|
reklam |
|
|||
Kentimiz, Kültürümüz, Mimarlığımız
¹ Fransız mimarlık yasası "Mimarlık kültürünün bir
ifadesidir" maddesi ile başlıyor. Bu kısa bildirinin amacı ise, bir bakıma bu genel gerçeğin tersi anlamına gelebilecek olan mimarlık eyleminin, sonuç olarak yapıların, kentlerin fiziki varlıkları ile kültüre, kent kültürüne etkisini irdelemek ve savlarımı kanıtlamak için İzmir'in dünü ve bugününden örnekler vermek olacaktır. Yöntem olarak soyut bir mimarlık eyleminin doğal sürecini izleyerek konuya yaklaşmayı deneyeceğim. 1. Mimarlık Eylemi Nedir? Her bina bir mimarlık olayıdır ve topluma, çevresine, kente olumlu, olumsuz bir katkıyı ifade eder. Sorunlarımızı İzmir ölçeğine indirgediğimizde bunun daha önem kazanacağını sanıyorum. Son olarak kenti oluşturan alt yapı, yollar, yeşil alanlar vb. öğelerin yanında en önemlisi mimarlık ürünü olan binalardır. Bu nedenle yer yer bina/ mimarlık, kent sözcüklerini birlikte ve eşdeğer anlamlarda kullanmak zorunda kalacağım. 2. Mimarlık Olayı Nasıl Başlar ve Gerçekleşir? Çoğu zaman gereksinim ile arsa, finans kaynağı vb. olanaklar arasında uyuşma gerçekleşmediği için gereksinimlerin sıraya sokulması zorunluluğu ortaya çıkar. Gereksinimlerin öncelik sıralamasmda doğruluk ya da yanlışlık bir başka yarar ya da zararın kültürel gelişmeye önemli ölçüde olumlu, olumsuz katkıda bulunabilir. Gereksinim saptanmasında konut, sağlık yapıları eğitim yapıları gibi önemli bir bölüm için öncelik saptamak oldukça yalın ve kolay görünebilir. Ama işlevler değiştikçe sorunun olağanüstü karmaşık hal aldığını
bir iki örnekle göstermeye çalışacağım. İzmir için birinci gereksinim saptanmış, öncelik tanınmış, gerçekleştirilmiş. Başka bir örnek Konak Meydanı düzenlemesidir. Yöneticiler bu gereksinimlerden en önemlisinin çarşı olduğuna karar vermişler ve ona öncelik tanımışlardır. Bu önceliğin çeşitli nedenleri olabilir. 3. Mimari Tasarım ve Projelendirme Kent planlamasının ve imar planlarının yaşamımızın tümünü nasıl etkilediğini hepimiz biliyoruz. Ben özel olarak İzmir'in tarihi mimari mirasının yok edilmesi olgusuna değinmek istiyorum. Ülkemizin hızlı kentleşme sürecine girdiği 50'li yıllardan sonra İzmir'de
de kentsel cinayetler işlendi. Bu cinayetlerin en başında daha uzun yıllar
korunup yenileştirilebileceğine inandığım mimari mirasın yok edilmesi
gelmektedir. Bütün kentimizde koruma konusunda oldukça olumlu bir bilinçlenmenin gerçekleşmiş olduğunu, birçok Sakız tipi evin yeni işlevlerle kullanılmaya başlanmasından Koruma Kurullarının özverili ve ısrarlı takipçiliğinden, imar planlarından koruma ile ilgili getirilmiş kararlardan da görebilir ve gözleyebılırız. Ne var ki yeni binalar için tasarım Yapan birçok mimarın başka bir tehlikenin içinde olduklarını düşünüyorum. Koruma ve çevreye uyum ve mimarın biçim sorunları ile içiçe gelişen bir kitsch olgusu ile karşı karşıya olduğumuz inancındayım. Bazı tasarımcı mimarlar inceledikleri ve korumaya çalıştıkları sivil mimarlık örneklerine hayranlıklarını, onları aynen yineleyerek bir kimlik arayışına girdiler. Mevcut yapısal çevreye uyum adına da bu taklit salgını genişledi, giderek koruma ile ilgili kurullar projelerde çevreye uyum adına zorunlu biçimsel koşullar öne sürmeye başladılar. Bu olguya Batıdaki mimarlık akımlarının yanlış yansımaları da eklenince tüm büyük kentlerimizde olduğu gibi İzmir'de de mimarlık alanında eklektik, kitsch ürünleri birbiri arasında boy göstermeye ve daha vahim olarak da toplumun genel beğeni düzeyinde niteliksel bir değişim gözlenmeye başlandı. Bir bakıma köklü ekonomik evrimlerle eş zamanlık gösteren toplumsal ve evrensel estetik normlara ters düşen bir zevksizlik yaygınlaştı. Bu olay hiç kuşkusuz sadece mimaride değil, değil dekorasyon anlayışında,
müzikte, giyim kuşam biçimlerinde, eğlence şekillerinde vb. bütün yaşamsal
işlevlerde hissedilir oldu. Başka bir taklitçilik de Levanten evleri ile İngiliz kolonilerindeki klasikleşmiş frontalili, yivli kolonlu yapı taklitlerinin İzmir ve çevresindeki yeni örneklerinde gözlenebilir. Mimarlık eylemi, tarihinden en çok etkilenen sanat dallarından birisidir.
Bu etkinin olağanüstü değişen, gelişen teknoloji olanakları ve işlev çeşitliliği
nedeniyle azalacağını düşünsek bile biçimsel olarak mimarları her zaman
ilgilendirmiştir. Buna karşın tasarım sırasmda üzerinde yaşadığı toprakların kültürel
zenginliğini aktarabilme ve kentlerine, yapılarına bir kimlik kazandırma
gibi etik bir sorunu ve sorumluluğu olan mimar belli bir ikilem içinde kalmış
görünmektedir. Bana göre önce bu soruyu tasarım ve karar verme aşamasında her yapı için mutlaka sormalıyız. Üzerinde yaşadığımız toprakların ilk çağlardan bu yana var olan mimari mirasını zaman, ırk, ulus farklılıkları gözetmeksizin korumaya çalışmalı ve sahip çıkmalı, mimarlık tarihimizi iyi bilmeli ve tammalıyız. Ayrıca gelişmekte olan bir ülkenin kıt kaynaklarını çok dikkatli kullanmak zorunluluğumuzun ayırdında ve bilincinde olmalıyız. Ancak bu bilgi ve bilinçte olan tasarımcı ve proje kararları üreten mimarın entelektüel yapısı hem tarihi ve kültürel sürekliliğin yeni yapılarda yansıtıp devam ettirmesine, hem de çağdaş, evrensel kültüre katkıda bulunmaya yardımcı olabilir. Mimarlık dilinin biçimsel sorunları, yabancı akımların ve de tarihsel yapıların bilinçsiz taklitleri ile değil, bu entelektüel yapı ve kişisel mimarlık yeteneğinin senteziyle çözülebilir. Özgün, çağdaş mimari biçemin bir koşulu da toplumsal beğeni düzeyinin yukarıda anlattığımız olumsuzluklarma gereksiz süs, şatafat ve gösteriş istemlerine karşı direnme gücüdür ve kentimizin bu bilince olağanüstü gereksinimi olduğunu düşünüyorum. 4. Uygulama ve Kullanma Mimari uygulamanın kültürel bir katkı düzeyindeki başarısı, hiç kuşkusuz yapı malzeme ve teknolojilerindeki gelişme ile teknik eğitim, teknik personelin kademelenmesi gibi temelde başka kültürel bir sorunu, eğitim sorununu gündeme getirmektedir. Bu bildirinin konusu dışında gördüğüm bu sorunun, en başarılı tasarımları bile olumsuzlaştırabileceğini hatırlatarak tasarım ve uygulama sırasında ele alınması gerekli başka bazı sorunlara değinmek istiyorum. Bunlardan birisi yeni binaların var olan yapılanmış çevreye özellikle de tarihi yapılara ya da dokuya uyum sorunudur. Eski yapıların mimari öğelerinin yeni yapılarda yinelenmesi uyum konusunda yanlış ve ilkel bir yaklaşımdır. Uyum konusu her yapı ve yapı grubu için ayrı ayrı çözülmesi gereken bir mimari problem olup yerine göre eski yapının tam kontrastı bir görsel değer ile de sağlanabilir. Burada esas olan, var olan yapıya, dokuya saygılı olmak onu zedelememeye özen göstermek, belki başka bir deyişle onun yanında mütevazi tandanslı olabilmektir. Son olarak yapıların kullanılırken cephelerine ve çevresine yapılan tecavüzlerin bir kentsel kültür ya da kültürsüzlük sorunu olduğunu hatırlatmak istiyorum. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- ¹ Bu bildiri 1994 yılında düzenlenmesi planlanan Kültür Kongresi için hazırlanmıştır. |
Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]