Köşe Yazısı

Mimarlık Eğitimi, Muhafazakârlık ve Düşünce Özgürlüğü

Yazan: Levent Şentürk Tarih: 15 Şubat 2007
(Bu yazı, 30 Ekim 2005 tarihinde, bir Cumhuriyet Bayramı’nın gecesinde yazıldı. Åžimdi yayınlanmasının nedeni, gerekçelerinin güncelliÄŸini sürdürmesidir. Durum deÄŸiÅŸmek yerine daha da dayanılmaz bir hal almıştır.)

Cumhuriyet bayramı vesilesi ile bayram tatiline erken çıkmak isteyen ufarak bir öÄŸrenci isyanını bastırarak geldiÄŸim EskiÅŸehir’de, Bademlik’teki eski okulumun merdivenlerinden çıktım. Beni bekleyen “ÅŸey”le karşılaÅŸmak üzere olduÄŸumdan habersiz, söyleyeceklerimi, anlatacaklarımı düÅŸünüyordum. Ama bölüm baÅŸkanımızla karşılaÅŸtığım andan itibaren, kara bulutlar çökmeye baÅŸladı… Bu yazı, o karşılaÅŸmadan bir saat sonrasından itibaren, kafamda oluÅŸmaya baÅŸladı…

Muhafazakâr bir okul yönetimi tarafından izlenmeye baÅŸlamak, çoÄŸu öÄŸrencinin başına geldiÄŸi için, çok da garipsenir bir ÅŸey deÄŸildir. ÖÄŸrenciyken, bu nedenle gereÄŸinden fazla önemsendiÄŸiniz duygusu ile, kendinizi bir miktar şımartarak, keyiflenmeniz bile mümkün olabilir… Benim için durum tam da buydu. Ä°lk tercihim olan okula, aldığım puanla ellerimi kollarımı sallaya sallaya gelmekle kalmamış, bir de bölüm baÅŸkanı tarafından daha gelir gelmez hocalardan bazıları ile tanıştırılmış, pohpohlanmıştım. Hayretle karışık korku içinde ne diyeceÄŸimi bilemezken, benim “iyi bir öÄŸrenci olacağım” duyurulmuÅŸtu. Bu olumlu havayı öÄŸrenciliÄŸim boyunca sürdüremedim ne yazık ki. Çünkü ilk kitabımın ortaya çıkmasından önce, bölüm baÅŸkanının evinin kapısına dayanıp, çocuk gibi zırlayarak “hak ettiÄŸim notu” verdirmesini, yoksa “okulu bırakıp gideceÄŸimi” ilan etmiÅŸtim. Bu cüretimin arkasında, şımartılmanın da verdiÄŸi bir meydan okuma vardı. O çocukça çıkışın ardından, ilk mimarlık metnim yayınlandı, bu, “hak ettiÄŸim notu” alamadığım projemden baÅŸkası deÄŸildi! Åžimdi aynı proje, ülkenin saygın bir mimarlık dergisinde yer almıştı! Bir öÄŸrenci için bundan büyük zafer olamazdı herhalde! Yetmez gibi, yazımın sonunda, okula da laf sokuÅŸturmayı ve nanik yapmayı ihmal etmemiÅŸtim. “Bakın, beni engellediniz, ÅŸimdi ben haklı çıktım iÅŸte” dercesine bir “ek” yapmıştım. Bunun üzerinden bir süre geçti ki, okul yönetimi bu durumu fark etti. Ve öylesine büyük bir öfke patlaması oldu ki, normal bir öÄŸrencinin, herkesin içinde böyle bir hakarete maruz kaldıktan sonra, aÄŸlaya aÄŸlaya okuldan çıkıp gitmesi, ya da ona benzer bir ÅŸey yaparak, mimarlıktan ebediyen uzaklaÅŸması gerekirdi. Anladığım kadarıyla benden beklenen ÅŸey de buydu. Bereket versin ki, bunu yapacak cesareti bulamadım, çünkü donup kalmıştım… Bu neredeyse on yıl önceydi. Ama aÅŸağılamalar, okuldan atma tehditleri ve o zaman anlam veremediÄŸim konuÅŸmalar (açıkça ya da arkamdan ) sürüp gitti, bunlardan dolayı okuldan atılmadıysam, bunu Murat UluÄŸ ve Kenan Güvenç’e (ve baÅŸkalarına) borçluyum sanırım… Bunların sonucunda, iyiden iyiye uzaklaşıp okulu da uzattım, yönetimle aramızdaki soÄŸukluk normalleÅŸti ve otomatik bir hal aldı… “Persona Non Grata” (Ä°stenmeyen Adam) olmak için, daha azının bile yeteceÄŸi bir okulda deÄŸildim ama yaptıklarımı hangi okul affedebilirdi, onu da bilemiyorum tabii… Bitirme projesi gelip çattığında da, kızılca kıyamet koptu. Sonrasında bana yapılan asistanlık teklifi ise büsbütün bir ÅŸok oldu. Demek ki affedilmiÅŸtim! (Ama projemin, Archiprix toplantısında bile küfürlü konuÅŸmalara vesile olması pek de hayra alamet deÄŸildi.)

Sonuç olarak, yazdıklarım/yaptıklarım, hep “problem” olmayı sürdürdü. Ä°çerik hep ikinci derecede önemli kalmak üzere, yazılarımda okula yönelik ya da baÅŸkalarına yönelik bir “hakaret unsuru” bulunup bulunmadığı, “gözetim”in ana gündemini oluÅŸturuyordu. Bu nedenle, yazılarımı büyük bir yayıncının yayınlamasını, makalelerimin hep iyi ve hatırı sayılır dergilerde görünmesini hep önemsedim sanırım. Ama bu yargılanmaktan uzak olabilmek için güvenli bir pozisyon elde etme paranoyasına dönüÅŸtüÄŸünde baÅŸka düÄŸümler ortaya çıktı. Sonunda o büyük ve parlak yayıncının “aÄŸzından konuÅŸmaya” baÅŸladığımı neyse ki erken fark ettim ve “olay mahalini terk ettim”. Ama potansiyel bir “hakaretçi” olmaktan okul bir türlü kurtulamadım… Yazdığım ÅŸeylerden dolayı bir ceza almadım; bu bende, gayet önemsiz ÅŸeyler yazdığım gibi bir duyguyu canlı tutmaya yetti.

Neyse ki artık öyle olmayacaÄŸa benziyor. Sanki, 20 yaşındaki o günlerime geri döndüm! Çünkü yakınlarda yaÅŸadıklarım, daha yolun başında olduÄŸumun kanıtı gibi duruyor.

Özel üniversitelerin popülerliÄŸi düÅŸünüldüÄŸünde, bir devlet üniversitesinde mecburi hizmet yapmak için gönüllü olmayı bugün kaç kiÅŸi istiyor acaba? Ve bunun için kaç kiÅŸi, koca rakamların bulunduÄŸu senetleri imzalamak saçmalığına katlanmaya gönüllü olabilir? YÖK; dünyada eÅŸi menendi olmayan kurumsallığını ispatlarcasına, hiçbir yasal dayanağı olmadığı halde, size bu senetleri rektörlük kanalıyla “seve seve” imzalatıyor. Bunların imzalanması süreci bile baÅŸlı başına klinik bir tablodur. Çünkü miktarı 100 milyara yaklaÅŸan bu senetlere kefil olmak isteyen kimseyi etrafınızda bulamamak tehlikesi ile yüz yüze gelirsiniz. Sizin bir baÅŸka üniversiteye yollanmanız konusunda kefil olmasını bekleyeceÄŸiniz kimseler, elbette ilk önce okuldaki meslektaÅŸlarınızdır. Zaten onlar da, özel bir nedeni olmadıkça, “bu adam ÅŸimdi bu senetleri imzalar da ya kaçar giderse?” türünde bir paranoyaya kapılacak deÄŸillerdir. Her bakımdan köÅŸeye sıkıştırıldığınız için, yapabileceÄŸiniz tek ÅŸey, bu zor durumdan bir an önce çıkmanızı saÄŸlayacak bir çözüm üretmektir. Ya istifa edeceksiniz, ya imzayı atacaksınız. Ama ikisini de yapamazsınız. Çünkü, size kefalet vermek isteyen bir okul yönetimini arkanızda bulamazsınız. Aynı yönetimin, baÅŸka bir arkadaşınız için imza attığını ama sizin için atmadığını öÄŸrendiÄŸinizde ÅŸaÅŸkınlığınız bir kat daha artar. Bu güvenilmezliÄŸi kazanmak için ne yapmış olabilirsiniz acaba?

Ä°stifa etmenize de izin verilmez, derhal bir takım toplantılar filan olur… Sonuçta, “Persona Non Grata” durumu bir kez daha karşınıza çıkar. Sizden vaz geçilmemiÅŸtir ama sizin için hiçbir ÅŸey yapılacak da deÄŸildir. Böylece, akademik hayatınıza baÅŸlarsınız – hiç olmazsa benim için durum buydu…

Mimarlığa öÄŸrenci olarak girmemin üzerinden 12 yıl geçti. Bu süre içinde, kimi ÅŸeylerin sabit kaldığını, yerinden hiç oynamadığını, kimi ÅŸeylerin sürekli deÄŸiÅŸip durduÄŸunu fark ettim. Sabit kalan ÅŸeylerden belki de baÅŸlıcası, akademik bir çalışma için hiçbir ÅŸekilde ortam bulunmaması oldu. YetiÅŸmiÅŸ insanların bir bir okulu sessizce terk ediÅŸlerine, dışarıdan destek vermekte olanların sayısının azalışına raÄŸmen neredeyse hiç deÄŸiÅŸmeden kalan ÅŸey, yönetim anlayışı oldu. Derslerdeki çeÅŸitlilik, sözlerin doyuruculuÄŸu, öÄŸrencilerin istekliliÄŸi, hocaların mevcudiyetindeki coÅŸku zamanla buharlaşıp gitti. Okulun lisans programı da hızla boÅŸaldı, derslere girecek yetkin ve yeterli insanlar bulmak konusunda çabanın ve programlı davranışın bulunmadığı görülmeye baÅŸladı. Ama bu buharlaÅŸmanın önünü alacak önlemler alınmadığı gibi, bu durumun herkes için daha iyi olacağı hep gündemdeydi. Gidenlerin arkasından oturup kafa yormak yerine, tersi yapıldı ve “bizi bırakan bizden deÄŸildir” totolojik önermesine denk gelen bir kayıtsızlık sergilendi. Artık, bölüm baÅŸkanımızın da dediÄŸi gibi, “deÄŸersiz insanlara yalvararak” günü kurtarmaya çalışan bir okul var elimizde. Gelecek planlarını ise, “benden sonrası tufan” diyerek özetleyen saygıdeÄŸer hocamızın, koskoca meslek yaÅŸamından geriye bunlar mı kalacak yani? Hayır, o kadar da kötümser olmayalım. Belki de yalnızca bu yönetimin deÄŸiÅŸmesini beklediÄŸi için ortalarda görünmeyen, umudunu yitirmemiÅŸ pek çok kiÅŸi olabilir…

Buradaki kilit strateji, basit ama etkili bir strateji oldu hep: Akademik titri bulunanların okul yönetimine gelemeden uzaklaÅŸmaları, mekânı terk etmeleriyle sonuçlanacak bir sindirme politikasının baÅŸlatılması ve el birliÄŸi ile iÅŸletilmesi. Bir ÅŸeye iÅŸtirak etmenin, fiilen iÅŸtirak biçiminde olması gerekmediÄŸini herkes bilir. Bir ÅŸeye sessiz kalmak, gereken anda tepki vermemek de, o durumun ekmeÄŸine yaÄŸ sürer. Bu baÅŸarıldı da; bölümde hiçbir zaman bir profesör olmadı, bir kürsü oluÅŸması da engellendi; kürsü oluÅŸumunun engellenmesi ile beraber, o kürsüden ya da kürsülerden yetiÅŸebilecek olası akademik kadrolar da bir türlü ortaya çıkmadı, çıkarılmadı. Böylece, üniversitenin birincil görevi olan bilim adamı yetiÅŸtirmek ilkesi, bir aÄŸalık sistemi sayesinde bertaraf edilegeldi. Bu konuda çalışanların ya da öÄŸrencilerin aklına düÅŸebilecek kuÅŸkularsa her seferinde çeÅŸitli yollardan engellendi.

Bir titre sahip elemanın bulunmaması ya da okulda yerleÅŸik hale gelmesinin belli etmeden engellenmesi yöntemine, okul yönetimi ile bu durumdan çıkar saÄŸlayabilecek okul çalışanlarının katıldıklarını söylemek yanlış olmaz. ÖrneÄŸin, konumunu sabit tutmak isteyen çeÅŸitli proje yürütücüleri, akademik bir faaliyet yürütmeden ünvanını elinde tutmanın yolunu bulmuÅŸ kiÅŸiler, akademik bir ortam yaratmak yerine kiÅŸisel amaçları için okulu mesken tutmuÅŸ ve yarışmalara girmek için üniversitenin olanaklarını kullanan hocalar, yönetimin deÄŸiÅŸmeden süregitmesi konusundaki arzularını kaybetmeden yıllarca meslek hayatlarını sürdürdü. Bu hocaların, özellikle de mimari tasarım yarışmaları için, kiÅŸisel yatırım yapma olanakları bulunmadığı için tutturdukları yol, yönetimin varlıklarını garanti altına alması ÅŸartı ile bu yönetimi desteklemek ve eÄŸitimin kesintiye uÄŸramadan sürmesine destek vermek oldu. Bu sayede, kendi iÅŸlerine gittikçe daha fazla zaman ayırarak, eÄŸitimle ilgili gayretlerinden tümüyle kopmayı baÅŸardılar. Sonuç olarak, verdiÄŸi tavizin aşırılığının farkına varamayan ve bulduÄŸu destekle yetinmek zorunda kalan yönetimin, öÄŸrencilerin çalıştırıldığı, okul mekânının kiÅŸisel büro haline geldiÄŸi böyle bir ortamda, mimari tasarım yarışmalarına hazırlanmanın mimarlık eÄŸitiminin en önemli bileÅŸeni olduÄŸunu savunmaktan baÅŸka hiçbir çaresi kalmadı. Hiçbir akademik katkının gerçekleÅŸmediÄŸi bir ortamda, yarışmalardan kısmi baÅŸarılar saÄŸlanması ile “yarışmacılık”, kendi meÅŸruiyetini pekiÅŸtirmeye baÅŸladı. Ama yarışmalarda elde edilen baÅŸarının her zaman kiÅŸisel olması, ödülün kiÅŸilere ait olması ve bir yarışmada baÅŸarı kazanmanın hiçbir zaman garanti edilememesi, akademik geliÅŸmenin tutarlı biçimde yürümesine hiçbir zaman olanak vermez, mimarlık eÄŸitiminin asli bileÅŸenine dönüÅŸmesi de aynı nedenle olanaksızdır. Mimarlık eÄŸitimi, bir yarış alanından ibaret de deÄŸildir zaten…

Böyle bir ortamda, akademik kariyer yapmayı, hiç olmazsa bir bilimsel disiplin elde etmeyi uman bir araÅŸtırma görevlisini pek çok sorun bekler. Bunlardan baÅŸlıcası da, böylesine kırılgan ve süreksiz hale gelmiÅŸ bir okul ortamında varolmaktır. Varolan küçük kaynakların akademik çalışma yapılmadığı için kullanılamaması, kendi kendini yok eden bir sistem içinde, mesleki ve kiÅŸisel geliÅŸimi mümkün kılacak tutarlı yapıların bulunmayışı, olumsuz bir tablo çizmeye yeter.

Aldığı ünvanı, yalnızca 1980 sonrasında ülkemize yerleÅŸen, bilim adamı yeterliÄŸine sahip olmak yerine gücünü toplumsal nüfuz, politik çevre ya da geleneksel toplum yapılarına dayalı bir iktidardan saÄŸlayarak yönetime gelen ve mevcudiyetini sürdürmeyi bugüne dek baÅŸaran hacıyatmaz yöneticiler, bu konumu hak edebilecek genç seleflerine baÅŸarısızlığı tattırabilmek için, yeterli tecrübeye sahiptir. Bunun için, çalışanlarını daha rahat bir biçimde kontrol altında tutabilmelerini saÄŸlayan aile iliÅŸkilerinden yararlanırlar. Böylece, yöneticinin emek sömürüsü, geleneksel saygı yapılarının öne sürülmesi yoluyla katmerli bir meÅŸruluk kazanır. Yönetici, konumunu daim kılmak konusundaki çabalarına dayalı yönetim anlayışını, düÅŸünce özgürlüÄŸüne ket vurmaya varan bir söyleme dek iÅŸi vardırmak durumundadır. Muhafazakârlık temelinde yükselecek olan bu “etik” gerekçe, sizin güvenilmezliÄŸiniz, hata yapmaktaki ısrarınız, geleneksel ahlak normlarına uymaktaki isteksizliÄŸiniz gibi çeÅŸitli gerekçelerle, hedef alıcı ve hedef gösterici bir biçimde yapılandırılmaya baÅŸlar. Bu konumun mutlaklığı karşısında, “sıfırlanmanız” iÅŸten bile deÄŸildir. Nasıl olduÄŸuna geleceÄŸim!

Bu “sıfırlanma” vurgusunun, düÅŸünceleri ifade etmek konusundaki otonomi ile atbaşı gitmesi, yukarıda sözünü ettiÄŸimiz “rekabetçi yapının baÅŸlamadan yok edilmesi” ÅŸeklindeki “rejim” kurgusunun da doÄŸrulanması niteliÄŸindedir. Yönetim, kendinden menkul kurgusunun saÄŸlamlığını ispat etmek için, tartışılmaz bir “devlet evrakı namusu” ile hareket etmeye baÅŸlar. Oysa böyle bir namus anlayışına kendisinin inandığını söylemek zordur. Bu noktada, eÄŸitimin doÄŸal bir parçası olan bir yüksek lisans tezi ya da bir öÄŸrencinin mimari projesi arasında birdenbire kategorik bir farkın varlığına iÅŸaret edilir. Bir mimari projenin herkese açık bir jüri ortamında, öÄŸrencilerin ve hocaların iradi katılımıyla açıkça tartışıldığı özgürlükçü okul sahnesinin arkasında, apayrı bir sahne kurulmaktadır. Acaba neden?

Neden bir yüksek lisans tezinin konusu, tıpkı bir mimari projenin içeriÄŸinde olduÄŸu gibi, öÄŸretim elemanlarının tartışmalarına, uyarılarına, protestolarına ya da aforizmalarına kapalı tutulmak istenebilir? Bunun anlaşılır, haklı ve geçerli nedeni, tez yürütücüsünün akademik yetkinliÄŸi nedeniyle, iÅŸlerine burun sokulmasına izin vermemesidir. Bu neden geçerli olmakla beraber, bilimsel bir çalışmanın tartışılmasını engellemez. Her bilimsel çalışmanın, yürütücüsünden bağımsız olarak ele alınması, eleÅŸtirilmesi, hakkında yorum getirilmesi mümkündür.

Åžimdi vereceÄŸim örnek, tipik bir “vaka incelemesi” haline gelebilir nitelikte, sanırım… Bir tezin, taşıdığı addan baÅŸlayarak, daha ilk bakışta, kuÅŸkuya hiç yer bırakmaksızın, kesinkes bilimdışı olduÄŸunu ve derhal bu durumun hem meslektaÅŸlar, hem de öÄŸrenciler ve hocalar nezdinde otaya konması gerektiÄŸini hissettiÄŸiniz hiç oldu mu? Bu durumda ne yapardınız? Ä°lk yapacağınız ÅŸey, herhalde, tez danışmanı ile acil bir müzakere yapmak ve durumun düzeltilmesi için harekete geçmek olurdu, deÄŸil mi? Bunu yaptıktan sonra da, tezi veren öÄŸrenciye yaptığı ÅŸeyin yanlışlığını anlatmanın bir yolunu bulmayı deneyebilirdiniz. Ama bu noktada, tuhaf bir mantıksal hataya düÅŸersiniz: Failden adalet bekleme hatasına. Yani bu, öncelikle yapılması gereken ÅŸeylerden biri deÄŸildir ve bir öÄŸretim üyesinin, gördüÄŸü hatayı öncelikle danışmanla çözmesi gerekir. Ama bu da olanaklı deÄŸildir. Çünkü, söz konusu çalışma, çoktan teslim edilmiÅŸtir. Büyük bir hayal kırıklı ve öfke içinde, nasıl olup da sizin titizlik gösterdiÄŸiniz, sürmekte olan çalışmalarınız varken, bir öÄŸrencinin, sizin çalıştığınız kurumdaki yüksek lisans programına (sizin geri dönmeyeceÄŸinizden korkarak size 100 milyarlık senetler imzalatan ve okul yöneticisinin size kefil olmayı reddettiÄŸi kurumda) böylesine bir yutturmacaya dayanan bir çalışma teslim edilebildiÄŸine bir türlü inanamazsınız. Ä°syan duygusu had safhadadır. Bunun nedenini sorduÄŸunuzda dehÅŸet içindesinizdir, tezin danışmanından sizin hissettiklerinizi doÄŸrulayan bir tepki beklersiniz. Ama tezin danışmanı iÅŸin içinden hemen sıyrılır ve topu kime atacağını bilmeden, size bir ÅŸeyler söyleyerek durumu geçiÅŸtireceÄŸini düÅŸünür.

Size kalan tek ÅŸey, ne pahasına olursa olsun, oyunu bozmaktır. Bu program, gerçekte çok da titizlik gösterilmeden yürütülmüÅŸtür, öÄŸrencilere sorulsa, hangi derslere ne kadar ve nasıl devam ettiklerini kolay kolay açıklayamazlar. Programın açılmasına vesile olanlar, arkalarında kapatılmış skandal bir Doktora programı ve sahipsiz ve geleceÄŸi belirsiz bir yüksek lisans programı bırakmış ve okuldan ayrılıp daha önemli iÅŸlerle uÄŸraÅŸmaya baÅŸlamışlardır.

Yaralanmayı göze alarak, bu çalışmanın bu hali ile meslek ahlâkına, mimarlığa, eÄŸitime, kiÅŸisel iliÅŸkilerdeki samimiyet bağına, dürüstlüÄŸe ve bildiÄŸiniz bütün deÄŸerlere düpedüz aykırı olduÄŸunu, gizli saklı bir biçimde deÄŸil, konuyla ilgili olduÄŸunu düÅŸünebileceÄŸiniz herkesle paylaÅŸmaya karar verirsiniz. Aslında sizi hiçbir biçimde ilgilendirmeyebilecek bu çalışma, garip bir biçimde, sizin çözmeniz gereken bir soruna dönüÅŸür. Çünkü sürecin sona eriÅŸine, öÄŸrencinin tez süreci boyunca sergilediÄŸi ciddiyetsizliÄŸe ve tümüyle devamsız oluÅŸuna, derslere dahi gelmeyiÅŸine, danışmanın ise kayıtsız kabulleniÅŸine ve okulda bu duruma hiç kimsenin gereken ÅŸiddette bir tepki göstermeyiÅŸine bakarak, baÅŸka çareniz de yoktur. Konu tez elden bir ÅŸekilde örtbas edilmek üzeredir. Tezin “geçici” danışmanı bile, açıkça, bu örtbas ediÅŸe tekabül eden bir müdahale tarzını niçin seçmediÄŸiniz için size öfke duyar.

Yapılacak ÅŸey, tezi her vesile ile dile getirmek ve okuldaki danışmanın kontrolünde olmayan bir medyada konuyu paylaÅŸmaktır. Bu konuda, okulun üst kademe yönetimi ile sorunu paylaÅŸmak, daha doÄŸru bir yöntem gibi görünse de, sevimsiz bulunacağı ve kalıcı hasarlar verebileceÄŸi için, centilmence olmayacaktır. Hatta, gereksiz yere nefret uyandırarak, “ispiyon” haline bile gelebilir, bu yüzden bir baÅŸka yönetim ile konuyu paylaÅŸmaktan mümkün olduÄŸunca kaçınılmalıdır.

Bu “oyunu bozma”nın çeÅŸitli bedelleri size hemen ödetilmeye baÅŸlanacaktır: Ä°lk tepki öÄŸrenciden gelir. Kendisini kayırmaya hazır danışmanı ile konuyu müzakere ederek, sizin suçlu olarak görülmenizi kolaylaÅŸtıracak, kiÅŸisel manipulasyonda bulunur. Okulun dışarıda görevlendirilmiÅŸ elemanı olduÄŸunuzdan ve fiziksel bağınız sınırlanmış olduÄŸundan, bunu yapması için elveriÅŸli ortam zaten hazırdır. Danışmanın, buna açık olmaktansa, durumdan kuÅŸkulanması gerektiÄŸini düÅŸünmek gerekir, bu durumda, öÄŸrencinin tepkisini dinlemek yerine, meslektaşının uyarısını ciddiye almasını beklersiniz. Oysa öyle olmaz, tersine, sorumluluÄŸu okul yönetimine devrederek aradan çekilir ve suskunluÄŸa bürünür.

Okul yöneticisi ise, ortama yayılan “ÅŸaibe” bildirimlerinden rahatsız olarak görüÅŸünüzü dile getirmekten sizi men etmek ÅŸeklinde, üstü kapalı tehditlerle ve çeÅŸitli duygusal serzeniÅŸlerle yüklü bir konuÅŸma yapar! Birdenbire, tezin danışmanının kendisi olduÄŸunu açıklayıverir! Siz de, bir kez daha ve derinlemesine bir ÅŸok geçirirsiniz. (Hani, ÅŸakkadak bayılsanız yeridir.) O dakikaya dek, okul yöneticisi, bu çalışmanın “esas danışmanı” olduÄŸunu, nedense söyleme gereÄŸini bile duymamıştır!

Muhafazakârlık, düÅŸüncelerin paylaşılmasından, kontrolü dışında iletilmesinden, sansürleyemeyeceÄŸi araçların mevcudiyetinden, onaylamayacağı düÅŸüncelerin etrafında yayılım kazanmasından, varlığını tehdit edecek ve meÅŸruiyetini soru konusu edecek her türlü yayın ve görüÅŸten açıkça nefret eder ve her fırsat bulduÄŸunda bunları iptal etmenin yollarını arar. Mimarlık eÄŸitiminde muhafazakârlık, her zaman, günü kurtarmak için deÄŸersiz olan için deÄŸerli olandan vazgeçmekle aynı anlama gelir. Öteki türlüsü, “baskı”nın kurulmasına olanak tanımaz. Yani hata yaptığını ve bir yüksek lisans tezi danışmanı olarak görevini yeterli ÅŸekilde yerine getirmediÄŸini kabullenmesi, sadece sizi haklı çıkaracaksa, muhafazakâr yönetim yalnızca tersini kanıtlamak için sizden vaz geçebilir. Ancak bunu yaptıktan sonra hatasını düzeltmeye baÅŸlar. Sizden vaz geçmeden (otoritesini her koÅŸulda koruyacağını ispatlamadan), yani sizi “sıfırlayacağını” ilan etmeden, hatasını görmek ve kabullenmek gibi bir vasfa sahip deÄŸildir. Her durumda, önce otoritesini pekiÅŸtirecek hazır, kalıplaÅŸmış argümanları elinde bulundurur.

Bu nokta, son derece kritik bir noktadır. Sonuçları ne olursa olsun, risk alarak görüÅŸ beyan eden siz olduÄŸunuz halde, siz yine “Persona Non Grata” durumuna düÅŸersiniz. Bu sefer, geleceÄŸiniz konusunda açıkça kimi imalarda bulunulmuÅŸtur. Bu, artık öÄŸrenciyken duyduÄŸunuz ve kulak asmadığınız asılsız tehditlerden hiçbirine benzemez üstelik. Ton olarak da son derece farklıdır. Sanki, bir kan davasında, öldürdüÄŸünüz hasmınızın babası vardır karşınızda! Gelecekteki kariyerinizin, ne yaparsanız yapın engelleneceÄŸi üzerine sıkı bir nutuk duymuÅŸ ve nutkunuz tutulmuÅŸtur! Kendinizi ÅŸimdi nasıl savunacaksınız bakalım?

Sonuç: Muhafazakârlık, bütün ağırlığı ile, eÄŸitim sistemimizde varlığını sürdürmeye devam ediyor, hem de her koÅŸulda. Muhafazakârlığın, kendisini eleÅŸtiren zihin gücüne doÄŸrudan yöneldiÄŸi durum, kendini yok etmeye en çok yaklaÅŸtığı durumdur. Ama düÅŸünce özgürlüÄŸünün çok daha kolayca yok edilebildiÄŸi koÅŸullarla sarıldığımızı bilmeyen var mı bu ülkede?

Bizim, mimarlık okullarında, özgürlükçü tiyatroların arkasında insanları harcama planlarının yapıldığı ortamlara deÄŸil, herkesin her düÅŸündüÄŸünü her medyada korkusuzca dile getirebileceÄŸi düzeyde özgürlükçülüÄŸe ihtiyacımız var. Ancak bu sayede bilimsel olmak konusunda kendimize çeki düzen vermeye baÅŸlayabiliriz. Yoksa her eleÅŸtiriyi, kiÅŸisel nefretin doÄŸal bir çıktısı kabul eder, teke tek kavgalar ve kapılar adındaki bağırıp çağırmalarla meseleyi çözebileceÄŸimizi düÅŸünürüz yalnızca. Ama biz böyle yapıyoruz diye dış dünya yok olmaz, sadece varolmayı sürdürür.Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: büyük harf "T", büyük harf "E", büyük harf "H", büyük harf "W", büyük harf "U", küçük harf "h"

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız