
CEM
ILHAN
bazı temel meseleler...
doğrudan sorulara giriyorum.
3 soru etrafında gelistirilebilecek bir argüman olabilir bu. tesekkürler.
1. Mimarlar için mi yoksa içinde yaşayacak insanlar için mi tasarlamalıyız?
Cevap genellikle “tabii ki insanlar için” olmakla birlikte icraat pek öyle
değil gibi. Sizce, tasarımcısı orada olmadığı/ bulunmadığı halde
“bunu ben yarattım” düşüncesini telkin eden bir mimarlığın
reddedilmesi gerekmez mi?
2. Cansever modern çağın kendi fetişizmlerinin bile bilincinde olmayan
trajik bir bilinçsizlik çağı olduğunu söylüyor. İnsanın görevi çağın
temel yanılgılarına karşı çıkmaksa eğer, mimarlığın bunlara karşı
bir direnme eylemi olması gerekmez mi? Yanılgıları biraz açarsak:
· insanın bilincini, seçme ve karar verme hak ve yeteneklerini sınırlayan
bir ortamın oluşması
· teknolojiye giderek daha çok yaslanma
· ekonomik çıkarlara öncelik verme
· insanı küçülten, ezen ve kısıtlayan biçimlerle, dev büyüklüklerle
doldurulmaya çalışılan insanlık aşan bir dünyanın yaratılması
Mimarın mesleğini icra etmek için didindiği böyle bir dönemde, esas
misyonunun bu duruma karşı çıkmak ve bilinçli bir şekilde dünyayı güzelleştirmek
olması gerektiğine inanıyorum. Ne dersiniz?
3. Son olarak Peter Handke diyor ki; “güzellik doğal olan şeylerde yatar,
mesaj ve işaretlerin kendinde değil.” Bu sözü bir mimarlık ürünü ile
ilişkilendirirsek neler söylerdiniz?
Aykut
Köksal
Sevgili
Cem İlhan,
“Bunu ben yarattım” düşüncesini telkin eden yani özneyi işaret etme üzerine
kurulu bir mimarlık üretimi ne yazık ki mimarlık eğitiminden mimarlık
medyasına dek mesleki bağlamın tam göbeğinde yer alıyor. Belki tüm
soruları yanıtlamaya hazırlanmadan önce “mimarlık”ın bir “tasarım
disiplini” olduğunu bir kez daha anımsamada yarar var. Tüm tasarım
disiplinleri sözünü belirli bir soruya yanıt arama üzerine oturtur. Sözünü
ettiğiniz yaklaşım ise mimarın kendi tekil sözünün (ki bu söz önce
tasarımcının kendisini gösterir) yanıtın yerine geçmesi demektir. Bu
durum bir yandan mimarlık eğitiminin yalnızca “auteur” mimar yetiştirmeye
odaklanmış deformasyonunda öne çıkıyor, bir yandan da mimarlık medyasının
“kendini gösterme”, “görünür olma” üzerinden bir meşruiyet alanı
yaratmasında beliriyor. Hele Türkiye’de olduğu gibi düşünsel arka planı
bu denli yoksul bir mimarlık bağlamı “görünürlük” üzerinden var
olmanın koşullarını hazırlayan uygun bir zemin oluşturuyor. Bu sapmanın
başka bir nedeni de mimari bilgi üretiminin asıl dolaşım alanı olması
gereken “anonim” bağlamın da mimarlığı tümüyle dışarda bırakması.
Sonuçta mimarlık doğruluğu kendinden menkul dar bir etkinlik alanının,
ister istemez temelden yoksun gösteri alanına dönüşüyor. Tabii bu durumda
ithal kavramlarla yürütülen “sözde-felsefi” etkinlikler de bir yanılsama
dünyası yaratmaktan öteye gidemiyor.
Mimari bilginin gündelik olana eklemlenmesi yani modernleşme, çevrenin biçimlenmesinde
mimarın yerini kazanmasını getirir. Burada bir “misyon”dan çok
“rol”den söz etmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Mimar ister
istemez ancak o rolün tanımladığı etkinlik sınırları içinde var
olabilir. Ne var ki bu, mimarın çağıyla hesaplaşmasına, anlam sorunlarına
odaklanmasına da engel değil. Kendisinden alıntı yaptığınız Turgut
Cansever belki de bu bağlamda en doğru örneği oluşturuyor.
“Güzellik” yazılarımda ya da konuşmalarımda çok fazla kullanmadığım
bir sözcük. Anlam üzerine odaklanmış doğru bir yanıtın taşıdığı
estetik gerçeklik beni daha fazla ilgilendiriyor.
kerem
Aykut
Bey,
Sizden ricam "auteur" mimar kavramını biraz daha açmanız. Diyaloğu
takip eden genç arkadaşların ya da kelimenin fransızca karşılığını
bilmeyen diğer katılımcıların bunu net bir biçimde anlamasında derin
fayda olduğunu düşünüyorum.
"Eğitim yuvalarının" tüm çabalarına rağmen, Türkiye'de gerçek
anlamda "auteur" mimar yetiştiğini, var olduğunu düşünüyor
musunuz?
Mimarlık eğitiminin"auteur" mimar yetiştirmeye yönelik eğilimi
neden kaynaklanmaktadır? Eğitimin hangi safhalarında yapılacak tadilatlarla
durum düzetilebilr?
Aykut
Köksal
“Auteur”
nitelemesi özellikle sinema bağlamında sıkça kullanıldığı için özel
bir tanım yapmadım, ama “yaratıcılık” edimini öne çıkarma durumunu,
anonim olanın dışına çıkma isteğini aktarmak için kullandığımı söyleyeyim.
Hiç kuşkusuz “auteur” mimarların üretimi çağdaş mimarlık tarihinin
önemli bir bölümünü oluşturur, ne var ki bu üretimin anlamı, öncelikle,
mimarlığın bilgi alanına yeni katkılar taşıdığında ortaya çıkar.
Mimarlık mesleğini öğrenme amacıyla mimarlık okullarına gelmiş öğrencilere
“auteur” mimarları “rol modeli” olarak önermek, hem mesleğin genel
uygulama alanıyla çelişecektir, hem de yeni mezun mimarın, yapı üretimindeki
endüstrileşmenin giderek dayattığı (dayatacağı) anonim bilgi bağlamının
dışında kalmasına yol açacaktır. Tam da bu noktada şu soruyu gündeme
getirmenin önemli olduğunu sanıyorum: Türkiye’deki yapı üretiminin
mimarlık bilgisini dışarda bırakması yalnızca bir talep eksikliğini mi,
yoksa mimarın sunduğu bilginin niteliğini sorgulamak gerektiğini mi gösterir?
Türkiye’de gerçek anlamda “auteur” mimar yetişip yetişmediğini
soruyorsunuz. Dünya mimarlığının geçen yüzyıldaki serüvenine önemli
katkılar yapmış, üretimleri bu büyük öykünün olmazsa olmaz parçası
olmuş mimarlardan söz edemediğimize göre bu sorunun yanıtı açık değil
mi?
Bu bağlamda öncelikle eğitim programlarını yeniden ele almak gerektiği
ortada. Bir “kültür merkezi” tasarlamadan mezun olan öğrenci sayısı,
sanırım yok denecek kadar azdır. Ama bir kültür merkezi tasarlanması
talebiyle karşı karşıya gelen mimar sayısının da yok denecek düzeyde
olduğu kesin. Burada önemli olanın projenin programı değil, öğrencinin
soruya yanıt oluşturma süreci olduğu ileri sürülebilir. Ama yine tam bu
noktada, hangi kültür merkezi projesinde, öğrencinin çağdaş dinleti mekanının
ya da çağdaş tiyatral mekanın anlam sorunlarını araştırmaya yöneltildiğini
sormak gerekir... Dilerseniz eğitim üzerine daha fazla konuşmak için gelecek
hafta gerçekleşecek “platform” toplantısını bekleyelim.
blur
gülşen adlı kullanıcının
gönderdiği mesaj
Merhabalar,
Çok geniş bir yelpazeye yayılan yazılarınızı keyifle okudum. Siteden
izlenilen bazı mimari uygulamalarınızdaki tasarım anlayışınızdan yola
çıkarak ve yine bazı yazılarınızdaki düşüncelerinize de gönderme
yaparak
size bir soru yöneltmek istiyorum.
Doğanbey'deki mimari uygulamalarınızdaki tasarım anlayışınız, bizlere
"korumacılık" konusunda önemli mesajlar iletiyor. Yazılarınızdan
geleneksel
üretim koşullarında ortaya çıkmış yapılı bir çevrenin kendisine,
"doğal dil
çağı" nın bir kuruluşu olarak bakılması gerektiğini anlıyoruz.
Yine doğal
dilin iki belirleyici strüktürel özelliğinin "birey ötesi ve bilinç dışı"
olduğunu ve bu özelliklerin doğal olarak mimarlık ve sanat üretiminde de
görüldüğünü belirtiyorsunuz. Doğal dilin normlar dizgesi içinde gerçekleşen
anonim üretimin, estetik gerçekliği kendiliğinden var ettiğine ilişkin
görüşünüzü de birçok geleneksel çevreden izleyebiliyoruz.
Doğanbey' deki mimari yaklaşımınıza bu verilerle geri döndüğümüzde;
mimari
ölçekte gerçekleştirilmiş tekil uygulamalar olsa da, genelde bu türde
özellikli kentsel/kırsal mekanların korunmasında bize önemli ipuçları
veriyor. Birim ögenin bütünü oluşturan dizge içinde yer aldığını
bilerek
anonimleşmesi, mimarın geri çekilerek tasarlaması tavrını getiriyor ve bu
durumda mimar, geleneksel dilin vokabülerini kullanan bir tasarım sürecine
giderek bu sade ve yalın yaklaşımın altındaki anlam dünyasını bize açıyor.
Bu çözümlemenin ardından bir adım daha ileriye giderek başka bir bağlam için
sorumu soruyorum. Doğanbey' den çok farklı olarak, değişik kültürel
katmanlardan oluşan kaotik bir kentte, o kentin mekansal örgütlenme
mantığını anlamış olduğumuzu da varsayarsak, bir öncekine kıyasla mimarın
koruma anlayışının nasıl olması gerektiğini düşünüyorsunuz? Mimar sürecin
tekil ve bağımsız bir parçası mıdır?
Vereceğiniz yanıt için şimdiden teşekkürler.
Aykut
Köksal
Doğanbey’deki evlere ilişkin
çözümlemelerinize katılıyorum, bu titiz okuma için de teşekkür ederim.
Ne var ki bu evlerdeki yaklaşımı (R Evi bir restorasyon olduğuna göre K ve
T evlerinden söz ediyorum) korumacılık bağlamında örnek çalışmalar
olarak ele almamak gerek. Doğanbey köyü son derece özel bir bağlam oluşturuyor.
Cumhuriyet döneminde bir süre iskan edildikten sonra terkedilmiş eski bir Rum
köyü. Evlerin büyük bir bölümü harabeye dönüşmüş, aralarında K ve T
evlerinin yerlerindeki eski evlerin de bulunduğu bir bölümünün ise yapı
izleri bile kalmamış. Anıtlar Kurulu’nun getirdiği kısıtlamaları bir
yana koysak bile, bu “özel” bağlamda ne yapılabilir sorusunun olası yanıtlarından
biri, sizin de belirttiğiniz gibi, mimarın tamamen geri çekilerek sözü
geleneksel teknolojiye ve geleneksel sözlüğe bırakması, anonim olana
gelenek üzerinden eklemlenmesi, başka bir deyişle bağlama bütünüyle
teslim olmasıydı. Ancak bu yaklaşımı genel bir doğru olarak kabul etmek
son derece yanlış olur. Hele sözünü ettiğiniz kentsel bağlam içinde,
tarihsel olanın anakronik yeniden üretimi korumacılığı bir dekor üretimine
dönüştürecektir. Tarihten devraldığı belleği bugüne taşımış ama
modernleşmenin dönüşümlerini de yaşamış (yaşayan) bir kentteki korumacılık
konusuyla, geleneksel dünyadan bugüne neredeyse hiç değişmeden gelmiş bir
köyün korunması çok temel farklılıklar taşıyor. Tarihsel kentte korumacılığın
(hele İstanbul gibi bir bağlamda) ancak anlam üzerinden, belleğin görünmeyen
katmanları üzerinden varolabileceğini düşünüyorum. İhsan Bilgin’in
Yalman Evi projesi üzerine yazdığım(Arkitera sayfalarında da bulabileceğiniz)
Yeni Bir Koruma Söylemine Giriş başlıklı yazıda bu sorunun tartışmasını
okuyabilirsiniz. Kentsel Koruma Bağlamı ve Yitik Kentin Peşinde başlıklı
yazılar da aynı konuyu işliyor.
Zeynep
Aykut
Bey,
öncelikle çalışmalarınızı bizimle paylaştığınız için teşekkür
etmek istiyorum.
Yazılarınızın çok sıkı bir takipçisi olmasamda, bugüne kadar pek çoğunu
büyük bir beğeniyle okudum, sergi küratörlüklerinizi de yakından izlemiştim.
Ancak mimarlık çalışmalarınızı (tiyatral mekan düzenlemesini de buna
dahil edebileceğimi düşünerek) izlemek çok ilginç. Düşünerek, konuşarak
ya da eleştirerek Türkiye'de belkide kendi alanında sürekli ipi göğüsleyen
birinin ürettiği işlerin taşıdığı doymuş sadeliği, birikimler sonucu
yorumlanmış basitliğin yakalandığı çalışmalarınız için elinize sağlık
diyorum ve kısa bir soru soruyorum:
Aykut Köksal'ın hayatında hangi taraf ağır basıyor?
sanat - mimarlık
mimari kuram - mimari uygulama
mimari bir ürünü eleştirmek - mimari bir ürün yaratmak
Not: Yıllar önce gezdiğim ve çok etkilendiğim sualtı müzesi cam salonunun
tasarımının, Teşvikiye'de önünden her geçişimde, durup baktığım Villa
Belkıs'ın yenilemesinin, sizin tarafınızdan yapıldığını öğrenmek gerçekten
çok şaşırtıcı oldu.
Aykut
Köksal
Değerlendirmeleriniz
için teşekkür ediyorum. Hayatımda hangi tarafın ağır bastığını
soruyorsunuz. Mimarlık, sanat ve müzik üzerine yürütmeye çalıştığım düşünsel
üretimin daha büyük bir ağırlık taşıdığını söylemek sanırım yanlış
olmaz. Dışardan taşınmış kavramlarla düşünmek yerine kendi kavramlarımı
üretmeye önem verdiğimi söyleyebilirim. Bu düşünsel üretimin
uygulamalara yansıması ise ancak buna olanak tanıyan bir zemin yakalandığında
mümkün oluyor. Aradan 25 yıla yakın bir süre geçmiş olmasına karşın
tiyatral mekan çalışmalarının tam da bu noktada anlam taşıdığını düşünüyorum.
Bu çalışmaların dayandıkları düşünsel arka planla hala güncelliğini
koruyan sözler taşıdığı söylenebilir belki. Küratörlük çalışmaları
da yine düşünsel üretimin somutlaşma alanları olarak görülebilir.
Mimari çalışmalarda ise ana kavramın belirleyiciliğini önemli buluyorum. Sözünü
ettiğiniz yalınlık da bunun sonuca yansıması olarak değerlendirilebilir.
Cam Salonu’ndaki sergileyen/sergilenen, aydınlatan/aydınlatılan ilişkisinin
çözümü, Villa Belkıs’ta koruma/yenileme karşıtlığının çözüme
yansıtılması da yine bu çerçevede okunabilir.
inci
şahin
dialog
Projelerinizde “güzellik”–önceki
soru/cevabın devamı olarak– hakikatin sınırlarını biçimleyen ve anlamı
tamlayan bir anlayış olarak kendini ortaya koyuyor. Bu ayrıca tasarımın ana
fikrini gözden kaçırmayan ve –sizinde belirttiğiniz gibi- mimarın iddialı
kimlik vurgusuna direnen pür bir tavır.
Bu tavır Bodrum müzesinde, sergilemeye dayalı mükemmelliğin arayışı içinde
mekansal kimliğin ayrıntılandırılmış tasarımla kazandırıldığı proje
konseptinde, mekanı ölü objelerin değil sunuluş tarzlarıyla tamamen
kendine gönderme yapan nesnelerin varoluş alanına dönüştürmüştür. Söke
Doğanbey’deki evler ise mimarın kendini geri çekişinin kabulünün başka
örnekleri niteliğindedir.
Kendini en sade cümlelerle anlatabilmeyi hedefleyen tüm bu ürünler çerçevesinde
mimarın konumu gereği sadece rol sahibi bir aktör olmadığını ve öteki
tasarım kabullerine karşı ister istemez bir misyon yüklendiği söylenebilir.
Acaba mimarın bu misyonu süreç değil ama sonuçta ki geri çekilişiyle,
modern zamanların insanlara kazandırdığı kanıksamaya karşı kendini hemen
tüketmeyecek projelerin bedeli olarak görülebilir mi?
Aykut
Köksal
Sevgili İnci,
Modern sonrası dünyada büyük bir işaret kirlenmesinin tam ortasında yaşıyoruz.
Benim “denetimsiz çoğulluk” diye adlandırdığım bu ortamda kendini özelleştirmeye
çalışan, özerk bir statü talebiyle ortaya çıkan her ürün kısa süre içinde
bu kaotik bütünün ayrıştırılamaz öğesine dönüşüyor. İşte bu bağlam
içinde mimarın konumunu, üretimini tartışmak gerekiyor. Kendi kişisel sözünün
buyurganlığına teslim olmuş, dahası bu buyurganlığı bir öneri olarak
bize sunan mimarın üretimi, kaçınılmaz bir zorunlulukla, hem kısa sürede
tüketilip yok ediliyor, hem de çevredeki enformasyon kirliliğini artırıyor.
İşte sözünü anonim bağlamın içine çekilerek söylemek bu yüzden önem
taşıyor. Somut bir örnek vermek istiyorum: Şevki Pekin’in Moda’da inşa
edilmiş bir apartman projesi var (Arkitera sayfalarında görebilirsin bu
projeyi). İstanbul’un anonim apartman tipolojisini yadsımayan ama bu
tipolojinin içinden son derece duru bir sözü aktaran bir yapı bu. Ama ne yazık
ki bugünün mimarlık ortamı bize bu ve benzeri ürünleri göstermekten
alabildiğine uzak.
rennie Aykut
Bey merhaba,
Türkiye'nin modernleşme projesindeki kırılma noktalarından ve mimarlığın
bu kırılma noktalarındaki pozisyonlarını incelediğimizde esas sorunun şimdi
ortaya çıktığını sanıyorum. (dünkü radyo programımızda az çok bu
konuya değindik, dinleyemenler olabilir diye yine sormak istedim) 1930'larda
1950'lerde ve 1980'lerde Türk mimarlığını yönlendirilen az çok sınırları
belli olan, tanımlı uluslararası kabul görmüş yaklaşımlar varken
(modernism, enternasyonel mimarlık, postmodernism, dekonstruktivizm gibi) şimdi
"ithal" edilebilecek bir paketin varlığından söz etmek çok zor.
Bu durum mimarlarımızın kendi söylemlerini geliştirebilmeleri için bir
avantaj belki ama eğitim sistemi, mimarlık fakülteleri buna ne kadar hazır
sizce? Gelecek 10-20 yıl içindeki mimari tavırlar gerek Türkiye'de gerekse
uluslararası ortamda sizce nasıl belirlenecek?
teşekkürler Aykut
Köksal
Önümüzdeki
yıllarda Türkiye’yi (özellikle de büyük kentleri) hangi mimari çevrenin
beklediğini görmek için Uzak Doğu’nun ve Latin Amerika’nın
metropollerine bakmak gerek. Marc Augé’nin terminolojisiyle konuşursak, Türkiye’nin
de bu coğrafyalarda olduğu gibi “yer-olmayan” (non-lieu) mekanlara teslim
olacağını görmek zor değil. İster formel çevreden isterse de informel çevreden
söz edelim, mimarın “belirleyici aktör” olarak iyice ortadan kaybolduğu,
kaybolacağı bir geleceğe hazırlıklı olmak gerekiyor. Bu durumda eğer bir
mesleki etkinlik gerçekleştiren özne olarak mimarın varlığından söz
edeceksek, onun yeni rol dağılımındaki yerini de tartışmak gerekiyor.
Tabii, sizin de belirttiğiniz gibi, bu temel sorun mimarlık eğitiminin de
yeniden yapılandırılmasını gündeme getiriyor. Yukardaki “auteur” mimar
tartışmalarını da bu bağlamda yeniden okuyabiliriz.
FLuXuS
5.6. Dilimin sınırları, dünyamın
sınırlarıdır. L. Wittgenstein
...sizce, türkiye mimarlığında
"modernlik"
bir "style-challenge" tan ibaret olabilir mi? 
Aykut
Köksal
5.4541 Mantıksal sorunların
çözümleri yalın olmalıdır, çünkü bunlar yalınlığın ölçütünü
koyarlar.
L. Wittgenstein
blur
Merhaba Aykut Bey,
Yazılarınızı okudukça "evet sahiden de böyle" diyorum kendi
kendime. Ayrıca genel olarak kolay algılanabilir ve sürekli okunabilir bir
diliniz var.
Özellikle mimarlıkla ilgili olan yazılarınızı daha geniş mecralarda
mimarlık lehine kullanaz mısınız? Örneğin bir günlük gazetede köşe yazıları
yazarak ???
Mimarlar Odası hakkındaki düşüncelerinizi öğrenmek isterim.
Yakın gelecekte Dünyaca tanınmış (popüler) bir Türk mimar çıkarabileceğimizi
düşünüyor musunuz? Bu iş (Dünyaca tanınmak) mimari medyanın elinde olan
bir şey midir?
Son olarak, 20.yy'dan Dünyaca tanınmış Türk mimarı dendiğinde akla gelen,
nerdeyse tek isim (Yabancı medyanın görüşünü biraz olsun algılamak için:
Greatbuildings.com
sitesinde yer alan Türkiye'den tek 20.yy binası S.H.Eldem'e ait SSK
Binası dır.) Sedat Hakkı Eldem. Siz ise Türkiye
Mimarlığında Modernleşme ve Ulusalcılık başlıklı yazınızda şöyle
diyorsunuz:
quote:
...
Sonuç olarak Türkiye mimarlığının modernleşme serüveninde önemli bir
yer tutan Yeni-Osmanlı Mimarlığı'nın ulusalcı bir hareket olarak tanımlanamayacağını,
geçen yüzyılın tek ulusalcı hareketi olan Cumhuriyet ulusalcılığının
ise modernleşme sürecinde büyük bir gecikmeye neden olduğunu söyleyebiliriz.
Bu gecikmenin, Türkiye mimarlığının Modernizmle de üretken (yani hesaplaşan
ve kendini yeniden üreten) bir ilişkiye engel olmuş olduğu açıktır.
Mimarlığın bugün Türkiye'de yaşadığı ağır bunalımın nedenlerinin
başında da bu gecikmenin yer aldığını söylemek her halde çok yanlış
olmayacaktır.
Bu konuda belki bir çelişki yok ama insanın aklı karışmıyor da değil!
Cevaplarınız için şimdiden çok teşekkürler.
Aykut
Köksal
Popüler kültür bağlamını
kucaklamayacak yazıların bugünkü Türkiye medyasının ilgi alanına
girebileceğini sanmıyorum. 1978-1979’da, Dünya gazetesinde “Defter” başlığı
altında süreli yazılar yazıyordum. O yazılardan birkaçı “Zorunlu Çoğulluk”
toplamına da girdi. Bugün o yazıların bir günlük gazetede yer bulabileceğini
düşünmek güç.
Mimarlar Odası’nı meslek alanının yarı-resmi örgütü olarak görüyorum.
Doğrusu bu kuruma işlevini aşacak misyonlar yüklemeyi de doğru bulmuyorum.
Tanınmışlık eğer mimarlığa yapılmış bir katkının sonucuysa anlamlı.
Mimarlık medyası ancak bu katkıyı gündeme taşıyorsa etkin bir rol
oynayabilir.
Sedad Hakkı Eldem’in Cumhuriyet mimarlığının en önemli figürü olduğunu
düşünüyorum. Ama bu durum “katkı”nın önemini göstermiyor. Hep öne
çıkartılan SSK binası, sözünü ettiğiniz yazımda da belirttiğim gibi,
bence Sedad Hakkı’nın başarılı ürünleri arasında yer almıyor. Aslında
pek fazla kimsenin dikkatini çekmemiş ürünleri, özellikle de Türkiye’de
1950’ler modernizminin en ilginç yapıları arasında yer alan ve Neutra
etkisi taşıyan çalışmaları (Florya tesisleri...vs) ya da Akbank Genel Müdürlüğü
daha önemli görünüyor.
EKREM
Yazılarınızın piyasayı
etkilediğini düşünüyormusunuz? Piyasa mimarlığı Aykut Köksal'dan anlar
mı?
Saygılarımla
Aykut
Köksal
Sanırım “piyasa mimarlığı”
deyişiyle yapılanmış çevrenin yalnızca formel öznelere sahip mimarlığından
söz ediyorsunuz. Her halde, bu anonim bilgi üretiminin (ontolojik bir
zorunlulukla) her türden düşünsel üretimden etikilenmeye kapalı olduğunu
söyleyebiliriz.
ihsant
selam,
binalarınızın hepsi titizlikle çalışılmış görünüyor.
acaba önümüzdeki günlerde daha modern yada arkadaşların yazdığı gibi
geri çekilen değil çekilmeyen iddialı bir binanızıda görebilecek miyiz?
Aykut
Köksal
Arkasında güçlü bir düşünce
taşıyorsa, geri çekilme durumu da bir "iddia" sayılmaz mı?
boğaçhan
quote:
Orjinal mesajı gönderen: Aykut Köksal
...Bu sapmanın başka bir nedeni de mimari bilgi üretiminin asıl dolaşım
alanı olması gereken “anonim” bağlamın da mimarlığı tümüyle dışarda
bırakması. Sonuçta mimarlık doğruluğu kendinden menkul dar bir etkinlik
alanının, ister istemez temelden yoksun gösteri alanına dönüşüyor.
Tabii bu durumda ithal kavramlarla yürütülen “sözde-felsefi”
etkinlikler de bir yanılsama dünyası yaratmaktan öteye gidemiyor.
Mimari bilginin gündelik olana eklemlenmesi yani modernleşme, çevrenin biçimlenmesinde
mimarın yerini kazanmasını getirir.
...
Merhaba,
Sizin anlatım kurgusunuzdan referans alarak, bir konuyu biraz daha açmaya
vesile olmak istiyorum.
Mimarlığın ve mimarın, çoğunlukla yapı üretim pratiği tarafından dışarıda
bırakılması eğilimi saptama olarak üzerinde çok konuşulan ancak bir türlü
bağlamına oturtulamayan bir konu olduğunu düşünüyorum.
Konuya bu açıdan bakınca mimarlık ve mimar, sanki birileri ya da birşey
aracılığı ile bu sürece eklemlenecekmiş ya da ihtiyaç duyulduğunda
devreye girecekmiş gibi duruyor.
Kişisel düşüncem, mimari bilginin gündelik olanın iç konvansiyonları içinden
üretildiğinde ve yapı pratiği üzerinden dönüştürüldüğünde
eklemlenmesi gereken bir olgu olmaktan çıkacağı yönünde. Bu nedenle mimarın
yerini kazanması ve bir rol edinmesinin dışsal mekanizmalar aracılığı ile
değil, kendinin hangi role soyunmayı hazırladığı ve hedeflediği ile direk
bağlantılı olduğunu düşünüyorum.
Gündelik olanın temel meselelerinin yeterince kavrayan bir tasarımcının
bunu mimarlığın bilgisi üzerinden ve bağlam olarak da yapı pratiği
mekanizmaları ' içinden' bunu dönüştürebileceği inancındayım.
Konuya bu açıdan bakmanın konuyu mimarlığın bilgisi üzerinden
tartışmaya olanak sağlayabileceğini düşünüyorum.
saygılar.
Aykut
Köksal
Söylediklerinize esasta tümüyle
katılıyorum. Ayrıca konuya önemli bir açılım da getirdiğinizi düşünüyorum.
Belki şu küçük eklemeyi yapmak anlamlı olabilir: Sonuçta üretilen
bilginin niteliğine ilişkin bir dönüşüm söz konusuysa, bunun eğitimde de
karşılığını bulması gerekir. Ama şunu da unutmamak koşuluyla: Ne pratik
üzerinden gerçekleşebilecek dönüşüm süreçleri, ne de eğitimin buna
gerekli bilgi altyapısını hazırlaması, mimari bilginin gündelik pratiğe
eklemlenmesini sağlayacak dinamikleri oluşturmaz. Burada yeniden toplumsal dönüşüm
süreçlerine bakmak gerekiyor.
boğaçhan
quote:
Orjinal mesajı gönderen: cube
Anonim Mimarlığın arzulanan kaliteye kavuşması için bunu arzulayacak
talebin de doğması gerekmiyor mu? Böyle baktığımızda ortamın, müşterilerin
de bu kaliteyi istemesi için mimarların beklemekten başka yapabileceği
fazla birşey yok sanırım? Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bu sorunun foruma yönelik olabileceği düşüncesiyle bu konudaki fikrimi
belirtmek istiyorum.
Talebin doğması, bu talebi doğuracak ihtiyacın doğması ile mümkün. Bu
talebin niteliği de ancak benzer olanlarla farkın değerlendirilebilmesi ile mümkün.
Buradan hareketle bu farkı yaratacak ve kendisine talebi doğuracak kişi de
mimarın kendisi olmuyor mu ?
Kanımca bu bizim problemimiz ve bizim çözüm bulmamız gerekiyor.
saygılar.
cube
Anonim Mimarlığın
arzulanan kaliteye kavuşması için bunu arzulayacak talebin de doğması
gerekmiyor mu? Böyle baktığımızda ortamın, müşterilerin de bu kaliteyi
istemesi için mimarların beklemekten başka yapabileceği fazla birşey yok
sanırım? Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Aykut
Köksal
cube ve boğaçhan
Talebin ortaya çıkmasında,
mimarın kendi ürettiği bilgiyle hesaplaşmaya girmesi tabii ki önemli.
Yukardaki tüm konuşmalar da bu çerçevede değerlendirilebilir. Ne var ki
"mimar" talep oluşturucu dinamikleri belirleyen aktörler arasında
en önde yer almıyor.
merteyiler
mimar, öğretim görevlisi,
küratör,reklamcı, sanat eleştirmeni
+, -
5kimlik
sayfa da yayınlanan işlerden hepsinde var olmaya çalıştıgınızı anlıyorum...
1-yazılarınız, dersleriniz, sergileriniz ya da reklamlarınız da en çok
hangisini kullanıyorsunuz?
2-başka başka bilgiler, için çalışıyor olmak?
bu kalabalıgın arasından nasıl çıkıyorsunuz? çıkabiliyormusunuz?
---------------------------------------------------------------------------------
1985’te üniversiteden ayrıldı ve halen yönetmekte olduğu
ATT reklam ajansını kurdu.
---------------------------------------------------------------------------------
3-HEM markaların arasında yer almak, HEM DE yapıların arasında yer almak
nasıl birşey?
4-att'nin açılımı nedir?
5---------------------------------------------------------------------------------
5.4541 Mantıksal sorunların çözümleri yalın olmalıdır,
çünkü bunlar yalınlığın ölçütünü koyarlar - L. Wittgenstein
---------------------------------------------------------------------------------
???
Aykut
Köksal
Sorularınızdan
anlayabildiklerimin yanıtları şöyle:
Tek bir kimliğim ama farklı etkinlik alanlarım var. Bu etkinlik alanlarıyla
"başa çıkıp çıkmadığıma" karar vermek için doğrudan üretimin
kendisine bakmak gerekir. Arkitera sayfalarında bu çerçevede epey veri
bulabilirsiniz. ATT'nin anlamlı bir açılımı yok.
merteyiler
aykut köksal
/ Sorularınızdan anlayabildiklerimin yanıtları şöyle:
Tek bir kimliğim ama farklı etkinlik alanlarım var. Bu etkinlik alanlarıyla
"başa çıkıp çıkmadığıma" karar vermek için doğrudan üretimin
kendisine bakmak gerekir. Arkitera sayfalarında bu çerçevede epey veri
bulabilirsiniz. ATT'nin anlamlı bir açılımı yok.
peki
5.4541 Mantıksal sorunların çözümleri yalın olmalıdır,
çünkü bunlar yalınlığın ölçütünü koyarlar - L. Wittgenstein
uçurtma
Mimarlık dergilerine baktığımızda
dosya konularının ve diğer ana konu başlıklarının 'gün'ün durum ve koşullarından
bağımsız,neredeyse el yordamıyla seçildiğini hissediyorum. Dergilerin ve
eleştirmenlerin, mimarlık gündeminin oluşumunda bu kadar etkili araçları
doğru kullandığını düşünüyor musunuz? Dergiler gündemi yaratmak ve yönlendirmek
adına gerekli olan tartışma ortamını oluşturmakta yeterli olabiliyor mu?
Aykut
Köksal
Türkiye’de her ay yayınlanan
bir mimarlık dergisinin, her sayısını nitelikli ve özgün malzemeyle
doldurmasını, istense bile mümkün görmüyorum. Bu dergilerden herhangi
birinin editörüne sorarsanız her sayıyı hangi zorluklara karşın çıkardığını
öğrenebilirsiniz. Önde gelen dergilerden birinin editörünün, öğretim üyelerinden
gelen yazıları bile redaksiyondan geçirdiğini, kimi kez yeniden yazmaya
varan değişiklikler yapmak zorunda kaldığını biliyorum. Ama bunları
bilmeme karşın, bu dergilerden birinin yeni çıkan bir sayısına göz attığımda
çoğu kez ben de sizinkine benzer tepkiler veriyorum.
Dergilerin verimli bir tartışma ortamı yaratamadığı da doğru bir saptama,
ama bu tartışma ortamını yaratma işlevini daha güncel bir medyanın (yani
şu an içinde bulunduğumuz ve yazıştığımız iletişim ortamının)
devraldığı da açık. Gündem yaratmada ise bu dergilerin (sınırlı bir
etki alanına sahip olmalarına karşın) “başarılı” oldukları bile söylenebilir.
Ama bu kez de gündemin, mimarlık ortamının “görünmeyi” seçen aktörlerine
hak edilmemiş bir meşruiyet alanı kazandırdığını da belirtmeliyim.
|
|