Köşe Yazısı

Büyüyünce Mimar Olacağım...

Yazan: Mahmut Şenol Tarih: 12 Kasım 2010
Büyüklerin merakı, küçüklerin büyüyünce ne olacağını öğrenmektir.

Bunu anlamaya can atarlar...

Israrla sorarlar!

Alınan yanıtlar ise çoğunluk gülünçtür. Çocuk hayâli hem ne kadar geniş, hem de ne kadar sığdır! Çöpçü olmak isteyeni mi dersiniz, itfaiyeye kapağı atmaya şimdiden söz veren mi isterseniz, yoksa kasaba garajında helacı olmaya heves besleyenini mi ararsınız, hatta sırf dayısı afiyetle yiyip seviyor diye kokoreççi, uykulukçu olmaya rıza göstereni mi, sormayın, gırla gitsin...
Mesleklerin sıralamasını ufacık çocuk nereden bilsin? Bilseydi, aralarında ticarete yatkın olanı kendisine pîr olarak İslam peygamberi Hazreti Muhammed'i seçerdi.

Müslüman ailelerde çoluk çocuk âhalisine Peygamber Muhammed anlatılır, naat edilir, ama gelgelelim onun ticaretteki aksatalarından söz edilmez.

Oysa Hazreti Muhammed, Âhi Loncası kayıtlarına bakılırsa, tüccarların ustası, pîridir.

Onun eline bu alanda su döken olmaz. Deve kervanlarının başında alıp sattığının haddi hesabı olmaz, kâr üzerine kâr eder, ama para ticareti yapmaz, hasılı faizden uzak durur.

Eshâbesine paradan kâr edilmesini yasaklamıştır, peygamber sünneti olarak adlandırılan nasihatlerinde sık sık faizin haramlığından bahseder.

Onun bu gezginciliği burada lafa karışınca, başka bir peygamberi burada anmamak, dinler arasında ayırım yapmak olur ki Üç Kitap'a da sığmaz: Hıristiyanlığın çarmıha gerilmeye razı olan peygamberi İsa, gezgincilikte, Evliya Çelebi'ye rahmet okutur.
Aslına bakılırsa İsa bir marangozdur, marangozhanesinden dışarı pek çıkmaması gerekir, ne ki Roma Valisi Pontius Pilate'nin Kudüs ve civarında cezalandırmak için "Ağaca çivileyelin şu kerâtayı" dediği kim varsa, onları asmak üzre ahşap işi "t" harfleri yapmış, bir de üşenmeyip sırtında infaz yerlerine kadar taşımıştır.

Demek o sıralar, yani peygamber olmadan evvel, pek hayra dokunan işlerde bulunmamıştır.

Onun yaptığı, kendisinin de sonradan Vali Pilate tarafından aynı tahtalara ayaklarından ve ellerinden çivilenerek astırıldığı şeylere sonradan haç denmiştir; hatta bu uzunlamasına artı işaretleri tapınma vesilesi olmuştur.

Lafı bölüp cümleyi sakat bırakmadan, buraya hemen Lofça çivisiyle mıhlamak gereken bir ayrıntıyı ilave edip geçelim: Aslına bakılırsa, marangozluğuna laf söylenemez olan İsa Peygamber'in marangozlukta pîri kimdir, bilin bakalım, Hazreti Nuh Peygamber'dir. Nuh Tufanı'nda canlılar âlemini içine sığdırdığı gemisini kendi elleriyle yapmıştır, aslına bakarsanız o bir tersanecidir...

Biz, Nuh'u Ağrı Dağı civarında bırakır ve Filistin topraklarına tekrar dönersek, hâlâ Vali Pilate'nin kurna başında bekleşen balık etli hanımkızlar gibi çeşmeden ayrılmadığını görürüz.

Bu arada Vali'nin İsa Peygamber'in kanı eline bulaştı diye tırlattığı, evhamlar içinde kalarak bir el yıkama takıntısına kapıldığı, o nedenle kurna başından ayrılmadığı söylencesi ortada dolaşır. Bunu doğrulayan tek şey, Vali'nin halkı kurna başına toplayıp onların önünde ellerini yıkayarak, "Bakın, temiz el görün!" demesidir. Şöyle lafını bağlamıştır bu gösterisinin ardından: "İsa'nın çarmıha gerilmesinde kabahat sizindi, çirkefi bana bulaştı, işte ben kurnada elimi yıkadım, artık temizim, gerisini siz düşünün!"
Bu hikâyeyi türlü şekillerde anlatan onlarca farklı İncil yazılışları içinden biz Aziz Matthew'ın kitabına müracaat eder, 27:24-15 nolu paragrafa bakarız.

El yıkama konusunda Pilate'yi aratmayacak birisi, çok sonradan, Lady Machbet'in kocasını âzmettirip Kral Duncan'ı öldürmesi hikâyesinde karşımıza çıkmasın mı, merak edip okursanız çıkar! Sheakespeare'ın ünlü yapıtındaki Jezebel kadınlardan birisidir, işlenen cinayetin kanı elinden çıksın diye o da kurna başında nöbet tutar, su, sabun ve havlu meraklısı olur.

Biz lafı çeşme çeşme gezdirip, suya gönderdiğimiz eşeği, eğerine çift taraftan bağlanmış saka kırbası susuz kalmadan geri getirirsek, lakırdının merkezinde sıkıca ipe bağlamalıyız.

Demiştik ki İsa hazretleri sırtında çarmıhla, bazen yel yepelek yalın ayak yollarda görülür. Onun gezginciliği, Filistin topraklarından dışarıya ayak sürtmemiş, ama gel gelelim, inanışa bakılırsa bir de yeryüzünden gökyüzüne kadar semaî bir yolculuk yapmıştır. Galiba, İsa hazretlerine gezginlerin pirî ünvanı bundan layık görülür.

İsa'nın dolaştığı yerlerde bol bol keçi, koyun, kuzu, inek, manda, deve, hatta geyik cinsi hayvanlar da bulunur. Nitekim onu tasvir eden bugünkü kartpostallara bir bakınız, Ortaçağlar'ın ressamlarının bereketli fırçalarından çıkan yapıtlara göz atınız, apaçıktır: İsa'nın çobanlığı da vardır.

İsa, neden çobanların pirî olamamıştır, olamaz zira bu makamı Musa Peygamber'e kâdim zamanlarda, çoktan kaptırmıştır.
Musa, Firavunlar memleketi Mısır'da ekmeğini çobanlıktan çıkarır. Çobanlıkta devam eylese, Kutsal ve Vaat Edilmiş Toprakları'ndan sürülen, yüz yıllarca Mısır'da yaşayan halkını, İsrailoğulları soyunu oradan çıkaramayacaktır. Ona göklerden indirilen Tevrat böyle emretmektedir.

İşte o emirle Yahudileri Kızıldeniz'den Sina Yarımadası'na geçirirken onlara kılavuzluk eder. Galiba Musa'nın çobanlığı burada sonlanmıştır.

Ama gel gelelim, Anadolu Âhi Ocağı kayıtlarında ki, bundan okur bilgi sahibi olsun ve önüne gelen yerde anlatıp bu bilgisiyle övünsün diye buraya eklemek gerekir, loncalarda tutulan defterlere "Fütüvvetnâme" adı verilmektedir, işte Musa'nın adı Fütüvvetnâme'lere kaz tüyünden kalem mürekkep hokkasına batırıla çıkarıla bir güzel yazılmıştır.

Bazı söylentilere bakılırsa, Musa'nın İsrailoğulları'na yol gösterip halkına çobanlık yaptığı sırada yemek çıkınında tuzsuz çörekli börek bulunmaktadır. Hazret, çörekli böreğe bayılır. Zaten, sonradan İslam peygamberi Muhammed de "Ben size çörek otunu tavsiye ederim, çünkü onda ölümden başka her hastalığa çare vardır," diyecektir.

Böreklerin o zamandan beri çörekli olmasının bir nedeni de bu olsa gerekir.

Böreğin bu kadar önemli olduğuna, kutsal kitaplarda adı geçtiğine göre bunun da bir pirî olmalıdır.

Vardır efendim, vardır!

Börekçilerin pirî, Hazreti Varaka'dır. Varaka üzerine birkaç kayıt bulunur, ancak bunlardan bir tanesi burada dikkate alınacaktır: Muhammed Peygamber'in takdirini celp etmiş bir hanımefendi olan Ümmü Varaka'nın börekleri çok lezzetliymiş diye bilinir, herhâlde onu pîr olarak anmak yanlış olmaz.

Börek yanına şerbet iyi giderse onu imal edenlerin de bir ustası, pîri olmalıdır. İşte onun adını füttüvetnâmelerden okuruz: Muhammet İbn Abdullah'dır, en çok demirhindi şerbeti yapar ki iç iç doyulmaz, hiç şişkinlik yapmaz, bin bir derde devâdır. Şerbetçi hazret hakkında fazla bilgi yoktur, yahut vardır ama bu beceriksiz yazarınız bulamamıştır.

Bunları yiyip içmeden evvel ana mönüyü unuttuğumuzdan sofraya bakıp nar gibi kızarmış orfoz balıklarına damak şaklatır ve deriz ki, bir de balıkçılar pîri vardır, o dahi Hazreti Yunus Peygamber'dir.

Yunus Peygamber'in yunus balıklarıyla olan macerası, bize, Antik Yunan hikâyelerinden birinde yer almış şair Arion'un haydutlar tarafından denize atıldıktan sonra yunusların gelip, onu güle oynaya karaya kadar götürdükleri mitolojisini hatırlatır; varsın, öyle hatırlansın, Yunus Peygamber balıkçı pîridir...

Yunus Peygamber'in saçları lüle lüle imiş, sık sık berber kapısında görünür, ense tıraşına dikkat edermiş, o zaman bir de berberler pîrini anmak gerekecektir burada...

Berberlerin pîri, Selmân-i Farisi'dir, İranlı Selman yani... Bugün eski İstanbul berberlerinde görülen hilyelerin, el yazması duaların birçoğunda onun adına rast gelince, dua okunur, fatihasız berber koltuğuna oturulmaz.

Şimdi tıraşınızı oldunuz, sıhhatler olsun demek için nereye yollanacaksınız; elbette hamama... Bursa'da değilseniz hiç fark etmez, Anadolu'nun her yerinde hamam bolluğu vardır ve hamamcıların bir de pîri bulunur, onun ruhuna bir dua göndermeden hamamın göbek taşına oturulmaz, ardından keselenip pür ü pak olup hamam soğukluğuna çıkılmaz. Pîr hazretlerinin adı sanı Bağdatlı Mansur Kâsım'dır...

Allah rahmet eyleye, ardından mezarına çırakları bir maşraba su döke...

Hamamda ihtiyacınız olan sabunu imal eden esnaf ve sanatkârların pîrinin adını kayıtlardan bir okuyalım hele, onu anmadan geçmek günâh olur: Sabuncu pîri, Ahmed ibn Abdullah'tır. Kimdir, nedir, necidir, pek bilgi kalmamıştır geriye; ama, işte onun adı sabuncuya çıkar...

Hamam da oyalanıp evine geç kalınca bir de karıdan azar işitmemek için telaşe gösteren saatine bakar, yatsı namazına daha vardır, eh geç kalınmamıştır, saat eski usul Ezanî saate göre daha vakitlicedir.

Saat ustalarına hayran kalınır ve onların pîrine de selam çakılır.

Ancak bir dikkat isteriz, laf buraya gelince: Saatçilerin pîri, Hazreti Yusuf Peygamber'dir, Mısır'da kuyuya atılıp orada zindan hayatı yaşarken zamanı kendine göre bulduğu bir ustalıkla ölçmüş, âdemoğlunun ilk saati orada icat etmiştir.

Saatinize bakıp vaktin geldiğini gördükten sonra iyice giyinmiş ve kuşanmış olarak, üşütüp zatülcempe yakalanmamak için kaşkolu da dolayıp, zemheri zamanı hamamdan çıktıktan sonra evinize yollanırken, hanımızın sabah sıkı sıkıya tembihlediği siparişler birden aklınıza gelmez mi, gelir!

Önce kasaba yollanırsınız, orada kuşbaşı, külbastı, pirzola, azıcık uykuluk, biraz sakatat ayıklatırken kasabın duvarına asılı Arapça sülüs harflerle yazılı bir hat, dikkatinize "tak tak, kim o", dedirtir.

Sülüs ya da küfî yazı bileni ıkına sıkına okur, ama bilmeyeni nâçar kalır, onu bir dua sanır, değildir... Orada, kasapların pîri Ebûl Mihcin ruhuna fatiha yazmaktadır. Kasap elindeki satırı kemiklere kıtır kıtır vururken, siz paraları sayar, et paketini fileye atarsınız.
Şimdi sıra bakkalınıza uğramaktır, Allah'tan ay başında ödemeyi yapmış, defteri temizlemişsinizdir.

Bakkal Dursun Efendi, bakkalların pîri Abidin İbn Abdullah loncasından geldiğini nereden bilsin, o ertesi gün bankaya ödenecek toptancı senedi peşindedir. Olsun, hayat böyledir zaten...

Et paketi filede, bakkal ıvır zıvırı ötekinde, evinize yollanırken fırına uğramadan olmaz; fırıncıların pîri Hazreti Zülküf'ün mekânı en güzel kokulara sahip biricik yerdir.

Ekmek kokusu, mayanın unla birleştiği o lezzet sadece Hz.Zülküf'ün ustalığında kuşaklara devrolmuştur.

Mahalle terziniz de ossaat hâlen çalışmaktadır, belli ki yatsıyı camide kılıp kepenk kapattıktan sonra, evine yollanacaktır. Bir hayırlı akşamlar dileyerek kapısından geçerken, duvarında asılı hilyeye bakarsınız, o da ne, kasaptakine benzer bir tabela da orada asılıdır. Üzerinde yazar ki terzilerin pîri peygamber Hazreti İdris'tir. Geceniz daha şimdiden pîr ve peygamberlerle dolmuştur.

Merakta olan merakına hızla kavuşsun diye şimdi, geri kalan pîr hazretlerini bir bir döktüreceğiz; sizi, kağnıyla tavşan avına çıkartmayız, meraklanmayınız.

Kim saklar sizden hurdacıların pîri Avni İmkân'ı, tellalların pîri Tayfur Mekki'yi, dökmeciler pîri Ubeydullah El Bahri'yi, çiftçilerin pîri Hazreti Âdem'i, Hallaçların pîri Hazreti Şit'i, yine peygamberler taifesinden deveciler pîri Hz. Salih'i, sonracığıma efendime söyleyeyim sütçülerin pîri Hz.İbrahim'i ve bu tarihleri yazmamıza vesile olan tarihçilerin pîri Hazreti Lût Peygamberi...

Daha birçokları vardır, ama sizin sabrınız azdır. Merak kayışını gevşetenlere, bu isimleri bizim heybemizden çıkarıp ortaya gelişi güzel atmadığımızı, işkembeden sallamadığımızı yemin billah açıklarız ve bunları akademisyen Kadir Özköse'nin bir makalesinden devşirdiğimizi ele veririz.

Pîr diye burada sıralanan isimlere inanmayan gider, bu adreste, gereken cevabı alır: http://eskiweb.cumhuriyet.edu.tr/edergi/makale/395.pdf

Bizim işimiz laf ve lakırdı gezgini olmaktır, ne yazık ki bu mesleğin pîri yoktur, pîr aranırsa kulunuz bu ünvana adaydır.

Şimdi bu kadar döktürdün, mimarlardan söz etmedin diye şikâyet edenine rast gelinecektir.

Merakta kalmayınız, her şeyin bir sırası vardır, bizim işimiz de bu merakı sıraya sokmaktır.

Mimarların pîri olmaz mı, sakın Mimar Sinan falan demeyiniz, o çoook sonralarıdır, mimar pîrinin adı Muhammed İbn Ebubekir'dir.
Büyük Selçuklu İmparatorluğu zamanında, 11.yüzyılda yaşamış, hem Anadolu'da hem de Horasan'a kadar bir coğrafya içinde mimarlığını göstermiştir.

İşte, büyüklerin ısrarla sorduğu büyüyünce ne olacaksın sorusuna bazı çocuklar "Valla billa mimar mühendis olacağım" der ya, onlar öyle söyledikçe, toz toprak içinde kalmış mimar Ebubekir'in yüzü güler, "Afferin çocuk" diye karşılık verir.

Siz duymazsınız, ama çocuk kalbi saf ve temizdir, onların seslenişini rahmetli olmuş pîrler duyar.

Yazara Görüşlerinizi Bildirmek İçin
Buraya yazacağınız görüşleriniz, Arkitera Forum bölümüne yansımayacak, sadece yazara ulaşacaktır. * İşaretli alanlar mutlaka doldurmanız gereken alanları belirtmektedir.
Sizin:
Adınız, Soyadınız *
E-Posta Adresiniz *
MesleÄŸiniz *
Telefon Numaranız Adres seçimi:
Adresiniz
Mesajınız:

ÝPUCU: sayý dört, küçük harf "p", küçük harf "b", küçük harf "p", sayý iki, küçük harf "b"

Lütfen sol imajdaki resimde görülen dizgiyi yandaki kutucuğa giriniz.
Köşe Yazısı Arşivi
Dönem içindeki köşe yazarlarının listesi aşağıdadır. Yazısını okumak istediğiniz yazarı listeden seçiniz. Bütün yazarların listesini görmek için buraya tıklayınız