reklam

Süha Özkan' dan
Diyalog 2002
> Doruk Pamir

Tarih: 19 Şubat 2002
Yer: Arkitera Forum

DORUK PAMİR-KENT ÖLÇEĞİ ÜZERİNE
Arredamento Dekorasyon, Sayı:11, 1992 
SuhaÖzkan

Doruk Pamir'i bir hoca, bir iş arkadaşı, bir dost, bir mimar, başarılı bir Türk, tatlı bir gezgin ve bunların hepsinin dışında kendine özgü birçok özelliği olan bir kültür adamı olarak tanıyorum. Hepsini burada kapsamanın olanağı yok. Ama, bana sorarsanız, onun en çarpıcı yanı, kimsenin pek bilmediği çocuk yanıdır. Çocuk derken, indirgeyici "çocukluk" değil söylemek istediğim, tam tersine, öğrenmeye, geliştirmeye hevesli ve bunları yaparken zevk alan bir kişilik yapısından sözediyorum. İçlndeki çocuğu hep koruyan, hala oyuncaklarla ilgili, sevgi dolu bir mekanik dünyanın sürekli yaşatıldığı bir kişilik vardır onda. Doruk teknolojjye aşıktır. Öylesine aşıktır ki, teknolojik gelişmenin en uç noktaları olan demiryolu lokomotiflerini, başka ulaşım araçlarını, hatta tank ve avcı uçaklarını, öyle bizlerin kolay anlayamayacağı teknik ayrıntıda bilir. Teknolojinin bu ürünlerini tüm insanlığın ortak varlıkları olarak görür ve onlarla bir oyuncak şevkatiyle sürekli ve teknik İlişki kurar. Boş zamanlarını bunların maketlerini inşa ederek geçirir denirse, yanlış olur. Çünkü, onlarla boş zaman geçirmez. Bu maketler için gerekli zamanı icat eder. Öyle ki, Stüdyo 14'ün Ankara bürosunda yardımcı mimarları bir projeyi zamanında bitirmek için çılgın gibi koşuştururken, Doruk küçük kaçamaklarla çaktır-madan başladığı bir tank ya da uçak modelini bitirmekle ilgilidir. Üstelik, yaptığı modelin tüm teknik ve tarihsel ayrıntılarını bilerek. Bu nitelik, ya da eski deyimi ile "haslet", benim bir tek Charles Correa'da izlediğim bir ilgi: "Modellerin düşsel, daha içten dünyası ile daha acımasız dış dünya arasın-daki etkileşim".

Onun bu ilgisi, Türkiye'de etkln olmasını hep düşlediğim ve bir bakıma bizim nesil mimarların yerine getiremediği sorumluluğu olan yüksekteknoloji (high-tech) ile biraz tutkun, biraz çocuksu bir ilişkinin göstergesidir. Doruk, Çetin Altan'ın yineleyerek değindiği, "içindekl çocuğu sürekli yaşatmış" bir kişidir. Bir yanda özlemler ve oyuncaklar düzeyinde de olsa, varolan bir çağdaşlık, öte yanda Türkiye'nin kendini, potansiyelini tanıyamamasından kaynaklanan kırıklık. İşte, birçoğumuzun meslekiyaşamını şizofrenik bir ikilemle belirleyen etmenler. Bunlar belki onun mesleki yaşamında çoğumuzdan daha etkin ve yoğun ortaya çıktı.

EFSANEVİ "1 NUMARALI DİPLOMA"

Ünlü kent plancısı Charles Abrams bir Birleşmiş Milletler görevi ile 1950'lerde, Türkiye'yi de içeren Ortadoğu ülkeleri görevinden döndüğünde, hızlı kentleşmenin yaratacağı sorunları sezmiş ve bu sorunlarla başa çıkmak için, alışılmışın ötesinde becerilerle yetiştirilmiş yeni bir teknokrat neslinin gerekliliğine değinmişti. Verdiği raporda, "bu ülkelere yapılacak teknik personel yardımı etkisinin, ancak bir sivrisineğin bir savaş gemisini ısırması kadar etkili olacağını" söylemişti. 0 zamanki ülke yöneticilerinin böylesine yenilikçi bir teknik eğitim kurumunu oluşturmaya olağanüstü hazır olmaları çok kısa bir sürede TBMM bahçesinde kurulan barakalarda barınan Orta Doğu Teknoloji Enstitüsü'nün eğitime başlaması sağlanmış, daha sonra aynı yönetimin cömertçe verdiği alan üzerinde bugünkü ODTÜ kurulmuştu. Kuruma ilk alınan gençler, bir bilinmeze, daha ne olduğu belirsiz bir yüksek öğrenim kurumuna, bir bakıma rizikolar alarak giren, iyi yetişmiş lise mezunları idi. Doruk'un bu kurumu ilk ve birincilikle bitiren kişi olması ona efsanevi "1 numaralı diploma"yı vermesinin ötesinde, bu kurumun savaşımını bugüne değin yürütme sorumluluğunu da yüklemişti. Bu sorumluluk daha çok onun kendi kendisine talip olduğu bir çağdaşlık savaşımı idi.

Mimarlıkla ilişkisi çocukluk yıllarına değin uzanır. Anımsadığım en önemli etken, İkinci Savaş yıllarında Türkiye'ye yollanan ve beraberinde Paul Bonatz'ı da getiren Yeni Alman Mimarisi Sergisi'dir. Bu sergide nerede ise insan boyutlarında sergilenen "Yeni Almanya"nın "kalıcı mimarlığı" onu etkilemiş, belki de mimar olmak isteğinin en etkin girdisi olarak yaşamını belirlemiştir. Serginin yer aldığı Ankara Sergi Evi yapısı da çağdaş mimarlık akımının (Modernlzm) kesici ucunda yer alan çatkıcı (constructivist) bir yapı idi. Hem bir çağın simgesi, hem de yeni Cumhuriyet'in iletişim alanında etkin biri idi. Ne yazık ki, bu sergiyi getiren Bonatz bu yapıyı sorgusuz-sualsiz benzetiverdi. Savaş yıllarının içine kapalı ortamında, sanki başka seçenek yokmuş gibi Opera binasına dönüştürülmesi istenen bu yapı, Stuttgart Garı ve birçok modern köprünün mimarı Bonatz'ın kendi tasarım kimliğini de yadsıyan bir davranışla Osmanlı-Selçuk dermecesi ile bugünkü şekline büründü. Biraz acı, ama, örnek olacak denli tuhaf bir öyküydü bu yapının başına gelenler. Aynen, Türkiye'de çağdaşlığa kendini adamış birçok mimarın başına gelenler glbi... Doruk da bu anlamda kendi meslek yaşamı boyunca nasibini alageldi.

BUTÜNSELLİK: TÜM YAŞAMIN MİMARLIKLA BÜTÜNLEŞMİŞ TANIMI
ODTÜ'yü bitirdikten sonra Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde mimarlık, Harvard Üniversitesi'nde de kentsel tasarım eğitimlerini lisansüstü düzeyde iki yıl gibi olağanüstü kısa bir sürede tamamlayıp eğitmen olarak ODTÜ'ye döndü. 0 zaman, 1962'de, mimarlık egitimi yeni başlamış bizler için bir kahramandı. Yalnız olağanüstü öğrencilik ve akademik başarıları ile değil, pek tanışık olmadığımız yeni kavramları mimarlık eğitimine getirmesi nedeni ile de ilgi odağı idi. Hocalarımızın çoğu yapının bitmişliğinden ve mimarın "peygambervari" üstünlüğünden sözederken, Doruk kent ölçeğinden ve yapının daha büyük ve bütünsel bir varlık (kent) içindeki konumundan sözederdi. Onunla yapılan tartışmalarda yepyeni bir ölçek, farklı bir kavramsal düzey sözkonusuydu. Kentin bütünselliği ve ölçeğinin getirdiği dinamik içinde mimarlık becerileri önemli, ama bir bütünün parçası olmak durumunda idiler. Bu bütünsellik ise, tüm yaşamın mimarlıkla bütünleşmiş bir tanımı idi. Açıkçası, kentli yaşam, bütünsel bir kentsel yapı gibi oluşturulabilirdi. Kentsel ölçek kavranabilir, yaşanabilir yeni bir gerçekti. Biz bunları sindirmeye çalışırken, tüm kentlerimiz gibi Ankara da planlanmış yeni topraklar üzerinde kentsel gelişime açılmıyor, plancı, belediye ve yapsatçı üçgeni içinde kent, içine sıkıştığı sınırları içinde, yıkılıp yıkılıp yeniden yapılıyordu. Varolan kentsel yapı ile yeni yoğunluklar arasındaki ilişkiler yalnız niceliksel düzeyde kurulduğundan, alt-yapı da bozulup yeniden yapılarak değişime ayak uydurmaya çalışıyordu. 1960 ve 1970'li yıllarda en büyük darbeyi, kanserleşen kentsel değişjm hiçbir zaman belini doğrultamayacak bir akışa girmişti. Bu ortamda, kendilerini geleceğin kentleri ile sorumlu gören ODTÜ öğrencilerine kalan, sadece düşlemekti. Zaten Cedric Price da, "ayılar herşeyi yaparlar; ama, A.D. okumanızı engelleyemezler," demiyor muydu?

Doğrusu, ODTÜ'nün tartışmaya açık eğitim yapısı ve Doruk gibi düşünce sınırlarını zorlamaya kendini adamış eğitmenlerin bulunuşu, endüstri-ötesi toplumu kentini düşleme olanağı veriyordu. Doruk ve o zamanki ortağı Kemal Aran'ın kazandıkları yarışmalar, seçenek düşüncenin gelişebileceğine yönelik olumlu belirtilerdi. Bu belirtilerin gerçek bir değişimin müjdesi olmadığını anlamak için ise, bir 20 yıl geçmesi gerekti. Endüstri ve iş ortamının pekiştirdiği bir doğru-dürüst anamalcı toplumun olmayışı, mimarlığı devletin ve bürokrasinin tekelci egemenliği altına alıyor. Bu ortam ise, seçenlerle seçilenlerin aynı kişiler olduğu yarışmalarla, "al takke, ver külah", mimarlık değerlerinin dondurulduğu, nöbetleşe bir iş dağıtım düzenine dönüşmüştü. 0 zamanki küçük mimarlık elitine girmenin güçlüğü biryana, bu mimarlık becerisinin temellendiğj savaş sonrası Alman mimarlık değerlerinin kalıcılığı da büyük sorundu. Kısacası, tüm tasarım becerisinin Bauen + Wohnen ve Architektur Wettbewerbe dergilerinin üstünlüğü çok kuşkulu estetik değerleri ile biçimlendiği, ihtiyaç programı çiziktirilerinin çevresine duvarlar konarak yapının "organik" olarak biçimlendiği ortamda, yeni bir görüşün içeri girmesi olanaksızdı. İşte, bu ortamdı ki, geçenlerde Economist dergisinin dediği gibi, "Çağdaşlığa kendini bu denli kaptırmış bir ülkede (Türkiye) Boğaz Köprüsü dışında nitelikli bir çağdaş mimarlık ürünü olmaması çok gariptir"

OTOKRATİK YÖNETİME BİR GÜNDE İSTİFA

Doruk, bıkmadan usanmadan girdigi yarışmalarla ve aldığı birçok ödülle seçenek söylemi seslendirdi. Bu sesin yapıya, daha önemlisi kent parçalarına dönüşmesi ise pek mümkün olmadı. Eğitmenliği de birden yitirildi. 1974 yılında ABD'deki uzun bir öğretim görevinden yeni dönmüştü ve büyük bir heyecanla çalışıyordu. Uluslararası ilişkileri, ona başka üniversitelerle akademik araştırma olanakları sağlardı. 0 bunları benim yürütmemi isterdi. Columbia Üniversitesi'nde birlikte yapmakta olduğumuz bir araştırma sırasında, o zamanki ODTÜ yönetimi, kaynağını bir türlü anlayamadığımız "performans yetersizliği" imasında bulunmuştu. Ağır-elli ve otokratik yönetime hemen aynı gün içinde bir istifa mektubu ile yanıt verince, izleyen nesiller onun eğitmenliğinden yoksun kaldılar. Biz dostları şanslıydık. Çünkü, onunla okulda olduğumuzdan daha çok birlikteydik. Kişisel ve meslek yaşamındaki en büyük desteği olan eşi Melis onyıllardır paylaştığımız konukseverliği ve cömertliği ile evlerini bir mimarlık düşünce ve tartışma merkezine dönüştürmüştü. Haftada birkaç kez biraraya gelir ve sabahlara değin söyleşirdik. Melis'in akşam oturmaları gelip geçen birçok uluslararası konuk ile birlikte, Ankara mimarlık elitinin de katıldığı toplantılardı. Çoğu, Doruk'un çabasına ve mücadelesine hak verir, destekler; ama, ertesi sabah bildiklerini yine eskisi gibi sürdürür-lerdi. Melis belki de Ankara'nın en soylu yapısı olan Gar'ın mimarı Şekip Akalın'ın kızı olarak mimarlığın ne tür bir savaşım olduğunu bilmesi ötesinde bir miras olarak da asilce taşımaktaydı. Doğrusu, Pamir'lerin 1970'lerde evlerini bir kahveye dönüştürme pahasına sağladıkları forum etkinliğini nesiller boyu sürdürecektir.

Doruk daha sonra hem kendisinin kişisel, hem de ODTÜ'nün büyük dostu olan Raniero Corbelletti'nin çağrısına uyup Türkiye'yi terketti. Daha doğrusu, birçoğumuzun daha sonra yaptığı gibi, "ihracat seferberliği"ne katıldı. Onun iki görevi arasında benim aynı üniversitede (Pennsylvania State University) kısa süreli bir görevim oldu. 0 okulda da, aynen ODTÜ'deki gibi bir liderliğinin olduğunu ve öğrencileri ile "status quo"yu kökten sorgulayan ve yaratıcı yeni ufuklar açan bir eğitmen olarak saygınlık kazanmış olduğunu izlemem benim için sürpriz olamadı. Doğrusu, onun dostu ve öğrencisi olmak benim de oradaki etkinliğimi pekiştirmişti.

Doruk'u etkileyen kişi ve düşüncelerin çoğu Batı kaynaklıdır. Ve çoğu birinci elden ilişkiye ve kişisel yakınlığa dayanır. Onun önemli niteliklerinden biri yorulmaz mücadeleciliği ve vazgeçirilemez inadıdır. Bunlar, onun yaşamına önemli etmenler olarak girerler. İş ve dostluk pahasına sürdürdüğü bu ödün vermezliğin kaynağı olmasa bile, pekiştirilmesi, sanırım, Amerika'daki hocası ve dostu Serge Chermayeff'tlr. Tasarım değerlerinde hertürlü yapaylık ve bezemeden uzaklığı Cambridge'de yanında çalıştığı Walter Gropius ve onun tasarım grubu olan The Architects Collaborative'den (TAC) kaynaklanmaktadır. TAC geç-çağdaş akı-mın (late-modernism) 1960'larda belki de en duru örneklerini vermiş mimarlık firmalarından biriydi. Genel mekan örgütlemesinde düşüncesini etkileyenler arasında, 1960'ların sonlarında etkinlik kazanan Louis Kahn'ın "hizmet alanları ile hizmet edilen alanların yatay ve düşey ortamlarda açıkça ayrılması" ilkeleri içinde değerlendirilebilir. Ama yalın, duru, düzenli bir biçimde temiz tanımlanmış şeffaf ve sağır yüzeyler ve yapının bütününden kaynaklanan oranlar dizgesinin varlığı ile belki de dolaylı olarak etkilendiği mimar I.M.Pei'dir. Mario Botta ile olabilecek anıştırmalarda benzerlik olsa bile, nedensellik sözkonusu değildir. Küçük ölçekte ve benzeşim gösteren yapılarının çoğu Botta'nın kendi sentezini uluslararası mimarlık kamuoyuna sunmasından çok öncedir. Doruk'un kent ölçeği içindeki yapılarından sadece birtanesi gerçekleşti. İslam Konferansı Teknik ve Mesleki Eğitim ve Araştırma Merkezi (ICTVTR). Dakka yakınlarında yer alan bu yapıda, kent ölçeği olmasa bile bir sivil yapı bütünü ölçeği sağlanmıştır. Özellikle etkin bir kentsel tarihi olmayan Bengal yerleşmeleri içinde önemli bir saptama değişik bir çözüm olarak ülkedeki mimarlık düşüncesini etkilemiş bir yapıdır. Halen çalışmakta olduğu Dikmen'deki köprü yapı belki de düşlediği çalışma öl-çeğine en çok yaklaştığı yapıdır. Bu projenin gerçekleşmesi ile Türkiye, belki ilk kez, kentsel bütünün "hasbelkader" yanyana gelmiş ya da getirilmiş yapılardan öte, yeni ve bir başka bütün olduğunu kavrayabilecektir.

Forum

Doruk Pamir

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz