reklam

Yazılarından
Diyalog 2003 > Güngör Kaftancı > Yazılarından

Tarih: 06 Mayıs 2003
Yer: Arkitera Forum

Mimarlar Odası

Mimarlar Odası benim meslek kuruluşum. Onunla ilişkilerimin bu çerçevede olması gerekirken çok farklı boyutları olduğunu düşünüyorum. Bu kuruluşa bazı arkadaşlarım gibi ben de kendimi duygularımla bağlı hissediyorum. Sanki bir fanatik futbol takımı taraftarıyım. Aklım bu olgunun sağlıksızlığını öne çıkarmak istese de kendimi bu duygusallıktan vazgeçiremiyorum. Bunun uzun zamana yayılmış nedenleri var kuşkusuz. O anılarımı ve deneyimlerimi çok kısa olarak anlatmaya başlarken merhum dostum Cemil Cerçek'i anmadan edemeyeceğim. Galiba bu konuda birbirimize çok benziyorduk. Oda'nın hiç katılmadığımız yönetim biçimlerini eleştirirken bile tam objektif olamadığımızı hatırlıyorum.

Odamız kurulduğunda ben Yedeksubay Okulu öğrencisiydim. Sicil numaram 657. Bu yıllar Demokrat Parti'nin iktidarını pekiştirmek ve sürekli kılmak için bir dizi icraata başladığı yıllardı. Bu eylemlerin kısa süre sonra şiddetleneceği, antidemokratik boyut kazanacağı gözlenecekti. O dönemde TMMOB'nin kurulmasını da DP'nin diğer sivil toplum kuruluşları gibi, tüm mühendisleri bir örgütte toplayarak istediği yönde kullanıp oy deposu haline getirmek amacına dönük olduğu iddia ediliyordu. Bir yönden de mimarlar yasal bir örgüte kavuşmuş oluyorlardı. Ancak eylem alanlarının çok farklı olduğu, örneğin ziraat mühendisleriyle, bir üst kuruluşta birleştirilmeleri kendi iç yönetmeliklerinin on ikide bir oya sahip oldukları TMMOB yönetim kurulunda onaylanması zorunluluğu yıllar boyu önemli sakıncalar doğuracaktı, doğurmaktadır.

İzmir'e geldiğim yıllarda İzmir Şubesi'ni kurmak için merkez yürütme kurulunca diğer altı arkadaşımla birlikte görevlendirildim. Oda Şube ve Merkez genel kurullarına, hiç aksatmadan on beş yıl katıldım. Fakat uzun yıllar yönetim kurulları için hiç göreve talip olmadım, görev almadım. Konuşmalarım da çok seyrek olurdu. Kayınbiraderim Ergun Unaran'ın bütün topluluğu sürükleyen etkileyen konuşmalarmı gıpta ile izlerdim. Galiba daha çok genel kurulların havasını seviyordum. En başta da o yılların değişmez divan başkanı Aydın Boysan'ın enfes dialoglarını, bizden bir kuşak önceki İsmet Barutçu, Talat Özışık v.b. ağabeylerimizin esprili, fıkralı konuşmalarını dinlemek hoşuma gidiyordu. Arka arkaya bir kaç yıl Cihat Burak'ın son konuşmayı yapması adet haline gelmişti. İki ya da üç gün süren genel kurul toplantılannm bir gecesinde de topluca eğlenmeye ayrılırdı. Cihat Burak hem toplantıları, hem de bu eğlence gecelerini olağanüstü gözlem gücüyle izler, eskizler yapar son gün konuşmasında da tüm ayrıntıları eşsiz bir üslupla anlatırdı. 

Benim için, (kuşkusuz bir çok arkadaş için) genel kurullar bir okul gibiydi. Mesleği, toplumu, yaşamı farkında olmadan öğrendiğimizi, dünya görüşümüzün oluştuğunu, geliştiğini söylemek abartı olmasa gerekir. 'Mimarlar Odası toplum hizmetinde' ya da 'mimarlık sorunlan toplum sorunlarından soyutlanamaz' gibi birçok slogan neredeyse kendiliğinden oluşur, buna benzer fikirler etrafında bitmez tükenmez tartışmalar yapılırdı. Oda'nın yeni olan örgütlenmesi ve kurumsallaşması, bir çok yönetmelik taslağının TMMOB'ye gönderilmesi genel kurulların en önemli görevleri içindeydi. Örneğin yarışmalar düzeni birçok genel kurulun zamanını almış ve bana göre sonuçta jüri çoğunluğunun oda listelerinden oluşturulması karara bağlanıp yürürlüğe konulabilmişti. Bugün genç arkadaşlarımıza pek doğal görünen bu kazanım için Mimarlar Odası'nın ne büyük savaşımlar verdiğini hatırlıyorum. İzmir'de yapılan ilk genel kurulda, o zaman kamu yapıları ile ilgili en üst kurumun başında olan üyemiz Orhan Alsaç ile genç arkadaşlar arasında bu konuda uzun tartışmalar olmuş, ilk yarışmalar yönetmeliği Sayın Alsaç'ın itirazlarına karşın kabul edilmişti. Buna karşın Türk mimarlığının kamu yönündeki çalışmaları ve yasal gelişmelerinde uzun süre olağanüstü etkili olan Alsaç, Odasınca kabul edilen yönetmeliğin yürürlüğe girmesinde gösterdiği çaba ile de, bana göre, meslek dayanışmasının güzel bir örneğini vermişti.

Böylece Mimarlar Odası'nın başarılı çalışmalarını anımsamaya başladım. Bunlardan birisi Özel Yüksek Okullar furyasma karşı açtığı ve kazandığı hukuk savaşımıdır. Kıyıların özel mülkiyete konu olamayacağına dönük sürekli yayın v.b. çabaları ile ünlü Kıyı Kanunu'nun çıkmasını da sağlayan Mimarlar Odası olmuştur. Altmışlı yılların başında planlı kalkınma stratejileri tartışılırken fiziki planlamanın önemini ve ekonomik planlarla entegrasyonunun gerekliliğini kamuya tanıtan da Mimarlar Odası'dır. Bölge planlama ve nazım plan bürolarının kurulmasında Mimarlar Odası'nın ısrarlı telkinlerinin önemli rol oynadığını düşünüyorum. Ülkemizde kentleşme, yapılaşma sorunlarının masaya yatırılmasında da Mimarlar Odası başı çekmiştir. Bütün bunlara karşın kamuyu bilinçlendirme ve etkilemedeki başarısının sınırlı kaldığını, nedenlerinin toplumsal, kültürel yapımızdan kaynaklandığını, yapı sektöründen çıkar sağlayanların, onlarla işbirliği içindeki birçok belediye başkanının reaksiyonlarını hatırlayıp, bugün de bu nedenlerin araştırılması gerektiğinin olağanüstü önemi olduğunu düşünüyorum.

27 Mayıs devrimi göreceli de olsa düşünce ve yayın alanında birçok yasağın kaldırıldığı bir dönemdi.
Mimarlar Odası yönetimlerinde genellikle sol tandanslı arkadaşların göreve geldiğini izliyorduk. Bana göre bu mutlu olay yetmişli yılların başında farklı bir abartıya dönüştü. Oda'nın çoğu organında mimarlığın ya da mimarların sorunları artık görüşülmüyordu. Ülke sorunlarına yaklaşımda, gene mesleğimizle ilgili bağlantılar kurmak diye bir endişe de duyulmuyordu. Genel kurulların başlıca konularını, çeşitli sol fraksiyonların taktik ve strateji tartışmaları oluşturuyordu. Çoğu genç, yetenekli, zeki bir çok arkadaş, hitabet güçlerini zorlayarak, saatlerce, büyük bir şevk ve heyecanla konuşuyor, fikir üretiyorlardı. Aslında kendilerini hayranlıkla dinlerken neden bu çabalarını bir siyasi parti içinde sürdürmediklerini düşünürdüm. 

Bunun birçok nedeninin yanında legal siyasi partilerde hala önemli yasakların ve tabu haline gelmiş konuların varlığı gösterilebilirdi. Ama sonuçta hem Oda'nın ana görevlerinin ihmal edilmesi, hem de çaba ve enerjilerin boşa harcanması gibi sakıncalar doğuruyordu. Giderek güncel konularımızın bile küçümsendiği, her şeyin ülkenin kurtuluşuna bağlandığı, Oda'nın misyonunun da bu olması gerekliliği öne çıkıyordu. O günlere ait bir anım bence çok çarpıcıydı. İzmir Şubemizin yönetim kurulu başkanı idim. Standartlar Enstitüsü yeni tuğla ölçüleri normunu kabul etmişti. İzmirli arkadaşlar bu ölçüleri olağanüstü sakıncalı buluyor, Merkez Yönetim Kurulumuzca değiştirilmesine dönük çaba harcanmasını istiyorduk. Ben görevlendirildim ve Merkez Yönetim Kurulu toplantısına katılmak üzere Ankara'ya geldim. Yönetim Kurulu toplantısında bir türlü konuyu anlatamıyordum. Gündem maddesi o olmakla beraber ne zaman 'tuğla normları' diye söze başlamak istesem bir arkadaş sözü 'batı ülkelerindeki sol stratejilere' ya da 'Mao'nun son görüşlerine' getiriyor, bana da acıyan hafif istihza dolu bakışlar fırlatılıyordu. Dünyanın ve Türkiye'nin kurtuluşu için sol stratejiler geliştirildi, ama tuğla normları düzeltilemedi.

Yetmişli ve seksenli yıllarda artık merkez genel kurullarına devamlı katılmıyordum. Buna karşın on yıla yakın İzmir Şubesi'nde görev aldım ve Şube başkanlığını üstlendim. Seksenli yılların ortasında geçirdiğim baypas ameliyatından sonra uzun süre Oda faaliyetlerinden uzaklaştım. Sekiz on yıldan bu yana da sadece İzmir Şubesi'nin yayın kurulunda çalışıyorum. Aslında Oda'mız onbeş yıldan bu yana ciddi olarak değişikliklere uğradı, üye sayısındaki artışa parelel olarak, yirmi beş yıl boyunca üç olan şube sayısı 18'e yükseldi. Yani Mimarlar Odası yurt yüzeyinde yaygın bir örgütlenmeye kavuştu ve her bölgenin koşullarına göre etkin ve başarılı çalışmalarını sürdürüyor.

Mimarlar Odası birimlerinde üretilen fikir ve eylemlerin sadece mesleğimiz açısından değil, ülkemizin kalkınması, halkımızın mutluluğu için çok önemli içeriği olduğunu biliyorum. Ancak ne yazık ki bu birikimin sistematik olarak sınıflandırılıp düzenlenerek ciddi bir arşiv oluşturulması yapılmadı. Toplantılarda, özellikle genç arkadaşların kendi örgütlerinin geçmişinde aynı konunun defalarca irdelendiğinden habersiz, heyecanla yeni zannettikleri fikirler üretmeye çalıştıklarını izliyorum. Kuşkusuz toplumsal dinamikler yeni sorunlar ve çözümler üretilmesini gerektirecektir. Ancak tıpkı bir ülkenin yönetimi gibi, kendi örgütünün tarihçesinden habersiz davranışlar, en azından zaman yitimine neden olmaktadır.
Mimarlar Odası arşivlerinin taranarak, geliştirilecek bir sisteme göre düzenlenip yayınlanmasmın olağanüstü gerekli ve yararlı olacağına inanıyorum.

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz