reklam

Sorular & Cevaplar
Diyalog 2002
>
Haydar Karabey

Tarih: 02 Nisan 2002
Yer: Arkitera Forum

rennie

Haydar Bey,

Reklamevi binası işi size bugün aynı program ve arsa ile gelseydi aynı bina çıkar mıydı? Neler değişirdi bugün aynı binayı tasarlasaydınız?

Teşekkürler

Haydar Karabey

Sıkça sorulan bu tür soruların arkasında şöyle bir düşünce olsa gerek:
Sen değişiyor musun?
Soruyla kastedilen, önemli bir olguyu gözardı ediyor:
Herşey değişiyor. Koşullar değişiyor. Dünya değişiyor.
Talepler, zamanlar, toplum, bireyler, teknoloji, malzemeler…
Ben de değişiyorum. Onun için bu çağda usluptan bahsetmek zorlaşıyor. Çağımızda ancak çağdaş olunabilir, veya çağdaş davranılabilir.
Soruyu başka türlü soralım:
Eleştiri? Olumlama, olumsuzlama değil, koşulları içinde değerlendirme.
O yapı tasarlanırken burada, batıda, doğuda ne vardı? Neden sözediliyordu dünyada…
Böyle bakınca, öncü ve erken bir tasarım.
Diğer yandan bir “ilk bina”, “ilk filim” gibi fazla heyecanlı, fazla keyifli, geveze filan.
İşte böyle, eleştiri, özeleştiri sarmalı ile de gelişebiliriz


rennie

Sizin Türkiye'deki mimarlık ortamı ile ilgili yoğun bir düşünce üretiminiz var. Arkitera üyelerinin belirlediği adaylar arasından yapılan ankette de mimarlar en çok sizi Mimarlar Odası Başkanı olarak görmek istiyorlar.

Bu buluşma vesilesi ile bize hayalinizdeki Türkiye Mimarlar Odası'nın profilini çizebilir misiniz? Mimarlar Odası Başkanı olsaydınız ilk yapacağınız faaliyetler neler olurdu?

Haydar Karabey

Şu Mimarlar Odası (Başkanlığı) işini genişçe bir konuşalım:

Doğrusu, beni de şaşırtan bir gelişme oldu bu sizin anketinizin sonucu. Söze, bize sevgi ve güvenlerini belirtenlere teşekkür ederek başlayayım (politika böyle gerektirir ya!). Şaka bir yana; benim açımdan esas sevindirici olan şu:

Yazdıklarım okunup konuşmalarım dinleniyor, sessiz de olsa olumlu tepki alıyor, çabalarım boşa gitmiyor demek ki.
Böyle bir gelişme sonrasında, kısıtlı bir çevrenin (arkitera’nın katılımcı profilini az çok tahmin edebiliyorum) gözünde de olsa; neyi temsil edebildiğimi kendime sordum.
Darmadağınık gelişen, oldukça umutsuz; ama durumu, olguları sürekli sorgulayan genç insanların karşısında yani. Açıklama şu olsa gerek:

Etrafta bolca uçuşan pırıltılı “işler”, büyük işler, işbitiriciler, benim deyişimle “faili meçhuller”, büyük “söz”ler, sonradan doğrulamalar, eğretilemeler, büyük iddialardan çok; hala bir tür etik, bir tür konumunu koruma, toplumsal ve mesleki anlamda entellektüel bir sorumluluk alma ve buna göre davranma (hem iş hem söz düzleminde) demek ki hala geçerli olabiliyor.
Yani, “gençler” sorguluyor, yutmuyor, bekliyor (zaten burada sorguya çektiğiniz herkese, “mimarlar odası başkanı olsan ne yapardın” diyerek belirli bir arayış içinde olunduğunu gösterdiniz)
Bu sorgulma ve arayış beni sevindirdi.

Şimdi, esas kritik konuya gelelim.
Mimarlar Odası Yönetimi, beklentilerimiz vb.
Bilebildiğimiz kadarıyla, bugün Türkiye’de, 35000 mimar var (artı, 9000 öğrenci).
Bunların bir bölümü, mimarlık dünyasından kopmuş, mesleği dışındaki işlerde çalışıyor. Mimarlık yapmak isteyenlerin büyükçe bir bölümü ise işsiz. Bunları biliyoruz. Ama, bu arada, mimarlığın asal meseleleri üzerine kafa yoran kaç kişi var, bunu bilemiyoruz.
Belki, bir dönemde, Türkiye’de yalnızca, 200-300 mimar varken mimarlığın politikası, reel alanı, iş sorunları, öğrenci sorunları, öğretim alanı birbirinden bu denli ayrışmamıştı. Bu çok önemli ve açıklayıcı: O dönemde, aynı (mutlu?) kişi hem yapı yapıyor, hem ders veriyor hem de mimarlar odasının yönetiminde yer alabiliyordu. Oda kurucularının da bu tipolojiye uyduklarını biliyoruz.
Şimdi, son dönemde diyelim, mimarlığın faaliyet alanlarında, ciddi bir kopuş, hatta bir ayrışma, bir yabancılaşma var.
Mimarlar Odası yöneticileri, günümüzde, kendilerinin de zaman zaman ifade etmekten kaçınmadıkları gibi, “sessiz çoğunluğun” temsilcisi olmayı tercih ediyor, politikalarını bunun üzerine kuruyor. Böylece iktidar, paradoksal olarak “iktidarsızlık” üzerine çeşitlemeler yapıyor. Bunun sıkıntısını çekenler, eleştirenler de olabilir. Kanımca, durumu eleştirenler, yıpratıcı olmak yerine daha katılımcı, çözüm üretici tavırlar almalı.
İşin başka bir tarafı da şu:
Zaten çok önemli gelişmelerin olduğu bir dönemdeyiz. Bu güne kadar uğraşmayı “zül” gördüğümüz konular başımıza büyük işler açabilir.
Örneğin, Rekabet Kurulu, her an “mimarlıkta asgari ücret tarifesini” iptal edebilir, “emeğin serbest dolaşımı” uluslararası anlaşmaları veya yeni ihale yasası sonucunda dayanılmaz bir uluslararası rekabetle karşı karşıya kalabiliriz.
Belki, Ulusal Mimarlar Odası’nın -meşruiyeti hiç ortadan kalkmaz ama- alışık olduğumuz hareket alanı çok daralabilir, başkalaşabilir.
Mimarlar Odası, bu bağlamda, kendisini hızla yenilemek çağdaşlaşmak zorunda.
Aslında, Oda’nın kendi politikaları doğrultusunda ne kadar çalışkan olduğunu görmek için Odanın faaliyet raporlarına bakmak yeterli (sanal değil de gerçek seçimler nedeniyle, faaliyet raporu, şu anda mimarist.org internet sitesinde yayında). Ama yapılanlar, hızla değişen koşullarımıza, ne denli uygun, veya yeterli mi bu tartışılabilir.
Eğer Mimarlar Odası, kuruluşu, yapısı itibariyle bazı işlevleri yerine getiremez veya yeni gelişmelere ayak uyduramaz ise, ortaya çıkabilecek “boşluğu” başka örgütlenmeler kesinlikle dolduracaktır.
Örneğin, TÜSİAD, TO gibi yapılanmalar oluşabilir.
Mimarlar Odası bağlamında yapılabilecek en doğru şey ise, kavrayışlarımız, duruşlarımız yandaş da olsa, farklı da olsa, tüm bu sorunların gündeme taşınması ve tartışılması için çaba harcamak, zaman ayırmak, katılmaktır.
Davet edilseniz de edilmeseniz de sorunlarınızı, beklentilerinizi o platforma taşımaktır.


rennie

Türkiye'de mimarların müşterilerini oluşturan orta ve üst sınıfın eğilimlerini sizce neler belirliyor? Mimarların bu kesime kendilerini kabul ettirerek eski saygınlıklarını kazanmaları, sözlerinin dinlenmesini sağlamaları sizce hangi yöntemlerle olabilir?

Haydar Karabey

Müşteri denen kişi, eğer, kararlı biçimde bize geliyorsa, bizim sözümüzü dinler.
Dinlememeye kalkışırsa bazı yöntemlerimiz var:
Beni dinlemeyeceksen, bunca parayı bana neden veriyorsun diyebileceğimiz bir bütçemiz olmalı.
Veya ne bileyim, sen doktora gidince de böyle her işine karışıyor musun? diye sormak iyi bir yöntem olabilir …
Projelerin başına gelen kötü şeyler, genellikle, kötü, eksik anlaşmalardan kaynaklanıyor. Bir de mimarın, eksik ödeme, işine küsme benzeri nedenler ile yapıyı sonuna dek takip etmemesinden, edememesinden.
Önemli olan işveren ile doğrudan, açık, dürüst bir iletişim kurabilmek.
Ev işlerinde işverene daha yakın durmak gerekiyor. Onun yaşama hakkına saygı duymak gibi.
Daha çok kamuya ait mekan tasarımlarında direnmek doğru oluyor.
Esas sorun şu:
Bunlar, çok zahmetli işler. Kısa vadede havlu atıp, lanet okumamak için,
Maddi ve manevi olarak tatmin olmak, direnmek yada işini çok sevmak gerekli.
Kendi mesleki saygınlığımızı, kendi duruşumuz ile kazanırız diyelim.

Bence beğenilerimiz değil, bilgimiz daha üstün olmalı.


 güzeyde kacar

KÜRESELLEŞME

SN.Haydar KARABEY,

Sizin çalışmalarınızı izleme fırsatı yaratamadığım için üzgünüm.Belki Anadolu da olmak ve yaşam mücadelesi bizi meslektaşlarımızın çalışmalarını dergilerden izleme fırsatı veriyor.İyi ki internet var diyoruz . Size birkaç sorum olacak:
1-mesleğe ilk başladığınız dönemlerde ki vizyonunuz ile şimdi ki vizyonunuz arasında bir fark var mı?2-Daha önceki çalışmalarınızı sanki başkası yapmış gibi eleştirip över misiniz?Keşke hiç yapmasaydım dediğiniz çalışmanız oluyor mu?3- Küreselleşmeye doğru giden dünyamızda Türkiye'de bulunan meslektaşlarınız (ESKİ-YENİ) için ne gibi yenilik ve önerilerde bulunurdunuz?

Sorularıma içtenlikle vereceğiniz yanıtlar için simdiden teşekkürler ve çalışmalarınızda başarılar dileğiyle...

Sevgi ve saygılarımla..

Mimar
güzeyde kaçar

Denizli

Haydar Karabey

Önce, on yıl akademisyenlik yaşamımda, sayın hocalar, doğru düzgün mimarlık yaşamımız olmasına izin vermedikleri (şimdi öyle değildir umarım!) için pek bir şey yapamadım. Dolayısıyla ilk işlerimde “vizyon”um epeyce gelişmişti diyebilirim. Ayırıcı özelliğim, epeyce emek yoğun çalışmam, yani bu bürodan çıkan her noktanın üzerinde parmağım var. vizyon değişimi değil de evrimi konusunda bakınız önceki yanıtlar. Özeleştiri konusunda da.

Sizce bir mimarın keşke hiç yapmasaydım diyebileceği kadar çok günahı olabiliyor mu?
En günahkarlar bile kendilerini nasıl (post)rasyonalize ediyor görüyorsunuz.

Küreselleşme karşısındaki konumumuz daha ciddi bir durum:
Soyut tartışmaları başkalarına bırakıp, sizlere hiç iyi olmayan haberler vereyim:
Türkiye’nin de 1995’de imzaladığı bir anlaşmaya göre (emeğin serbest dolaşımı) 2005’den itibaren, tüm Anlaşmalı ülkelerin mimar, mühendis,
ve müteahhit ekipleri burada kendi kurallarıyla işyeri açıp çalışabilecekler.
AB uyum süreci de bu durumu, AB ülkeleri ile de (2003’den itibaren) zorunlu kılıyor.
Bunu da kabul etmişiz.
Bizim bu anlaşmalara, bazı başka ülkelerin yaptığı gibi kısa, orta uzun vadeler için hiç bir çekince koymamış olduğumuzu biliyoruz. Ayrıca, bu tür anlaşmalarda olan karşılıklılık (mütekabiliyet) esasını da gözetmemiş, istememişiz.
Sonuç mu? Ne bileyim?
Derhal iki yabancı dil öğrenin, kendinize yabancı ortaklar bulun, büronuzda AB standartlarını uygulamaya koyun, uluslararası hukuk ve maliyeden anlayan danışmanlar tutun!


sefer memişoğlu

Merhaba Haydar Bey,
Modern mimarlığın aksayan yönleri nelerdir, tepkiler nereden kaynaklanır? Sorunlara nasıl bir mimari yaklaşımla çözüm geliştirilebilir?

2- Sizi mimarlığa bağlayan ve mimarlığın ardında yatan şey nedir;özgün bir mimarlık anlayışı, sektörde ne gibi çıkmazlarla karşı karşıyadır?

Teşekkürederim.

Haydar Karabey

Modern mimarlığın sorunları değil de, “modern zamanlarda mimarlığın sorunları” hakkında bir şeyler söyleyebilirim.
Hatta bu konuda bile çok şey anlatacak kadar yetkili saymam kendimi.

Gene de bir yöntem önereyim:
Öncelikle, modern zamanlarda neler olup bittiğine bakmak ve buna bağlı olarak mimari tavır alışları incelemek gerekir.

Bu bağlamda;
Kentleşme, sanayileşme, küresel dengesizlikler, sermaye ve insan hareketlerinde hızlanma, kırsallığın (ya da kırsallıktan yeni kopuşun) göçebe/geçici davranışları ile, metropolitenliğin hızla kazanmak için acımasızca tüketme davranışları, çevre sorunları, bilgi akışkanlığı, teknoloji ve malzeme çeşitliliği, bireyselleşme, uzmanlaşma…

İlk aklıma gelenler.
Ayrıca, kalabalıklaşma olgusu göz önüne alındığında; mimarlara ve mimarlığa “ulaşılabilirlik”in de önem kazandığını düşünüyorum.

Yukarıdaki olgulardan her birinin karşısındaki mimari tavır alışlar irdelenmeli.

Örneğin, son dönemlerde, ben, mekan savurganlığının önemli bir sorun olduğunu görüyorum. Daha önce de söylemiştim: Türkler, son yirmi yılda, Anadolu’da önceki beşbin yılda yapılmış olduğundan daha çok yapı yaptılar.

Bakınız, Sultanbeyli! bakınız, Bodrum!
Çevre bilinçli, işlevsel ve malzeme kullanışı açısından dönüştürebilir, sökülebilir, esnek ve kompakt yapılar yapmanın doğru olduğunu düşünürüm.
Bir gün, bu ilkelere uygun bir “boşyapı” yapmak isterim.

Sorunun diğer bölümü için kısa bir yanıt:
Fazla özgün olmaya çalışmak, beraberinde ciddi bir “iktidar” sorunu ve dolayısıyla bunalımı da getiriyor. Ruh sağlığımızı koruyalım.
Mimarlık da eninde sonunda, dünyanın en önemli işi değil!


FLuXuS

...?

...sizce, bugün Türkiye mimarlığında yaşanan "Görüntü Avcılığı" basit anlamıyla, `taklit` midir?
Yoksa... “tutmuş şarkıların `cover`larını çalmak” biçiminde anlaşılabilecek bir..."aidiyet otlakçılığı" mıdır?

Haydar Karabey

Sorunun içeriği, satır araları, sunumu “hınzırca”!
Konu, Arredamento, şubat 2002’de genişçe ele alındı.
Görüşlerinizi oraya yazsanıza.
Doğrusu, taklit meselesinin, bugün mimarlığın en önemli sorunu olduğunu düşünmüyorum.
Star taklidi yapmak veya, starları taklit etmek, “iş” kapmanın ve “iş” yapmanın iyi ve ucuz bir yolu bu.

Bu konuda, size bir iyi bir de kötü haberim var:
Kötü haber: burada çok iyi satan bu tavır, asıl’lar buraya gelinceye kadar devam edecek.
İyi haber: asıl’ları buraya gelince, o “büyük” asıllar, elbette “aidiyet ortakçılarıyla” ortaklık kurmayacaklar!


Arif Özden

sevgili Haydar Karabey

Türkiye'de kurumsal kimlik çalışmalarını, kurallarıyla ve belli bir bilinçle ilk kez gerçekleştiren bir mimar olarak, disiplinler arası ilişkinin ( işbirliğinin ) tasarım sürecindeki rollerini açıklarmısınız.

***sanırım söyleyeceklerin bu konular ile ilgilenen genç arkadaşlara rehberlik edecektir.

ikinci sorum ''Marmaris Kültür Merkezi '' mimari proje yarışması ile ilgili. Bu proje benim için çok değerli. Mimarca bir tavır, bir sanatçı duyarlılığı ve nedenlerle açıklanabilecek bir proje. '' Keşke gerçekleşmiş olsaydı '' Bu projenin hikayesini, arkasındaki fikri bizlerle paylaşırmısınız.

sevgilerimle
Arif Özden

Haydar Karabey

1. Türkiye’de çağdaş anlamda kurum kimliği çalışmalarının belki on yıllık bir geçmişi var. Bu konuda kaynak, birikim ve deneyim henüz az olmakla birlikte giderek artan bir bilinçle, kurumlar kimliklerini yeniden düzenleme, düzene koyma veya daha iyi yansıtma doğrultusunda çabalar gösteriyorlar.
İlginç bir biçimde, bu konuda, başka uzmanlıklar devreye giremeden, iş mimarlara geldi.
Biz de bu işe girişirken, ciddiye aldık, araştırdık.
Olayın, basit bir amblem ve dekorasyon işi olmadığını anladık.
Bu konuda bayağı ağır (bir tez başlangıcı ağırlığında) malzemeyi de herkesle paylaşmak için yayınladık. “Kurum Kimliği- Dosya”, Arredamento Mimarlık, 2000-12,
Bizim kimlik çalışmalarımız, on yıllık ortak bir deneyimin ürünü.
Bu çalışmaların birçoğu Bülent Erkmen (BEK Tasarım/Grafik) ve ÖzdenTasarım (endüstri tasarımı) işbirliği ile yapılmıştır.
Kurum kimliğini, burada bir kez daha tanımlayayım :
“Kendini, hedeflerini tanımlamış çağdaş bir kurum-işletme-örgütlenme-şirket üzerine kurgulanan, yalnızca o kurumdan ve verilerinden kaynaklanan, kurmaca ve yanıltıcı olmayan, kendini sürekli yeniden üretmesiyle kurumu da etkileyen, kurumun ayırıcı özelliklerini yansıtan temel işaretleri kapsayan, değişmez, kararlı, sürdürülebilir kimlik göstergeleri sistemi”.
Bu anlamda, bir kimlik ile kurum birbirini karşılıklı ve sürekli olarak etkiler.
Başlangıçta; kurumun kendisinden kaynaklanan kimliğin sürekliliği, sonuçta kurumsal ve bireysel davranışları da etkiler.
Kurum kimliği, dekorasyon, imaj mühendisliği ya da kurmaca değildir. Ürünü değil kurumu tanımlar. Zaman sürecinde farklı uygulama alanlarında, kimlik oluşturucu ögelerin uygulanma-üretilme mantıklarını da içerir. Sürdürülebilir bir kimlik sistemi oluşturmak için kurum kimliği; tüm çağdaş iletişim ve göstergebilim yöntemlerini, sosyopsikolojik hafızayı kullanır, mimarlık ve iç mimarlık öğelerinin ve dilinin de grafik tasarım gibi bir iletişim aracı olduğunu önerir. Bu bütünselliği ve kapsayıcılığı ile bir “dekorasyon” faaliyetinden farklılaşır. İşte bu nedenler ile; Kurumsal kimlik çalışmasının birçok disiplini kaplayan çok yönlü bir içeriği var.

2. Türkiye, turizmini “güneş-deniz-kum” üçgenine dayandırarak nasıl yanıldığını; bu toprakların doğasına, insan varlığına, tarihine yani kısaca kültürüne karşı nasıl ihanet ettiğini yavaş yavaş anlamakta.
Turist, yani “kitschman”ın geçici beklentileriyle, bu dev endüstriyi yönlendiren çokuluslu acentaların taleplerine bırakılırsa, en kısa ve ucuz yoldan tüm doğal çevre yapılandırılarak onların hizmetine sunulmalıdır. Bu tür turizmin hangi ülkede yapıldığı öylesine önemsizdir ki; gelenler, hangi ülkede olduklarının farkına bile varmayabilirler. Zaten, onlar için kültür popülerdir. Aynı tür müzik, giyim, yemekten oluşan bir prototip. Bu turiste aynı tür yavan programlar uygulanıp, aynı biçimde eğlenmesini sağlamak yeterlidir.
Bodrum, Marmaris, Fethiye, böylece biteviye, iğrenç yapılarla doldurulur.

Gerçek kültür merkezleri, gerçek müzeler yaratılıp içleri doldurulabilirse; bu ülkenin hem onurunu korumuş hem de uluslararası kültür dünyasında, ilişkiler sisteminde anlamlı bir yer edinmiş oluruz. Bulunduğu ülkenin kültür boyutu ile ilgilenen turist tipi, aynı zamanda genel davranışı ile de, yerel çevreye, ekonomiye, topluma ilgi duyacak, katkıda bulunacaktır. Önemli turizm merkezlerinin yatakhane ve batakhane gettolarına dönüşmemesi için, bu tür projeler uygulanmalıdır.

Ne var ki, henüz oralarda değiliz.
Marmaris Kültür Merkezi projesi de elbette (bizimki değil, yarışmada kazanan proje) uygulanmadı.
Bizim projemizin tasarım anlayışını şöyle özetleyebilirim:
Çağımızdan,yerel coğrafya ve kültürden, geleceğe bir kültür kalesi yaratmak.
Egemen, tekil ve simgesel bir değer olan tepeye güçlü ve uyumlu bir yapay dokunuş.
Marmaris için evrensel kültürde sözünü ettirebilecek bir tasarım.
Karmaşık üslupların kargaşasının yıprattığı biçim ve biçemin tüketildiği yerde, batıdan alıntı olmayan, özgün, saf, yumuşak ve çağdaş bir söz.
Her yöne açılan dairesel, nötr bir plan, her yönden algılanan, kent ile her yönden görsel ilişki kuran sade bir cephe, sürekli gökyüzüne tırmanan kent silueti içinde yatay, sakin, özgüvenli, bir çizgi, işaret.
Bir kent feneri.
Tepeyi sarmalayan, tüm işlevleri ardında barındıran dümdüz bir delikli duvar.
Yapının, üst kotu yatay ve festival, gösteri, seyir amaçlı kullanılabilir bir platform oluşturuyor; zeminde ise, yapıyı oturtmak için, doğaya hiç bir müdahalede bulunulmuyor, doğal zemin yapının altından akıp gidiyor.


zeynep
Haydar Bey,

1, Kurukahveci Mehmet Efendi Yönetim Yapısı Projesi diğer proje ve uygulamalarınıza baktığımda farklı bir kimlik taşıyor? Bu farklılığın (varsa) sebebinden bahsedebilir misiniz?

2, En beğendiğiniz projeniz hangisi?

3, Arkitera'da yapılan mimarlar odası başkanı anketinde, en çok oyu siz aldınız, size duyulan bu güvenin neye dayandığını düşünüyorsunuz?


Başarılarınızın devamı dileklerimle....

Haydar Karabey

1. 1933 yılının Mimar degisinden bir alıntı:
“Bu bina İstanbul’da Mısırçarşısı kapısında Tahmis sokağının köşesindeki Kurukahveci Mehmet Efendi Mahdumları ticarethanesidir. Inşaata başlamazdan evvel, müessesenin sahipleri tarafından binanın her türlü medeni ve sıhhi şeraiti haiz olması arzusu izhar edilmiştir. Mesleki tetkikat için Avrupa’da bulunduğum sıralarda bu kabil müesseseleri gözden geçirdim…ve mahalli ihtiyaçlara da tekabül edebilecek tarzda müessesenin şimdiki şeklini tesbit ettim.” Mimar Zühtü Başar.
Anlaşılan o ki; işveren ve mimar, konuyu, artık günümüzde pek raslanmayan biçimde ciddiye almışlar. Sonuçta gerçekten, kentimizin mimari mirasına katılan çok nitelikli bir yapı ortaya çıkmış. Yapı hala orada ve görülmeye değer.
Mahdumlar, bizden Dudullu’daki fabrikalarının önüne, fabrikaya bitişik bir yönetim yapısı istediklerinde biz de aynı ciddiyeti sürdürdük. Her katta farklı işlevler, farklı mekan gereksinmeleri vardı. Bu talep, standart cepheli, katları birbirinin replikası olan bir yapı yerine daha hareketli bir çözüm gerekiyordu.
Çevrenin, bir sanayi gettosu gibi tekdüze gelişimine de eleştiri olabilecek nitelikte, dolu-boş dengeleri farklı dilde düzenlenmiş geometri tabanlı bir öneri geliştirdik.
Yetmiş yıl öncenin artdeco anlayışına dayalı yapı kimliği ile ilişki kuran bir “microchip/patchwork” tasarımı oldu.
Dolu cepheler düz sıva, saydam bölümler saydam cam olarak önerildi. Tasrımın özgün görünüşüne karşın hiç bir zorlama yok.

2. İddialı bir soru’ya iddiasız bir cevap vereyim: Herhalde en sonuncusudur.
Ama hazırlarken, bitince ve kullanılırken en çok heyecan duyulanlar, eğitim tesisleri oluyor. Yapıları en iyi dolduran, en iyi kullanan en iyi, en insanca tepki verenler çocuklar oluyor. Hele, projesini, “bağış” olarak yaptığımız 30.000 metrekare bir okulun (Deniz Yıldızları-2, Darıca) yaşama geçmesi, çok büyük mutluluk.

3. Bakınız, yanıt 2 (Rennie)


zeynep

teşekkür....

Haydar Bey,

cevabınız için öncelikle çok teşekkürler

size bir sorum daha olacak sizin de üyesi olduğunuz Serbest Mimarlar Derneği hakkında kısa bir bilgi verirmisiniz? Ankaralı Mimarların kurduğunu duyduğum bu derneğin kuruluş amacı nedir ve neler yapmaktadır?

Haydar Karabey

Türkiye Serbest Mimarlar Derneği ile ilgili genel bilgiyi www.tsmd.org.tr adresinden veya çıkartmış oldukları “Türk Mimarları 2000” isimli kitaptan edinebilirsiniz.

Serbest çalışan (mimarlık bürosu yöneten, proje üretiminden kazanan, vergi numarası olan....) mimarların özerk bir örgütüdür. Basitleştirilmiş bir biçimde, Türk Mimarlarının TÜSİAD’ı diye düşünebilirsiniz. Ulusal ve uluslararası platformlarda mesleğin sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak, meslekdaşları belirli bir “Etik” çerçevede ve benzer meslek ilkeleri çerçevesinde buluşturma çabası gösteriyor.


 tumer

Smile Beton ve mimari

Haydar Bey,

yap malzemesi olarak betona bakışınız nedir? Sizce yeni beton teknolojileri, bir mamirın tüm tasarım ve uygulama kaygılarına yanıt verebilir mi? Son dönemde brüt beton kullanarak yaptığınız bir bina var mı? Teşekkürler..

Tümer Akakın..

Haydar Karabey

Beton da diğerleri gibi bir malzeme. Böyle düşününce, malzeme konusunda özel tercihlerim ve heyecanlarım olmuyor. Kullanım bilgisi ve kurallarına uygun olmak koşulu ile hepsine eşit mesafede duruyorum, benim için bir araç yani tüm malzemeler.
Beton kullanımı bilgi yanısıra, özel bir altyapı, sanayi de gerektiriyor.
Neyse ki, deprem sonrasında betonun çok daha doğru kullanımlarını görmeye başladık.

Ben de brüt beton kullandım. İzmir Işıkkent Eğitim Kampüsünde.
Bazı veliler “bu kadar iyi bir binayı neden sıvamadınız” diye hesap sormuş yöneticilerine. Herhalde alışılır.
Son söz:
Betonun en önemli sakıncası, dönüştürülebilir olmaması. Yani “günahlarımız” çok uzun süre daha yeryüzünde kalacak.


arasburak

Mimarlık

Türkiye'de Mimarlığın Geleceği

Haydar Karabey,

Türkiye'de mimarlığın geleceği nedir, bir gün Fransız Ulusal Kütüphanesi, Paris La Defence - Büyük Tak, Alman Parlamento'su çatısı gibi önemli yarışmaları aramızdan birileri kazanabilir mi?

Bu konuda yasal veya herhangi "başka bir sebep"ten dolayı Türk mimarlarının önü kapalı mı? Yani kesinlikle şeffaflık ve eşit şans bu tip yarışmalarda bütün yarışmacılara sağlanıyor mu?

Ve genel olarak (Türkiye'de) sizin kafanızda olumlu mu yoksa olumsuz gelişmeler olacağı hissi var? (Eğitim, uygulama, toplum bilinci...)


Teşekkürler
Aras Burak

Haydar Karabey

Yarışmalar belirli kurallarla açılıyor, belirli kısıtlamalar olabiliyor. (Yaş, bölge, vb.)

Yarışma ulusal değil de uluslararası da olabilir. Bunlara katılmakta bir sakınca yok. Son İzmir yarışması uluslararası idi ve bir Alman ekibi kazandı. Bizim de uluslararası yarışmalar kazanıp bazı başarılar elde etmiş mimarlarımız var. Sunumları, soruları, dosyaları değerlendirmeleri açısından çok daha “sağlam” bu yarışmalar. Uluslararası yarışmada kazanmak konusu başka bir şey. Daha iyiysen daha kolay kazanırsın yani.

Türkiye konusunda benim kafamda pek bir his yok. İşimi iyi yapmaya, bilgimi paylaşmaya çalışıyorum.


Haydar Karabey

Teşekkür ederim. Katılan ve izleyen herkese iyi akşamlar.

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz