reklam

Haberler
02 Ekim 2001
Salı

sayfayı haber kaynağında açar

TÜRKİYE'NİN MİMARLIKLA YENİDEN BULUŞMASI İÇİN MİMARLAR ODASI RAPORU

GİRİŞ
Türkiye mimarlıktan hızla uzaklaşmaktadır. Sadece mimarlıktan değil, daha da önemlisi "mimarlığından" hızla uzaklaşmaktadır...

O mimarlığı ki, yine Türkiye için dünyada başka hemen hiçbir ülkede olmayan kadar zengin bir "tarihsel birikimi" ve eşi bulunmaz "uygarlık kazanımlarını" içermektedir...

Dünya'da bir çok ülke, mimarlığını ve şehirciliğini "kimlikli" olarak "daha da geliştirmek" üzere böylesi tarihsel kaynakları adeta mumla ararken, Türkiye'nin elindeki eşsiz ve bir daha elde edilemeyecek olan "kendi kaynağını" hızla dışlaması, "ivedi önlem" alınmasını gerektiren en önemli ve "yaşamsal" ulusal sorunlardan biri haline gelmiştir.

Çünkü mimarlığını "yitiren", mimarlığını "yozlaştıran" ve hatta mimarlığını "dışlayan" bir ülkenin ve toplumun, sadece bugüne ait değil, geleceğe ait de "uygarca yaşam" ve "kişilikli kalkınma" ortam ve olanakları yok olmaktadır. Daha da ötesi; "yaratıcılık ve kültürel belleği silinmiş" bir toplum olarak, "demokratik ve çağdaş yaşam geleneklerini"de güçlendiremiyen bir "topluluk" haline dönüşme süreci başlamaktadır...

İşte bu nedenle, sadece mimarlarımızın ve Mimarlar Odası'nın ve mimarlık-şehircilik okullarımızın değil, toplumun ve yönetimin tüm kesimlerinin "ortak" sorunu olan; "Türkiye'yi mimarlıktan ve mimarlık değerlerinden uzaklaştıran" ve giderek yerleşik bir "imar - kalkınma - kültür politikası" haline gelme tehlikesi de açıkça başgösteren tutum ve uygulamalar ile; bunlara ortam ve olanak sağlayan yasal ve kurumsal yapılanmalar ve öncelikli sorumluları.. özetle şöyledir:

"MİMARSIZ" MİMARİ PROJELER (Uzmanlık Ayrımı)
21.Yüzyılın başında bile, kimi kesimleri duydukları zaman "hayrete" düşüren gerçek, Türkiye'deki sadece kaçak değil "ruhsatlı" yapıların bile çok büyük bir çoğunluğunun mimari projelerinin "mimar olmayan" ve "mimarlık yetkisi bulunmayan" kişilerce ve hatta "kurumlarca" (!) düzenleniyor olması; üstelik bu mimarsız mimari projelerin, ilgili "kamu kuruluşları" tarafından da "yasal mimari proje" (!) kabul edilerek onaylanıp, inşaatların bunlara göre yapılmasına yine "yasal izin" (!) (ruhsat) verilmesidir...

Ne tarihte görülen, ne de dünyanın başka bir uygar ülkesinde rastlanan ve Türkiye mimarlığını adeta "mimarsızlığa" tutsak eden bu yaygın tutumun nedeni, özellikle kamu yöneticilerindeki giderek azalan "mimarlık kültürü yoksunluğu" olmakla birlikte, bu çağdışı ve ülkeyi "tahrip edici" uygulamanın "yasal ortamını" hazırlayan da özellikle imarla ilgili mevzuattaki "belirsiz" tanımlar ve "yaptırım-denetim eksikliği"dir.

Çünkü, her ne kadar 3194 sayılı İmar Yasasında, mimarlık ve mühendislik projelerinin "ilgili uzmanlarınca" düzenleneceği hükmü yer alıyor olsa bile:

- İmar Yönetmeliğindeki bu yasal hükmün net açınımını (mimari projelerin mimarlarca düzenleneceği ve diğer mühendislik-tesisat projelerinin de mimari projeye bağlı olarak üretileceği...) "yasada" bulunmadığından, sayısız belediye ya da kamu kurumu buna uymamaktadır...

- Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nca, bu yasa hükmüne, "yönetmelikteki açıklıkta" uyulması yönünde yayımlanan "genelgeler"de, yine yasada "uymayanlar için yaptırım bulunmadığından" yeterince etkili olamamaktadır...

Öncelikli Çözüm : Tüm yapıların mimari projelerinin, sadece "mimarlar tarafından" düzenlenebileceği ve yapı için gerekli diğer mühendislik - tesisat projelerinin de "mimari projeye uygun" ve bu yönde yine "mimarın eşgüdümü" altında düzenlenebileceği, bu çağdaş uygarlık kuralının da özellikle ilgili meslek odalarının "üyelerini ve üyelerinin projelerini denetleyerek" yaşama geçirileceği, yanı sıra tüm inşaat ruhsatı veren ve proje onaylayan kamu görevlisi kişi ve kurumların da bu kurala uymamaları durumunda "caydırıcı" yaptırımların uygulanacağı... "imar yasasında" ve imarla/yapılaşmayla ilgili diğer tüm yasalarda ivedi olarak yer almalıdır...

"MİMARSIZ" MİMARİ UYGULAMALAR (Yapı Denetimi)
Benzer şekilde "mimar", özellikle 1999 depremlerinden sonra yürürlüğe konulan yeni "yapı denetimi" mevzuatıyla daha da etkili bir şekilde, "tasarladığı binanın uygulamasını denetlemekten" dışlanmaktadır.

Her ne kadar bu "mimari-mesleki denetim hakkı", mimarlığın öncelikle bir "sanat" olduğunu ve her "eser sahibi" gibi mimarın da "eserinin müellifi" olarak tasarımının uygulanmasını denetlemesi gerektiğini "kabul eden" ve buna dayalı yükümlülükleri savunmaya olanak veren Fikir ve Sanat Eserleri Yasası'nda yer alıyor olsa bile, yine İmar Yasası'nda açıkça hükme bağlanmadığından, yeterince yaşama geçemiyor...

Aynı nedenle, örneğin Kültür Bakanlığı'na bağlı Koruma Kurullarında, kurulca onaylanan mimari projelerin uygulanmasını denetlemekten "proje müellifi mimarın da sorumlu olduğu" artık kurul kararlarına da bir "ilke kararı" disiplini içinde yazılıyor olsa bile, uygulamanın diğer yasal denetim kurumları (belediyeler, valilikler...) bu kuralı önemsemedikleri için, "restorasyonlarda" ve "SİT'lerdeki yeni yapılarda" da mimari projeye aykırı sonuçlar elde ediliyor.

Mimarın, yapı denetiminden dışlanmasında diğer bir sorun da "mimari projenin mimarın onayı alınmadan, uygulamada değiştirilmesi" ve bununda çoğu kez "imar rantını yükseltme" ve böylece imar - çevre - plan - koruma kurallarını "zedeleyen" yapılaşmalara neden olunmasıdır...

Kentsel ve yapılı çevrede giderek çoğalan "mimari uyumsuzlukların"da başlıca nedenleri arasında yer alan bu "mimari denetimden yoksun yapılaşmayı" önlemek üzere yıllardır devreye girmeye çalışan Mimarlar Odası da, yapı üretimi ve denetimindeki ilgili diğer meslek odalarıyla birlikte, 29 Haziran 2001 günü TBMM'nde kabul edilen 4708 sayılı son Yapı Denetimi Yasası'nda "tümüyle" dışlanmış, böylece yine yıllardır süregelen bir ihmalin giderilmesi için de son önemli olanak yine kullanılmamıştır...

O kadar ki, bu yasaya göre kurulan kimi "Yapı Denetim Şirketleri", inşaatlarını kendilerine emanet edecek yapı sahiplerine, onları "çekmek" için "bedava mimari proje" sözü bile verebilmekte, yani "mimarlık" gibi bir uygarlık hizmeti adeta "promosyon" olarak sunulabilmektedir.

Öncelikli Çözüm : Gerek 3194 sayılı İmar Yasası'nda, gerek 4708 sayılı Yapı Denetim Yasasında ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yasası da dahil olmak üzere, imar ve yapılaşmayla ilgili diğer tüm yasalarda, yapıların uygulanmasında (inşaatların denetiminde) meslek odası disiplini ve kuralları içersinde; "mimari proje müellifi mimarların onaylı mimari projeye uygunluk için mesleki denetimden sorumlu ve yükümlü" olacakları, ayrıca imar ve yapı denetiminden sorumlu tüm kamu görevlisi kişi ve kurumların da bu kuralı gözetecekleri ve aksi taktirde caydırıcı yaptırım tanımlamaları... getirilmelidir. (Bu konuda, Koruma Kurullarında sürdürülen uygulamaya dayanak oluşturan Kültür Bakanlığı - Koruma Yüksek Kurulu ilke kararları, gerekçeleri ve yasal temelleri, yeni düzenlemede de örnek olarak ele alınabilir ve geliştirilebilir.)

Ayrıca, yine özellikle "kamu yatırımlarında" yaygın olan ve hem "projelendirmede", hem de uygulamanın projeye uygun olması için gerekli teknik denetimde, "mimar" yerine "kurumun" (!) görevli ve yetkili kılındığı uygulamalara da bir an önce son verilmelidir. Çünkü, "mimari tasarım" bir kültür ve sanat eylemidir ve kurum "sanatçı" olamaz, kişi ya da kişiler olur... Aynı şekilde bir sanat eserinin tasarlandığı biçimde meydana getirilmesini de yine kurum değil, sanatçı ya da sanatçılar denetler... Bu evrensel gerçeğin ve tartışılmaz kuralın, "kamu binalarında" neden geçerli olmadığını artık sormak ve terketmek için de Türkiye'deki yine kamu binalarının yaygın "mimari durumları" zaten yeterince güçlü bir nedeni oluşturuyor...

"TİPLEŞTİRİLEN" MİMARİ (Tip Projeler...)
Türkiye'nin tarihinden gelen eşsiz mimari zenginliğinin, bütün dünyayı "hayran" bırakan ve yine çağdaş mimarlığa da "evrensel dersler" veren en önemli özelliklerinden biri, "kültürel çeşitliliği" ve hemen her geleneksel binanın bulunduğu yer, iklim, konum ve kullanıcıları açısından taşıdığı "farklı mimari" değerleridir...

Bu çeşitlilik, sadece bölgeden bölgeye değil, aynı bölgede ve hatta aynı kentteki-mahalledeki geleneksel yapılarda da gözlenmekte, bu yapılar malzeme, form oranlar, genel plan şemaları ya da diğer kimi ortak yönleriyle, birbirlerinin "benzeri" olsalar bile asla "aynısı" değillerdir ve mimarlıkta da bu zaten olamaz...

Çünkü mimarlık, herhangi bir varlık olarak değil, bir "sosyal varlık" olarak ve "farklı kişiliklere" sahip "insana" hizmet ederken, o insan ya da insanların "yaşama ortamları" için tasarlanmış her türlü yapılanmada da bir hayvan barınağı gibi "aynı tip" mekanlar değil, yine iklim-yöre-coğrafya-kültürel etkileşimler-malzeme-peyzaj vb. etmenlerle birlikte "insanın yaşam zenginliği ve çeşitliliğine saygılı" mekanlar yaratılır...

Türkiye'de, işte bu kendi mimarlık tarihinde de en zengin birikimleri bulunan evrensel mimarlık kuralını adeta hiçe sayan "tip proje" anlayışı, ne yazık ki hala etkisini sürdürüyor... O kadar ki bu tip projeler, farklı bölgelerde bile aynı şekilde uygulanarak, bölgeler arası iklim, kültür, çevre vb. etmenlerden kaynaklanan farklı mimari kimlikler yok ediliyor ve Edirne'den Kars'a kadar tüm ülke "aynı tür" ve "tek düze-kişiliksiz yapılaşmayla" donatılıyor.

Üstelik, "mimari proje giderini azaltma" vb. gibi nedenlerle yarattığı "mimari tahribatın" ne denli yüksek olduğunu görebilme bilincinden bile yoksun değerlendirmelerle hala terk edilmeyen bu tip proje anlayışı, sadece okul karakol, lojman, hastane vb. gibi "kamu hizmet binalarında" uygulanan "hazır projelerle" de sınırlı değil...

Aşağıda da açıklanacağı gibi, "mimarlığın dışlandığı imar planlarında" da hem parsel boyutlarının tespitinde, hem de yapılaşma düzeni ve koşullarına yönelik plan hükümlerinde, her biri için ayrı ayrı mimari projeler üretilse bile "tek tip apartman tasarımı" için gerekli her türlü "yönlendirme" ve hatta "zorlama" yapılarak, hem birbirlerini yineleyen tek düze yapılar, hem de ayın yinelemeyle gelişen "tep tip ve tek düze kentler" bile yaratılıyor.

Bütün bu tipleştirici ve kişiliksiz yapılaşma dayatmalarına yine "tip imar yönetmelikleriyle" de açık yasal destek sağlanıyor ve tarih boyunca farklı ve zengin mimari kültürlerle bezenmiş kentlerimiz, bu tek tip imar yönetmeliklerinin, onlarla uyumlu planların ve özellikle kamu yapılarındaki yaygın hazır proje anlayışının egemenliği altında, mimari ve kentsel kimliklerini yozlaşmaya, çirkinleşmeye, kişiliksizleşmeye terkediyorlar...

Öncelikli Çözüm : Türkiye'nin genel mimari peyzajını ve mimarlık kültürünü bu yozlaşma ve tekdüzelikten kurtarabilmek için :

· Başta Bayındırlık ve İskan Bakanlığı olmak üzere, tüm yatırımcı bakanlıklarda ve diğer bakanlıkların hizmet binaları gereksinmelerinde "hazır tip proje" uygulamalarına kesinlikle son verilmelidir... Özellikle okul, lojman, sosyal ve kültürel tesisler, topluma açık diğer hizmetler gibi, hem kullanıcıların hem de bulunulan kentin ve yörenin mimarlık ve çevre kültürü üzerinde etkili ve "örnek" oluşturabilecek binaların, "yöresel mimari girdiler" ve "işlevleri" birlikte gözetilerek ve özel olarak "o binalara" ve "o arsalara" has tasarımlarla gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır.

Bunun için de sadece imar mevzuatında değil, ihale ve yatırım mevzuatında da hiçbir kamu kurum ve kuruluşunun, "tip proje uygulayamayacağı" açık hüküm olarak yer almalıdır.

· Aynı kurala paralel olarak, Büyükşehir Belediyeleri dışındaki tüm belediyeler ve belediye sınırları dışındaki tüm alanlarda valilikler eliyle yürütülmekte olan "tip imar yönetmeliği" uygulamasına da son verilmelidir... Her kentin ya da yerleşmenin, ne tür bir mimari yapılanma içinde imar göreceği, oraya yönelik iklim, çevre, kültür ve kentsel doku-sosyal yaşam-sektörel yönelimler de gözetilerek hazırlanacak, yine sadece o kente has ve aynı kentin bu değerlerini, niteliklerini gözeten imar planlarıyla da ilintili olarak düzenlenmiş yönetmeliklerle belirlenmeli ve yönlendirilmelidir.

Bunu sağlamak üzere ise yine sadece imar mevzuatında gerekli değişiklikleri yapmakla yetinmeyip, her kentin özelliklerini irdeleyerek imar kurallarını belirleyecek özel bir teknik örgütlenmenin, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı - Kültür Bakanlığı - Çevre Bakanlığı - İller Bankası ve ilgili meslek odaları işbirliği içersinde ve yine o kentin yerel uzmanları ile kent üzerinde araştırmalar yapmış mimar ve şehirci danışmanlarla birlikte, yerel yönetimleri de ortak ederek kurumsallaşmasını başlatmak gerekiyor.

"MİMARSIZ" ŞEHİRCİLİK (Planlamada "ayrışma"..)

Türkiye'de mimarlığın dışlanmasını hızlandıran ve özellikle kentlerin yapılaşmasında "mimari özenin" ve "mimari karakterlerin" gözetilmediği tek düze mimari tasarımların adeta ulusal ölçekte yaygınlaşmasına yasal ve teknik dayanak oluşturan çok önemli bir faktör de "kent planlamasında mimarlığı tümüyle sorumluluk alanı dışına iten mesleki ayrışma" sürecidir.

Özellikle 1980'lerden sonra ve 3194 sayılı İmar Yasası ve bu yasaya dayalı yönetmeliklerin de hukuksal desteğiyle, kent planlaması (imar planlarının tasarlanması ve düzenlenmesi) konusu sadece "tek bir mesleki beceri konusu" gibi görülerek ve yine sadece "kent plancılarının" yetki ve sorumluluğuna verilmiş; geçmişteki planlama çalışmaları nedeniyle bu konuda özel ve "geçici yetki" verilen mimarlar dışında, başka hiç bir mimarın kent planlamasındaki "mimari yönlendirmeler için bile" yetki ve sorumluluk üstlenemediği bir "mimarsız planlama" dönemi başlatılmıştır.

Aynı ayrımcılık, sadece kentlerin "tarihten geleceğe taşınması" gereken mimari ve kültürel kimlik değerlerini yeterince gözetemeyen bir planlamaya neden olmakla kalmıyor; doğrudan mimarların da "kentsel bütünlüğü ve çevreyi gözetmediği", parsel ölçeğindeki sorumluluklarla genel "yapılı-doğal-kentsel ortama yabancı" mimari tasarım yapmaları gibi, yine temelde ülke mimarlığını ve yapılaşma kalitesini olumsuz yönde etkileyen bir mimari davranış biçimini hızla yaygınlaştırıyor.

Buna koşut olarak,böylesi bir anlayış doğrudan şehircileri de o kentin ya da yörenin "mimari kültür ve kimlik verilerine yabancı planlar" üretmelerine zorluyor, eğer planı üstlenen şehirci kendi kişisel duyarlılığı ile mimarla birlikte çalışmayı önemsemez ise, buna yönelik yasal bir zorunluluk olmadığından, mimarlık tarihinin beşiği olan kentlerimiz bu tarihi bile akademik eğitimde öğrenemeyen plancıların fiziksel yapılaşma önermelerine teslim ediliyor...

O kadar ki, en önemli ve öncelikli amacı tarihi kent dokularının "mimari gelenek, peyzaj, nitelik ve karakterlerini korumak" ve yeni yapılaşmayı da yine bu tarihsel mimari çevreye "uyumlu" mimari kurallarla sağlamak olan SİT alanlarındaki "koruma amaçlı imar planlarında" bile aynı dar bakışlı mesleki ayrımcılık öne çıkmakta ve mimariyi koruyup yaşatacak bu planlar da yine "mimarlık eğitimine ve birikimine sahip olmayan" plancıların tekeline bırakılmaktadır...

Şunu da vurgulamak gerekir ki mimarlık ve şehircilik arasında örülmekte olan böylesine ayrımcı ve giderek "aşılmaz" düzeylere tırmandırılan akademik ve yasal kurallarla desteklenmiş bir "duvar" başka hiçbir ülkede yoktur... Hele kentlerin tarihsel ve mimari kimliklerini sürdürmeye çok büyük bir özen gösteren ve Türkiye'nin de imzası olduğu sayısız uluslararası sözleşmeyle kentlerin mimariye saygılı ve bağımlı olarak planlanmasını ve gelişmesini hukuksal güvencelere de bağlamış Avrupa ülkelerinde ise hiç yoktur...

Bu nedenle, genelde mimarlığın dışlanması, özelde de kent planlamasındaki mimarsız şehircilik politikası, eğitimi ve yasaları, Avrupa Birliği sürecinde de ivedi ve ciddi olarak ele alınması gereken temel konular arasında önem kazanmıştır...

Unutulmamalıdır ki uygarlık tarihi kent tarihidir; kent tarihi ise mimarlık tarihidir... Binlerce yıllık bu süreci geleceğe "kesintisiz" ve "geliştirerek" taşımak da çağdaş uygarlığın temel sorumluluğudur...

Öncelikli Çözüm : Türkiye'nin ve kentlerin mimarlıkla yeniden buluşabilmesi için özel bir önem ve ağırlık taşıyan bu sorunun çözümünde, öncelik YÖK'ün konuyu gündemine alması ve ülkedeki tüm mimarlık okullarında; "mimarlık ve şehircilik bölümleri arasındaki ayrışmayı ve birbirlerine yabancılaşmayı önleyecek" yeni eğitim politikalarının ve içeriğinin belirlenmesi için üniversiteler düzeyinde ivedi çalışma başlatması gerekmektedir.

Buna paralel olarak, mimarların ve şehircilerin mesleki yetkilerini tanımlayan yasalarda da yeniden düzenlemeler yapılarak, kent planlamasında ne sadece tek başına şehircinin, ne de sadece tek başına mimarın yükümlü olmadığı, şehirci ve mimarın yapılı çevre planlamasında "ortak müellif" olacakları bir teknik ve hukuksal sorumluluk düzeninin getirilmesi zorunludur.

Planlama için diğer gerekli olan yardımcı uzmanlık alanlarından ise, planlama alanının niteliği de dikkate alınarak, "danışmanlık zorunluluğu" tanımlanmalı, ancak bu çerçevede de mimar ve şehircinin planlama sürecinde ve planın mesleki sorumluluğunu üstlenmede "birlikte yükümlülük" taşımaları sağlanmalıdır...

"MİMARLIĞA AYKIRI" MİMARLIK (Ayrıcalıklı İmar)
Türkiye'de mimarlık sadece dışlanmakla kalmıyor, var olan ve hala "gereksinme" duyulan mimarlık da "mimari etik değerlerinden ve toplumsal sorumluluklarından" uzaklaştırılıyor...

Bunun başlıca hazırlayıcısı ve yönlendiricisi ise ; "kentsel - çevresel - kültürel -toplumsal ve tarihsel değerleri gözetmeyen imar kurallarıyla mimarlık ürünleri
yaratma zorlamasıdır".

Genellikle arsa ve arazilerdeki "imar rantını" maksimize etmek, kimi zaman da yatırımcıların "ayrıcalıklı", "farklı" ve "önemli" olduklarını "mimariyle vurgulamak" istemeleri yüzünden, mimarlığın temelde yukarıda sıralanan değerlere "bağımlı" niteliğini gözetmeyen yapılaşmalar, kentlerimizi, kıyılarımızı ve diğer "rantı yüksek" turistik bölgelerimizi hızla sarmalıyor...

Bu tür, bir bakıma "kente ve çevreye karşı suç" örneğini de oluşturan; ve nitekim imar izinleriyle ilgili işlemlerine dava açıldığında, yargı tarafından da çoğu kez; "mimarlık, şehircilik ilkelerine ve kamu yararına aykırı bulunarak iptal edilen", ancak hem dava konusu yapılamayanların çokluğu, hem de imar izinlerini yargı iptal etmiş olsa bile bu kararların idarelerce "uygulanmadığı" örneklerin yaygınlığı yüzünden ülke düzeyindeki mimari peyzaj üzerinde ciddi tahribatlar yaratmaya başlayan "ayrıcalıklı yapılaşmalar" da artık sorgulanmalı ve terkedilmelidir.

Kaldı ki yine bu örnekler, mimarinin insana, çevreye ve topluma olan yükümlülüklerini yerine getirmemeye yönelik bir "müşteri baskısını" yaratmanın ötesinde, doğrudan ülkenin kültür, çevre, doğa, kentsel ve peyzaj değerlerini de "bir daha geri kazanılamayacak" şekilde yok edip tüketerek, genel bir "ulusal sorun" olarak karşımızda durmaktadır... Ayrıca, özellikle kentsel alt yapı dengelerine yönelik olumsuz baskılarıyla da yine sahiplerine önemli rantlar kazandırıyor olsalar bile, "ulusal ekonomiye" çok büyük zararlar ve yükler getirmektedirler...

Öncelikli Çözümler : Ülkedeki her türlü yapılaşmanın ve tüm bina ve yatırımların, değişik bakanlıkların ve kamu kurumlarının elindeki "özel imar yetkileriyle" değil, bulunulan kente ve yere ait "genel imar planı kararlarıyla" gerçekleştirilmesi, imarla ilgili tüm mevzuatın ve yine imar yetkisi bulunan tüm kurumlara ait mevzuatın "temel ve ödün verilmeyecek ana ilkesi" olmalıdır.

Bu bağlamda, örneğin "Turizmi Teşvik Yasası" hemen ele alınarak, kentlerde-kıyılarda ve doğal/tarihsel değerlerinin zenginliği nedeniyle "turizm merkezi" ilan edilmiş ve edilecek diğer tüm bölgelerde, bu değerleri gözetmeyen bir mimarlığı dayatan "ayrıcalıklı imar olanaklarını sağlama misyonu" iptal edilmelidir...

Benzer şekilde, yine mimarlığı "çevreye ve ulusal değerlere aykırı yapılaşmaya" hizmet etmeye aday "Endüstri Bölgeleri Yasası" vb. gibi hazırlıklar bu çerçevede yeniden gözden geçirilmeli, benzer süreci başlatmış olan "Serbest Bölgeler"e ait imar yetkileri mevzuatı ile diğer imar mevzuatından bağımsız yer seçimi ve yapılanma kararlarına yasal hak sağlayan düzenlemeler kaldırılmalıdır.

Bu tür "ayrıcalıklı mimarlık" sonuçlarını yaratan özel yasalar dışında, doğrudan belediyelerin ve valiliklerin de olağan imar planı ve değişiklik yetkilerini kullanırlarken, aynı türde; "mimarlığı kente ve çevreye suç işlemeye aday binaları tasarlamaya tutsak eden" kararları almaları için de mevcut yasal boşluklar giderilmeli ve etkin, caydırıcı düzenlemeler getirilmelidir...

"MİRASINA YABANCI" MİMARLIK (Geleneği Dışlama)
Türkiye'nin zengin ve dünyada eşi olmayan kültür ve uygarlık mirası, ağırlıklı olarak "mimarlık" mirasıdır... Uygarlık ve kültür tarihinin belgeseli ve belleği de yine ağırlıklı olarak "mimarlık" tarihidir...

Çağdaş uygarlık bilinci ve buna değer veren diğer tüm ülkeler ise bu mirasın sadece "korunması" için değil, korumayla birlikte ve aynı önem içersinde "yaşatılmasını" öngören büyük çabalar içersindedir...

Bu vizyondaki "yaşatılma" kavramının karşılığı da yine sadece tarihi binaların gerekirse yeni işlevlerle de kullanılmaya devam edilmesi olmayıp, bu mirası böylesine zengin, görkemli ve değerli kılan "tarihsel birikimlerin" yeni yapılaşma ve mimarlık sürecinde de "yararlanılması gereken kazanımlar" olarak görülmesi ve değerlendirilmesidir...

Yani, mimarlığa saygılı uygar ülkelerde, mimari geçmiş bir "bilgi, beceri ve deneyim hazinesi" olarak görülmekte, bu hazineyi yoketmek değil korumak, ama korurken de ondan "öğrenmek" ve "öğrenileni geliştirmek" başlıca imar ve yapılaşma kültürü olarak yaşama geçirilmeye çalışılmaktadır.

Nitekim bu konu, özellikle "1999 depremlerinden" sonra ağırlıklı olarak yeniden gündeme gelmiş, ancak Mimarlar Odası'nın; "eğer geleneksel yapılar, onca eskimişliklerine ve yıpranmışlıklarına rağmen depremde çökmüyorlarsa, bunu sağlayan tarihsel deneyim ve birikimleri çağdaş teknolojiyle daha da geliştirerek yeni yapılaşmaya da kazandırmalıyız.." şeklinde özetlenebilecek görüş ve uyarıları, ne yazık ki ilgili diğer kesimlerden bugüne dek yeterince destek ve katkı bulamamıştır.

Benzer şekilde, örneğin UNESCO ve Kültür Bakanlığı işbirliği içinde İstanbul'da düzenlenen ve geleneksel yapıların depreme dayanıklı birikimlerine "tüm dünyadan örneklerin" verildiği uluslararası toplantıdaki yabancı uzmanların da; "bu konuda dünyaya ders verecek mimari zenginlik ise Türkiye'dedir" şeklindeki vurgulamaları da aynı ilgili çevreleri harekete geçirmeye yetmemiştir.

Dahası, sadece kimlikli, kişilikli ve tarihsel kültür derinliğine uyumlu bir yeni mimari yapılaşma (kültürel süreklilik) için değil, depreme dayanıklı yapılaşma için de; "geleneği geleceğe esin kaynağı yapmak" önerilerimiz tepkiyle bile karşılanabilmekte, özellikle ülkemizi her nasılsa tutsak almış betonarme yapı sistemiyle bütünleşmiş eğitim ve mesleki-profesyonel çevrelerinden bu tür önerilerimize yönelik "tutuculuk, gericilik" vb. yakıştırmalar dahi yapılabilmektedir.

Yine de bu tür tartışmaların "gerilimli reflekslerini" yaşamaya hazır olmakla birlikte, kanımızca Türkiye'nin böylesine bir duyarsızlığı ve geçmiş kazanımlarına karşı böylesine bir yabancılığı yaşama lüksü daha fazla sürdürülmemelidir.

Türkiye'de çağdaş mimarlık, buna yönelik eğitim ve tüm teknik-yasal kurallar, öncelikle zengin mimari mirasımızın hem korunup, hem de yeni gelişmeler için bir "beslenme kaynağı" olarak değerlendirildiği birikimler şeklinde görüldüğü anlayışlarla yeniden biçimlenmeli ve düzenlenmelidir.

Öncelikli Önlemler : Bu önemli eksikliği gidermek ve Türkiye mimarlığının "zengin tarihinden yararlanarak" gelişip, hem ülkeyi kimlikli kılan, hem de dünyaya yine örnek ve öncü olan bir mimarlık kültürü ve düzeyine ulaşmasını sağlamak üzere, yine öncelikle YÖK düzeyinde konunun ele alınması; mimarlık okullarında geleneksel mimarlık ve mimarlık tarihiyle ilgili disiplinlerin sadece "belgeleme" ve "öğrenme" düzeyindeki yan disiplinler şeklinde değil "çağdaş tasarıma da yön verecek ve ilham kaynağı olacak temel mimarlık dersleri" arasında yer almaları sağlanmalıdır.

Buna koşut olarak, restorasyonlar dışında, "geleneksel yapı sistem ve ögeleriyle yeni yapı tasarımını ve inşaatını olanaksız kılan" ve sözde depreme dayanıklı mimari için getirilmiş "kültürel kazanımlardan habersiz" teknik mevzuatın da değişmesi gerekmektedir... Örneğin, "Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik" hükümleri arasındaki 2 kattan fazla taş ve ahşap yapılara kesin yasaklama getirilmesi ile 3-4-5 katlı geleneksel ahşap yapıların yıllardır depreme nasıl dayandıkları arasındaki çelişki, artık giderilmelidir... Benzer şekilde, Kat Mülkiyeti mevzuatındaki, "kat irtifakı için betonarme döşeme mecburiyeti"de, yeni ahşap yapı inşa etmek bir yana, mevcut tarihsel ahşap yapıların geleceğe de miras olarak aktarılmasında önem taşıyan "özgün mimarileriyle" restore edilmelerinde engel oluşturabilmektedir.

Ayrıca yine özellikle 1999 depremlerinden sonra yürürlüğe sokulan yeni yapı denetimi mevzuatının da Türkiye'deki tüm yapıların adeta sadece betonarme sistemde inşa edilmelerini "tek seçenek" olarak gören bir anlayışla düzenlenmiş olması, mimarlık kültürümüzün dışlanmasının ötesinde, "yokedilmesi" anlamına gelmektedir ki Bayındırlık ve İskan Bakanlığı'nın bu mevzuatı hazırlayan kadrolarına yaptığımız tüm uyarılar kabul görmemiş ve dikkate alınmamıştır. 

YENİDEN "YARIŞMA KÜLTÜRÜ"
Türkiye'nin mimarlıkla buluşması için "öncelikli önlemleri" derlediğimiz bu raporumuzda son olarak önemle vurgulamak istediğimiz konu da; "mimari projelerin yarışmalarla elde edilmesi" yönündeki, özellikle Cumhuriyet döneminin kuruluş yıllarına damgasını vuran ve kesintilerle de olsa 1970'lere dek devam eden "uygarlık geleneğimizin" yeniden önemsenmesi ve yaşama geçirilmesi gereğidir.

Günümüzde, özellikle Avrupa ülkelerinde ABD'de ve hatta kimi uzakdoğu toplumlarında, sadece kamusal binaların değil, özel binaların bile "mimari tasarım yarışmalarıyla" projelendirildikleri bilinmektedir.

Türkiye'miz de bu erdemi ve "rasyonel sanata saygılı" yöntemi 1923'lerden 1950'lere kadar yoğun olarak benimsedi. O kadar ki birçok kentin ve hatta kasabanın kent planları bile bugünde okullarda "ders" olarak okutulan "yarışmalarla" elde edildi...

Bu çağdaş ve "düşünceyi-yaratıcılığı teşvik eden ve geliştiren" yöntemden son yıllarda giderek uzaklaşılmasında, kimi kurumlarca "gerekçe" olarak gösterilen "proje maliyetini düşürme" söylemi ise haklı ve geçerli dayanaklardan yoksundur. Çünkü, yarışma nedenleri arasında; "en ekonomik ve verimli mimari çözümü"de bulmak vardır ve proje aşamasında bu olanağı elde edebilen her türlü yatırımın, "kaynakların boşa harcanmadığı" bir mimari yapılaşmayla gerçekleşeceği de ortadadır...

Kaldı ki, özellikle kamu yatırımlarında yarışmaları dışlayan politikaların, "mimari projeyi ihaleyi üstlenen yükleniciye yaptırma" şeklindeki uygulamalarda, aynı kaynakların; "kazanç beklentilerine bağımlı bir mimariyle harcanmasına" önemli olanak sağlamaktadır... Yükleniciler -elbette ki ender bulunan iyi niyetli ve duyarlıları hariç- mimariyi değil, o inşaattan elde edilebilecek maksimum karı düşünerek projeleri düzenlemekte, işin sahibi olan "kamu" ise açıkça bu tuzağa yardımcı ve hatta destek olabilmektedir.

Öncelikli Önlemler :
· Kamu yapılarının mimari proje yarışmalarıyla tasarlanmasını özendiren ve hatta "zorunlu" kılan hükümler, ilgili yasalarda yer almalıdır.

· Yüklenicilerin, inşaatının yapımını yüklendikleri binaların projelerini de yapmaları uygulamasına hemen son verilmelidir. Mimari projeler, yasal ve mimarlık - şehircilik ilkelerine uygun plan ve imar durumu koşullarına göre önceden ve bağımsız olarak üretilmeden ve maliyete yönelik keşifler de bu projelere göre önceden belirlenmeden, inşaatın ihalesi yapılmamalıdır.

· Sadece bina projeleri değil, kentsel planlamaya yönelik tasarımların da yine yarışmalarla elde edilmesine yönelik yasal ve kurumsal önlemler getirilmelidir.

· Yarışmalarla elde edilecek projeler başta olmak üzere, temelde birer fikir ve sanat ürünü olan ve özgür düşünce ve tasarım gücüyle üretilmeleri gereken mimari projelere belirli "vergi muafiyetleri" de getirilerek, genelde "mimarlık kültürü ve hizmeti" teşvik edilmeli, Türkiye'nin eşsiz uygarlık tarihi ve birikimini oluşturan bu sanat ve meslek alanıyla yeniden kucaklaşması için "ulusal bir destek politikası" başlatılmalıdır...

....VE KAÇAK YAPILAŞMA ("Affedilen" Mimarsızlık)
Bütün bunların yanısıra ve Türkiye'yi sadece mimarlıktan değil, kent kültüründen, çevre ve uygarlık bilincinden, toplumsal birliktelik anlayışından ve hatta demokrasi, sosyal haklar vb. gibi çağdaş görüş ve erdemlerden de hızla uzaklaştıran; ayrıca genel ekonomik yaşamı da "yasa dışı imar rantlarına bağımlı" kılarak, yine toplumu üreten değil tüketen ve yaşadığı toprakları yağmalayarak geçinen bir kimliğe sürükleyen; buna koşut olarak da aynı toplumun kent kültürü yoksunu ve hukuk dışı beklentilerine yanıt ve hizmet veren bir "tahrip edici politikacı tipi" yaratan; dolayısıyla genel siyasal yaşamı ve hatta genel siyasal ve ekonomik hedefleri de aynı imar rantçılığına adeta "entegre" eden "kaçak yapılaşma özgürlüğü", tüm bu büyük tahribatlarıyla birlikte "mimarlığımızın" da en ciddi ve etkin düşmanıdır.

Türkiye'de gecekondulaşmaya "hoşgörü" ile azgınlaşan kaçak yapılaşma, özellikle 1980'li yıllardaki aynı yapılaşmayı "apartman hakkıyla ödüllendiren" ve giderek genel imar politikalarına damgasını vuran bilim dışı "ıslah imar planları" sayesinde artık "kaçak kentleşmeye" dönüşmüş; hemen tüm yapıları yasa dışı olan ve dahası orman, su havzası, SİT alanı, tarım alanı vb. gibi topluma ait koruma ve yaşam alanlarını da "işgal ve imha" eden bu kentler "belediye" ve "ilçe" yapılarak, "kalıcı ve meşru suç alanları" haline getirilmiştir...

Mimari ve mimarla birlikte, topluma ve çevreye saygılı yapı kültürünün ve en genelde "sosyal ahlakın" bile hızla yokolmasına neden olan bu popülist ve yağmacı politikaların terkedilmesi gerektiğini artık geniş bir kesim söylemekle birlikte, buna olanak veren yasalar düzeltilmediği gibi, yeni yasalarla da (örneğin "Hazine Arazilerinin Satışı" gibi) bu yokedici süreç daha da güçlendiriliyor...

Bu nedenle Mimarlar Odası, hem ülkemiz mimarlığını kurtarmak, hem de aslında ülkemizi ve kentlerimizi yok olmaktan kurtarabilmek için, kaçak yapılaşmaya karşı alınması gereken önlemlerin "yaşamsal aciliyetine" bir kez daha dikkat çekiyor...

Öncelikli Önlemler : Belediyeler Yasası, İmar Yasası ve hatta Anayasa'da açık ve kesim hükümler getirilip, yetkililer hakkında "caydırıcı yaptırımlar" da düzenlenerek;

· Kaçak yapılaşmanın, dolaylı (imar planlarıyla) ya da dolaysız (kanunlarla) asla affedilemeyeceği, tıpkı orman suçlarında olduğu gibi, "Anayasa hükmü" olmalıdır.

· Üzerinde kaçak (yasa ve kural dışı) yapı bulunan taşınmazların, tapudaki alım-satım-takas işlemleri yasaklanmalıdır.

· Yasa ve plan dışı yapılaşma alanlarına belediye ve kent hizmeti verilmesinin kesin olarak önüne geçilmeli, tersine hareket edenler cezalandırılmalıdır.

· Kaçak ve kural dışı yapılaşmaya göz yumanlar hakkında caydırıcı yaptırım getirilmelidir.

· Kamu binalarının bile, "imar durumu olmadan" ve hatta "ruhsatsız" inşa edilmeleri ve ihaleye çıkarılmaları durdurulmalıdır.

· Anayasa ve yasalarda "kente karşı suç" kavramı netleştirilmeli ve tanımlanmalıdır...

SONUÇ
Günümüzde birçok ülke, halkına daha yaşanılır ve nitelikli bir çevre yaratmak, geleceği de daha kimlikli ve uygar kentlerle yaşayabilmek için, özellikle ve öncelikle "mimarlığı" yeniden ve daha güçlü olarak kendi ulusal gündemlerinde öne çıkartmaktadırlar...

Örneğin, tüm hükümetleri bağlayıcı kılan bir "mimarlık politikasını" 1998'de "parlamento kararıyla" belirleyen Finlandiya'da, "iyi bir çevre yurttaşlık hakkıdır" kararına dayalı olarak bir dizi temel ilke kabul edilmiş ve aynı yıl başlatılan ulusal-sürekli eylem programında da:

· Kamu yapılarının tasarım ve uygulamasında kaliteyi yükseltmek ve ülke mimarlığında "örnek" olmalarını sağlamak;

· Başarılı mimariyi ve yüksek kaliteyi özendirmek;

· Mimarlık eğitim ve öğreniminde araştırmaya ve geliştirmeye yenilik getirmek;

· Kültür ve mimarlık tarihinin belgeleri olan mimarlık mirasını ve tarih içinde yapılaşmış çevreyi korumak...

gibi hedefler belirlenmiştir...

Benzer çabalar, mimarlık konusunda Türkiye gibi duyarsızlıkların ve dışlanmışlıkların asla yaşanmadığı diğer Avrupa ülkelerinde de gözlenmekte, özellikle Avrupa Birliği'nin kültür ve kalkınma programlarında; "mimari çevrenin ve mimarlığın geliştirilmesini" amaçlayan hemen tüm proje ve düzenlemelere büyük destek ve katkılarda bulunulmaktadır...

Bu nedenlerle, yukarda sadece genel ve önemli başlıklarıyla yetinilmiş olan, "Türkiye'nin Mimarlıkla Yeniden Buluşması" yönündeki saptama ve değerlendirmelerimiz, Avrupa ve Dünya ailesinde gerçekten "çağdaş" ve her yönüyle "uygar" bir ülke kimliğiyle yer alabilmemiz için de yine tüm ulusal kesimlerimizi yakından ilgilendiren bir "Türkiye sorunu" olarak önemsenmek durumundadır...

Son olarak, şunu da anımsatmak isteriz ki mimarlık temelde bir "sanat"tır ve temel güzel sanatlar içerisinde de tarihteki birikim ve saygınlığıyla geleceğe aktarılması bir insanlık borcudur.

Bu nedenle de, Anayasa'nın "Sanatın ve Sanatçının Korunması" başlığını taşıyan 64. maddesindeki: " Devlet, sanat faaliyetlerini ve sanatçıyı korur. Sanat eserlerinin ve sanatçının korunması, değerlendirilmesi ve sanat sevgisinin yayılması için gereken tedbirleri alır..."

hükmünün; "mimarlık sanatı" ve "bir sanatçı olarak mimar" için de yaşama geçirilmesini engelleyen, yukarda özetlenmiş tüm "mimarlığı dışlayıcı" tutum, politika ve yasal düzenlemelerin giderilmesi yönünde, ilgili tüm kişi ve kurumlarımızı bu "Anayasal görev" için de üzerlerine düşeni yapmaya çağırıyoruz. 

Ekim 2001 Arşivi

pt sl çr pr cm ct pz
01 02 03 04 05 06 07
08 09 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30 31
diğer aylar için tıklayın

Etkinlik

Tarihin Dönüm Noktalarında Bir Mimar Clemens Holzmeister

02-14 Ekim 2001,  Ankara

05-30 Kasım 2001,  Ankara

15-30 Mart 2002,  İstanbul

Nisan 2002,  İstanbul

Ekim 2002,  Ankara

Kitap

Mimarlık Sevgilim
Şevki Vanlı
İletişim Yayınevi / Anı Dizisi
Etiket Fiyatı: 6.400.000 TL
IDéEFIXE Fiyatı: 5.120.000 TL

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz