Köşe Yazısı

Mimarlık'ta Tecavüz

Yazan: Haydar Karabey Tarih: 16 Nisan 2010
TECAVÜZ: 1. Saldırı. 2. Namusuna saldırma, sarkıntılık. 3. Başkasının hakkına el uzatma. 4. Aşma, ötesine geçme.(TDK. SÖZLÜK)

Şöyle denebilir, "Bu başlık pek ağır!"

Veya, "Haklısınız ama söyleminiz maksadınızı aşmış..."

Genelde çok haklı olanların ve sözlerini esirgemeyenlerin duymaya alışık olduğu yorumlardır bunlar.
Ben bugün, izninizle kendi başımdan geçen bir iki öyküyü anlatırken, sözümü pek esirgemeyeceğim, tepem pek ciddi olarak atık çünkü!

Yapıları olsun, projeleri olsun, tasarımları veya yalnızca düşünceleri, bir mimarın emeği, serveti, namusu, herşeyi değil mi?
Başka neyi var ki mimarın?

Para, şöhret, alkış zaten çok beklemediği şeyler mimarın. Şu dünya üzerinde olumlu bir iki iş bırakabimek şans, gayret, emek işi...
Elbette hiçbir şey sonsuza dek durmaz. Bir gün o yapılarımız, düşüncelerimiz de eskir veya anonimleşir, günleri geçer, yerlerine daha güncelleri gelebilir.

Ama gözünüzün önünde veya gizlice bu ürünlerinize el konulması, değiştirilmesi, yırtılıp pırtılması yani bir anlamda tecavüze uğraması, yıkılmalarından çok daha üzüntü verici değil mi?

Hele bu "tecavüz"ün dost, arkadaş, meslektaş bildiğiniz kişiler tarafından gerçekleştirilmesi, insana çok daha ağır geliyor.
Başımdan geçen, daha doğrusu, yapılarımın başına gelen bazı örnekleri anlatayım da görün. Sizlerin de başınıza neler gelmiştir kimbilir...

Minik bir Otel
1981'de DGSA'daki doçentlik görevimden istifa ettikten sonra, tasarladığım ilk yapıyı, henüz bir bürom olmadığı için, daha önceleri yanında çalıştığım bir "ağabey"in bürosunda projelendirdim. Bu ilk yapımı (doğrusu, o ağabeye de epeyce danışarak) yerinde bir yıl yaşayarak neredeyse kendi ellerimle inşa ettim. Yıllar sonra, daha o yıllarda kendi deyimi ile "bir buçuk milyon merekare yapısı" olan ağabeyin benim bu mütevazı, beş yüz metrekarlik yapımı sahiplendiğini ve bir mimarlık sergisinde kendi projesi olarak sergilediğini görüp dehşete kapıldım. Derhal işvereninden, bölgenin belediyesinden ve anıtlar kurulundan yapının müellifinin aslında ben olduğuma dair belgeler edindim. Ama yine de konuyu pek kimselere açıklamadım. Sonraları, yapı için bir tadilat gerekti. Tekrar hem belediyesinden hem de bölge kurulundan zaten adıma tescilli olan yapının projelerini birer kez daha geçirdim. Yani, hikayenin bu anlattığımdan farklı versiyonlarını üretmek için başkalarının pek zahmet çekmesine gerek yok. Bu ilk yapı deneyim, bana bu "asil" meslekte, kimi rakipler karşısında biraz daha dikkatli ve dişli olmak gerektiğini öğretmeliydi. Öğrenememişim.

TÜRSAB
Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TÜRSAB) için Esentepe'de bir merkez yapısı yaptım. Ana işlevleri ofis ve sosyal buluşma mekanı olarak belirlenmişti. İmar hakkını hiç zorlamadan yapının üzerindeki terası açıkta bir buluşma ve davet alanı olarak düzenledik. Yapının hizmete girişinden bir ay sonra, dönemin yöneticisi, terası eternit bir kabuk ile tam kata dönüştürüverdi. Benim de yapının bulunduğu sokağa girmemi, kendi "nazik" yöntemleri ile yasakladı. Gerçekten o gün bu gün bir daha o sevgili yapımı görmeye yüreğim elvermiyor.

Reklamevi

Ulusal Mimarlık Ödülü de alan bu yapı, işvereni tarafından uzun yıllar keyifle kullanıldı. Değişen koşullar sonucunda (Reklamevi'ne yabancı ortak gelmesi, ajans kadrosunun büyümesi, kentsel merkezin dönüşümü vb.) ajans başka bir yere taşındı, yerli ortaklar da kendilerine ait olan bu yapıyı sattılar. Galiba bir tekstil firması olan yeni sahibi ise yapının zemin katını kapalı garaja dönüştürmeye çekinmemiş. Bizi bu süreçte ne arayan oldu, ne de soran. Defalarca Mimarlar Odası'na başvurdum, ne yapabilirsiniz diye. Ödüllü yapılar tescil edilsin diye yazılar yazdım. Kimse aldırmadı.

Bir Teknik Okul
Ülkemizin çok büyük ve çok ünlü bir firması, kurmuş olduğu vakıf aracıyla eğitime katkıda bulunuyor. Bu çerçevede, çok hayırlı da bir işe girişerek bir "özel teknik lise" kurmaya karar verdiler. İş öylesine ciddiye alındı ki, Almanya'da incelemeler filan yaptık. Proje sürecine başından beri katılan ve neredeyse her konuyu da danışarak işi yürüttüğümüz değerli okul müdürümüz, yapı ortaya çıktıkça şantiyeye farklı görüşler ve tadilat önerileri ile gelmeye başladı. Bunların epeyce bir bölümünü uygulamaya çalıştık. Bir gün yoğun bir şantiye toplantısında aniden "ben girişe bir ‘sundurma' istiyorum" diye konuya girdi. Kendisine dilimiz döndüğü kadarıyla otuzbin metrekarelik bu yapıda otuz metrekarelik bir rüzgarlık olduğunu, sundurmanın da neyin nesi olduğunu sorduk. Müthiş bir öfke ile, sevgili müdür "sana ne çiçek koyacağım, keyfim bilir" buyurdular. Biz de tam kendisine sevgili öğrencileri için giriş holünde farklı "hoşluklar" tasarlanabileceğini anlatmaya çalışırken, "Öğrencileri yan kapıdan alacağım, burada ne işleri var!" deyince, elbette film koptu... Bu tuhaf ilişkiyi daha fazla sürdüremeyeceğimi bildirerek sahneden çekilmek zorunda kaldım. Bir eğitim tesisinin yapım sürecini de engellemeyelim bari diye de telif hakkımı filan unutttum.

Kurukahveci Mehmet Efendi Yönetim Yapısı





Çok yakın bir geçmişte başıma gelen son "tecavüz" örneği de, bana artık bu yazıyı yazmanın zamanı geldiğini hatırlattı. Dudullu Organize Sanayi Bölgesinde tasarlayıp yapımını da yakından denetlediğimiz Kurukahveci Mehmet Efendi Yönetim Yapısı'nın yine tarafımızdan tasarlanmış olan (Tanju Özelgin ile birlikte) iç mimarisi ve dekorasyonu, birçok nedenle yapımından epeyce bir süre sonra uygulamaya kondu. Uygulama işini, tanınmış, düzeyli bir meslektaşımızın aldığını öğrenince sevindik. Kendileri bizi ziyaret etmek nezaketini de gösterip, tasarıma tam olarak uyacaklarını, uygulama sırasında çok ufak bir iki değişiklik olabileceğini, örneğin basamak kaplamasının kalınlığını biraz azaltabileceklerini filan belirttiler. Biz de "Aman çok sevdiğimiz bir yapımızdır, ciddi bir değişiklik gerekirse haberimiz olsun" diyerek işi kendilerine emanet ettik.

Bir süre sonra çok duyarlı davranan işveren, bizi arayarak, "biz farkedemedik, çok üzgünüz, dekorasyon uygulaması sırasında böyle bir şey yapılmış, yapıya müdahale edilmiş, biz duruma elkoyup eski haline getirtiyoruz. Bu arada tesadüfen görürseniz üzülmeyin, bilginiz olsun," diye bizi aradı. Durum fotoğraflarda açıkça görülüyor, ne çıkar bir pencerecikten...

İşte böyle sevgili okuyucu, sizlerin de başınıza neler gelmiştir kimbilir... Peki "ne olacak bu mimarların hali?"

Konuyla İlgili LinklerYazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: küçük harf "r", büyük harf "T", küçük harf "x", küçük harf "d", büyük harf "N", sayý yedi

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız