reklam

Han Tümertekin ile Söyleşi
Diyalog > Han Tümertekin

Tarih: 06 Kasım 2001
Yer: Arkitera Forum

Han Tümertekin ile söyleşi 
İhsan Bilgin, 5 Kasım 1999, Teşvikiye
Arredemento Mimarlık 1999/12, sayfa 41-50

 <<önceki sayfa

İB: Kemerburgaz'daki evde de duvarlar var. Tıpkı Taksim Sanat Galerisi'nde olduğu gibi her tarafmdan kapanmayan, en azından birtarafmı açıkta bırakan duvarlar. Hacmi açıkça tarif edilmeyen hizalarla oluşmaya bırakan bir tutum bu. Oradaki boşluk da bunu yapmak için elverişli bir yer doğrusu.

HT: Daha doğrusu o boşluk bunu yaptırıyor. O kadar boş ki, bunu yaparak tutmaya çalışıyorum mekanı. Bu boşluk aslında şu ana dair bir boşluk ve hızlı bir şekilde yapılaşarak doluyor. Parselin bir sınırı orman, bir sınırı da yılda birkaç kez taşacak kadar düzensiz akan bir dere. Yakın çevrede, çok hızlı bir biçimde, 'doğaya koşanların', eski Türk Evi, California villaları ve country tarzlarının karışımı oluşmakta. İlginç olan şudur; işveren hazır yapılanlardan birini satın alacak olanaklara sahipken, bana gelip ilk görüşmede, "Ben ormana küçücük pencerelerin arasından bakmak istemiyorum, karşıda bir orman duruyor, ben oraya o orman için gidiyorum ve ben bunu büyük camlar arkasından görmek istiyorum" dedi ve işbirliğini bunun üzerine kurduk, böyle başladık. Buradaki kapanma; hızlı gelişen yapılara sırt çevirmekti. Orada yaşayacak olanın oraya gitme nedeni, olabildiğince manzaraya karşı, ormanla baş başa kalmaktı; o zaman her yere kapanıp yalnızca ormana açılmak ve evin her noktasından bu ilişkiyi kurmak temel bir kriter oldu. Bu gitgide evin servis alanlarını daraltıp, sıkıştırıp, zaten sırt dönmek - fiziksel olarak kapanmak - istediğimiz bölgeye doğru çekmeye dönüştü. Servis alanlarını olabildiğince sıkıştırıp, lineer düzende hacimli bir duvara dönüştürerek kapanmak istediğimiz bölge ile ayrıştığımız sınıra yerleştirdik. Böylece ormanla yaşantı arasına girebilecek tüm engeller arkaya atılmış oldu. Evin arkasındaki, hacimli duvar olan, bazen duvara dönüşen düzeninin; evin iç duvarı, dış duvarı, bahçe duvarı, merdiven duvarı, mutfak duvarı olarak sürekliliğini sağlayarak, evin neresinin iç, neresinin dış olduğu karıştırıldı, eritildi. Zetnin katta kurulan ormana karşı, şeffaf ve büyük boşluk, üst kata çıkıldığında da yine bütün bu fonksiyonları arkada tutarak, tekrarlanan odalara, yani sadece boş hacimlere dönüşüyor, hepsi ormana yönelen.

İB: Bir yandan sınırsızlık, öte yandan da çok net bir sınır var. Doğanın içine yerleştirilmiş, ona karışmayan bir obje var. Doğanın içinde erimemiş, ona karşı mesafesini net bir biçimde çekmiş, ancak öte yandan da kendi içinde erimiş, çözülmüş bir obje bu. Kendi sınırları içinde akışkan, ancak kendi dışına kapalı. Bu kararın baştan verildiği açık.

HT: Bu ev insan yapısı bir şeydir. Onun için bütünüyle kendi içinde akışkandır. Doğanın biçimlerinden medet ummak deli saçmasıdır. Doğa kendi işini halleder, yağmuryağar, ağaç büyür vs... Işe orada yaşayacak kişiden başlamak lazım. Kişisel olarak da özellikleri; zaten doğayla beklenen anlamda bir ilişki kurmak üzere olmayan biri; çimlere yayılıp, bahçesine hafta sonu bakım yapmak için gidecek biri değil. Okuyan ve düşünen bir sanayici. Bu yüzden bahçe bile düzenlenmeyecek, çayır olduğu gibi kalacak.

İB: Ben böyle bir tavrm doğayı, ya da daha genelde kendi dışmı daha fazla görünür kıldığmı düşünmüşümdür hep.

HT: Tabii, bu var. Son derece geometrik olarak davranmak böyle bir sonuç doğuruyor.

İB: İşte erime dediğim de bu. Dışarıya hiç sızmamak için kendi içinde eriyor, 'bahçe' olarak adlandırabileceğimiz dış alanmı da kendine katıyor. Bahçe doğayla bina arasında bir yerdir: Toprak, ağaç vs olması açısından doğadır, ama aynı zamanda da bakılan, işlenen bir yerdir. Bi-raz doğadır, biraz evdir. Burada dış alanını doğaya karıştırmamak, onu sonuna kadar kendi bünyesine dahil etmek için kendi sınırlarını yok ediyor. Mesela üst katta birer kutuya dönüşmek zorunda olan odafarı duvarlarla değil, ince kolonlarla zemine bağlıyor. Bu 'zıtlaşma' meselesi en az 'uyum' meselesi kadar devalüe olmuş bir konudur 20. yüzyıl mimarisinde. Nasıl ki 'uyum' Türk Evleri'nin, Country Evleri'nin o bildiğimiz yorumlarma dönüşüp tansiyonunu düşürmüş, kimsenin dönüp de bakmadığı şeylere dönüşebilmişse, zıtlaşmayı da çelik ve alüminyum konstrüksiyonlara, camlı, aynalı binalara indirgeyerek otomatiğe bağlamış tutumlar da aynen öyle. Zıtlaşmış bile olmayan anlamsız kütlelere dönüşüveriyorlar. Hangi tutumda olursa olsun, o gerilimi, tansiyonu yeniden yakalamak için her seferinde yeni bir enerji gerekiyor.

HT: Bu bir zıtlaşma değil, bir tarafa sırtını dönmek. Ayrıca, doğayı kazarak altına inmedik, çünkü çok basit teknik bir nedeni var. Dere belli dönemlerde taşıyor, bu nedenle binayı koruma adına yukarıda tutmak son derece teknik bir çözüm.

İB: Assos'taki evde de tam tersi bir tutum var. Ev kendini tümüyle bahçeye kapatıyor. Galiba aynı yıl içinde tasarlanmışlardı değil mi?

HT: Burada binanın kütlesinde bir parçalanma yok, ama kendi içinde yine de bir parçalanma içeriyor. Evin kullanımını düşündüğümüzde ortaya çıkan; bunun dışında da yaşanan bir ev olacağıydı, böylelikle bitmiş ev gibi adını koyduğumuz iki ev oluştu; iç ev, dış ev. Ayrıca manzara belirleyici ve çok önemli bir faktör; denizi ve yamaçlardaki zeytinlikleri çok iyi bir biçimde görüyor, arkasında da köy var. Köyden, yukarıdan bakıldığında kaçınılmaz olarak bina gözüküyor. Evi bu kadar parçalanmamış kurmak, köyün mimari dilinde basit kılmak içindir ve önemli bir veridir.

İB: Buradaki boşluk, benimsemediğin ve sırtını dönmek istediğin şeylerle sanlan bir boşluk değil. Meşru gördüğün şeylerle kuşatılıyor. Belki temel fark bu.

HT: Evet. Son derece ilgi çekici görüntüler üreten mimari bir doku var çevrede. 0 zaman buradaki temel davranış, o mimari dilin içinde
yer almak ve en okunaklı anlamda bir prizma yapmak oluyor. Oraya gelmiş bir şehirli için, geleneksel dokuyu oluşturacak türde bir hayat oluşturmak, ama pekala bunu bir prizma içinde kurabilmek. Bir prizma içinde yaşanabilir ve bunun içinde yaşamanın tek yolu, o köydekiler gibi bir hayat sürmek değildir. Çok farklı bir hayatı da ilk bakışta o prizmalardan biri gibi görünen bir prizma içinde kurabilir-sin. Bu kadar parçalanmamış bir prizmaya yönelmenin nedeni; oraya gitme nedeni, orada yaşayanlardan çok farklı olan bir kentlinin hayatını kurmak. Orada olma nedeni manzarayla baş başa kalmak, bu yüzden hem yaz, hem kış koşullarında manzarayla doğrudan ilişki kurmak gerekiyor. Bu arada metrekare olarak da gerçekten küçük, yani gerektiği büyüklükte. Büyük olmamasının nedeni orada öyle bir hayatın beklenmiyor olması. Oraya gidecek, kitap okuyacak, müzik dinleyecek, işini düşünüp notlarını alacak, sonra da çıkıp bir yerde yatacak, belki bir de fazladan misafiri olacak. Tüm bu yaşantı, programı kendiliğinden iki yatak odası ve bir yaşama mekanıyla tamamlanıyor. Bir nokta daha var, yaz aylarındaki kullanımı düşündüğümüzde büyük çapta açık alanda yaşama olasılığı var, ama ev zaten içle dışı bir araya karıştıran bir yapıya sahip. Bütün cephesi açılabiliyor ve iç ev, mimari anlamda müdahale edilmiş, tanımlanmış, hatta açık mutfağı ve oturulacak bankına kadar tasarlanmış, açık ev diye adlandırdığımız bölge ile bahçeye açılıyor. Merdiven dışarıda ve iki kat arasındaki ilişki kaçınılmaz olarak, hava koşulları ne olursa olsun, dışarıdan gerçekleşiyor. Bu tamamıyla oraya kadar gitmiş bir kentlinin her şeye rağmen orayla ilişkisi açısından tercih ettiği bir koşul. Bütün konforunu oraya götürme ihtiyacı duymuyor. Eğer kış aylarında kalıyorsa bile yapacağı, en fazla günün sonunda yatmak için yukarı çıkmak. Iç ve dış ev arasında iki taraftan da kullanılabilen bir hizmet bölgesi var. Bahçedeki duş, sırt sırta iki mutfak tezgahı, içerinin şöminesi, dışarının barbeküsü, hepsi bina yüzeyinde ve iki taraftan da kullanılır şekilde yer alıyor.

İB: İlginç birşey var aslında. Kemerburgaz'daki parçalanmış evde merdiven içerideydi, duvarla bütünleşiyordu. Burada net prizmanın içine girmemiş oysa ki.

HT: Merdiven dahil tüm sirkülasyonlar, iç-dış ev dizisinin sonunda yer alıyor. Merdiven, üst katta binaya bir güverteyle bağlanıyor ve bu güverte aynı zamanda aşağıdaki dış evin tavanını oluşturuyor. Ayrıca prizmanın da beton ve taş olmak üzere kendi içinde bir parçalılığı var. Servislerin bulunduğu arka çubuk ile kepenklerin ve üst kattaki balkonun bulunduğu ön bölüm, beton. Bunların arasında yaşama alanlarını tanımlayan boşluk da taş. Bu iki ön ve arka hat evin ana taşıyıcıları ve bütün tesi-satlar, kepenkler ve doğrama sistemi bu zonun içine takılıyor. Yapıya yukarıdaki köyden bakıldığında taşıyıcılar arasındaki duvarların aynı taş dokusuyla çatıda da devam ettiği görülüyor. Taşıyıcılık nedeniyle betonarmeler zaten çerçeve olarak dönüyor ve çatıda kirişe dönüşüyor. Kirişin ve çatı döşemesinin arasında oluşan kalınlık da, gerekli izolasyon katmanlarından sonra, onları da koruyacak şekilde, bildiğimiz teras çatı mantığındaki çakıl yerine taşla geçiliyor. Genelde şunu düşünürüm; herhangi bir tasarım çok basitçe aksonometrikle çizebiliyorsan belli bir noktaya gelinmiştir.

İB: En azından 3 yıldır düzenli olarak YTÜ'de proje stüdyolarma giriyorsun. Profesyonel bir akademisyen olmamana rağmen eğitimin içindesin. Üzerinde konuşmaya çalıştığımız bu birikim/deneyim başkalarma nasıl aktarılabilir? Nasıl bir deneyim yaşıyorsun eğitimin içinde?

HT: Deneyimin aktarılabilir olduğuna inanıyorum. Genel anlamdaki iyimserliğim buraya da yansıyor. Mimarlık eğitiminde bazı noktalara dikkat çekebilirsem ve çabam, bir tane de olsa doğru bir mimarla sonuçlanırsa, bunun zamanla bir şekilde katlanarak çoğalacağını düşünüyorum. Aktarmaya çalıştığım şey hiçbir zaman sonuçlar değil, süreç. Süreç doğru yaşanırsa sonuçlar da doğru çıkar.

İB: Bu kadar otomatik olduğuna inanıyor musun?

HT: Tabii ki inanıyorum. Sürecin doğruluğu; doğru sorulmuş, doğru tanımlanmış sorunları ve ciddi nlamda konsantre olunmuş uzun bir zamanı kapsar. Bu yapıldığında çok parlak olmasa bile en azından facia sonuçlar çıkmayacağını düşünürüm. Özellikle mimarlık eğitimi, hepimizin de bildiği gibi, sonuçlarla çok ilgileniyor; biryarıyıl sonunda ortaya çıkan projenin çözülmüşlüğü pek çok kişi için önemli. Benim için doğru bir süreç yaşamayı öğretmek daha önemli.

İB: Doğru sorular sormak, soruları doğru zamanda sormak...

HT: 0 sorularla, her kritik anda tekrar sağlamalar yaparak ilerlemek. Aslında en uygun çözüm bu. 0 nedenle de mimari bilgi ve eğilimlerini çok benimsemediğim bir öğrenci projesini bile rahatlıkla süreç adına benimseyebilir ve birlikte çok mesafe kat edebiliriz. Benim, mimari eğilimlerime ne pahasına olursa olsun öğrencileri yaklaştırmak gibi bir tercihim yok. Süreç açısından var, ama sonuç ürün olarak yok. Ayrıca, bilgi aktarmak müthiş bir sorumluluk; inandığın, düşündüğün bilginin doğruluğunu kendince tekrar sorguluyorsun. Farklı ve taze bir görüşle karşı karşıya gelmek her zaman için besleyici ve sağlıklı bir şey. Profesyonel hayatın ritmi içinde pekala arka plana atabileceğin bir dolu görüşü birinci elden almak önemli. Geçildi, bitti, kapandı dediğin bir dolu konuyu tekrar karşına çıkarıyor. Bir süredir ciddi vaktimi alan sunumlar, yayınlar ve konferanslarla ilgili bulduğum yarar da şu: Doğru bulduğum ve kendimce meşrulaştırdığım bir çözümü test etmek, eleştirilere açmak. Hatta büyük oranda proje süreci içinde bunları sunmayı daha doğru ve yararlı buluyorum.

İB: Ama bunları daha çok yakmlarmla yapıyorsun. Tamamlanmamış bir işin mahrem bir tarafı vardır her zaman.

HT: Şu kesin ki, büroda birlikte çalıştığım mimarlarla herhangi bir tasarımı tartışırken, benim için esas olan; o tasarımın selametidir.

Kaynak: Arredemento Mimarlık 1999/12, sayfa 41-50

 <<önceki sayfa

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz