtıcı oldu.

Aykut Köksal

Değerlendirmeleriniz için teşekkür ediyorum. Hayatımda hangi tarafın ağır bastığını soruyorsunuz. Mimarlık, sanat ve müzik üzerine yürütmeye çalıştığım düşünsel üretimin daha büyük bir ağırlık taşıdığını söylemek sanırım yanlış olmaz. Dışardan taşınmış kavramlarla düşünmek yerine kendi kavramlarımı üretmeye önem verdiğimi söyleyebilirim. Bu düşünsel üretimin uygulamalara yansıması ise ancak buna olanak tanıyan bir zemin yakalandığında mümkün oluyor. Aradan 25 yıla yakın bir süre geçmiş olmasına karşın tiyatral mekan çalışmalarının tam da bu noktada anlam taşıdığını düşünüyorum. Bu çalışmaların dayandıkları düşünsel arka planla hala güncelliğini koruyan sözler taşıdığı söylenebilir belki. Küratörlük çalışmaları da yine düşünsel üretimin somutlaşma alanları olarak görülebilir.

Mimari çalışmalarda ise ana kavramın belirleyiciliğini önemli buluyorum. Sözünü ettiğiniz yalınlık da bunun sonuca yansıması olarak değerlendirilebilir. Cam Salonu’ndaki sergileyen/sergilenen, aydınlatan/aydınlatılan ilişkisinin çözümü, Villa Belkıs’ta koruma/yenileme karşıtlığının çözüme yansıtılması da yine bu çerçevede okunabilir.

 


inci şahin

dialog

Projelerinizde “güzellik”–önceki soru/cevabın devamı olarak– hakikatin sınırlarını biçimleyen ve anlamı tamlayan bir anlayış olarak kendini ortaya koyuyor. Bu ayrıca tasarımın ana fikrini gözden kaçırmayan ve –sizinde belirttiğiniz gibi- mimarın iddialı kimlik vurgusuna direnen pür bir tavır.

Bu tavır Bodrum müzesinde, sergilemeye dayalı mükemmelliğin arayışı içinde mekansal kimliğin ayrıntılandırılmış tasarımla kazandırıldığı proje konseptinde, mekanı ölü objelerin değil sunuluş tarzlarıyla tamamen kendine gönderme yapan nesnelerin varoluş alanına dönüştürmüştür. Söke Doğanbey’deki evler ise mimarın kendini geri çekişinin kabulünün başka örnekleri niteliğindedir.

Kendini en sade cümlelerle anlatabilmeyi hedefleyen tüm bu ürünler çerçevesinde mimarın konumu gereği sadece rol sahibi bir aktör olmadığını ve öteki tasarım kabullerine karşı ister istemez bir misyon yüklendiği söylenebilir.

Acaba mimarın bu misyonu süreç değil ama sonuçta ki geri çekilişiyle, modern zamanların insanlara kazandırdığı kanıksamaya karşı kendini hemen tüketmeyecek projelerin bedeli olarak görülebilir mi?

Aykut Köksal

Sevgili İnci,

Modern sonrası dünyada büyük bir işaret kirlenmesinin tam ortasında yaşıyoruz. Benim “denetimsiz çoğulluk” diye adlandırdığım bu ortamda kendini özelleştirmeye çalışan, özerk bir statü talebiyle ortaya çıkan her ürün kısa süre içinde bu kaotik bütünün ayrıştırılamaz öğesine dönüşüyor. İşte bu bağlam içinde mimarın konumunu, üretimini tartışmak gerekiyor. Kendi kişisel sözünün buyurganlığına teslim olmuş, dahası bu buyurganlığı bir öneri olarak bize sunan mimarın üretimi, kaçınılmaz bir zorunlulukla, hem kısa sürede tüketilip yok ediliyor, hem de çevredeki enformasyon kirliliğini artırıyor. İşte sözünü anonim bağlamın içine çekilerek söylemek bu yüzden önem taşıyor. Somut bir örnek vermek istiyorum: Şevki Pekin’in Moda’da inşa edilmiş bir apartman projesi var (Arkitera sayfalarında görebilirsin bu projeyi). İstanbul’un anonim apartman tipolojisini yadsımayan ama bu tipolojinin içinden son derece duru bir sözü aktaran bir yapı bu. Ama ne yazık ki bugünün mimarlık ortamı bize bu ve benzeri ürünleri göstermekten alabildiğine uzak.

 


rennie 

Aykut Bey merhaba,

Türkiye'nin modernleşme projesindeki kırılma noktalarından ve mimarlığın bu kırılma noktalarındaki pozisyonlarını incelediğimizde esas sorunun şimdi ortaya çıktığını sanıyorum. (dünkü radyo programımızda az çok bu konuya değindik, dinleyemenler olabilir diye yine sormak istedim) 1930'larda 1950'lerde ve 1980'lerde Türk mimarlığını yönlendirilen az çok sınırları belli olan, tanımlı uluslararası kabul görmüş yaklaşımlar varken (modernism, enternasyonel mimarlık, postmodernism, dekonstruktivizm gibi) şimdi "ithal" edilebilecek bir paketin varlığından söz etmek çok zor. Bu durum mimarlarımızın kendi söylemlerini geliştirebilmeleri için bir avantaj belki ama eğitim sistemi, mimarlık fakülteleri buna ne kadar hazır sizce? Gelecek 10-20 yıl içindeki mimari tavırlar gerek Türkiye'de gerekse uluslararası ortamda sizce nasıl belirlenecek?

teşekkürler

Aykut Köksal

Önümüzdeki yıllarda Türkiye’yi (özellikle de büyük kentleri) hangi mimari çevrenin beklediğini görmek için Uzak Doğu’nun ve Latin Amerika’nın metropollerine bakmak gerek. Marc Augé’nin terminolojisiyle konuşursak, Türkiye’nin de bu coğrafyalarda olduğu gibi “yer-olmayan” (non-lieu) mekanlara teslim olacağını görmek zor değil. İster formel çevreden isterse de informel çevreden söz edelim, mimarın “belirleyici aktör” olarak iyice ortadan kaybolduğu, kaybolacağı bir geleceğe hazırlıklı olmak gerekiyor. Bu durumda eğer bir mesleki etkinlik gerçekleştiren özne olarak mimarın varlığından söz edeceksek, onun yeni rol dağılımındaki yerini de tartışmak gerekiyor. Tabii, sizin de belirttiğiniz gibi, bu temel sorun mimarlık eğitiminin de yeniden yapılandırılmasını gündeme getiriyor. Yukardaki “auteur” mimar tartışmalarını da bu bağlamda yeniden okuyabiliriz.

 


FLuXuS

5.6. Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır. L. Wittgenstein

...sizce, türkiye mimarlığında "modernlik"
bir "style-challenge" tan ibaret olabilir mi?

Aykut Köksal

5.4541 Mantıksal sorunların çözümleri yalın olmalıdır, çünkü bunlar yalınlığın ölçütünü koyarlar.

L. Wittgenstein

 


blur

Merhaba Aykut Bey,

Yazılarınızı okudukça "evet sahiden de böyle" diyorum kendi kendime. Ayrıca genel olarak kolay algılanabilir ve sürekli okunabilir bir diliniz var.

Özellikle mimarlıkla ilgili olan yazılarınızı daha geniş mecralarda mimarlık lehine kullanaz mısınız? Örneğin bir günlük gazetede köşe yazıları yazarak ???


Mimarlar Odası hakkındaki düşüncelerinizi öğrenmek isterim.


Yakın gelecekte Dünyaca tanınmış (popüler) bir Türk mimar çıkarabileceğimizi düşünüyor musunuz? Bu iş (Dünyaca tanınmak) mimari medyanın elinde olan bir şey midir?
Son olarak, 20.yy'dan Dünyaca tanınmış Türk mimarı dendiğinde akla gelen, nerdeyse tek isim (Yabancı medyanın görüşünü biraz olsun algılamak için: Greatbuildings.com sitesinde yer alan Türkiye'den tek 20.yy binası S.H.Eldem'e ait SSK Binası dır.) Sedat Hakkı Eldem. Siz ise Türkiye Mimarlığında Modernleşme ve Ulusalcılık başlıklı yazınızda şöyle diyorsunuz:

quote:
...
Sonuç olarak Türkiye mimarlığının modernleşme serüveninde önemli bir yer tutan Yeni-Osmanlı Mimarlığı'nın ulusalcı bir hareket olarak tanımlanamayacağını, geçen yüzyılın tek ulusalcı hareketi olan Cumhuriyet ulusalcılığının ise modernleşme sürecinde büyük bir gecikmeye neden olduğunu söyleyebiliriz. Bu gecikmenin, Türkiye mimarlığının Modernizmle de üretken (yani hesaplaşan ve kendini yeniden üreten) bir ilişkiye engel olmuş olduğu açıktır. Mimarlığın bugün Türkiye'de yaşadığı ağır bunalımın nedenlerinin başında da bu gecikmenin yer aldığını söylemek her halde çok yanlış olmayacaktır.
Bu konuda belki bir çelişki yok ama insanın aklı karışmıyor da değil!

Cevaplarınız için şimdiden çok teşekkürler.

Aykut Köksal

Popüler kültür bağlamını kucaklamayacak yazıların bugünkü Türkiye medyasının ilgi alanına girebileceğini sanmıyorum. 1978-1979’da, Dünya gazetesinde “Defter” başlığı altında süreli yazılar yazıyordum. O yazılardan birkaçı “Zorunlu Çoğulluk” toplamına da girdi. Bugün o yazıların bir günlük gazetede yer bulabileceğini düşünmek güç.

Mimarlar Odası’nı meslek alanının yarı-resmi örgütü olarak görüyorum. Doğrusu bu kuruma işlevini aşacak misyonlar yüklemeyi de doğru bulmuyorum.

Tanınmışlık eğer mimarlığa yapılmış bir katkının sonucuysa anlamlı. Mimarlık medyası ancak bu katkıyı gündeme taşıyorsa etkin bir rol oynayabilir.

Sedad Hakkı Eldem’in Cumhuriyet mimarlığının en önemli figürü olduğunu düşünüyorum. Ama bu durum “katkı”nın önemini göstermiyor. Hep öne çıkartılan SSK binası, sözünü ettiğiniz yazımda da belirttiğim gibi, bence Sedad Hakkı’nın başarılı ürünleri arasında yer almıyor. Aslında pek fazla kimsenin dikkatini çekmemiş ürünleri, özellikle de Türkiye’de 1950’ler modernizminin en ilginç yapıları arasında yer alan ve Neutra etkisi taşıyan çalışmaları (Florya tesisleri...vs) ya da Akbank Genel Müdürlüğü daha önemli görünüyor.

 


EKREM

Yazılarınızın piyasayı etkilediğini düşünüyormusunuz? Piyasa mimarlığı Aykut Köksal'dan anlar mı?

Saygılarımla

Aykut Köksal

Sanırım “piyasa mimarlığı” deyişiyle yapılanmış çevrenin yalnızca formel öznelere sahip mimarlığından söz ediyorsunuz. Her halde, bu anonim bilgi üretiminin (ontolojik bir zorunlulukla) her türden düşünsel üretimden etikilenmeye kapalı olduğunu söyleyebiliriz.

 


ihsant

selam,
binalarınızın hepsi titizlikle çalışılmış görünüyor.
acaba önümüzdeki günlerde daha modern yada arkadaşların yazdığı gibi geri çekilen değil çekilmeyen iddialı bir binanızıda görebilecek miyiz?

Aykut Köksal

Arkasında güçlü bir düşünce taşıyorsa, geri çekilme durumu da bir "iddia" sayılmaz mı?

 


boğaçhan 

quote:
Orjinal mesajı gönderen: Aykut Köksal


...Bu sapmanın başka bir nedeni de mimari bilgi üretiminin asıl dolaşım alanı olması gereken “anonim” bağlamın da mimarlığı tümüyle dışarda bırakması. Sonuçta mimarlık doğruluğu kendinden menkul dar bir etkinlik alanının, ister istemez temelden yoksun gösteri alanına dönüşüyor. Tabii bu durumda ithal kavramlarla yürütülen “sözde-felsefi” etkinlikler de bir yanılsama dünyası yaratmaktan öteye gidemiyor.

Mimari bilginin gündelik olana eklemlenmesi yani modernleşme, çevrenin biçimlenmesinde mimarın yerini kazanmasını getirir.

...



Merhaba,

Sizin anlatım kurgusunuzdan referans alarak, bir konuyu biraz daha açmaya vesile olmak istiyorum.

Mimarlığın ve mimarın, çoğunlukla yapı üretim pratiği tarafından dışarıda bırakılması eğilimi saptama olarak üzerinde çok konuşulan ancak bir türlü bağlamına oturtulamayan bir konu olduğunu düşünüyorum.

Konuya bu açıdan bakınca mimarlık ve mimar, sanki birileri ya da birşey aracılığı ile bu sürece eklemlenecekmiş ya da ihtiyaç duyulduğunda devreye girecekmiş gibi duruyor.

Kişisel düşüncem, mimari bilginin gündelik olanın iç konvansiyonları içinden üretildiğinde ve yapı pratiği üzerinden dönüştürüldüğünde eklemlenmesi gereken bir olgu olmaktan çıkacağı yönünde. Bu nedenle mimarın yerini kazanması ve bir rol edinmesinin dışsal mekanizmalar aracılığı ile değil, kendinin hangi role soyunmayı hazırladığı ve hedeflediği ile direk bağlantılı olduğunu düşünüyorum.

Gündelik olanın temel meselelerinin yeterince kavrayan bir tasarımcının bunu mimarlığın bilgisi üzerinden ve bağlam olarak da yapı pratiği mekanizmaları ' içinden' bunu dönüştürebileceği inancındayım.

Konuya bu açıdan bakmanın konuyu mimarlığın bilgisi üzerinden
tartışmaya olanak sağlayabileceğini düşünüyorum.

saygılar.

Aykut Köksal

Söylediklerinize esasta tümüyle katılıyorum. Ayrıca konuya önemli bir açılım da getirdiğinizi düşünüyorum. Belki şu küçük eklemeyi yapmak anlamlı olabilir: Sonuçta üretilen bilginin niteliğine ilişkin bir dönüşüm söz konusuysa, bunun eğitimde de karşılığını bulması gerekir. Ama şunu da unutmamak koşuluyla: Ne pratik üzerinden gerçekleşebilecek dönüşüm süreçleri, ne de eğitimin buna gerekli bilgi altyapısını hazırlaması, mimari bilginin gündelik pratiğe eklemlenmesini sağlayacak dinamikleri oluşturmaz. Burada yeniden toplumsal dönüşüm süreçlerine bakmak gerekiyor.

boğaçhan

quote:
Orjinal mesajı gönderen: cube
Anonim Mimarlığın arzulanan kaliteye kavuşması için bunu arzulayacak talebin de doğması gerekmiyor mu? Böyle baktığımızda ortamın, müşterilerin de bu kaliteyi istemesi için mimarların beklemekten başka yapabileceği fazla birşey yok sanırım? Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?


Bu sorunun foruma yönelik olabileceği düşüncesiyle bu konudaki fikrimi belirtmek istiyorum.

Talebin doğması, bu talebi doğuracak ihtiyacın doğması ile mümkün. Bu talebin niteliği de ancak benzer olanlarla farkın değerlendirilebilmesi ile mümkün. Buradan hareketle bu farkı yaratacak ve kendisine talebi doğuracak kişi de mimarın kendisi olmuyor mu ?
Kanımca bu bizim problemimiz ve bizim çözüm bulmamız gerekiyor.

saygılar.

cube

Anonim Mimarlığın arzulanan kaliteye kavuşması için bunu arzulayacak talebin de doğması gerekmiyor mu? Böyle baktığımızda ortamın, müşterilerin de bu kaliteyi istemesi için mimarların beklemekten başka yapabileceği fazla birşey yok sanırım? Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Aykut Köksal

cube ve boğaçhan

Talebin ortaya çıkmasında, mimarın kendi ürettiği bilgiyle hesaplaşmaya girmesi tabii ki önemli. Yukardaki tüm konuşmalar da bu çerçevede değerlendirilebilir. Ne var ki "mimar" talep oluşturucu dinamikleri belirleyen aktörler arasında en önde yer almıyor.

 


merteyiler 

Question

mimar, öğretim görevlisi, küratör,reklamcı, sanat eleştirmeni
+, -
5kimlik

sayfa da yayınlanan işlerden hepsinde var olmaya çalıştıgınızı anlıyorum...

1-yazılarınız, dersleriniz, sergileriniz ya da reklamlarınız da en çok hangisini kullanıyorsunuz?

2-başka başka bilgiler, için çalışıyor olmak?
bu kalabalıgın arasından nasıl çıkıyorsunuz? çıkabiliyormusunuz?

---------------------------------------------------------------------------------
1985’te üniversiteden ayrıldı ve halen yönetmekte olduğu ATT reklam ajansını kurdu.
---------------------------------------------------------------------------------

3-HEM markaların arasında yer almak, HEM DE yapıların arasında yer almak nasıl birşey?

4-att'nin açılımı nedir?

5---------------------------------------------------------------------------------
5.4541 Mantıksal sorunların çözümleri yalın olmalıdır, çünkü bunlar yalınlığın ölçütünü koyarlar - L. Wittgenstein
---------------------------------------------------------------------------------
???

Aykut Köksal

Sorularınızdan anlayabildiklerimin yanıtları şöyle:

Tek bir kimliğim ama farklı etkinlik alanlarım var. Bu etkinlik alanlarıyla "başa çıkıp çıkmadığıma" karar vermek için doğrudan üretimin kendisine bakmak gerekir. Arkitera sayfalarında bu çerçevede epey veri bulabilirsiniz. ATT'nin anlamlı bir açılımı yok.

merteyiler

aykut köksal / Sorularınızdan anlayabildiklerimin yanıtları şöyle:

Tek bir kimliğim ama farklı etkinlik alanlarım var. Bu etkinlik alanlarıyla "başa çıkıp çıkmadığıma" karar vermek için doğrudan üretimin kendisine bakmak gerekir. Arkitera sayfalarında bu çerçevede epey veri bulabilirsiniz. ATT'nin anlamlı bir açılımı yok.



peki


5.4541 Mantıksal sorunların çözümleri yalın olmalıdır, çünkü bunlar yalınlığın ölçütünü koyarlar - L. Wittgenstein

 


uçurtma

Mimarlık dergilerine baktığımızda dosya konularının ve diğer ana konu başlıklarının 'gün'ün durum ve koşullarından bağımsız,neredeyse el yordamıyla seçildiğini hissediyorum. Dergilerin ve eleştirmenlerin, mimarlık gündeminin oluşumunda bu kadar etkili araçları doğru kullandığını düşünüyor musunuz? Dergiler gündemi yaratmak ve yönlendirmek adına gerekli olan tartışma ortamını oluşturmakta yeterli olabiliyor mu?

Aykut Köksal

Türkiye’de her ay yayınlanan bir mimarlık dergisinin, her sayısını nitelikli ve özgün malzemeyle doldurmasını, istense bile mümkün görmüyorum. Bu dergilerden herhangi birinin editörüne sorarsanız her sayıyı hangi zorluklara karşın çıkardığını öğrenebilirsiniz. Önde gelen dergilerden birinin editörünün, öğretim üyelerinden gelen yazıları bile redaksiyondan geçirdiğini, kimi kez yeniden yazmaya varan değişiklikler yapmak zorunda kaldığını biliyorum. Ama bunları bilmeme karşın, bu dergilerden birinin yeni çıkan bir sayısına göz attığımda çoğu kez ben de sizinkine benzer tepkiler veriyorum.

Dergilerin verimli bir tartışma ortamı yaratamadığı da doğru bir saptama, ama bu tartışma ortamını yaratma işlevini daha güncel bir medyanın (yani şu an içinde bulunduğumuz ve yazıştığımız iletişim ortamının) devraldığı da açık. Gündem yaratmada ise bu dergilerin (sınırlı bir etki alanına sahip olmalarına karşın) “başarılı” oldukları bile söylenebilir. Ama bu kez de gündemin, mimarlık ortamının “görünmeyi” seçen aktörlerine hak edilmemiş bir meşruiyet alanı kazandırdığını da belirtmeliyim.


 

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz