
Priene Şehri Planı (MÖ 4. yy)

Karlsruhe şehri temsili (C. Thran,
JM Steidlin, 1739)

Mannheim şehri temsili
(JA Baerthels, 1758)

Ortaçağ Amsterdam'ını 1609-1680 arasında
550 hektar büyüten H.Staets'in
3 kanal projesi

Ausburd'da Fuggerei yerleşmesi (1519)

1830'larda ünlü müteahhit T.Cubbit'in
Bedford Dükü için yaptığı Bloomsbury Estate yerleşmesi

1667 Londra
İmar Yasası ile tanımlanmış ve 19 YY sonuna kadar Londra'nın çehresini
belirleyecek olan ev tipleri

Londra'nın batısında Bedford Square
(18. YY sonu)
Fotoğraf: İhsan Bilgin

Saltaire Yerleşmesi planı (1851)

Saltaire yerleşmesi hava fotoğrafı
(1851)

Godin'in Familistere Guise Projesi'nde
konut blokları (1860'lar)
|
Toplu konut konusu her şeyden önce bir yerleşme terbiyesine, bir yerleşme
kültürüne işaret eder: bir yere yerleşmek, bir yeri kaplamak anlamına
gelir. Dolayısıyla da nesnelerin kendilerinden ziyade onlar arasındaki ilişki
önceliklidir. Birimler, örüntü içindeki yerleriyle, konumlarıyla,
koordinatlarıyla tanımlanırlar; kendi başlarına değil, ötekine göre
konumlarıyla varolurlar...
Tarif genelleştikçe zaman ve mekan içinde yayılıyor. Bu söylediklerimiz
tarihteki bütün yerleşme biçimleri için, bütün şehirler, bütün köyler,
bütün manastır, külliye ve benzeri kompleksler için geçerli değil mi? O
halde her yeri ve her zamanı kaplayan bütün tanımlarda olduğu gibi sınır
çekmek gerekiyor. Günümüzün toplu konut yerleşmelerini tarihin diğer
yerleşme türlerinden ayırdeden konvansiyonlar, parametreler nelerdir? Bugün
anladığımız anlamıyla toplu konut olgusunu ortaya çıkaran kopuş, hangi
tarihsel kırılma noktalarının ürünü olarak meydana gelmiştir? Yine bugün
sorunsallaştırılan biçimiyle "toplu konut" olgusu kendi içinde ne
türden kırılmalara, değişimlere uğramıştır; ne türden sorunların,
tartışmaların, paradigmaların ortaya çıkmasına kaynaklık etmiş ve bu
perspektif içinde kendini nasıl kurmuştur?
Yanıtlamaya çalışalım: Sadece kavramı oluşturan sözcükler bile
yeterince ipucu veriyor: yerleşme zaman içinde oluşmak, serpilip gelişmek
yerine başından tasarlanmış tek bir projenin ürünü olacaktır, bir
("toplu"); yerleşme bir sosyal işleve, ikâmet ve barınma işlevine
odaklanmış olacaktır, iki ("konut"); ikisinin birlikteliği
istisnai durumların, tek sefere özgü ihtiyaçların ifadesi olmayıp, genişleyerek
yeniden üretilen standardize bir talep biçiminin karşılığı olacaktır,
üç (belirli bir toplumsal pratiğin kavramsal karşılığı olarak
"toplu konut").
Her üçü de yerleşme pratiğinin doğası olarak bildiklerimizi tersine çeviren
aykırılıklar: tek bir projenin ürünü olarak kurulma yerleşme üretiminin
farklı toplumsal vektörlerin bileşeni olarak ortaya çıkmasından, belirli
bir sosyal işleve odaklanma ise yerleşme tüketiminin holistik karakterinden
uzaklaşmak demek. Olağanüstü hallerde ortaya çıkmaları beklenebilecek bu
istisnaların biraraya gelmeleri, üstelik de düzenli olarak yeniden üretilmeleri
modern dünyanın paradoksal alışkanlıklarından biri olarak karşımıza çıkıyor.
Modern dünya, bünyesine sinmiş bu alışkanlığından ne vazgeçebiliyor, ne
de onu hakkıyla içine sindirebiliyor; ona ne tam olarak alışabiliyor, ne de
ondan vazgeçebiliyor. "Toplu konut" bu nedenle çağımızın kronik
problematiklerinden biridir.
Toplu konut deyince aklımıza gelen temel özelliklerin ortaya çıkmalarının
ve bitişerek bir norm haline gelmelerinin ayrı ayrı tarihleri var.
Birincisinden başlayalım: Başta şehirler olmak üzere bütün yerleşme biçimlerinin
ortak özellikleri zaman içinde oluşmalarıdır. Yani kişilerin, kuşaklarn,
sınıfların çıkarlarına, projeksiyonlarına, tasarılarına
indirgenememeleri, bunların zaman içindeki yanyana gelmelerinden, üstüste yığılmalarından
oluşan arakesitler toplamı oluşlarıdır insan yerleşmelerinin ortak
tarihsel özellikleri. Akla hemen Miletos ve Priene gibi Helenistik, Trier gibi
Roma kolonileriyle Raststatt, Karlsruhe, Mannheim, Petersburg, Versailles, gibi
Barok şehirler gelecek: gelişme öyküleri değilse bile kuruluşları bu tanıma
uymayan, bir iktidar iradesinin başı sonu belli bir projesi uyarınca kurulmuş
şehirler. Şu bildik ızgara planlar ile belirli bir merkeze odaklanmış
geometrik kurgular. Sadece kurgularının değil, ortaya çıktıkları dönemlerin
de belirgin ortak özellikleri var: Birkaç yüzyıla yayılan ve tarihe damgasını
vuran siyasal merkezileşme eğilimlerine denk düşüyor bu yerleşme
serilerinin kurulmaları. Birinci gruptaki şehirlerin Akdeniz'e yayılan İmparatorluklar,
ikincilerin ise Avrupa coğrafyasından dünyaya yayılacak Mutlakiyetçi yönetim
formatları tarafından belirlenen hikayelerinden söz edilebilir. Bir de Rönesans'ın
ideal şehirleri var: Scamozzi'nin Palmanova'sı (16.yy.'ın sonu) dışında
seri halde üretilmelerini geç 17. ve 18. yüzyılların Barok merkezileşme eğilimlerine
borçlu olan idealler. Amsterdam'ı 1609'da yapılan plan uyarınca 50 yıl içinde
üç kat büyüten 3-kanal projesi ise rönesans idealleri ile bunların merkezi
otorite ifadesine dönüşmeleri arasındaki pragmatik bir ara istasyon gibidir:
Şehre davet edilen ve Amsterdam'ı dünyanın merkezi haline getirecek olan tüccar
nüfusu yerleştirmek için şehri üç kuşak halinde saran bu kanal ve yol örüntüsü,
modern tarihin projesine en sadık ve en tamamlanmış imar operasyonlarından
biridir.
Bütünsel bir projenin ürünü olmak bakımından modern yerleşme kültürüne
iz bırakmış olan bu örnekler belirgin bir hedef doğrultusunda kurulmuş
olsalar da, bir şehrin taşıyabileceği işlevlerin tümünü birden kapsamak
gibi bir özelliğe sahiplerdi. Dolayısıyla kendi içinde tamamlanmış ve bütünsel
bir bünyeye sahiplerdi. Hem bütünsel bir projeyle yapılmış, hem de barınma
işlevine odaklanmış yerleşmelerin ortaya çıkması için ise 18. yüzyılı
beklemek gerekecektir. Augsburg'da Jacob Fugger'in 1519'da işçileri için yaptırmış
olduğu 53 ikiz evden oluşan yerleşme; P.le Muet'nin 1647'de çizdiği sıra-ev
modeli örnek alınarak geliştirilmiş olan Paris'teki Place Dauphine konut
dizisi, B.Neumann'ın 18.yy.'ın başında Würzburg'da 7 tüccar aile için
tasarladığı blok türünden mimarlık literatürüne geçmiş örnekler,
modern yerleşme kültürü üzerinde kayda değer izler bırakmayan bölük-pörçük
görüngüler olarak değerlendirilebilirler. Tasarlanmış konut yerleşmelerinin
tekrarlanan normlara dönüşmeye başlamaları için 18. yüzyıl İngilteresi'ne
bakmak gerekecektir.
Inigo Jones'un 1630'da Bedford Dükü için tasarladığı Covent Garden,
1750'lerden itibaren yüz yıl boyunca Londra'nın batısına damgasını
vuracak olan yerleşme modelinin, "Londra Square"lerinin prototipi
oldu: "Şık batı"da bu modeli izleyen Bloomsbury Estate (1748 sonrası),
Portland Place (1774 sonrası), Bedford Park (1775 sonrası), Foundling Hospital
Estate (1793 sonrası), Belgravia (1825 sonrası), Somers Town Estate (1826
sonrası), Tyburnia (1829 sonrası) ve diğerleri şehrin dışına çıkabilme
ayrıcalığına sahip olan yeni orta ve üst-orta tabakalar için büyük arazi
sahibi soylularca planlanmış ve müteahhitlerce sokaklar halinde inşa edilmiş
iri spekülatif girişimlerdi. Diziler halinde üretilen evler 1666 yangını
sonrası çıkan Londra İmar Yasası'nın tarifiyle birer prototipe dönüşmüş
olan 4 sıra-ev tipinin tekrarlarından oluşuyor, bu evlerin en prestijlileri
de yerleşmenin ortasındaki "square"in kıyısına diziliyordu. İngiltere'nin
sembolü haline gelmiş olan bu "terrace" evler isimlerini, parseller
yerine toplu halde inşa edilmelerinin avantajıyla "teraslanarak",
yani önlerindeki cadde ve karşılarındaki sırayla birlikte topluca
hafredilerek inşa edilmeye başlanmalarından alıyorlardı. Bu yerleşme
formatı sadece Londra'nın dış mahallelerinde değil, yeni orta sınıfın
termal sayfiye olarak kullandığı Bath'da da John Wood, John Palmer gibi
mimarlarca tasarlanarak yeniden-üretilecekti.
Ancak yeni konut ihtiyacının asıl niceliğini yeni orta sınıftan ziyade,
kırlardan büyük şehirlere ve Kuzeybatı Avrupa'daki Fransa-Almanya-Belçika
üçgeni içinde kalan maden ocaklarına göçen ücretli işçi sınıfı
belirliyordu. Büyük şehirlerin dışındaki bölgelere göçenlerin yeni
konut ihtiyacı, mevcut şehirlerarası yolların kenarındaki ucuz arsalarda
yanyana dizilen ve kırsal konut geleneğinin yoksullaşmış çeşitlemeleri
olan ucuz "cottage"lar aracılığıyla gideriliyordu. Bu 1-2 katlı
"cottage" serileri standardize edilmiş odaların yanyana ve üstüste
sıralanmasıyla oluşuyor, servis hacimleri binaların dışında yer alıyordu.
Daha büyük ölçekli işletmeler ise işçilerini birarada tutmak ve disipline
endüstri cemaatler oluşturmak için şehirlerin dışındaki fabrikalarıyla
birlikte büyük yerleşmeler inşa ediyorlardı.
Bu şirket şehirlerinin ilk
iddialı örneği Ledoux'nun 1770'lerde tasarladığı Chaux yerleşmesi; erken
dönem en iri örneği de B.Renard tarafından Belçika sınırları içinde
1820'lerde yapılan ve elips biçimindeki dev üretim kompleksinin çevresine
dizilmiş 425 sıra-ev biriminden oluşan Grand Hornu yerleşmesiydi. Her
ikisinde de Mutlakiyetçi pratik tarafından çeşitlendirilmiş rönesans
sonrasının geometrik şehir idealarının izleri belirgindir. Aydınlanma düşünürü
Jeremy Bentham'ın daha 1797'de tasarladığı "Industry House"
projesi bu ideaları tarihsel referanslarından uzaklaştırıp olabileceği en
soyut modele doğru çekmekle, en az yüz yıl sonra gündeme gelecek temaların
öncülüğünü yapmış oluyordu.
İngiltere'nin öncü fabrikatörlerinden Colonel Ackroyd'un Copley (1853) ve
Ackroyden'i (1861) ile Titus Salt'ın Saltaire (1851) yerleşmesi ise bu türden
optik iddialar taşımayıp, 19.yy. şehir örüntülerini gevşeterek
fragmanlar halinde yerleşmelerine taşıyorlardı. Bournville ve Port Sunlight
gibi 19.yy.'ın geç örnekleri (1880'ler) ise yerel ve kırsal angajmanlarıyla
yüzyıl sonunun bahçe-şehir hareketinin habercisi oluyorlardı. 19.yy.'ın
ikinci yarısında Ruhr Havzası'nda yaptırdığı 50.000 civarında lojman
birimiyle Avrupa'nın başlıca gayri menkul stokcusu olan Alfred Krupp'un yerleşmelerinde
de Cronenberg gibi erken örneklerden Altenhof gibi geç örneklere doğru
modelin şehirden kıra ve güncelden nostaljiye kaydığını gözlemek mümkün.
Elsass bölgesindeki tekstil fabrikatörlerinin hem aralarında korporasyon
kurarak, hem de devletten sübvansiyon alarak kurdukları ve 1852'den sonra aşamalı
olarak inşa ettikleri Mülhausen yerleşmesi ise modern örgütlenme ve finans
biçimlerini deneyen ilk büyük girişim olmasıyla 19.yy.'ın ilgi odaklarından
biri olmuştur. Bir de ütopyalar var: Robert Owen'in ve Charles Fourier'in
sosyal ütopyalarına eşlik eden yerleşme tasarıları verimlilik ve
rasyonalite yerine adaleti ve dayanışmayı ön plana çıkarma iddiasındaydılar.
Bir Fourierist olan André Godin'in Fransa'nın kuzeyindeki Guise kasabasının
kıyısında 1860-90 yılları arasında inşa ettiği Familistère, 19.yy.'ın
eksiksiz ve tasarlandığı gibi inşa edilmiş tek bütünsel ütopik yerleşmesidir.
Yerleşmeyi domine eden iri konut blokları Versailles, Louvre, Palais Royal
gibi sarayları model alıyorlar, onların sosyalleşme, halkın saraylarına dönüşme
kapasitelerini kanıtlama iddiasını taşıyorlardı.
|