Köşe Yazısı

İbrahim Hakkı Konyalı, Sinan ve Babamdan Kalan Bir Miras

Yazan: Orhan Ayyüce Tarih: 17 Aralık 2009
Önümde bir kitap duruyor. Daha doğrusu İbrahim Hakkı Konyalı'nın 1948 yıllarında binbir güçlükle bulduğu kağıtla basılmış Mimar Koca Sinan'a ayrılmış. Örnek adlı mecmuanın iki sayısının Osmanlı tarihi meraklısı olan rahmetli babam tarafından ciltlenmiş iki nüshası. Üstünde de bütün kitaplığındaki gibi altın büyük harflerle S. Ayyüce yazıyor ve hatta ilk sayfası tarafımdan karalanmış ve tartaklanmış olarak aynen duruyor. Merakla okurken ilgim her sayfada daha da büyüyor.

İbrahim Hakkı Konyalı büyük bir sanat tarihçimiz. O yıllarda harap ve talan edilmiş olan çok değerli mimari ve sanat eserlerinin ve arşivlerin bir çoğunun bugüne kadar gelmesini ona borçluyuz. Burada ne kadar bahsetmek gerekir ki, bu sanat tarihçi arkadaşların işidir.

Mimar Koca Sinan adlı mecmuanın ilk sayısı büyük ustanın vakfiyeleri, hayır eserleri, hayatı, padişaha vekaleti, azadlık kağıdı ve alım satım hüccetleri bölümlerine ayrılmış. Burada Mimar Koca Sinan'ın aile geçmişi, malları, aile ağacı ve hatta kullandığı pergelin resmi var. Benim küçükken karaladığım bu değerli cilt, şimdi o devir mimarinin nasıl anlatıldığı açısından büyük bir hayranlık uyandırıyor. Kullanılan yalın lisan, otoritenin mimari sanatına ait olduğunu çok açık bir şekilde kanıtlıyor.

Sizlere bu yazılardan çeşitli örnekler vererek, bugünlerde kullanılan ve mimari hakkında yazarken kulanılan lisan ile aradaki farkı takdirinize sunmak istiyorum. Benim icin zevkli bir ders oldu.
Fazla uzatmadan Konyalı'nın önsözünden girelim ve burada yazarın o zamanın sözü öz bir kritik olduğunu da vurgulayalım.

Okuyunuz:

"Sinan Osmanlı İmparatorluğu'nun altın çağının en büyük mimarıdır. Yalnız Türk mimari tarihinin değil, dünya mimari tarihinin ufuklarında zincirlenen büyük şöhretler arasında Sinan, başı göklerle öpüşen bir şahikadır. Diğer mimarlar onun haşmetli varlığı önünde diz çökmüş tepeciklerdir.

Sinan henüz dört meçhullü bir muadeledir.

Milli bir sanatkarın, mili bir dahinin candan sevilebilmesi, geniş kütlenin iç varlıklarından bir parça haline gelebilmesi için onun tanınması ve bilinmesi lazımdır.

Bizde Sinan'ı en iyi anlayanlardan ve sevenlerden birisi ve belki birincisi Evliya Çelebi'dir Çelebimiz, onun yapılarına karşı içten ve derin bir sevgi besliyor, kitabının birçok yerlerinde onun eserlerine karşı duyduğu hayranlığı belirtmeye çalışıyor. Kendisini Sinan'ın sanat abideleri karşısında kaybediyor, eski bir deyişle 'Fena f-is-Sinan' oluyor.

Evliya Çelebi'ye göre Sinan 170 yaşında ölmüştür.

Bu kadar çok yaşatılan bir adama beğenilen birçok abideleri mal etmek kolaylaşır.

Geniş muhit Sinan'ı ve eserlerini daha çok Rumi 1315 yılında İkdam Kütüphanesi'nin bastığı Sai'nin "Tezkire -ul-bünyan" ile tanımaya başlamıştır. Esasen gayri kafi ve çok yanlış olan Sai'nin bu kitabı ile 11 Taşrinievvel 1312 tarihli İkdam Gazetesi'nden alınarak mukaddime gibi başına geçiren tamamen uydurma yazı, hiçbir esaslı tetkike ve tenkide tabi tutulmadan, şarkda ve garpde yarım asırdan beri Sinan ve eserleri hakında bütün neşriyata kaynak olmuştur.
Bu neşriyatın içinden görgüye dayanan kısımları çıkarılırsa geriye kalan bütün malumat hep o sahte ve uydurma makalenin malıdır.

Vakfiyesinde Sinan Ağa şu cümlelerle tanıtılmıştır: "Seçkin mühendislerin gözü", "Kurucular erkanının susu", "Zamane üstadlarının üstadı","Devrinin en nazik sanatkarlarının başı","Zamanların ve asrın Öklid'i","Mimari Sultani" ve "Muallimi Hakani"dir.

Konyalı'nın buraya kadar olan tarihçilik tenkitlerine ikinci sayıdaki önsözündeki keskin dilli alıntılarla devam ediyoruz.

"Mimar Koca Ağa Sinan, gelip geçen bütün Türk devletlerinin en medenisi olan Osmanlı İmparatorluğu'nun altın çağının en büyük mimarıdır.

Koca Ağa, Avrupa, Asya ve Afrika kıtaları üzerinde yayılan Osmanlı İmparatorluğu'nun geniş sınırları içindeki ve bazı komşu devletlerin topraklarındaki Türk, gayri Türk bütün milletlerin mimari eserlerini tetkik etmiş, intibalarını, kendi sanat süzgecinden geçirmiş, Türk kültür potasında yoğurmuş, sonra eserlerini vermeye başlamıştır.

Milli bir sanatkarın candan sevilmesi, geniş bir kütlenin iç varlıklarından biri haline gelebilmesi için kendisinin ve eserlerinin taninmasi lazımdır. Biz bilinmeyen ve tanınmayan bir şeyin sevileceğine pek inanmıyoruz. Bu bakımdan bizim Sinan severliğimiz munafık imanına benziyor, hançerlerimizden kalplerimize inmiyor.

Sevilenin bıraktığı yadigarlara saygı gösterilir, üstlerinde titrenir. Halbuki Sinan'ın İstanbul'daki ve yurdun başka köşelerindeki eserlerinden bir kısmı yok olmuştur, bir kısmı da harıl harıl gözlerimizin önünde yıkılıyor ya da tüylerimiz bile kıpırdamıyor.

Mimari eserler bir toprakta ebedi kalışın tapu senetleridir.

Sinan'ın şahsiyeti, sanatı, mili mimariye getirdiği yenilikler ve bıraktığı eserler hakkında şimdiye kadar şarkta ve garpte yeni ilim ölçülerine uygun tek bir kitap ve makale yazılmamıştır. Bilhassa şahsiyeti hakkında yazılanların hepsi uydurma, iftira ve korkunç yanlıslarla doludur.

Gelelim İbrahim Hakki Konyalı'nın tasvir ettiği bir eser örneğine:

Hacı Evhad Cami (Samatya'da)
Cami, çeşme, tekke ve hamamdan teşekkül eden bu mamurenin, hamamdan başkası harap bir haldedir. Caminin iki avlu kapısı vardır.

Caddesine açılan kapısının üstünde beş satır halinde ve üstünde Abdülmecid'in turası bulunan bir kitabe yazılıdır.

Şair Saffetin söylediği bu manzumeden öğreniyoruz ki Sultan Abdülmecid 1850 yılında tekke hücrelerini ihya etmiş, mabedin avlusuna bir de şadırvan yaptırmıştır. O vakit meşhur Mesnevi Han Hüsamettin Efendi tekkede şeyh bulunuyordu. Kitabede mabedin bu tarihlerde tamir edildiği hakkında hiçbir işaret yoktur. Ahşap tekke odaları şimdi haraptır. Sekiz köşeli şadırvan da susuz kalmıştır. Avluda beş büyük selvi ile bir kestane ağacı vardır. Avlu kapısının sağında bir çeşme ve sebil vardı. Şimdi yalnız hazinesi kalmıştır.

Mabed carpusta kubbeli kurşun ile örtülü idi. Son cemaat yerinin saçağı gibi caminin çatısı halindeki ahşap bekar odasından çıkan yangınla yanmış ve bir daha yaptırılamamıştır. Sağdaki taş minaresinin şerefe altı zengin istalaklitlerle süslüdür. Yangında minarenin bilhassa Garp tarafındaki taşları çatladığı için yer yer demirlerle kenetlenmiştir. Şerefenin üst tarafı yıkılmıştır. Şerefe korkuluklarındaki altı sualı yildiz oymalari bilhassa tetkike deger. Cok uzun olan minare Sinanin muvaffak oldugu kiymetli eserlerden birisidir. Mabed esme taşla ve tuğla ile yapılmıştır.

Mabedin boyu 9, eni 12 metre 90 santimdir. İki sıra halinde 27 penceresi varmış. Mihrabı ve son cemaat yerine açılan pencere üstleri kıymetli çinilerle süslenmişti. Bugün tek bir çini dahi kalmamıştır. Alçı üzerlerindeki çini izleri hala bellidir. Çinileri Avrupalılara çaldırmışlardır. Yalnız üzerinde "Resulullah" kalan küçük bir parçası vaktiyle Evkaf Müzesi'ne kaldırılmıştır.

Cami birkaç sene evvel esaslı bir surette tamir edilerek ibadete açılmıştır.

Yani anlıyoruz ki, Konyalı oldukça zorluklar içinde bu yazıları yazmış ve birçok eseri şahsi çabaları sayesinde gün ışığına çıkarmış. En azından arşivlere kazandırmış. Mimariyi topluma sevdirmeye çalışmış.

En sonunda merak ediyorum, bugün durum ne kadar değişti diye?

Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: büyük harf "E", büyük harf "P", küçük harf "t", küçük harf "v", sayý altý, büyük harf "E"

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız