TÜRKİYE'NİN MİMARLIKLA YENİDEN
BULUŞMASI İÇİN MİMARLAR ODASI RAPORU
GİRİŞ
Türkiye mimarlıktan hızla uzaklaşmaktadır. Sadece mimarlıktan değil,
daha da önemlisi "mimarlığından" hızla uzaklaşmaktadır...
O mimarlığı ki, yine Türkiye için dünyada başka hemen hiçbir ülkede
olmayan kadar zengin bir "tarihsel birikimi" ve eşi bulunmaz
"uygarlık kazanımlarını" içermektedir...
Dünya'da bir çok ülke, mimarlığını ve şehirciliğini
"kimlikli" olarak "daha da geliştirmek" üzere böylesi
tarihsel kaynakları adeta mumla ararken, Türkiye'nin elindeki eşsiz ve bir
daha elde edilemeyecek olan "kendi kaynağını" hızla dışlaması,
"ivedi önlem" alınmasını gerektiren en önemli ve "yaşamsal"
ulusal sorunlardan biri haline gelmiştir.
Çünkü mimarlığını "yitiren", mimarlığını "yozlaştıran"
ve hatta mimarlığını "dışlayan" bir ülkenin ve toplumun, sadece
bugüne ait değil, geleceğe ait de "uygarca yaşam" ve "kişilikli
kalkınma" ortam ve olanakları yok olmaktadır. Daha da ötesi;
"yaratıcılık ve kültürel belleği silinmiş" bir toplum olarak,
"demokratik ve çağdaş yaşam geleneklerini"de güçlendiremiyen bir
"topluluk" haline dönüşme süreci başlamaktadır...
İşte bu nedenle, sadece mimarlarımızın ve Mimarlar Odası'nın ve mimarlık-şehircilik
okullarımızın değil, toplumun ve yönetimin tüm kesimlerinin
"ortak" sorunu olan; "Türkiye'yi mimarlıktan ve mimarlık değerlerinden
uzaklaştıran" ve giderek yerleşik bir "imar - kalkınma - kültür
politikası" haline gelme tehlikesi de açıkça başgösteren tutum ve
uygulamalar ile; bunlara ortam ve olanak sağlayan yasal ve kurumsal yapılanmalar
ve öncelikli sorumluları.. özetle şöyledir:
"MİMARSIZ" MİMARİ PROJELER (Uzmanlık Ayrımı)
21.Yüzyılın başında bile, kimi kesimleri duydukları zaman
"hayrete" düşüren gerçek, Türkiye'deki sadece kaçak değil
"ruhsatlı" yapıların bile çok büyük bir çoğunluğunun mimari
projelerinin "mimar olmayan" ve "mimarlık yetkisi
bulunmayan" kişilerce ve hatta "kurumlarca" (!) düzenleniyor
olması; üstelik bu mimarsız mimari projelerin, ilgili "kamu kuruluşları"
tarafından da "yasal mimari proje" (!) kabul edilerek onaylanıp, inşaatların
bunlara göre yapılmasına yine "yasal izin" (!) (ruhsat)
verilmesidir...
Ne tarihte görülen, ne de dünyanın başka bir uygar ülkesinde rastlanan
ve Türkiye mimarlığını adeta "mimarsızlığa" tutsak eden bu
yaygın tutumun nedeni, özellikle kamu yöneticilerindeki giderek azalan
"mimarlık kültürü yoksunluğu" olmakla birlikte, bu çağdışı
ve ülkeyi "tahrip edici" uygulamanın "yasal ortamını"
hazırlayan da özellikle imarla ilgili mevzuattaki "belirsiz" tanımlar
ve "yaptırım-denetim eksikliği"dir.
Çünkü, her ne kadar 3194 sayılı İmar Yasasında, mimarlık ve mühendislik
projelerinin "ilgili uzmanlarınca" düzenleneceği hükmü yer alıyor
olsa bile:
- İmar Yönetmeliğindeki bu yasal hükmün net açınımını (mimari
projelerin mimarlarca düzenleneceği ve diğer mühendislik-tesisat
projelerinin de mimari projeye bağlı olarak üretileceği...)
"yasada" bulunmadığından, sayısız belediye ya da kamu kurumu buna
uymamaktadır...
- Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nca, bu yasa hükmüne, "yönetmelikteki
açıklıkta" uyulması yönünde yayımlanan "genelgeler"de,
yine yasada "uymayanlar için yaptırım bulunmadığından" yeterince
etkili olamamaktadır...
Öncelikli Çözüm : Tüm yapıların mimari projelerinin, sadece
"mimarlar tarafından" düzenlenebileceği ve yapı için gerekli diğer
mühendislik - tesisat projelerinin de "mimari projeye uygun" ve bu yönde
yine "mimarın eşgüdümü" altında düzenlenebileceği, bu çağdaş
uygarlık kuralının da özellikle ilgili meslek odalarının "üyelerini
ve üyelerinin projelerini denetleyerek" yaşama geçirileceği, yanı sıra
tüm inşaat ruhsatı veren ve proje onaylayan kamu görevlisi kişi ve kurumların
da bu kurala uymamaları durumunda "caydırıcı" yaptırımların
uygulanacağı... "imar yasasında" ve imarla/yapılaşmayla ilgili diğer
tüm yasalarda ivedi olarak yer almalıdır...
"MİMARSIZ" MİMARİ UYGULAMALAR (Yapı Denetimi)
Benzer şekilde "mimar", özellikle 1999 depremlerinden sonra yürürlüğe
konulan yeni "yapı denetimi" mevzuatıyla daha da etkili bir şekilde,
"tasarladığı binanın uygulamasını denetlemekten" dışlanmaktadır.
Her ne kadar bu "mimari-mesleki denetim hakkı", mimarlığın öncelikle
bir "sanat" olduğunu ve her "eser sahibi" gibi mimarın da
"eserinin müellifi" olarak tasarımının uygulanmasını denetlemesi
gerektiğini "kabul eden" ve buna dayalı yükümlülükleri savunmaya
olanak veren Fikir ve Sanat Eserleri Yasası'nda yer alıyor olsa bile, yine İmar
Yasası'nda açıkça hükme bağlanmadığından, yeterince yaşama geçemiyor...
Aynı nedenle, örneğin Kültür Bakanlığı'na bağlı Koruma Kurullarında,
kurulca onaylanan mimari projelerin uygulanmasını denetlemekten "proje müellifi
mimarın da sorumlu olduğu" artık kurul kararlarına da bir "ilke
kararı" disiplini içinde yazılıyor olsa bile, uygulamanın diğer yasal
denetim kurumları (belediyeler, valilikler...) bu kuralı önemsemedikleri için,
"restorasyonlarda" ve "SİT'lerdeki yeni yapılarda" da
mimari projeye aykırı sonuçlar elde ediliyor.
Mimarın, yapı denetiminden dışlanmasında diğer bir sorun da
"mimari projenin mimarın onayı alınmadan, uygulamada değiştirilmesi"
ve bununda çoğu kez "imar rantını yükseltme" ve böylece imar -
çevre - plan - koruma kurallarını "zedeleyen" yapılaşmalara neden
olunmasıdır...
Kentsel ve yapılı çevrede giderek çoğalan "mimari uyumsuzlukların"da
başlıca nedenleri arasında yer alan bu "mimari denetimden yoksun yapılaşmayı"
önlemek üzere yıllardır devreye girmeye çalışan Mimarlar Odası da, yapı
üretimi ve denetimindeki ilgili diğer meslek odalarıyla birlikte, 29 Haziran
2001 günü TBMM'nde kabul edilen 4708 sayılı son Yapı Denetimi Yasası'nda
"tümüyle" dışlanmış, böylece yine yıllardır süregelen bir
ihmalin giderilmesi için de son önemli olanak yine kullanılmamıştır...
O kadar ki, bu yasaya göre kurulan kimi "Yapı Denetim Şirketleri",
inşaatlarını kendilerine emanet edecek yapı sahiplerine, onları "çekmek"
için "bedava mimari proje" sözü bile verebilmekte, yani
"mimarlık" gibi bir uygarlık hizmeti adeta "promosyon"
olarak sunulabilmektedir.
Öncelikli Çözüm : Gerek 3194 sayılı İmar Yasası'nda, gerek 4708 sayılı
Yapı Denetim Yasasında ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Yasası da dahil olmak üzere, imar ve yapılaşmayla ilgili diğer tüm
yasalarda, yapıların uygulanmasında (inşaatların denetiminde) meslek odası
disiplini ve kuralları içersinde; "mimari proje müellifi mimarların
onaylı mimari projeye uygunluk için mesleki denetimden sorumlu ve yükümlü"
olacakları, ayrıca imar ve yapı denetiminden sorumlu tüm kamu görevlisi kişi
ve kurumların da bu kuralı gözetecekleri ve aksi taktirde caydırıcı yaptırım
tanımlamaları... getirilmelidir. (Bu konuda, Koruma Kurullarında sürdürülen
uygulamaya dayanak oluşturan Kültür Bakanlığı - Koruma Yüksek Kurulu ilke
kararları, gerekçeleri ve yasal temelleri, yeni düzenlemede de örnek olarak
ele alınabilir ve geliştirilebilir.)
Ayrıca, yine özellikle "kamu yatırımlarında" yaygın olan ve
hem "projelendirmede", hem de uygulamanın projeye uygun olması için
gerekli teknik denetimde, "mimar" yerine "kurumun" (!) görevli
ve yetkili kılındığı uygulamalara da bir an önce son verilmelidir. Çünkü,
"mimari tasarım" bir kültür ve sanat eylemidir ve kurum "sanatçı"
olamaz, kişi ya da kişiler olur... Aynı şekilde bir sanat eserinin tasarlandığı
biçimde meydana getirilmesini de yine kurum değil, sanatçı ya da sanatçılar
denetler... Bu evrensel gerçeğin ve tartışılmaz kuralın, "kamu
binalarında" neden geçerli olmadığını artık sormak ve terketmek için
de Türkiye'deki yine kamu binalarının yaygın "mimari durumları"
zaten yeterince güçlü bir nedeni oluşturuyor...
"TİPLEŞTİRİLEN" MİMARİ (Tip Projeler...)
Türkiye'nin tarihinden gelen eşsiz mimari zenginliğinin, bütün dünyayı
"hayran" bırakan ve yine çağdaş mimarlığa da "evrensel
dersler" veren en önemli özelliklerinden biri, "kültürel çeşitliliği"
ve hemen her geleneksel binanın bulunduğu yer, iklim, konum ve kullanıcıları
açısından taşıdığı "farklı mimari" değerleridir...
Bu çeşitlilik, sadece bölgeden bölgeye değil, aynı bölgede ve hatta
aynı kentteki-mahalledeki geleneksel yapılarda da gözlenmekte, bu yapılar
malzeme, form oranlar, genel plan şemaları ya da diğer kimi ortak yönleriyle,
birbirlerinin "benzeri" olsalar bile asla "aynısı" değillerdir
ve mimarlıkta da bu zaten olamaz...
Çünkü mimarlık, herhangi bir varlık olarak değil, bir "sosyal varlık"
olarak ve "farklı kişiliklere" sahip "insana" hizmet
ederken, o insan ya da insanların "yaşama ortamları" için
tasarlanmış her türlü yapılanmada da bir hayvan barınağı gibi "aynı
tip" mekanlar değil, yine iklim-yöre-coğrafya-kültürel etkileşimler-malzeme-peyzaj
vb. etmenlerle birlikte "insanın yaşam zenginliği ve çeşitliliğine
saygılı" mekanlar yaratılır...
Türkiye'de, işte bu kendi mimarlık tarihinde de en zengin birikimleri
bulunan evrensel mimarlık kuralını adeta hiçe sayan "tip proje"
anlayışı, ne yazık ki hala etkisini sürdürüyor... O kadar ki bu tip
projeler, farklı bölgelerde bile aynı şekilde uygulanarak, bölgeler arası
iklim, kültür, çevre vb. etmenlerden kaynaklanan farklı mimari kimlikler yok
ediliyor ve Edirne'den Kars'a kadar tüm ülke "aynı tür" ve
"tek düze-kişiliksiz yapılaşmayla" donatılıyor.
Üstelik, "mimari proje giderini azaltma" vb. gibi nedenlerle
yarattığı "mimari tahribatın" ne denli yüksek olduğunu görebilme
bilincinden bile yoksun değerlendirmelerle hala terk edilmeyen bu tip proje
anlayışı, sadece okul karakol, lojman, hastane vb. gibi "kamu hizmet
binalarında" uygulanan "hazır projelerle" de sınırlı değil...
Aşağıda da açıklanacağı gibi, "mimarlığın dışlandığı imar
planlarında" da hem parsel boyutlarının tespitinde, hem de yapılaşma düzeni
ve koşullarına yönelik plan hükümlerinde, her biri için ayrı ayrı mimari
projeler üretilse bile "tek tip apartman tasarımı" için gerekli
her türlü "yönlendirme" ve hatta "zorlama" yapılarak,
hem birbirlerini yineleyen tek düze yapılar, hem de ayın yinelemeyle gelişen
"tep tip ve tek düze kentler" bile yaratılıyor.
Bütün bu tipleştirici ve kişiliksiz yapılaşma dayatmalarına yine
"tip imar yönetmelikleriyle" de açık yasal destek sağlanıyor ve
tarih boyunca farklı ve zengin mimari kültürlerle bezenmiş kentlerimiz, bu
tek tip imar yönetmeliklerinin, onlarla uyumlu planların ve özellikle kamu
yapılarındaki yaygın hazır proje anlayışının egemenliği altında,
mimari ve kentsel kimliklerini yozlaşmaya, çirkinleşmeye, kişiliksizleşmeye
terkediyorlar...
Öncelikli Çözüm : Türkiye'nin genel mimari peyzajını ve mimarlık kültürünü
bu yozlaşma ve tekdüzelikten kurtarabilmek için :
· Başta Bayındırlık ve İskan Bakanlığı olmak üzere, tüm yatırımcı
bakanlıklarda ve diğer bakanlıkların hizmet binaları gereksinmelerinde
"hazır tip proje" uygulamalarına kesinlikle son verilmelidir... Özellikle
okul, lojman, sosyal ve kültürel tesisler, topluma açık diğer hizmetler
gibi, hem kullanıcıların hem de bulunulan kentin ve yörenin mimarlık ve çevre
kültürü üzerinde etkili ve "örnek" oluşturabilecek binaların,
"yöresel mimari girdiler" ve "işlevleri" birlikte gözetilerek
ve özel olarak "o binalara" ve "o arsalara" has tasarımlarla
gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır.
Bunun için de sadece imar mevzuatında değil, ihale ve yatırım mevzuatında
da hiçbir kamu kurum ve kuruluşunun, "tip proje uygulayamayacağı"
açık hüküm olarak yer almalıdır.
· Aynı kurala paralel olarak, Büyükşehir Belediyeleri dışındaki tüm
belediyeler ve belediye sınırları dışındaki tüm alanlarda valilikler
eliyle yürütülmekte olan "tip imar yönetmeliği" uygulamasına da
son verilmelidir... Her kentin ya da yerleşmenin, ne tür bir mimari yapılanma
içinde imar göreceği, oraya yönelik iklim, çevre, kültür ve kentsel
doku-sosyal yaşam-sektörel yönelimler de gözetilerek hazırlanacak, yine
sadece o kente has ve aynı kentin bu değerlerini, niteliklerini gözeten imar
planlarıyla da ilintili olarak düzenlenmiş yönetmeliklerle belirlenmeli ve yönlendirilmelidir.
Bunu sağlamak üzere ise yine sadece imar mevzuatında gerekli değişiklikleri
yapmakla yetinmeyip, her kentin özelliklerini irdeleyerek imar kurallarını
belirleyecek özel bir teknik örgütlenmenin, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı
- Kültür Bakanlığı - Çevre Bakanlığı - İller Bankası ve ilgili meslek
odaları işbirliği içersinde ve yine o kentin yerel uzmanları ile kent üzerinde
araştırmalar yapmış mimar ve şehirci danışmanlarla birlikte, yerel yönetimleri
de ortak ederek kurumsallaşmasını başlatmak gerekiyor.
"MİMARSIZ" ŞEHİRCİLİK (Planlamada "ayrışma"..)
Türkiye'de mimarlığın dışlanmasını hızlandıran ve özellikle
kentlerin yapılaşmasında "mimari özenin" ve "mimari
karakterlerin" gözetilmediği tek düze mimari tasarımların adeta ulusal
ölçekte yaygınlaşmasına yasal ve teknik dayanak oluşturan çok önemli bir
faktör de "kent planlamasında mimarlığı tümüyle sorumluluk alanı dışına
iten mesleki ayrışma" sürecidir.
Özellikle 1980'lerden sonra ve 3194 sayılı İmar Yasası ve bu yasaya
dayalı yönetmeliklerin de hukuksal desteğiyle, kent planlaması (imar planlarının
tasarlanması ve düzenlenmesi) konusu sadece "tek bir mesleki beceri
konusu" gibi görülerek ve yine sadece "kent plancılarının"
yetki ve sorumluluğuna verilmiş; geçmişteki planlama çalışmaları
nedeniyle bu konuda özel ve "geçici yetki" verilen mimarlar dışında,
başka hiç bir mimarın kent planlamasındaki "mimari yönlendirmeler için
bile" yetki ve sorumluluk üstlenemediği bir "mimarsız
planlama" dönemi başlatılmıştır.
Aynı ayrımcılık, sadece kentlerin "tarihten geleceğe taşınması"
gereken mimari ve kültürel kimlik değerlerini yeterince gözetemeyen bir
planlamaya neden olmakla kalmıyor; doğrudan mimarların da "kentsel bütünlüğü
ve çevreyi gözetmediği", parsel ölçeğindeki sorumluluklarla genel
"yapılı-doğal-kentsel ortama yabancı" mimari tasarım yapmaları
gibi, yine temelde ülke mimarlığını ve yapılaşma kalitesini olumsuz yönde
etkileyen bir mimari davranış biçimini hızla yaygınlaştırıyor.
Buna koşut olarak,böylesi bir anlayış doğrudan şehircileri de o kentin
ya da yörenin "mimari kültür ve kimlik verilerine yabancı planlar"
üretmelerine zorluyor, eğer planı üstlenen şehirci kendi kişisel duyarlılığı
ile mimarla birlikte çalışmayı önemsemez ise, buna yönelik yasal bir
zorunluluk olmadığından, mimarlık tarihinin beşiği olan kentlerimiz bu
tarihi bile akademik eğitimde öğrenemeyen plancıların fiziksel yapılaşma
önermelerine teslim ediliyor...
O kadar ki, en önemli ve öncelikli amacı tarihi kent dokularının
"mimari gelenek, peyzaj, nitelik ve karakterlerini korumak" ve yeni
yapılaşmayı da yine bu tarihsel mimari çevreye "uyumlu" mimari
kurallarla sağlamak olan SİT alanlarındaki "koruma amaçlı imar planlarında"
bile aynı dar bakışlı mesleki ayrımcılık öne çıkmakta ve mimariyi
koruyup yaşatacak bu planlar da yine "mimarlık eğitimine ve birikimine
sahip olmayan" plancıların tekeline bırakılmaktadır...
Şunu da vurgulamak gerekir ki mimarlık ve şehircilik arasında örülmekte
olan böylesine ayrımcı ve giderek "aşılmaz" düzeylere tırmandırılan
akademik ve yasal kurallarla desteklenmiş bir "duvar" başka hiçbir
ülkede yoktur... Hele kentlerin tarihsel ve mimari kimliklerini sürdürmeye çok
büyük bir özen gösteren ve Türkiye'nin de imzası olduğu sayısız
uluslararası sözleşmeyle kentlerin mimariye saygılı ve bağımlı olarak
planlanmasını ve gelişmesini hukuksal güvencelere de bağlamış Avrupa ülkelerinde
ise hiç yoktur...
Bu nedenle, genelde mimarlığın dışlanması, özelde de kent planlamasındaki
mimarsız şehircilik politikası, eğitimi ve yasaları, Avrupa Birliği sürecinde
de ivedi ve ciddi olarak ele alınması gereken temel konular arasında önem
kazanmıştır...
Unutulmamalıdır ki uygarlık tarihi kent tarihidir; kent tarihi ise mimarlık
tarihidir... Binlerce yıllık bu süreci geleceğe "kesintisiz" ve
"geliştirerek" taşımak da çağdaş uygarlığın temel sorumluluğudur...
Öncelikli Çözüm : Türkiye'nin ve kentlerin mimarlıkla yeniden buluşabilmesi
için özel bir önem ve ağırlık taşıyan bu sorunun çözümünde, öncelik
YÖK'ün konuyu gündemine alması ve ülkedeki tüm mimarlık okullarında;
"mimarlık ve şehircilik bölümleri arasındaki ayrışmayı ve
birbirlerine yabancılaşmayı önleyecek" yeni eğitim politikalarının
ve içeriğinin belirlenmesi için üniversiteler düzeyinde ivedi çalışma başlatması
gerekmektedir.
Buna paralel olarak, mimarların ve şehircilerin mesleki yetkilerini tanımlayan
yasalarda da yeniden düzenlemeler yapılarak, kent planlamasında ne sadece tek
başına şehircinin, ne de sadece tek başına mimarın yükümlü olmadığı,
şehirci ve mimarın yapılı çevre planlamasında "ortak müellif"
olacakları bir teknik ve hukuksal sorumluluk düzeninin getirilmesi zorunludur.
Planlama için diğer gerekli olan yardımcı uzmanlık alanlarından ise,
planlama alanının niteliği de dikkate alınarak, "danışmanlık
zorunluluğu" tanımlanmalı, ancak bu çerçevede de mimar ve şehircinin
planlama sürecinde ve planın mesleki sorumluluğunu üstlenmede "birlikte
yükümlülük" taşımaları sağlanmalıdır...
"MİMARLIĞA AYKIRI" MİMARLIK (Ayrıcalıklı İmar)
Türkiye'de mimarlık sadece dışlanmakla kalmıyor, var olan ve hala
"gereksinme" duyulan mimarlık da "mimari etik değerlerinden ve
toplumsal sorumluluklarından" uzaklaştırılıyor...
Bunun başlıca hazırlayıcısı ve yönlendiricisi ise ; "kentsel - çevresel
- kültürel -toplumsal ve tarihsel değerleri gözetmeyen imar kurallarıyla
mimarlık ürünleri
yaratma zorlamasıdır".
Genellikle arsa ve arazilerdeki "imar rantını" maksimize etmek,
kimi zaman da yatırımcıların "ayrıcalıklı", "farklı"
ve "önemli" olduklarını "mimariyle vurgulamak" istemeleri
yüzünden, mimarlığın temelde yukarıda sıralanan değerlere "bağımlı"
niteliğini gözetmeyen yapılaşmalar, kentlerimizi, kıyılarımızı ve diğer
"rantı yüksek" turistik bölgelerimizi hızla sarmalıyor...
Bu tür, bir bakıma "kente ve çevreye karşı suç" örneğini de
oluşturan; ve nitekim imar izinleriyle ilgili işlemlerine dava açıldığında,
yargı tarafından da çoğu kez; "mimarlık, şehircilik ilkelerine ve
kamu yararına aykırı bulunarak iptal edilen", ancak hem dava konusu yapılamayanların
çokluğu, hem de imar izinlerini yargı iptal etmiş olsa bile bu kararların
idarelerce "uygulanmadığı" örneklerin yaygınlığı yüzünden ülke
düzeyindeki mimari peyzaj üzerinde ciddi tahribatlar yaratmaya başlayan
"ayrıcalıklı yapılaşmalar" da artık sorgulanmalı ve
terkedilmelidir.
Kaldı ki yine bu örnekler, mimarinin insana, çevreye ve topluma olan yükümlülüklerini
yerine getirmemeye yönelik bir "müşteri baskısını" yaratmanın
ötesinde, doğrudan ülkenin kültür, çevre, doğa, kentsel ve peyzaj değerlerini
de "bir daha geri kazanılamayacak" şekilde yok edip tüketerek,
genel bir "ulusal sorun" olarak karşımızda durmaktadır... Ayrıca,
özellikle kentsel alt yapı dengelerine yönelik olumsuz baskılarıyla da yine
sahiplerine önemli rantlar kazandırıyor olsalar bile, "ulusal
ekonomiye" çok büyük zararlar ve yükler getirmektedirler...
Öncelikli Çözümler : Ülkedeki her türlü yapılaşmanın ve tüm bina
ve yatırımların, değişik bakanlıkların ve kamu kurumlarının elindeki
"özel imar yetkileriyle" değil, bulunulan kente ve yere ait
"genel imar planı kararlarıyla" gerçekleştirilmesi, imarla ilgili
tüm mevzuatın ve yine imar yetkisi bulunan tüm kurumlara ait mevzuatın
"temel ve ödün verilmeyecek ana ilkesi" olmalıdır.
Bu bağlamda, örneğin "Turizmi Teşvik Yasası" hemen ele alınarak,
kentlerde-kıyılarda ve doğal/tarihsel değerlerinin zenginliği nedeniyle
"turizm merkezi" ilan edilmiş ve edilecek diğer tüm bölgelerde, bu
değerleri gözetmeyen bir mimarlığı dayatan "ayrıcalıklı imar
olanaklarını sağlama misyonu" iptal edilmelidir...
Benzer şekilde, yine mimarlığı "çevreye ve ulusal değerlere aykırı
yapılaşmaya" hizmet etmeye aday "Endüstri Bölgeleri Yasası"
vb. gibi hazırlıklar bu çerçevede yeniden gözden geçirilmeli, benzer süreci
başlatmış olan "Serbest Bölgeler"e ait imar yetkileri mevzuatı
ile diğer imar mevzuatından bağımsız yer seçimi ve yapılanma kararlarına
yasal hak sağlayan düzenlemeler kaldırılmalıdır.
Bu tür "ayrıcalıklı mimarlık" sonuçlarını yaratan özel
yasalar dışında, doğrudan belediyelerin ve valiliklerin de olağan imar planı
ve değişiklik yetkilerini kullanırlarken, aynı türde; "mimarlığı
kente ve çevreye suç işlemeye aday binaları tasarlamaya tutsak eden"
kararları almaları için de mevcut yasal boşluklar giderilmeli ve etkin, caydırıcı
düzenlemeler getirilmelidir...
"MİRASINA YABANCI" MİMARLIK (Geleneği Dışlama)
Türkiye'nin zengin ve dünyada eşi olmayan kültür ve uygarlık mirası,
ağırlıklı olarak "mimarlık" mirasıdır... Uygarlık ve kültür
tarihinin belgeseli ve belleği de yine ağırlıklı olarak "mimarlık"
tarihidir...
Çağdaş uygarlık bilinci ve buna değer veren diğer tüm ülkeler ise bu
mirasın sadece "korunması" için değil, korumayla birlikte ve aynı
önem içersinde "yaşatılmasını" öngören büyük çabalar içersindedir...
Bu vizyondaki "yaşatılma" kavramının karşılığı da yine
sadece tarihi binaların gerekirse yeni işlevlerle de kullanılmaya devam
edilmesi olmayıp, bu mirası böylesine zengin, görkemli ve değerli kılan
"tarihsel birikimlerin" yeni yapılaşma ve mimarlık sürecinde de
"yararlanılması gereken kazanımlar" olarak görülmesi ve değerlendirilmesidir...
Yani, mimarlığa saygılı uygar ülkelerde, mimari geçmiş bir
"bilgi, beceri ve deneyim hazinesi" olarak görülmekte, bu hazineyi
yoketmek değil korumak, ama korurken de ondan "öğrenmek" ve "öğrenileni
geliştirmek" başlıca imar ve yapılaşma kültürü olarak yaşama geçirilmeye
çalışılmaktadır.
Nitekim bu konu, özellikle "1999 depremlerinden" sonra ağırlıklı
olarak yeniden gündeme gelmiş, ancak Mimarlar Odası'nın; "eğer
geleneksel yapılar, onca eskimişliklerine ve yıpranmışlıklarına rağmen
depremde çökmüyorlarsa, bunu sağlayan tarihsel deneyim ve birikimleri çağdaş
teknolojiyle daha da geliştirerek yeni yapılaşmaya da kazandırmalıyız.."
şeklinde özetlenebilecek görüş ve uyarıları, ne yazık ki ilgili diğer
kesimlerden bugüne dek yeterince destek ve katkı bulamamıştır.
Benzer şekilde, örneğin UNESCO ve Kültür Bakanlığı işbirliği içinde
İstanbul'da düzenlenen ve geleneksel yapıların depreme dayanıklı
birikimlerine "tüm dünyadan örneklerin" verildiği uluslararası
toplantıdaki yabancı uzmanların da; "bu konuda dünyaya ders verecek
mimari zenginlik ise Türkiye'dedir" şeklindeki vurgulamaları da aynı
ilgili çevreleri harekete geçirmeye yetmemiştir.
Dahası, sadece kimlikli, kişilikli ve tarihsel kültür derinliğine uyumlu
bir yeni mimari yapılaşma (kültürel süreklilik) için değil, depreme dayanıklı
yapılaşma için de; "geleneği geleceğe esin kaynağı yapmak" önerilerimiz
tepkiyle bile karşılanabilmekte, özellikle ülkemizi her nasılsa tutsak almış
betonarme yapı sistemiyle bütünleşmiş eğitim ve mesleki-profesyonel çevrelerinden
bu tür önerilerimize yönelik "tutuculuk, gericilik" vb. yakıştırmalar
dahi yapılabilmektedir.
Yine de bu tür tartışmaların "gerilimli reflekslerini" yaşamaya
hazır olmakla birlikte, kanımızca Türkiye'nin böylesine bir duyarsızlığı
ve geçmiş kazanımlarına karşı böylesine bir yabancılığı yaşama lüksü
daha fazla sürdürülmemelidir.
Türkiye'de çağdaş mimarlık, buna yönelik eğitim ve tüm teknik-yasal
kurallar, öncelikle zengin mimari mirasımızın hem korunup, hem de yeni gelişmeler
için bir "beslenme kaynağı" olarak değerlendirildiği birikimler
şeklinde görüldüğü anlayışlarla yeniden biçimlenmeli ve düzenlenmelidir.
Öncelikli Önlemler : Bu önemli eksikliği gidermek ve Türkiye mimarlığının
"zengin tarihinden yararlanarak" gelişip, hem ülkeyi kimlikli kılan,
hem de dünyaya yine örnek ve öncü olan bir mimarlık kültürü ve düzeyine
ulaşmasını sağlamak üzere, yine öncelikle YÖK düzeyinde konunun ele alınması;
mimarlık okullarında geleneksel mimarlık ve mimarlık tarihiyle ilgili
disiplinlerin sadece "belgeleme" ve "öğrenme" düzeyindeki
yan disiplinler şeklinde değil "çağdaş tasarıma da yön verecek ve
ilham kaynağı olacak temel mimarlık dersleri" arasında yer almaları sağlanmalıdır.
Buna koşut olarak, restorasyonlar dışında, "geleneksel yapı sistem
ve ögeleriyle yeni yapı tasarımını ve inşaatını olanaksız kılan"
ve sözde depreme dayanıklı mimari için getirilmiş "kültürel kazanımlardan
habersiz" teknik mevzuatın da değişmesi gerekmektedir... Örneğin,
"Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik" hükümleri
arasındaki 2 kattan fazla taş ve ahşap yapılara kesin yasaklama getirilmesi
ile 3-4-5 katlı geleneksel ahşap yapıların yıllardır depreme nasıl dayandıkları
arasındaki çelişki, artık giderilmelidir... Benzer şekilde, Kat Mülkiyeti
mevzuatındaki, "kat irtifakı için betonarme döşeme
mecburiyeti"de, yeni ahşap yapı inşa etmek bir yana, mevcut tarihsel ahşap
yapıların geleceğe de miras olarak aktarılmasında önem taşıyan "özgün
mimarileriyle" restore edilmelerinde engel oluşturabilmektedir.
Ayrıca yine özellikle 1999 depremlerinden sonra yürürlüğe sokulan yeni
yapı denetimi mevzuatının da Türkiye'deki tüm yapıların adeta sadece
betonarme sistemde inşa edilmelerini "tek seçenek" olarak gören bir
anlayışla düzenlenmiş olması, mimarlık kültürümüzün dışlanmasının
ötesinde, "yokedilmesi" anlamına gelmektedir ki Bayındırlık ve İskan
Bakanlığı'nın bu mevzuatı hazırlayan kadrolarına yaptığımız tüm uyarılar
kabul görmemiş ve dikkate alınmamıştır.
YENİDEN "YARIŞMA KÜLTÜRÜ"
Türkiye'nin mimarlıkla buluşması için "öncelikli önlemleri"
derlediğimiz bu raporumuzda son olarak önemle vurgulamak istediğimiz konu da;
"mimari projelerin yarışmalarla elde edilmesi" yönündeki, özellikle
Cumhuriyet döneminin kuruluş yıllarına damgasını vuran ve kesintilerle de
olsa 1970'lere dek devam eden "uygarlık geleneğimizin" yeniden önemsenmesi
ve yaşama geçirilmesi gereğidir.
Günümüzde, özellikle Avrupa ülkelerinde ABD'de ve hatta kimi uzakdoğu
toplumlarında, sadece kamusal binaların değil, özel binaların bile
"mimari tasarım yarışmalarıyla" projelendirildikleri
bilinmektedir.
Türkiye'miz de bu erdemi ve "rasyonel sanata saygılı" yöntemi
1923'lerden 1950'lere kadar yoğun olarak benimsedi. O kadar ki birçok kentin
ve hatta kasabanın kent planları bile bugünde okullarda "ders"
olarak okutulan "yarışmalarla" elde edildi...
Bu çağdaş ve "düşünceyi-yaratıcılığı teşvik eden ve geliştiren"
yöntemden son yıllarda giderek uzaklaşılmasında, kimi kurumlarca
"gerekçe" olarak gösterilen "proje maliyetini düşürme"
söylemi ise haklı ve geçerli dayanaklardan yoksundur. Çünkü, yarışma
nedenleri arasında; "en ekonomik ve verimli mimari çözümü"de
bulmak vardır ve proje aşamasında bu olanağı elde edebilen her türlü yatırımın,
"kaynakların boşa harcanmadığı" bir mimari yapılaşmayla gerçekleşeceği
de ortadadır...
Kaldı ki, özellikle kamu yatırımlarında yarışmaları dışlayan
politikaların, "mimari projeyi ihaleyi üstlenen yükleniciye yaptırma"
şeklindeki uygulamalarda, aynı kaynakların; "kazanç beklentilerine bağımlı
bir mimariyle harcanmasına" önemli olanak sağlamaktadır... Yükleniciler
-elbette ki ender bulunan iyi niyetli ve duyarlıları hariç- mimariyi değil,
o inşaattan elde edilebilecek maksimum karı düşünerek projeleri düzenlemekte,
işin sahibi olan "kamu" ise açıkça bu tuzağa yardımcı ve hatta
destek olabilmektedir.
Öncelikli Önlemler :
· Kamu yapılarının mimari proje yarışmalarıyla tasarlanmasını özendiren
ve hatta "zorunlu" kılan hükümler, ilgili yasalarda yer almalıdır.
· Yüklenicilerin, inşaatının yapımını yüklendikleri binaların
projelerini de yapmaları uygulamasına hemen son verilmelidir. Mimari projeler,
yasal ve mimarlık - şehircilik ilkelerine uygun plan ve imar durumu koşullarına
göre önceden ve bağımsız olarak üretilmeden ve maliyete yönelik keşifler
de bu projelere göre önceden belirlenmeden, inşaatın ihalesi yapılmamalıdır.
· Sadece bina projeleri değil, kentsel planlamaya yönelik tasarımların
da yine yarışmalarla elde edilmesine yönelik yasal ve kurumsal önlemler
getirilmelidir.
· Yarışmalarla elde edilecek projeler başta olmak üzere, temelde birer
fikir ve sanat ürünü olan ve özgür düşünce ve tasarım gücüyle üretilmeleri
gereken mimari projelere belirli "vergi muafiyetleri" de getirilerek,
genelde "mimarlık kültürü ve hizmeti" teşvik edilmeli, Türkiye'nin
eşsiz uygarlık tarihi ve birikimini oluşturan bu sanat ve meslek alanıyla
yeniden kucaklaşması için "ulusal bir destek politikası" başlatılmalıdır...
....VE KAÇAK YAPILAŞMA ("Affedilen" Mimarsızlık)
Bütün bunların yanısıra ve Türkiye'yi sadece mimarlıktan değil, kent
kültüründen, çevre ve uygarlık bilincinden, toplumsal birliktelik anlayışından
ve hatta demokrasi, sosyal haklar vb. gibi çağdaş görüş ve erdemlerden de
hızla uzaklaştıran; ayrıca genel ekonomik yaşamı da "yasa dışı
imar rantlarına bağımlı" kılarak, yine toplumu üreten değil tüketen
ve yaşadığı toprakları yağmalayarak geçinen bir kimliğe sürükleyen;
buna koşut olarak da aynı toplumun kent kültürü yoksunu ve hukuk dışı
beklentilerine yanıt ve hizmet veren bir "tahrip edici politikacı
tipi" yaratan; dolayısıyla genel siyasal yaşamı ve hatta genel siyasal
ve ekonomik hedefleri de aynı imar rantçılığına adeta "entegre"
eden "kaçak yapılaşma özgürlüğü", tüm bu büyük tahribatlarıyla
birlikte "mimarlığımızın" da en ciddi ve etkin düşmanıdır.
Türkiye'de gecekondulaşmaya "hoşgörü" ile azgınlaşan kaçak
yapılaşma, özellikle 1980'li yıllardaki aynı yapılaşmayı "apartman
hakkıyla ödüllendiren" ve giderek genel imar politikalarına damgasını
vuran bilim dışı "ıslah imar planları" sayesinde artık "kaçak
kentleşmeye" dönüşmüş; hemen tüm yapıları yasa dışı olan ve
dahası orman, su havzası, SİT alanı, tarım alanı vb. gibi topluma ait
koruma ve yaşam alanlarını da "işgal ve imha" eden bu kentler
"belediye" ve "ilçe" yapılarak, "kalıcı ve meşru
suç alanları" haline getirilmiştir...
Mimari ve mimarla birlikte, topluma ve çevreye saygılı yapı kültürünün
ve en genelde "sosyal ahlakın" bile hızla yokolmasına neden olan bu
popülist ve yağmacı politikaların terkedilmesi gerektiğini artık geniş
bir kesim söylemekle birlikte, buna olanak veren yasalar düzeltilmediği gibi,
yeni yasalarla da (örneğin "Hazine Arazilerinin Satışı" gibi) bu
yokedici süreç daha da güçlendiriliyor...
Bu nedenle Mimarlar Odası, hem ülkemiz mimarlığını kurtarmak, hem de
aslında ülkemizi ve kentlerimizi yok olmaktan kurtarabilmek için, kaçak yapılaşmaya
karşı alınması gereken önlemlerin "yaşamsal aciliyetine" bir kez
daha dikkat çekiyor...
Öncelikli Önlemler : Belediyeler Yasası, İmar Yasası ve hatta Anayasa'da
açık ve kesim hükümler getirilip, yetkililer hakkında "caydırıcı
yaptırımlar" da düzenlenerek;
· Kaçak yapılaşmanın, dolaylı (imar planlarıyla) ya da dolaysız
(kanunlarla) asla affedilemeyeceği, tıpkı orman suçlarında olduğu gibi,
"Anayasa hükmü" olmalıdır.
· Üzerinde kaçak (yasa ve kural dışı) yapı bulunan taşınmazların,
tapudaki alım-satım-takas işlemleri yasaklanmalıdır.
· Yasa ve plan dışı yapılaşma alanlarına belediye ve kent hizmeti
verilmesinin kesin olarak önüne geçilmeli, tersine hareket edenler cezalandırılmalıdır.
· Kaçak ve kural dışı yapılaşmaya göz yumanlar hakkında caydırıcı
yaptırım getirilmelidir.
· Kamu binalarının bile, "imar durumu olmadan" ve hatta
"ruhsatsız" inşa edilmeleri ve ihaleye çıkarılmaları durdurulmalıdır.
· Anayasa ve yasalarda "kente karşı suç" kavramı netleştirilmeli
ve tanımlanmalıdır...
SONUÇ
Günümüzde birçok ülke, halkına daha yaşanılır ve nitelikli bir çevre
yaratmak, geleceği de daha kimlikli ve uygar kentlerle yaşayabilmek için, özellikle
ve öncelikle "mimarlığı" yeniden ve daha güçlü olarak kendi
ulusal gündemlerinde öne çıkartmaktadırlar...
Örneğin, tüm hükümetleri bağlayıcı kılan bir "mimarlık
politikasını" 1998'de "parlamento kararıyla" belirleyen
Finlandiya'da, "iyi bir çevre yurttaşlık hakkıdır" kararına
dayalı olarak bir dizi temel ilke kabul edilmiş ve aynı yıl başlatılan
ulusal-sürekli eylem programında da:
· Kamu yapılarının tasarım ve uygulamasında kaliteyi yükseltmek ve ülke
mimarlığında "örnek" olmalarını sağlamak;
· Başarılı mimariyi ve yüksek kaliteyi özendirmek;
· Mimarlık eğitim ve öğreniminde araştırmaya ve geliştirmeye yenilik
getirmek;
· Kültür ve mimarlık tarihinin belgeleri olan mimarlık mirasını ve
tarih içinde yapılaşmış çevreyi korumak...
gibi hedefler belirlenmiştir...
Benzer çabalar, mimarlık konusunda Türkiye gibi duyarsızlıkların ve dışlanmışlıkların
asla yaşanmadığı diğer Avrupa ülkelerinde de gözlenmekte, özellikle
Avrupa Birliği'nin kültür ve kalkınma programlarında; "mimari çevrenin
ve mimarlığın geliştirilmesini" amaçlayan hemen tüm proje ve düzenlemelere
büyük destek ve katkılarda bulunulmaktadır...
Bu nedenlerle, yukarda sadece genel ve önemli başlıklarıyla yetinilmiş
olan, "Türkiye'nin Mimarlıkla Yeniden Buluşması" yönündeki
saptama ve değerlendirmelerimiz, Avrupa ve Dünya ailesinde gerçekten "çağdaş"
ve her yönüyle "uygar" bir ülke kimliğiyle yer alabilmemiz için
de yine tüm ulusal kesimlerimizi yakından ilgilendiren bir "Türkiye
sorunu" olarak önemsenmek durumundadır...
Son olarak, şunu da anımsatmak isteriz ki mimarlık temelde bir
"sanat"tır ve temel güzel sanatlar içerisinde de tarihteki birikim
ve saygınlığıyla geleceğe aktarılması bir insanlık borcudur.
Bu nedenle de, Anayasa'nın "Sanatın ve Sanatçının Korunması"
başlığını taşıyan 64. maddesindeki: " Devlet, sanat faaliyetlerini
ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi
ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır..."
hükmünün; "mimarlık sanatı" ve "bir sanatçı olarak
mimar" için de yaşama geçirilmesini engelleyen, yukarda özetlenmiş tüm
"mimarlığı dışlayıcı" tutum, politika ve yasal düzenlemelerin
giderilmesi yönünde, ilgili tüm kişi ve kurumlarımızı bu "Anayasal görev"
için de üzerlerine düşeni yapmaya çağırıyoruz.
|