|
reklam |
|
|||
Boğaziçi'nde İnsan Aktivitelerinin Tarihsel Perspektifi ve Bugünkü Durumu İnsanla yarattığı çevre arasında üzerinde az durulan bir ilişki var: İnsanın çevreye kattıkları kadar, çevrede korudukları da bir kültürü beliriyor. Gerçi İnsanlık tarihi doğanın sürekli tahribine tanık olmuş ve daha da sürüyor bu olgu. Yine de doğal çevre ile yerleşmeler arasında kurulan ilişkilerin, bugün henüz kuramsal olarak değerlendirmediğimiz proto - tarihinde, doğa için spontane bir insan sevgisi yattığını kabul etmek yanlış olmaz. Bütün büyük kültürlerde doğal öğelerle çevre yaratma çabasını görüyoruz. Bahçe düzenlemek eski bir sanat. Fakat bahçe yapmanın ötesinde yerleşmelerin toprak, su ve yeşille kurdukları ilişki yerel coğrafi koşulların saptadığı bir çerçevede gerçekleşmek zorunda olsa ve bilinçli ve sistemli olmasa bile kültürden kültüre değişen bir niteliği olduğu söylenebiiir. Bunun bir mimari üslüp gibi, ayrıca niteliklerini inceleyen çalışmaların varlığını duymadım. Fakat nasıl bir mimari üslüp yapılaşmadaki işlevsel bağların özellikleriyle olduğu kadar biçimsel özellikleriyle de ayırıcı oluyorsa yerleşme ile doğal öğelerin ilişkisi de işlevsel ve ekolojik nitelikleriyle olduğu kadar biçimsel özellikleriyle de ele almmalı. Doğaya yerleşirken onu korumak için gösterilen dikkat ve onunla kurulan biçimsel ilişki bir kültür göstergesi olarak incelenmeli. Boğaziçi' nde Osmanlı çağındaki Türk yerleşmesinin yarattığı peyzajı bu açıdan yorumlamak, bunun günümüzdeki değişimi üzerinde gözlemlerde bulunmak. korunması öngörülen özelliklerine değinmek konuşmamın çerçevesini oluşturuyor. Önce kültürel oluşum olarak nitelediğim ve biçimlenmesinin özelliklerinin spontane olarak ortaya çıktığını düşündüğüm sanayi öncesi Boğaziçi peyzajının tarihinden söz etmek istiyorum. Boğaziçi' nde Roma çağından öteye küçük köyler olduğunu ve Aristokrasi tarafından yöreye, saraylar manastırlar yapıldığını biliyoruz. Türk çağı öncesinde kent surlar dışında büyük bir gelişme göstermediği için bu yapılaşma Boğaz peyzajı içinde çok dağınık ve Boğaz' ın doğal görüntüsünü pek az etkileyen bir nitelikte olmuş olmalıdır. Bu çağların fiziksel görüntüsü hakkında belgeye dayanan bir bilgimiz yoktur. Türk çağında kentin Boğaz kıyılarına uzanması birkaç yüzyıl içinde olmuştur. Kente yakın olduğu için 16. yüzyıl içinde hemen dolmuş bulunan Haliç, Üsküdar' ın yakın kıyıları, ve Beşiktaş' a kadar uzanan bölgeler dışında, Boğaziçi' nin oldukça sürekli bir yerleşme alanı haline dönüşmesi 18. yüzyılda gerçekleşmiştir. Gerçi 15. yüzyılın sonunda öteye Boğaz Bizans çağına göre daha fazla iskan edilmiş, Beykoz' daki Tokat bahçesi gibi hasbahçeler yukarı Boğaz' a kadar uzanmış ve Hisarlarda küçük Türk mahalleleri kurulmuş, onaltı ve onyedinci yüzyıllarda Kanlıca gibi daha büyük yerleşme alanları oluşmuşsa da, Saray ve çevresinin Boğaz' a yerleşmek için gösterdiği rağbet daha çok onsekizinci yüzyıldan öteyedir. Ondan öncesine ait fiziksel veri, kaleler ve bir iki mescit dışında yoktur. En eski tarihli konut yapısı ise, onsekizinci yüzyıl başında kalan Anadoluhisarı - Kanlıca arasındaki Amcazade Hüseyin Paşa yalısının divanhanesidir. Üçüncü Selim' in kızkardeşi Hatice Sultan' ın mimarı olan Melling' in çok tanınmış albümünde tasvir ettiği uygar Boğaziçi peyzajı onsekizinci yüzyıl sonunu anlatmaktadır. Boğaziçi' ndeki Osmanlı çağı konutları çizgisel bir yerleşme oluşturuyorlar. Bunların kent merkeziyle ulaşım ilişkilerinin sadece deniz yoluyla olması bu sonucu doğurmuştur. Küçük köylerin devamlı halkı balıkçılık, bahçecilik ve yalılarda oturanlara hizmet ederek geçiniyorlardı. Büyük yalıları yaptıranlar ise genellikle yazlığa geliyorlardı. Bir bakıma Boğaziçi, Osmanlı çağında bir sayfiye niteliği taşımaktaydı. Boğaz' ın normal yeşil örtüsü Akdeniz tipi makilik, defne, erguvan gibi bitkileri, geniş tepeli kestane, çınar, ıhlamur gibi ağaçlardı. Fakat çok eski tarihlerde servi, çam fıstık gibi ağaçlar getirilmiş olabilir. Bahçeler vadi tabanlarına yerleşmişti. Orman alanları Boğaz' ın yakın sınırına dayanıyordu. Buralarda ondokuzuncu yüzyıla ve sonrasına gelene kadar avlanılıyordu. Doğal örtünün denize yaklaştığı kesimde yalıların ve bazan da onların arkasındaki köşklerin bahçelerinde doğal örtünün boyutlarını aşan yüksek boylu yetiştirilmiş ağaçlar konutlara bir fon yaparak, renk ve boyutlarıyla bir geçit bölgesi oluşturuyorlardı. Konutların yakın çevresinde bitkilerin yaptığı bu farklılaşma Boğaziçi peyzajının bir özelliği sayılabilir. Yapılarla Boğaz' ın topografyası arasındaki boyutsal ilişki büyük önem taşımaktadır. Kuleli gibi bir kışla ya da büyük Sultan sarayları bir yana bırakılırsa, su kıyısındaki yapılar, katları bazan çok yüksek de olsa, genellikle iki katlı idiler. Yalıda ya da yamaçlardaki köşklerin yükseltileri ortalama 8-10 metreyi geçmiyordu. Boğaz' da ortalama tepeler çizgisi denizden algılanan siluette 100 metre civarında olduğu için yapılar, tepelerin yüksekliğine ve kıyılar arasındaki mesafeye göre, topografyanın yapısal özelliklerini bozacak boyutta değillerdi. Eski Boğaziçi peyzajının bir diğer özelliği her iki yakada da ilk sıra tepeler üzerinden geçen yükseklikler çizgisinin eski deyimiyle (hatt-ı balanın) üzerinde herhangi bir yapılaşmanın bulunmamasıydı. Ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğine gelene kadar karşı kıyılardan görünen tepeler doğal profillerini ve bu profilleri süsleyen bitki örtüsünü korumaktaydılar. Böylece Boğaziçi' nin her iki yakasında da peyzajı meydana getiren öğeler kendi içlerinde, Boğaz' ın bir nehir gibi uzayıp giden görüntüsüne paralel bir oluşumla. kesintisiz uzayıp gidiyorlardı: En altta yalılar, ortada henüz yapılaşmanın kesmediği doğal örtü, en yukarıda tepelerin doğal silueti. Bu peyzaj içinde tek yapının çevresiyle ilişkisini belirtmeden önce bugün gerçekten bizi duygulandıran bu Boğaziçi peyzajının bir planlama sonucu olmadığını tekrar etmek gerekir. Bu doğanın zararına gelişmemiş bir yerleşme aşamasıydı. Böyle bir yerleşmenin ortaya çıkışında Osmanlı toplumundaki özel sosyo - ekonomik koşulların demokratik bir ortamda bulunmayan öncelikleri, sanayi öncesi, toplumunun ulaşım özellikleri, ve surlar içinden çıkıp Boğaz' a kadar uzayacak bir nüfus baskısının olmaması gibi çeşitli faktörler bulunmaktadır. Boğaziçi' nde köy yoğunlaşmaları dışında iki tür konut vardı: Yalı ve köşk. Kanımca ikincisi Boğaziçi yerleşme tarihinde daha geç (19. yüzyıl ikinci yarısı) bir aşamaya tekabül etmektedir. Boğaz yerleşmesinin karakteristik yapısı olan yalılar önde denize arkada ormana açılan orta sofalı ve her yöne odaları olan yaygın bir plan tipinin varyasyonları üzerinı inşa edilmişlerdi. Bu plan tipinin çok kullanılışının bir nedeni cok eski bir geleneğe dayanması, diğe nedeni deniz, orman, güneş ve rüzgar gibi tüm coğrafi faktörlerin etkilerini bir optimumda birleştirecek esnekliğe sahip olması idi. Osmanlı evinin kullanılışında odaların "çok amaçlı" oluşu bu esnekliği sağlıyordu. Boğaziçi' nin Mellin' in gravürlerinde gördüğümü; ve bir bakıma İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar yaşayan bu peyzajı nasıl değişti? Ve bugünki peyzajın geçmişle karşılaştırılması nasıl bir değerlendirme çerçevesinde yapılabilir? Sanayi çağında kent gelişmesinin nedenlerin ve sonuçlarını yinelemeğe gerek yok. Boğaziçi de bu gelişmeden nasibini almış ve bugünkü duruma ulaşmıştır. Bu gelişmede eski peyzajın beğendiğimiz özelliklerini ortadan kaldıran üç büyük etmen var. Ulaşımın karakter değiştirmesi, yapı boyutunun büyümesi ve yapılaşma yoğunluğunun artması, yeşilin tahribi. Bunlardan birincisi, bugün için vazgeçilmez ve değiştirilemez nitelikte gözüküyor. Gerçi motorlu araçların kullanılmasını kısıtlamak çağdaş kent planlamasında artık uygulamaya konmuş bir yöntemdir. Yine de otomobili ortadan kaldırma olanağı yok. Bu nedenle de vaktiyle sadece denizden yapılan ulaşımın bir ölçüde kara ulaşımına dönüşmesi önüne geçilmez bir olgu oluyor. Yol ve otopark gereksinmesi doğanın tahribine yol açıyor. Hatta karayolu. bazan yapıdan da fazla bir öncelik sağlayarak, insan ve yapıyla deniz arasında vaktiyle varolan ilişkiyi de ortadan kaldırıyor. Yolları deniz kenarından geçirdiğimiz zaman, gerçekte deniz kıyısını halka açmış olmuyoruz. Bu hızla giden bir aracın önündeki deniz kenarındaki bir iki metrelik kaldırımından toplumun olumlu bir fayda sağlayacağı düşünülemez. Böylece her yere olduğu gibi Boğaza da motorlu araç ve karayolu, peyzajı değiştirici, ve bu özel halde bozucu olarak girmektedir. Karayolu ulaşımının endirekt etkisi ise yerleşme eğilimini arttırması olmaktadır. Boğaz' da yapı yoğunluğunun artması, kent toprakları üzerindeki kontrolsuz spekülasyonun planlamayı da etkileyen baskısı ile, kentlere yığılan fazla nüfusa yeni yerleşme alanları açmak isteğinden doğmaktadır. İstanbul planlamasında Boğaziçi uzun süre, doğal ve tarihi nitelikleri göz önüne alınmadan, büyük kentin rekreasyon, hava alma gereksinmelerini en iyi karşılayan niteliklere sahip olduğu düşünülmeden, metropoliten alanın herhangi bir bölümü gibi muamele görmüştür. Böylece olur olmaz yollar acılmış, yeşil örtü tahrip edilmiş, kıyılara yüksek apartmanlar yapılmış, özellikle kentin Avrupa yakasında, kuzeye doğru uzanan iç mahallelerin giderek yamaçlara sarkması ve hiçbir volumetrik kontrol yapılmaması, peyzaj değeri gibi sorunların söz konusu olmaması, alabildiğine giden, kültürsüz bir yapılaşmayı adeta teşvik etmiştir. Bundan iki yıl öncesine kadar Boğaz üzerindeki yapılaşma kontrolü sadece kıyı şeridinde gabari kontrolünden ibaretti ve bu da bir çok yerlerde çok geç kalmıştı. Görüldüğü gibi vaktiyle "Boğaziçi Uygarlığı" dedirtecek olağanüstü bir yerleşmenin bütün özelliklerini yok eden bir yapılaşma özellikle son yirmi yılda Boğazı bu hale getirmiştir. Bugünkü durumda Boğaziçi'nde elde edebileceğimiz kent peyzajı artık onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyılların peyzajı olmayacaktır. Öyleyse nasıl bir çevre olmasını istiyoruz? Neleri korumak istiyoruz? Korumak için neler önerilmiştir? Konuşmamın son bölümünde de sorunlara değinmek istiyorum: Bizim özellikle üzerinde durduğumuz konular, Boğaziçi'nin yer yer yarı kırsal niteliğini koruması, topografyanın genel yapısını ve siluetini yok eden bir yapılaşmanın durdurulması, yeşil örtünün kalan bölümünün kurtarılması ve kabilse arttırılması, ve bütün bunları sağlayacak yapı kontrolünün sağlanmasıydı. Bu istekler İstanbul metropoliten alanı içinde Adalar ve Boğaz'ın dışında yeşile, suya ve rekreasyona ayrılabilecek hemen hemen başka bir alan kalmaması yüzünden rasyonel ve uzun sürede ekonomik bir nedene de dayanmaktaydı. Bundan sonra da bu gelişme durdurulamazsa, bu bir toplumun geleceğinin kontrolünü kesin olarak elden kaçırdığı ve kendini toprak sömürüsünün en kötüsüne kaptırmış olduğu anlamına gelecekti. Bütün bu yargılarla bundan iki yıl önce Anıtlar Yüksek Kurulu bugünkü Eski Eserler Yasası'na dayanarak, ve Kültür Bakanlığı'nın da desteğiyle Boğaziçi'nin büyük bir bölümünü doğal ve tarihi sit olarak ilan etmiş ve buradaki yapılaşma için, kesin planlar gelene kadar oldukça önemli kısıtlamalar getirmiştir. Bu kadar büyük bir alanda gerçekleşmesi öngörülen bu büyük peyzaj koruma kararının (burada bir çevre koruma kararı olarak düşünülmesi gerekir) başlıca önerileri şunlardır : Boğaz'ın iç siluetine etkisi olduğu kabul edilen bir alan Boğaziçi sit alanı olarak sınırlanmıştır. Bu sit içindeki yeşil -korular ve doğal örtüsünü korumuş olan alanlar- değiştirilemez yeşil alan olarak saptanmıştır. Bu alan içindeki parsellerde Kurul kararına bağlı olarak, yüzde beşi geçmeyen servis yapıları dışında inşaat yapılamayacak, yeni parselasyon getirilemeyecektir. Boğaz kıyılarının bugünkü doğal ya da mevcut çizgisini değiştiren işlemler yapılmayacaktır. % 30 dan fazla meyili olan arsalarda inşaat yapılamayacaktır. Yapılacak inşaatlar hiçbir cephelerinde üç katı (kesin planlamadan sonra bazı alaniar için revizyona tabi tutulabileceği kaydıyla) geçemiyeceklerdir. Catı örtüsü ancak meyilli ve kiremit kaplı olacak, doğal silueti etkileyen yapılara izin verilmeyecektir. Sanayi kuruluşları ve büyük kamu yapıları inşa edilemeyecek, mevcut sanayi kuruluşları da yavaş yavaş kaldırılacaktır. Kesin planlar yapıldığı zaman, bu koşullar ortadan kalkmayacak, plan kararı olarak genellikle yine yürürlükte kalacaklardır. Ancak Boğaz'ın doğal karakteriyle zıtlaşmayan gabari önerileri, üç katlık kısıtlamadan kurtulmuş olacaktır. Şüphesiz tutarlı bir planın da koruma alanı içinde yapı yoğunlaşmasına izin vermeyeceği öngörülmektedir. Bu karar görünüşte tarihi ve doğal değeri olan bir peyzajın biçimsel ilişkilerini korumaya yöneliktir. Gerçekte özellikle peyzaj söz konusu olduğu zaman, yapılaşmayı kısıtlayan ve yeşili koruyan kararlar, aynı zamanda çevre kirlenmesine karşı da etkili olmaktadırlar. Böylece sanayileşmenin kentlere getirdiği yoğunluk ve kirlilik ve doğa tahribinin önlenmesine çalışılmaktadır. Geçen yüzyıllarda insanoğlunun elindeki teknolojik olanaklar Boğaziçi gibi büyük doğa parçalarını yok edecek ve kirletecek ölçülere ulaşmadığı sıralarda, peyzajın spontane oluşumu söz konusuydu. Ancak büyük bahçeler, parklar, yapılaşmanın minimumda kalması nedeniyle, özel bir planlama konusu oluyorlardı. Günümüzdeyse tahrip edilme olasılığı olmayan doğal peyzaj yoktur. Onu da ancak yasalarla koruyabiliyoruz. Kent çevresinin tasarımında ise, eğer Boğaziçi gibi gercekten olağanüstü bir doğayı koruma gerekliliği varsa, değişik boyut ve nitelikte bir peyzaj sorunu karşımıza çıkmış oluyor. Dört milyonluk bir kentin doyurulmaz toprak gereksinmesi karşısında, doğayı korumak için öne sürülecek, tarihi alanın dışında, güçlü, doyurucu nedenler neler olabilir? Bu boyutta bir peyzaj tasarımı söz konusu olabilir mi ? Yoksa bu, bizim Anıtlar Yüksek Kurulu'nca yapıldığı gibi, sadece bir koruyucu karar mı olabilir? Ve bunu gerçekleştirmek olanağı var mıdır? Genellikle plancılar, adlarına rağmen, bugünkü "trend"lere kılıf hazırlayan ve "predetermination"a inanan kişiler olarak karşımıza çıkıyorlar. Oysa hergün zararını ve çirkinliğini anlata anlata bitiremediğimiz gelişmeleri önüne geçilmez olgular ve veriler olarak kabul etmek doğru olmasa gerek. Sorun, seçimi yapmak ve ona uygun çözümler aramaktır. Peyzaj tasarımının daha spesifik konuları içinde Boğaziçi çok daha geniş kapsamlı, fiziksel kent planlaması ile girişen, belki daha gelişecek olan çevre bilimleri alanında, Biosfer'i koruma ve geliştirme sorunlarıyla birleşecek, fakat görsel nitelikleri de ihmal edilemeyecek çok boyutlu bir uygulama konusu olarak gözüküyor. Bu soruna peyzaj mimarisininde kendine özgü yaklaşımları getirmesi gerekmektedir. |
Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]