GG'nin yeni sergisi
"Yazıyapı"
Yirmibir dergisi, Sayı 21, Mart 2004,
Sayfa: 70-72
"Yazıyapı" sergisi mimarı imge olarak tipografiyi ele alıyor.
Sergide yazının mimari unsurlarla güçlendirilmiş afiş tasarımları yer
almakta. Zürich Museum för Cestaltung (Zürih Tasarım Müzesi) koleksiyonundan
seçilen afişlerle hazırlanan sergi 20 Mart tarihine kadar Garanti Galeri'de görülebilir.
15 Mart'ta Mimar Sinan Üniversitesi Oditoryumunda
bir konferans verecek olan
serginin küratörü Andres Janser ile bir söyleşi yaptık. Aykut Köksal da söyleşiye
katkıda bulundu.
XXI: Sergi yalnızca afiş örneklerinden
oluşuyor. Sergiye adını veren "typotecture" anlayışı ise yalnızca
afişlerde değil logo gibi grafik tasarımın öteki üretim alanlarında da görülebilecek
bir yorum. Bu örneklerin sergi bağlamının dışında bırakılmasının özel
bir nedeni var mı?
Andres Janser: "Yazıyapı"
(Typotecture) sergisi Zürih Tasarım Müzesi için yapıldı ve ilk kez 2000 yılında
Zürih'te sergilendi. Bu sergi, müzenin Poster Koleksiyonu'nun halen devam
etmekte olan sergi dizisinin bir parçasıydı. Dolayısıyla da yalnızca
posterlerden oluşması bilinçli bir seçimdi. Ama "yazıyapı"nın
başka alanlarda da bulunabilecek bir kavram olduğu açık: logo gibi statik işlerde;
televizyon reklamı, müzik video-klipleri (özellikle H5'in yönettiği ve Alex
Gopher'ın söylediği "The Child") gibi hareketli imgelerde ya da
(1959'da Alfred Hitchcock'un yönettiği ve jenerik tasarımını Saul Bass'ın
yaptığı) "Kuzey Kuzeybatı" gibi filmlerin jeneriklerinde.
XXI: Grafik tasarımın modernizmden
post-modernizme uzanan farklı dönemlerinde ve farklı tasarım ekollerinde
"yazıyapı" anlayışları değişiyor mu?
AJ: Grafik tasarımda post modernizmi tanımlamakta
zorlanıyorum. Eğer çağımızdaki multi-stilistik tipografiden, hatta şu
iyice adı çıkmış "herşey uyar" yaklaşımından söz ediyorsanız,
bunun tipografik tasarımda sıkça görülen oyunbazlığa arka çıktığını
söyleyebilirsiniz. Bir anlatı olarak grafik tasarım, postmodernizm olarak
adlandırılabilecek şeyle bir bağlantı daha kurar. Bu açıdan bakıldığında,
"yazıyapı" anlatının kendisidir:
Anlatıya yatkın uzamsal alanlar sunar, böylece de bazen boyutlu tipografi
denen şeyin ötesine geçer. Ancak: tipografinin kökleri yine de derin bir şekilde
modernizmde gibi gözüküyor" 1910'ların görsel şiiri (1950'lerde fotoğraf
tekniklerinin yardımıyla "resimsel tipografi" olarak yeniden ortaya
çıkmıştı), konstrüktivizm, sürrealizm başlıca göndermelerdir.
"Yazıyapı"nın potansiyeli tekil tasarım ekollerinden ziyade kültürel
sorunlara bağlı. Bir yandan, eğer Japonların ya da Çinlilerin alfabe
temelli olmayan işaret sistemlerine bakarsanız, "batı dünyası"ndakilerden
farklı temel ilkeler göreceğiniz açık. Zürih'teki Poster Koleksiyonu özelinde,
ama aynı zamanda bu Asya kültürleri hakkındaki sınırlı bilgim yüzünden,
bu sergi batı dünyasına odaklanıyor. Öte yandan burada "yazıyapı"nın,
Pentagram'dan (ABD) İvan Chermayeff ve Michael Bierut, Almanya'dan Fons M.
Hickmann gibi çağdaş tasarımcıların kişisel biçemlerinin bir parçası
olduğunu görürsünüz. Bazı durumlarda "yazıyapı", kişinin
alamet-i farikası bile sayılabilir. Hem Japonları hem de Takenobu
Igarashi'nin alfabe işlerini, ya da Mihaly Biro'nun Macaristan'da, Avusturya'da
ve sonra da Almanya'da önerdiği tasarımları düşünün.
XXI: Tipografi tasarımıyla (yazı tasarımıyla)
mimari tasarım arasında belirli dönemleri işaret eden paralelliklerden söz
edilebilir mi? Bu paralellikler "yazıyapı" yorumlarında da kendini
gösteriyor mu?
AJ: ikinci Dünya Savaşından önceki
modern döneme ait tipografik tasarımların çoğu mimariye, somut ve oldukça
ağır yapılar olarak gönderme yapar: Taştan ya da betondandırlar. Görünümleri
çoğu zaman anıtsaldır. Oysa aynı zamanda modern mimari hafifliğe ve saydamlığa yöneliyordu - bu fikirlerin hem kelime
anlamlarında hem de birer benzetme olarak. Fütürist Fortunato Deperado ya da
"konstrüktivist" Laszlo Moholy-Nagy ya da Alexander Rodtchenko gibi
modernistleri düşünürseniz, dinamiği ve devinimi vurgulayan "yazıyapısal"
işler de bulabilirsiniz.
Ne var ki mimari her zaman "yazıyapı"ya, yani tipografi
"olarak" mimariye isteksiz yaklaşmıştır: mimari tarihinde
harflerden yapılmış yapılara pek rastlanmaz. Yakın zamanlarda bazı mimarlar, altmışlı yılların sonlarında Robert Venturi'nin
önerdiği gibi "Las Vegas'tan Öğrenmek" konusunda başarı gösterdi.
Kısa bir "mimaride dilbilim" dönemi de oldu. Ama bugün, mimaride
dev ekran ve dev panoya yeniden ilgi duyulmasını incelemek daha ilginç
olabilir.
XXI: Sergide, mimariye (yapılaşmış çevreye)
yönelik bir anlam alanı oluşturan tipografik yorumlarla mimariye gönderme
yapmayan ve tipografiyi üçüncü boyutta nesneleştirerek farklı anlam
alanları açan yaklaşımlar yan yana görülüyor. Bu farklılaşmanın
serginin bütünsel bağlamı için bir sorun oluşturduğunu düşünüyor
musunuz?
AJ: Mimari sorunları ele alan ya da
mimari gerçeklere gönderme yapan işlerde "yazıyapı"nın bulunması
şaşırtıcı değil. Burada sözcükler ya da harfler resimsel ikonlar haline
geliyor. Bu bileşim, çok bariz olma ve totolojiye düşme riskini de barındırıyor.
Ama yine de tipografik şekiller mutlak anlamda çok sık çıkmıyor karşımıza.
Dolayısıyla da asıl önemli olan şey eğer tasarım iyi yapılmışsa o şaşırma
anı.
Sergide saf uzamsal tipografiden bazı örnekler var. Makoto Saito'nun
Ba-Tsu için yaptığı (1994) tasarım, biçimle içerik arasında hiçbir ilişki
sunmaz örneğin. Bu iş, "yazıyapı" denen şeyin sınırında durur.
Tam da bu yüzden, "marjinal" bir iş olduğu için seçildi. Ama daha
genelde, sözcükleri "yazıyapısal" şekillere dönüştürmenin
birkaç yolu var. Bu şekil kelime anlamında bir şekil olabilir: bir bina, bir
şehir silueti ya da bir mobilya. Ama bir de mesajla tipografik biçim arasında
bir bağ öne sürebilen mimari ilke var. Bu da ikonik değil, daha ziyade
metaforik bir bağlantı: saydamlık fikri ya da bariz bir şekilde tipografiyle
mimari arasındaki en güçlü bağı sunan yapı ("construction")
fikri.
|