reklam

Mimarlık ve Kent Yazılarından
Diyalog 2002 - II > Aykut Köksal

Tarih: 10 Aralık 2002
Yer: Arkitera Forum

 

Kentsel Koruma Bağlamı 
II. Kentsel Koruma,Yenileme ve Uygulamalar Kolokyumu
15 Nisan 1994 MSÜ-MF, İstanbul, 1995, ss.74-76

Kentsel koruma üzerine geliştirilecek bir söylemi oluşturmaya, bağlamın tanım sınırlarını belirleyerek başlanmalıdır. Ne var ki, bu da öncelikle kuramsal temelin tanımlanmasını zorunlu kılar. Kentsel koruma konusunda doğru politikalar üretmek ve doğru bir uygulama yöntemi geliştirebilmek için konunun kuramsal çerçevesini çizmek ve bu kuramsal düzlemden yola çıkarak, kentsel koruma bağlamının tanım sınırlarını belirlemek gerekir.

Kentsel koruma sorunsalının nesnesi tarihsel kent'tir. Ya da daha özgül bir tanımla tarım çağı kenti. Tarımsal üretim dönemi, tüm kültürel üretimin doğal dil çağı'nı oluşturur. İşte tarihsel kentin ya da tarım çağı kentinin temel ayırıcı niteliği de, bir doğal dil çağı gerçekliği olmasında yatar. Çünkü doğal dil çağındaki diğer tüm kuruluşlar gibi kent de bir yapı, bir 'structure' oluşturur. Başka bir deyişle, tarihsel kent doğal bir dilin tüm yapısal özelliklerini taşır: Toplumsal, birey-ötesi ve bilinç dışı bir oluşuma sahiptir. Kentsel yapının burada bizi ilgilendiren asıl önemli özelliği ise, öğeleri arasındaki ilişkiler düzeniyle tanımlanmış bir dizge (système) oluşturmasıdır.

Tarihsel kentin bir dizge olması, bu dizgeyi oluşturan bütün'ü kavramayı gerekli kılar. Kentsel yapının oluşturduğu bütün, Gestalt kuramının tanımladığı bütündür: Bu kurama göre, belirli bir bütünün içindeki parçayla ayrı bir bütünün içinde yer alan ya da tek başına var olan aynı parça ayrı şeylerdir. Başka bir deyişle kentsel yapı içerdiği öğelerin toplamından farklı bir gerçekliktir ve hiçbir biçimde öğelerin yığınına indirgenemez. Ya da Piaget'nin genel yapı tanımıyla dile getirirsek, bir yapının (konumuz özelinde tarihsel kentin) bileşimini belirleyen yasalar, o yapının öğelerinin teker teker bir araya gelmelerinden oluşan birikime indirgenemezler. Bu yüzden korunması amaçlanan tarihsel kentte, koruma nesnesi tek tek birim öğeler ya da öğeler yığını değil bütünsel yapının tanımladığı dizge olmalıdır.

Ne var ki bugüne dek kentsel korumada belirleyici ölçüt, çoğunlukla tek birim öğeye ya da öğeler toplamına ilişkin olmuştur. Çünkü bu bakış tarihsel kenti bir dizge olarak değil bir öğeler yığını olarak görmektedir. Öğelerin oluşturduğu bütünün nicel bir toplam olarak görülmesine verilebilecek örneklerden biri, öğelerin yerlerinin keyfi bir biçimde değiştirilmesidir. Nitekim İstanbul'un, 1957 imar hareketi sırasında kurtarıldığı var sayılan yapıtları arasında yeri değiştirilmiş çok sayıda türbe, sebil, çeşme, muvakkıthane vardır. Başka bir yere taşınarak yeniden inşa edilen bu yapıtlar arasında, Şirmerd Çavuş Türbesi, Olanlar Sebili, Eminönü Camisi Muvakkıthanesi, II. Hamid Çeşmesi, Koca Yusuf Paşa Sebili, Hekimoğlu Ali Paşa Çeşmesi, Silahdar Yahya Efendi Çeşmesi, Emin Ağa Sebili, Dolmabahçe Camisi Muvakkıthanesi, Sinan Paşa Çeşmesi ilk elde sayılabilecek olanlardır. Bugün bu yapılar yanlış bir tarihsel bağlam tanımlıyorlar ve kentsel dizge bağlamında korunduklarını söylemek son derece güçtür.

Bu noktada, bir adım daha ileri giderek bu dizgenin tanımladığı kentsel yapıya bakalım. Kentsel yapıya bir dizge olarak tanım kazandıran, öğeleri arasındaki ilişkiler düzeni ya da bağıntılar düzeni'dir. İşte tarihsel kentin içeriğini oluşturan mekânsal örgütlenme mantığı, öğeleri arasındaki bu ilişkiler düzeninde somutlaşır. Tarihsel kentin anlamlama (signification) düzlemi de mekânsal örgütlenme mantığının okunmasıyla açığa çıkacaktır. Tarihsel kentin kimliğini tanımlayan da yine dizgeyi oluşturan ilişkiler düzeni yani mekânsal örgütlenme mantığıdır. Anıtlar da ancak bu dizge içinde belirli bir anlamlama düzeyi oluştururlar. Dizgeden kopmuş, ilişkiler düzenini yitirmiş anıtın tüm anlamlama düzeyi ve kimlik vericiliği ortadan kalkar. İşte bu nedenle, kentsel koruma öncelikle tarihsel kentin mekânsal örgütlenme mantığının okunmasıyla ilgilenmelidir.

Kentsel koruma, öğeler arasındaki ilişkiler düzenini görmediğinde ve korumaya almadığında birim öğeyi koruması da olanaksızlaşır. Örneğin, bir kenti tanımlayan öğeler arasında deniz de yer alıyorsa, kent-deniz ilişkisi ve giderek birim öğe-deniz ilişkisi korunması gereken örgütlenme mantığının belirleyicisi konumundadır. Önündeki limanla bir bütün oluşturan Bukoleon Sarayı'nın, dolgu yolla denizden koparıldıktan sonra korunduğunu ileri sürmek olanaksızdır. Benzer durum dolgu alanlarla denizden koparılan tüm kentler için söz konusudur. Bugün İstanbul'da çevresi açılmış, "temizlenmiş" pek çok tarihsel anıtın kentle kurulu ilişkisi kopmuş durumdadır. Kentsel dizgeyle ilişkisi koparılan anıt tek başına bir anlamlama düzeyi oluşturamaz.

Kensel yapının içerdiği mekânsal örgütlenme mantığının okunması söz konusu olduğunda ise, karşımıza eşzamanlı ve artzamanlı olmak üzere iki ayrı okuma düzeyi çıkacaktır. Aslında yapı, yine Piaget'nin deyişiyle, bir dönüşümler dizgesidir. Bu dönüşümler kentsel yapıda farklı biçimlerde ortaya çıkabilir. Kentsel yapıyı oluşturan öğeleri göstergeler olarak tanımlayan Roland Barthes'ın da belirttiği gibi, gösterenler kalabilir ancak gösterilenler değişebilir. Örneğin, bir dönem kentte belirli bir işlev yüklenen öğe ya da öğeler kümesi kendini sürdürebilir ancak yüklendiği işlev değişebilir. Barthes'ın söylediğinin ötesinde bir dönüşüm de gerçekleşebilir: Gösterge (öğe) tümüyle değişime uğrayabilir. Yine örnek olarak, kentte belirli bir büyüme sınırını gösteren sur, bir sonraki evrede ortadan kalkarak yerini yeni büyüme evresinde yapı düzenleyicilik işlevi yüklenecek bir yola bırakabilir. Ne var ki her iki durumda da dönüşümler dizgeye bağlı dönüşümlerdir.

İşte gerek eşzamanlı gerekse de artzamanlı okumalar, kentsel koruma bağlamının tanım sınırlarını da belirleyecektir. Yine yukarıda verdiğimiz örneğe dönersek, kentsel koruma, bugün artık yol işlevi gören eski sur izini, tarihsel boyuttan yoksun İşlevselci bakışın, anlamı ulaşıma indirgeyen yaklaşımıyla göremez. Başka bir deyişle, kentsel dizgenin okumayla ortaya çıkacak anlam katmanları kentsel koruma bağlamının içinde yer alır.

Kentsel yapının eşzamanlı okuması, öğelerin eklemlenme (articulation), dizim (syntaxe) ve tipoloji çözümlemelerini içerir. Artzamanlı okuma ise dizgenin dönüşüm yasalarını ve büyüme biçimini (büyüme sınırlarının, büyüme engellerinin, büyüme eşiklerinin, büyüme aralıklarının saptanması) ele alır. Bu iki okuma düzlemi ancak birlikte kentsel yapıyı açıklar; eşzamanlı okuma olmadan artzamanlı okuma olamaz. Çünkü eşzamanlı ve artzamanlı gerçeklikler birlikte bir dizgesel bütün oluştururlar. Giderek, artzamanlı okuma, eşzamanlı okumanın ortaya çıkardığı verilerin anlamsal içeriklerini açığa kavuşturacaktır. Örneğin, kentte yapı kuruculuk, düzenleyicilik görevi yüklenen bir öğenin varlığı eşzamanlı okumayla ortaya çıkacak, ancak bu öğenin kentin değişme sürecinde hangi anlamsal yükü taşıdığı artzamanlı okumayla belirlenecektir.

Kentsel tarihe ya da kentin tarihsel topografyasına ilişkin çalışmalar artzamanlı okumaların ayrılmaz parçalarıdır. Aldo Rossi'nin kentin belleği olarak adlandırdığı anlam bütünü açığa çıkarılmadan kentsel koruma çalışması yapmaya olanak yoktur. Ne var ki, Anadolu kentlerini bir yana bırakalım, İstanbul'a ilişkin tarihsel topografya çalışmaları bile, neredeyse, yüzyıl başında kaldığı noktada beklemektedir.İstanbul'un Bizans çağı bölge sınırlarının çizilmesinden limanlarının, ana portikli yollarının saptanmasına, giderek büyüme evrelerinin belirlenmesine dek pek çok konu belirsizlik taşımayı sürdürmektedir. Bu veriler elde olmadıkça, korumacı da mevcut öğelerin envanterini çıkarıp korumaya çabalamadan öte gidemeyecektir.

Kentsel yapının mekânsal örgütlenme mantığının okunması, kentsel korumacıya, görünen tarihsel öğeler birikiminden farklı bir gerçeklik düzlemi sunar. Örneğin, Konya'da, Bizans dönemi kent sınırlarını ve sur çizgisini belirleyen tek bir arkeolojik kalıntı bile olmamasına karşın, kentsel yapı, surun izini hâlâ belirgin biçimde sürdürmektedir. Rossi, benzer bir duruma örnek olarak, Lucca kentinin bugün artık mevcut olmayan amfitiyatrosunun yaşayan izini gösterir. Her iki durumda da, var olan doku üzerinde artık tek bir tarihsel yapıt olmasa bile kentsel korumanın temel bir koruma nesnesi var olacaktır, bu da kentsel yapının kendisidir.

İşte bu saptama, kentsel koruma ile yeni yapılaşma ilişkisini gündeme getiriyor. Korumayı yalnızca mevcut tarihsel öğelerin yarına ulaştırılması olarak gören anlayış, bu toplamın arasına girecek her türden yeni yapılaşmayı da a priori olarak yadsıyor. Ne var ki korunması amaçlanan, müzeografik bir korumanın nesnesi olan ölü bir kent olmadığına göre, daha başlangıçta olanaksız bir hedefin peşine düşülmüş oluyor. Halbuki, kent bir dönüşümler dizgesi olarak ele alındığında ve korumanın gerçek nesnesi de dizge olarak belirlendiğinde, sonunda birim öğenin de korunmasını sağlayacak bir koruma anlayışı var olacaktır. Bu durumda yeni yapılaşma da dizgeyi tahrip etmek bir yana, bazı durumlarda dizgeyi, kentsel yapıyı koruyucu bir anlam taşıyacaktır. Bu duruma verilebilecek canlı bir örnek Haliç kıyısıdır. Haliç kıyısında, bitişik düzen mantığında oluşmuş doku, 1980 sonrasında ortadan kaldırılmış, birkaç tarihsel bina ise, dokunun yerini alan parklar arasında, kentsel mekânla kurulu ilişkiler düzeni tümüyle bozulmuş olarak "korumaya" alınmıştır. Burada doğru bir korumacılık anlayışı, kentsel mekânın örgütlenme mantığını sürdürecek yeni bir yapılaşmanın, bir çöküntü alanına dönüştüğü için ortadan kaldırılan eski dokunun yerini almasıyla olasıdır.

Sonuç olarak, kentsel koruma bağlamı, tanım sınırlarını görünen'in ötesinde görünmeyen'e yani kentsel dizgenin okunmasıyla açığa çıkarılacak olana ulaştırmalı, dahası bağlamı tanımlamada görünmeyen'e öncelik tanımalıdır. Çünkü gerçekte görünen'in taşıyıcısı görünmeyen'dir.

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz