Konuya, tüm tartışmalara ışık tutabilecek ÅŸahane bir alıntı ile girmek istiyorum: “(Yabancı Sermayeye) … yaklaşımımız Romantik ve İdeolojik deÄŸil, Pragmatik olmalı”. Devlet Bakanı ve AB BaÅŸmüzakerecisi Ali Babacan. (YASED Toplantısı “Yabancı Yatırımların Yeni Gözdesi: Fırsatlar Ülkesi Türkiye” toplantısı, İstanbul, 08-11-2005).
Siyasal İktidarın bu derin tesbitini aklımızın bir köÅŸesine kaydettikten sonra Dubai Towers’ın çevresinde sanal bir gezinti yaparak bu yapılara farklı açılardan ve perspektiflerden bakalım diyorum.
İstanbul’dayız; çok kültürlü, çok katmanlı, yaÅŸayan, dinamik ve gerilimli bir metropoldeyiz; Dünyanın yükselen “trendy” ve “cool” metropolünde; Yöneticilerin vizyon ve tasavvurlarını kışkırtan fırsatlar coÄŸrafyasında; dörtbin yıllık uygarlıkların birikimini taşıyan topraklardayız.
Tiranların ve Yöneticilerin perspektifinden İstanbul için Anıtlara ve ‘Anıtsı’lara bir bakış:
İmparatorlarımızın, Sultanlarımızın, BaÅŸkanlarımızın Polis’i, Konstantiniye’si, Dersaadet’i, GözbebeÄŸi… Demirel’in birinci köprüyü, Özal’ın ikinci köprüyü ihsan ettiÄŸi bu kente karşı özel ilgi ve sevgisini saklamayan, ErdoÄŸan acaba İstanbul tarihine nasıl bir iÅŸaret bırakmalı? Böylece konu İstanbul’a yeni simgesel iÅŸaretler arayışının gerektiÄŸi vizyonundan irdelenebilir. Yapılmak istenen bir “Anıt” yaratmak; toplumun kültürel ve maddi birikimlerini bir yana bırakarak, ilk fırsatta bir güç sembolü, bir çaÄŸ iÅŸareti gerçekleÅŸtirmek isteÄŸi olarak okunabilir. Mimar Belediye BaÅŸkanımızın hülyaları da farklı olmasa gerek. Kendisinin yapı yapma iktidarı talebinin (örneÄŸin, Altınboynuzlu bir Haliç köprüsü tasarlamasının) ruhbilimsel bir çözümlemesi de bu arada yapılabilir. Bu da, yani yönetenlerin tarihe bireysel damgalar vurma heyecanı da konuya ilginç bir yaklaşım olacaktır.
Konunun Kentsel Aktörlerin bir analizi ile açıklanması
Bu açıklama ise çaÄŸdaÅŸ toplumbilimsel bir yaklaşımdır. BildiÄŸimiz gibi, kentsel aktörler: Yerel-Merkezi Yönetimler, ve onların yasama, yürütme, planlama, denetleme, uygulama erklerinden oluÅŸan yapılar / İşadamları, Küresel, Yerel Yatırımcılar / Uzmanlar, plancılar, mimarlar / Kullanıcılar, kentli, toplumun tüm kesimleri ile sivil toplum örgüt ve kuruluÅŸları olarak tanımlanan dört (ve bu sıralama içinde katmanlanan) ana bölümde toplanırlar. Kentsel Mekan ise, bu güçlerin zaman zaman muhalif, veya destekleyici konumda olan zaman zaman da iÅŸbirliÄŸi veya çıkar çeliÅŸkisi içinde olan örgütlü veya örgütsüz çeliÅŸme, çatışma ve uzlaÅŸma süreçlerinin bir arakesiti olarak biçimlenir. Bu anlamıyla siluete de yansıyan kent mekanı bir anlamda iktidar iliÅŸkilerinin yeniden üretiminin de göstergesidir. Bu tanım, kentsel siluetteki Sultan camilerini, Çokuluslu zincirlerin çokyıldızlı otellerini olduÄŸu kadar çağımızın güç göstergesi olan Çokuluslu ÅŸirket gökdelenlerini de açıklar.
Küresel Metropol İstanbul’un dönüÅŸümü açısından bakıldığında:
Tüm dünyada olduÄŸu gibi, burada da metropol yaÅŸamı kolay, rahat deÄŸildir, pahalıdır, risklidir. Ama herkese kazandırır. Kazandırdığı, sevgi, huzur deÄŸil paradır, ÅŸöhrettir. İnsan yaradılıştan mazoÅŸist olmadığına göre, metropollerde kümelenirken bir bildiÄŸi vardır. Ama bizim biricik metropolümüz, görünürde doÄŸal geliÅŸimine terkedilmiÅŸ metropolümüz kadar acılısı da, cimrisi de az bulunur. Tabi diÄŸer “çevre” (periferi) ülkelerinin metropollerinin, Delhi’nin, Karakas’ın, Meksiko’nun da hakkını yemeyelim. Bu ızdıraplı metropol yaÅŸamının bize özgü bir nedeni mi var acaba diye düÅŸünürken, iki zorlu sürecin, iki ciddi tarihsel dönüÅŸümün üstüste düÅŸtüÄŸünü görüyoruz İstanbul’da: Kırsallığın (ya da kırsallıktan yeni kopuÅŸun) göçebe/geçici davranışları ile metropolitenliÄŸin hızla kazanmak için acımasızca dönüÅŸme/dönüÅŸtürme davranışları.
Aslında tarihsel baÄŸlam da bu ikili açıklamayı destekliyor. İmparatorlukların baÅŸkenti “kozmo-polis”, uluslararası bir metropole ve yönetilemez bir “kozmopolit”e dönüÅŸüyor. Yakınmaları ve hele İstanbul mimarlarını eleÅŸtirmeyi bir kenara koyup, yukarıda önerdiÄŸim biçimde tepkileri analiz etmek daha ilginç olacaktır. Bu tepkiler bozulmanın deÄŸil, deÄŸiÅŸimin yarattığı tedirginlik ve uyumsuzluk ile açıklanmalı. “Bir tür modernleÅŸme” karşısında kendini iyi hissedememe! Elbette bu süreci yaÅŸamanın baÅŸka yolları olup olmadığı da sorgulanabilir, alternatifler hatta ütopyalar önerilebilir…
İstanbul / Paris ekseninde insani-toplumsal, kültürel kopuÅŸlara bir bakış:
2005 yılının Kasım ayında süregiden İstanbul Dubai Towers tartışması, Paris’teki “varoÅŸların baÅŸkaldırısı” ile denk düÅŸen bir tartışma. Aslında, Fransızlar, çoktandır buralara, geç ondokuzuncu yüzyıldan kalan bir deyimle “banliyö” diyorlar. Metroploliten topluluktaki beklentiler ve sonuçları açısından bu iki konu birlikte okunmaya deÄŸer. Bir yanda Paris’te Kültürel çatlama-parçalanma-kopuÅŸ ve ayrışma, yabancılaÅŸma, marjinalleÅŸme veya günün deyimi ile “ötekileÅŸme” yerine İstanbul’da ÅŸimdilik bir gerçeklik olarak süren ancak sürecini tamamlamak üzere olan toplumsal katmanlar arasındaki akışkanlık karşılaÅŸtırılmalıdır. Biri (Fransa’daki) “etnik” diye tanımlanıyor, biz diÄŸerine (buradakine) küresel metropolde katmanlaÅŸma ve gerilimler diyoruz (nazikçe). Eskiden, sınıf çatışması denirdi böyle ÅŸeylere… Türkiye tümüyle hala bir ümitler toplumu ve Metropoliten İstanbul’da henüz neredeyse tüm unsurların kentsel yaÅŸama entegre olabilme kanalları açık. Neyse ki!
Caddebostan plajında donla denize giren ve mangal yapan toplum kesimleri bu açık olma ve kente entegre olma dinamiÄŸinin en görünür halidir ve bunu eleÅŸtiren İstanbul burjuvazisi, bu insanların Paris’teki gibi davranmayıp, kendi standartları çevresinde kentsel mekanda yeralmaya devam etmelerine oturup kalkıp ÅŸükretmelidir. Fransa’daki “etnik ırkçılığa” gösterilen tepkinin bir benzeri burada, burjuvazininin ırkçılığına karşı henüz biçimlenmedi. Ama bu tepkileri yeÅŸertecek tohumların varlığı öngörülmelidir.
Levent perspektifinden Plazalara bir bakış:
1950’lerde genç Türkiye Cumhuriyeti’nin uygulamaya koyduÄŸu ModernleÅŸme Programı uygulanıyor ve bu yıllarda BaÅŸkent Ankara’dan sonra (SaraçoÄŸlu Mahallesi) İstanbul’da da Levent ÇiftliÄŸi’nde, bahçeli düzende planlanmış modern bir orta sınıf mahallesi kuruluyor. Bir model yerleÅŸim olarak tasarlanmış Levent Mahallesi’nde, uygar bir yaÅŸam için her türlü donanım düÅŸünülüyor ve bugün artık geliÅŸmiÅŸ olan tam 30 bin aÄŸaç dikiliyor…Yıl 1980: Türkiye globalleÅŸen dünya ile bütünleÅŸme çabasındadır. Bu dönemin nimetleri yanısıra, elbette kültürel yaÅŸama ve mirasa olumsuz etkileri de olacaktır. Gene de Levent giriÅŸindeki parktaki bir tabela dikkat çekiyor : “çaÄŸdaÅŸ ÅŸehircilik örneÄŸi Levent’e hoÅŸgeldiniz !” 1990’da ise, aynı parkta bir bankanın gökdeleni yükselmektedir (önce Demirbank, sonra HSBC, ÅŸimdi ise yarı yıkık bir yapı; tarihsel bir okumaya da elveriÅŸli ne denli dramatik bir göstergeler dizisi!)…
Levent bugün, neredeyse, İstanbul’da ayakta kalmış tek bahçeli konut bölgesi örneÄŸidir ve Türkiye çapında korunması gereken gerçek bir Cumhuriyet Mirası’dır. Ancak, İstanbul’un, BoÄŸaz köprülerinin de katkısıyla Kuzeye doÄŸru büyümesiyle Maslak koridoru tam bir gökdelenler eksenine dönüÅŸür. Kulelendirilen bölgenin arka bahçesi, eÄŸlenme, yemek yeme mekanı, otoparkı, klima-jeneratör avlusu ve çöplüÄŸü ise Levent olacaktır. Büyük ofislerin gölgesinde yeÅŸeren küçüklü büyüklü yüzlerce iÅŸyeri Levent evlerini iÅŸgal eder… Destek ofisleri, café-barlar, restoran-gece kulüpleri, anaokulları, hastaneler, sayısız kebapçı… Tower’ların, plaza’ların arabaları ve servis araçları binlerce metre yarıçaplı bir daireye yayılır. Bu süreçte, yapıların içi her anlamda, yani insanları ile, duvarları ile boÅŸaltılır, aÄŸaçlar kesilir, tüm yapılar dönüÅŸtürülür. Levent tarihsel geliÅŸme içinde sosyal konut statüsünden, kent merkezinde bahçeli prestijli villalar bölgesine, sonra da aylık kirası onbinlerce dolarla ifade edilen ve gökdelenlerin kılcal uzantıları olan mini plazalar yığınına dönüÅŸmektedir. Bugün bu mahallede, ancak bir avuç konut bu dönüÅŸüme karşı (hem de tam bir STK savaşı ile) direnebilmektedir. İşte, İstanbul’da daha önce Haliç, Karaköy, ÅžiÅŸli, BeyoÄŸlu’nda yaÅŸanan “kullan - tüket - terket” senaryosunun yeni bir versiyonu.
Çeliktepe-Sanayi Mahallesi ve Kağıthane’den (gecekondularından) Plazalara bakış:
Tüm bu gürültü içinde, Maslak ekseninin batı eteklerinden ve bölgenin barındırdığı (çalıştırdığı) olaÄŸanüstü dinamik, dönüÅŸüme açık insanlarından nedense hiç sözeden yok. Buralara arkası dönük olarak yaÅŸayan kentimiz burjuva entellicensiyası için bu “alan” sessiz kaldıkça, ciddi araÅŸtırmaları bile hakketmiyor. ÖrneÄŸin, Çeliktepe’nin plazalar aracılığıyla kent ile bir entegrasyon iliÅŸkisine nasıl girebileceÄŸi, yani bir anlamda barındırdığı dinamik nüfusun sosyal akışkanlık (sınıf atlama) beklentilerini, olası arsa spekülasyonları dışında nasıl gerçekleÅŸtirebileceÄŸi ve sonuçta farklı bir perspektiften, varoÅŸların perspektifinden “plazalaÅŸma durumunun” nasıl bir manzara arzettiÄŸini de bu baÄŸlamda tartışmak gerekmez mi? Aynı bakış, mekan incelemeleri (ya da çaÄŸdaÅŸ bir deyimle, mekan okuma) ile de desteklenirse; bir yanı Levent-Etiler-BoÄŸaziçi, diÄŸer yanı Çeliktepe-Kağıthane olan Zincirlikuyu-Maslak Plazalar bölgesinin simetri ekseninde durduÄŸu bir fiziksel-sosyal kesitin profili bizler için aydınlatıcı olmaz mı? Böyle bir kesit bize görüntünün diÄŸer yüzünü, fiziksel ve sosyal anlamda, bir tür “ayın karanlık yüzünü” de gösterecektir.
Olan bitene Çeliktepe-Sanayi-Kağıthane gözlüÄŸü ile de bakılabileceÄŸi düÅŸünülürse, bir deÄŸil birkaç İstanbul olduÄŸu ve dolayısıyla birden çok İstanbul’lu kimliÄŸi ve vizyonu varolduÄŸunu kabul etmek zorunda kalırız. Hem dönüÅŸümden rahatsız hem de bundan pay alma gayreti içinde olan tüm bu farklı kesimlerin ve aktörlerin, metropolden beklentileri düzeyinde ve kent hakkındaki kararlarda ortak çıkarlar çerçevesinde uzlaÅŸmaları hiç de kolay deÄŸildir.
Altyapı tartışmaları açısından burgulu-burgusuz gökdelenler:
Gerçekten, bazı (medyatik) meslekdaÅŸlarımızın iddia ettikleri gibi, metropollerde önce yapılar yapılır, sonra altyapı mı tamamlanır? Altyapı tamamlanıncaya kadar, insanlar çamurlu kent çukurlarında, kendi pisliklerinde mi debelenmelidir? (aklıma, Batman filmlerindeki Gotham Metropolü geliyor). Ciddi tarihçilerimiz, kültür adamlarımız gerçekten böyle gotham’vari bir gelecek mi öngörüyorlar? Bunlar ilginç olmak için yapılan öngörüler mi yoksa bizlerin kavrayamayacağı kadar derin durumlar mı?
Metropol böylesine, inÅŸaatların hiç bitmeyeceÄŸi huzursuz, güvensiz, saÄŸlıksız bir yer midir? Her metropol, gökdelenlerin birbirine Hongkong’taki gibi beÅŸer metre sokulduÄŸu, müthiÅŸ bir yoÄŸunluk (ve daha neler neler) alanı mıdır? Neden Metropol deyince, Newyork’u (Gotham’ı) Hongkong’u örnek alalım da, Roma’yı, Atina’yı, Madrid’i örnek almayalım?
Hedefler “üçüncü dünya”nın perspektifini aÅŸamayınca Paris (La Defense), Londra (Docklands) gibi diÄŸer dünya metropollerinin iÅŸ merkezlerini nasıl yönettiÄŸi de gözardı edilebiliyor.
Yerseçimi tartışması:
İstanbul’da türeyen tüm yeni yerleÅŸimlerin, konut olsun, iÅŸyeri olsun, neden hepsi, mesafelerinin Levent’e kaç dakika olduÄŸu ile övünüyor? Neden herkes Levent’e “üÅŸüÅŸüyor”? Neden Pendik’te deÄŸil de Levent’te? “Asinus Asina Fricat” (Latince: “eÅŸek eÅŸeÄŸe sürtünür”). Yani yakın iletiÅŸim! Bu çaÄŸda? Güldürmeyin insanı! Buna düpedüz spekülasyon denir.
Peki, birilerinin bu talepleri birazıcık bile planlama, yönlendirme ÅŸansı, gücü, iradesi yok mu? (Küresel) Baskının artması nasıl (Yerel) tepkiler doÄŸuracak? Bu geliÅŸimin tüm sonuçlarını öngörebiliyor muyuz. Öngörülemezlik, basitlik, olaÄŸanlık açıklamalarına sığınarak, nedensellikler kurarak tüm olacaklara, sonuçlara katlanacak mıyız?
Kültürel Kimlik tartışması:
Bir kentin ve kentlinin kimliÄŸini, kiÅŸiliÄŸini oluÅŸturan, yalnızca yapısal varlığını deÄŸil, kültürel, insani dokusunu da oluÅŸturan; geçmiÅŸini geleceÄŸine baÄŸlayan herÅŸeyle ama herÅŸeyle böyle oynanabilir mi? Kumkapı, Galata, Karaköy, Haliç, Kızkulesi, HaydarpaÅŸa, Levent durmadan biçim ve içerik mi deÄŸiÅŸtirmeli. Son bir haber: Süleymeniye’deki neredeyse tüm konut dokusu (elbette insanlarıyla birlikte) yokolduktan sonra, bugün bu yapılar yeniden üretiliyormuÅŸ. BeyoÄŸlu’nda, Moda’da ihdas olunan uyduruk tramvay sonrasında yeni ve dahice bir yenileme yaklaşımı. Kutlarız.
“A class” ofis mekanı üretimi tartışması:
(bu pek gösteriÅŸli küresel deyim de yeni ve ithal)
Bu A class ne ola? Bu tür iÅŸyerlerine İstanbul’un ihtiyacı ne kadardır? Mevcut iÅŸyerlerindeki doluluk oranlarını bilen var mı? Tıpkı camilerde olduÄŸu gibi bir talep analizi yapmadan, gereksinmelere bakmadan durmadan inÅŸa mı etmeliyiz? : Zirve talep aÅŸamasında (cuma namazı) camilerdeki bu oranın % 38’i geçmediÄŸi söyleniyor. O zaman, Göztepe Parkına önerilen yeni cami ile Dubai Towers arasında, ideolojik ve de özellikle göstergebilimsel bir baÄŸlantı kurulabilir mi?
Nihayet tartışma hakkının tartışılması:
Son olarak, ÅŸunu belirtmerliyim: En önce, kentlilerin bu konuyu tartışmaya hakları olduÄŸunu söylemeye gerek bile yok.
Bir: Bu projelerin seçimleri, mimari nitelikleri ve İstanbul gibi benzersiz bir kent ile kurdukları sorunlu iliÅŸkiler açısından.
İki: Bu projelerin kentli ile ÅŸeffaf ve katılımcı bir biçimde paylaşılma(ma) biçimleri açısından.
(Bu yazının bir özeti, 13-11-2005’te Radikal iki’de yayınlanmıştır).