reklam

Yazılarından
Diyalog 2003
> Doğan Kuban > Yazılarından

Tarih: 25 Mart 2003
Yer: Arkitera Forum

1 2                                sonraki sayfa >>

Gelecek Açısından Günümüz Mimari ve Şehircilik Uygulamalarının Eleştirisi
(Ankara'da PAU tarafından düzenlenen konferans serisindekl konuşma, esas alınmıştır.)

Değişme hızının zor kavranabildiği günümüz dünyasında gelecek bugünle içiçe yaşıyor. Biyolojik ve teknolojik değişme ve gelişmelerden bunalan insanoğlu yaşantısını, kavrayabileceği bir düzene sokma çabasındadır. Bu amaçla gelecek, gelmesi beklenen değil, gelmesi planlanan bir niteliğe sokulmak istenmektedir. Günümüze gelecekte olacağını düşündüğümüz gelişmeler açısından bakmak, bir anlamda bugünün üzerine nasıl bir gelecek kurulabileceğini düşünmek demektir. Bu ise günümüz toplumları için zorunlu bir yaşama biçimi haline gelen "planlı kalkınma" kavramını ortaya çıkarmıştır. 

Vaktiyle ütopya nazarı ile bakılan tahminler bugün karar verme için gerekli araçlar olarak görülmektedir. Uzmanlar varolan eğilimlerin "extrapolation" u, verilerin elektronik beyinlerle değerlendirilmesi, programlama ve "probabilite" kuralları yoluyla gelecek modelleri hazırlamaktadırlar. Böylece tahmin bilimsel bir niteliğe dönüşmüştür. Bununla beraber sadece bugünkü eğilimlerin değerlendirilmesi yeterli değildir. Toplumun potansiyeli, eline geçireceği imkanların kullanılması yöntemlerinin araştırılması ve, belki de bunlardan daha önemli olarak, "nasıl bir toplum?" sorusuna da cevap vermek gerekmektedir.

Bugünün Türkiye'sindeki eğilimlerden bir "prevision" yapılacak olursa gelecek için pek iyimser olmak kabil değildir. Çünkü önemli olan Türkiye'nin kendi kendine gelişmesi değil, dünyadaki gelişmeler içindeki yeridir. Bununla beraber, olmasını ümit ettiğimiz bir model açısından günümüzü eleştirip, gelişmeyi daha olumlu yönlere çevirmek akla geliyor. Bu ümid edilen modeli, başka ülkelerden esinlenerek yaparsak, bizim için yetersiz olabilir. 

Geri kalmış ülkelerin, kapitalist ya da sosyalist gelişmiş ülke örneklerini esas alıp kalkınma hızlarını arttırarak, aradaki farkı kapatacakları hayali maalesef gelişme istatistiklerine uymamaktadır. Aradaki fark azalmıyor. artıyor. Avrupa'nın Amerika ve Rusya arasında treni kaçırmak üzere olduğu kaygıları ortada dolasırken, bizim gibi ülkelerin büyük mucizeler yaratması ya da kadere boyun eğmesi gerektiği açık. Bu gerçeğe korkmadan bakarsak, fethetmek istediğimiz geleceğe ulaşma yöntemimiz kendimizin tanımlıyacağı ve başka bir yerde tanımlanmamış bir yöntem olmak zorundadır. 

Bir bakıma bizim ümit veren ütopyalara ihtiyacımız var; bir yandan başka ülkelerde, ütopyaların bilimsel tahmin düzeyine geldiğini söylerken, öte yandan bizim toplumun kader romantik ütopyalar yaratmak mı olacak? Zannediyorum ki bu sorun tek yönlü değil. Çünkü ülkeler, başka ülkelerden izole edilmiş olarak yaşamıyorlar. Bizim gelişme sürecimiz, dünyanın genel gelişme sürecinden tamamen müstakil değildir. Özellikle teknik alanda bağımlı bir gelişme zorunludur. Bu bakımdan bizim yapacağımız ütopyalar ya da modeller. Tekniğin vereceği imkanlar açısından değil, fakat bunların kullanılması ve değerlendirilmesi açısından bize özgü olacaktır. 

Böylece önce
a. Bugün İleri gitmiş ülkelerin yaptıkları "provision" lara yakın, o gelişmelerin bizim ekonomik potansiyelimizle sınırlanmış olduğu bir teknolojik düzey
sonra da,
b. toplum strüktürü açısından bize özgü bir model
tasavvur etmek zorundayız. Bu varsayımlardan hareket ederek günümüz mimarisinin gelecekteki gelişmeler açısından değerlendirilmesi mimarın toplum içindeki rolü ve genel şehircilik sorunları üzerinde bazı gözlemler yapılabilir.

I - Çağımız mimarisinin eleştirisi
Çağımız mimarisini. Türkiye'de şu iki açıdan yorumlayabiliriz : Batı mimari geleneğinin Rönesanstan bu yana geçirdiği gelişmeler açısından; Türkiye'de tarihi gelişmeler üzerine oturmamış bir ithal mal yaratma ve biçim düzeni olma açısından.

Endüstri çağına 18. yüzyıl sonunda giren Batı toplumlarınm 19. yüzyıl eklektisizmini aşarak, teknolojinin imkanlarına şekil veren bir yüzyıl mimarisi ortaya koyması, bir süre, bu yeni mimarinin Batının geleneksel değerlerinden köklü bir kurtulusu olarak görülmüş, Gropius, Mies, Le Corbusier ve başkalarının yüzyılm birinci yarısında ortav koydukları mimari öyle yorumlanmıştır. Oysa bütün ileri sürülen kanıtlara rağmen. Wright 19. yüzyıl romantizminin bir aşamasıdır. 

Le Corbusier ve Mies van der Rohe Akdeniz dünyasının Pagan çağda ortaya koyduğu klasik temaları yeni imkanlarla biçimlendiren ve mimari düsünce kriterleri eskiyle yoğrulmuş sanatçılardır. Biçim endişesi, onların, ana teması idi. Hatta sosyal sorunlarla daha objectif olarak uğraşan Gropius'un Bauhaus denemesi de sonunda biçim yaratmağa dayanıyordu. 

Onlardan sonra gelen ikinci kuşak mimarların, Aalto'nun, Saarinen'in, Utzon'un, Tange'nin, Kahn'ın da biçim verme sorununu yine birinci planda tuttuklarmı görüyoruz. Bu biçimin fonksiyondan çıkıp çıkmaması, amaç biçim olduğu sürece, ikinci derecede bir sorudur. Çünkü biçimle fonksiyon arasındaki iliskileri tespit eden kesin bir formül gösteremiyoruz.

Kanımca teknoloji çağı mimarisi biçimi bir prerogatif olarak düşünmediği zaman gerçeklesecektir. Buna çok büyük itirazlar olacaktır. Çünkü bugüne kadar yapılagelen mimarlık tanımının dışına çıkmak eğilimi gösteren bir tutum oluyor. Mimar en yeni tanımıyla da bir "çevre biçimlendiren"dir. Fakat bu çevre biçimlenmesi dediğimiz yeni, ekolojik tanımlamada, geleneksel mimar tanımı da ortadan yokolmaktadır: çünkü çevrenin biçimlendirilmesi, yapının biçimlendirilmesinden başka birşeydir. 

Bugün birbirinden müstakil yapılar yapmanın, bunlar çok güzel de olsalar, bir mücevherci dükkanının vitrininde yanyana konmuş, güzel yüzükler, kolyeler gibi teşhir aracı olmanın üstünde az niteliği kalmıştır. Hatta bu açıdan biz Rönesanstan da daha geride kalmış sayabiliriz kendimizi. Çünkü o günün düzeni içinde tek tek anıtsal yapı çevre ile daha iyi bağdaşabilirdi. Bugünkü demokratik ve karışık yapı ortamında tek yapının çevre ile pek az ilişkisi kalmıştır. Nasıl sadece duvarları, pencere ve kapıları biçimlendirmek yapı mekanını biçimlendirmek değilse, çevre biçimlendirmek de tek tek yapı biçimlendirmekten farklı bir şeydir. Öyle olmalıdır.

Bu çevreyi biçimlendirmek için gerekli kosulları tespit eden de artık sadece mimar değildir. Onun için bugün bir "team" çalışmasından söz ediyoruz. Ama, yine eski alıskanlıkla, mimarı orada bir biçimlendirici tanrı olarak görmekte devam ediyoruz. Biz estetiğin tanrısal gücüne inanmış olarak, onsuz insanların yapamıyacağını savunuyoruz. Oysa bu ideallerle gerçekleri birbirine karıştırmaktan ileri gelmektedir. Şüphesiz sosyal düzen için yapılagelen ütopyalar içinde en asili insanların estetik motiflerle yaşamalarıdır. Fakat çevredeki gerçek unutulmamalıdır. Bu gerçek sosyal ve ekonomik zorunlulukların güzele çok da fazla yer bırakmadığı gözlemidir. 

Bugün mimarlara 100000 gecekondu sakininin daha iyi konfora kavusturulması için birbirine benzeyen 20000 prefabrike ev yapılacağı söylense, büyük bir çoğunluğu dehşetle irkilir, ve belki de bugünkü gecekonduları tercih eder. Fakat gecekondulular, büyük bir ihtimalle, yeni evlere yerlesecektir. Nitekim, toplumun incelmiş zevkli kisileri ilkel yaşama koşullarını tercih ederken, şehirlere akın eden halkın en çirkin şehir konutlarını cennet mekanı sayması olağandır. Bu üzerinde durulması gereken köklü bir çelişmedir.

Bugün sorun ne mimarın biçiminden hareket eden, ne de halkın saf pragmatizmin'den hareket eden davranışıdır. Çevre düzenlenmesi, estetik yargıları da içine alabilen, fakat daha çok bilimsel bir nitelik taşımaktadır. Bizim, mimarı bir organizatör olarak görmeğe çalısmamız ve onu son biçim veren olarak görmemiz geleneklerin etkisi sonucudur. Bunun böyle devam etmiyeceğini sanıyorum. Tokyo megalopolis'i için yapılan hesaplarda herkesin bir otomobili olduğu zaman, şehirde o otomobili park etmek, manevra ettirmek ve bir yerden bir yere götürmek için konut alanına tahsis edilenin iki kat alanı otomobillere tahsis etmek gerektiği görülmüstü. Eğer bir şehirde yol konuttan iki kat fazla yer işgal ederse ve diğer toplumsal hizmetlerin işgal ettiği yer konutlardan çok daha fazla ise, üstelik yapı eylemi geniş bir "team" çalışması sonucu ortaya çıkıyorsa, burada mimarı hala çevreyi biçimleyen en önemli kişi olarak görmek kabil midir? 

Geleneksel mimar kavramının yaşamakta devam etmesi sosyal kültürel ataletin etkisi iledir. Ve yapım koşullarının değişmesindeki hızla orantılı olarak bu tutum da değişecektir. Mimarın geleceği yapı ile insan arasındaki sınırlı ilişkiler değil, fakat bir sosyal ekolojinin komplike sorunları olmak yolundadır. Bu durumun giderek, şimdikinden daha dengeli ve organik bir çevre-toplum ilişkisi yaratacağı da ümid edilebilir. Batıdaki gelişmeler bu düsünceleri doğrulayacak eğilimler göstermektedir.

Kendi ülkemize dönelim: Türkiye Batının biçim dünyasına pasif bir alıcı olarak girmiştir. Birinci Mahmut çağının Rokokosundan 19. yüzyılın direkt olarak aktarılmış eklektisizm furyasma kadar Batı, büyük merkezlerde, köksüz bir kopya olmuştur. Bu kopya yolu ile, Türkiye'ye sadece biçimler değil bir yarım dünya görüşü de girmiştir. Bizim alafranga İstanbul efendiliği Sultanların saraylarının küçük ölçüde kopyalarıyla başlamıştır. 

Bugün Osmanlı dendiği zaman eski kuşaklarda nostalji uyandıran ortam, o aktarma, heterojen İstanbul Efendisi hayatıdır. Sonraları yeni bir milliyetçilik akımını ithal ettik. Arkasından mimar Kemal ve Vedat Beyler ortaya çıktı. 1930'lardan sonra genç Türk mimarları Avrupaya gitmeğe başladılar. Enternasyonal stilin ve ona bağlı sınırlı bir kübizmin etkileri altında yapılar yapmağa başladık. Arkasından Alman nasyonal sosyalizminin esintileriyle bir Milli Mimari akımı ortaya çıktı. 

Savaştan sonra, Batının yeniden canlandırdığı bir özgürlük ortamında biz de uluslararası eğilimlerin verilerini kopya etmeğe başladık. Bugün ayni kopya ortamının devam ettiği ileri sürülebilir. Şüphesiz bazı kişisel basarılar vardır. Fakat önemli olan bazı kişisel başarılar değil, ortamın niteliğidir. Bu anlamda bir uygulamanın Batıdan ayrılan bir tarafı var. Batılı mimarın davranışını kendi kültür geleneği içindeki değer yargıları teşkil ediyor. Wright 19. yüzyıl Amerikan kişiseliiğinin. Whitman'ın, Thoreau'nun, Emerson'un öğretileri içinde bir değer kazanıyor. Le Corbusier'yi değerlendirmek için Greko-Romen dünyasının evrensel soyutlamasına aşina olmak, kübizmi doğuran bir gerçekçilik geleneğini bilmek gerekiyor. 

Mies van der Rohe için en azından Alman Neoklassisizmine, Aalto için İskandinav ülkelerinin yeni pragmatizmine inmek zorunluluğu var. Bütün bu eğilimlerin kendi mimarlık dünyamızda olmadığını çok iyi biliyoruz. Zaten olması da gereksizdir. Fakat o mimarlardan esinlenen mimari biçimler en önemli uygulamalarda karşımıza çıkıyor. Bir bakıma Avrupanın 19. yüzyıldaki eklektisizmini biz bugün 20. yüzyıl biçimleriyle uyguluyoruz. 

Düşünce bakımından Batılı mimarın o günkü anlayışından daha ileri olduğumuzu sanmıyorum. Üstelik 19. yüzyıl Batılı mimarı kendi toplumunun vardığı bir tarih anlayışı ve gelenekleri içinde eklektisizmi uyguluyordu. Biz de, bugün bile, koşullar öyle değildir. Şüphesiz bu durum Türk toplumunun çağımız düzeyinde yaşayabilecek kendine özgü bir değerler düzeni yaratamamış olmasının bir ifadesinden baska birsey değildir. Bugün Lale Devrinin sonlarından beri devam eden bir süreci sürdürüp gidiyoruz.

Gelecek açısından bugünkü duruma karşı iki davranış olabilir: Bütün değerlerin ulusal sınırlar dışına taştığı ve evrensele yöneldiği yargısından hareket ederek bu durumu olumlu karşılamak ve yaratıcısı olmadığımız fikir ve biçimleri kullanmanın zararlı olmadığını kabul etmek; ya da bizim çevremizin koşullarından çıkmamış yargıların bizim için olumsuz sonuçları olacağını kabul etmek.

Birinci düşünceyi olumlu bulursak çevremizin, meydana gelmesinde, bugünkü taklit yolunu adaptasyona çevirerek, dünya ile daha fazla kaynaşmağa yöneimek bir yöntem olarak uygulanır. İkincisi, daha köklü bir tutumla, dünyanın baska ülkelerinden önce, gelecek için yapacağımız bir "provision" a, bir sınırlı hedefe öğretimimizi ve uygulamamızı doğrultmak suretiyle büyük bir sıçrama yapmaktır.
Bu anlamda köklü değişikliklerin mümkün olduğunu biz yakın Devrim tarihimizden biliyoruz. 

Fakat her alanda olduğu gibi, mimari uygulama alanında da bu değişikliklerin gerçekleşebilmesi için, ülkeyi idare edenlerin, yani politik güçlerin böyle bir değişme gerekliliğini kabul etmeleri gerekir. Eğer ülkenin düşünenleri mimarlık ve şehircilik alanlarının bütününü kavrayan ve toplumsal sorunların çözümünü, estetik endişelerden önce tutan bir yeni çevre tasarımının gerekliliğine politik güce sahip olanları inandırabilirlerse, Türkiye'de mimarı toplumun büyük sorunlarıyla ilişkisi olmayan bir lüks olmaktan çıkaran yeni bir statüye kavuşturmak kabil olur.

Gropius yeni mimarinin başlıca ilkeleri arasında yeni bir hümanizmayı sayar. "Yeni mimari insanın yaşantısını yine ana öğe olarak ele almıştır" der. Bu bana bir Batılının iyimserliği gibi geliyor. Günümüz mimarisini insan için daha uygun gösteren şey ona teknolojinin kattığı konfordur. Yoksa toplum gerçeklerini düsünme gerekliliğini en az William Morris'ten beri tekrarlayan Batılıların içinde oturulmaz hale gelmiş metropollerinin bu hümanizmayı ne oranda gerçekleştirebildikleri sorulmağa değer. 

Batılı, yine bizden önce mahzurlarını görmekle beraber, geleneksel tek yapı anlayışını aşamadığı için, toplum için sağlıklı bir çevre, bir şehir fiziği ortaya koyamamıştır. Teknoloji, bütün diğer öğeleri ezmiş ve kendi hegemonyasını Batılı adama kabul ettirmiş, onun beynini yıkamıştır. Bugün biz, aynen kopya ettiğimiz için, orada mahzurları anlaşılmış olan şeyleri burada yapmağa devam ediyoruz. Onlar vazgeçtikleri zaman biz daha yoğunlaştırmış olacağız. Eğer umut varsa. bu olumsuz yoğunlaşmanın kontrol altına alınmasıyla kabildir.

Biçim açısından çok genel bazı gözlemlerle yetineceğim: Bugün biçimin kuralı yoktur. Mies van der Rohe bir anakronizma'dır. Paul Rudolph geçenlerde onun yapıları için "noel kutuları" deyimini kullanıyordu. Le Corbusier bütün güçlü yaratıcılığına rağmen bir Buckminister Fuller'den daha eskidir. İnsanı onunki gibi etkileyen büyük sanat biçimlerinin, aynı zamanda bir eskilik hissi ile beraber yaşaması, bugün yapılarıın bugün asılması, çağımıza özgü bir fenomendir. Bugün mimari ütopya Ledoux'nun küresel yapıları, Sant'Elia'nın fütürist mimari desenleri cinsinden tek yapının tasavvuru ile oyalanmamaktadır. 

Karşımıza kalabalığı bir bütün olarak alan, fakat insanı kaybetmemek için iki yönlü bir gerilim içinde ortaya çıkmıs Expo 67'nin Habitat'sı çıkmaktadır. Bunun ne kadar olumlu bir çözüm olduğu tartışılabilir. Fakat yapının boyutu, 20. yüzyıl mimarisinin büyük ustalarının genel tasavvurlarını aşmıştır. Le Corbusier Marsilya'daki "Unite"yi yaptığı zaman aileleri, bir çekmecenin içine yerleştirir gibi, dört köşe bir büyük dolabın içine koyuyordu. Gerçi ilgi çekici bir dolaptı. Fakat bugün, anneannelerimizin evlerindeki konsollar gibi eskidir. Bugün biçim hakkında reçete vermek kabil değildir. Çünkü geleceğin mimarisinin bugünün verileri üzerine kurulmaması ihtimali çoktur.

Candilis bugünkü mimarinin teknoloji ile bağdaşamamasının mimari tasavvurun eskiliğini ortaya koyduğunu ileri sürüyor. Nervi ve Niemeyer geleceğin mimarisinde tekniğin özel yeri üzerinde duruyorlar. Özellikle Niemeyer büyük yapı programlarına sadelik, ekonomi ve prefabrikasyonun hakim olacağını ve bugün plastik özgürlük eğiliminin kuvvetli olmasına rağmen, gerçek biçim ve fonksiyon beraberliğinin sağlanabilmesinin mimarinin kütleye hitap ettiği oranda sağlanabileceğini ileri sürüyor. 1

Günümüzün Mies'den Haering'e kadar uzanan çeşitli akımları içinde gelecekten haber veren eğilimler aranabilir. Fakat Chen Kuen Lee'nin dediği gibi, mimariyi objektif olmayan bir biçimde tanımlamak geçmiş bir romantikliktir. Bugünkü mimari ütopyalar tek yapı düzeyinde değildir: Smithson'ların iç avlulu ve tek kapılı sınırsız birleşme gücü olan hücreleri, yatay eklenen "Clip-on", ya da düşey hücreler şeklinde olan "Plug-in" gibi yapı molekülü tasavvurları var. Japonya'da metabolist mimarlar değişmeye uyabilecek bir düzen araştırıyorlar. Bunların biçim açısından teklifleri tamamen olumsuz da kabul edilebilir. 

Ama mimari tasarımın boyutları bakımından hepsi benzer bir eğilim içindedir. 2 Mimaride hümanizma şüphesiz herzamankinden çok; fonksiyonel oluş her zamankinden daha gelişmiş olarak; strüktür her zamankinden daha rasyonel; konstrüksiyon her zamankinden daha etkili olabilir. Fakat bütün bunlar "ev bir oturma makinesidir" (Le Corbusier) ya da "less is more" (Mies), veya "evi bir ağaç yapan doğa ilkeler" (Wright) gibi biçimi hedef tutan tanımlarla gerçekleşmiyecektir.

Yukarıda ileri sürülenler, kısa süreli bir geçit çağını karakterize edebilir. Fakat bugün mimarinin sorunu, ideal olarak tanımlanmış bir insanın isteklerini karşılamaktan, kompleks bir ilişkiler sistemi içinde yaşayan toplumun isteklerini cevaplandırmağa yönelmek zorundadır. İnsan belki, maddi, manevi bunalımlar içinde olan toplumsal hayatın ve doğru dürüst çalışabildiği bir fiziki ortamın yaratılmasından sonra, kendi benliğini düşünmeğe, onu geliştirmeğe muktedir olacaktır. 

Yoksa ev, trafik, iş, politika, gazete, radyo, sosyal örgütleşmenin sancıları, ekonomik dengesizlik ve harp tehlikesi gibi sayısız baskılar altında yaşayan bugünün insanın, bu genel sorunlar çözülmeden, mimarların biçim fantezilerine olumlu cevap vermesi söz konusu olamaz. Ekonomik baskı gecekonduyu zorlar, ama villa hep bir marj olarak kalır. İnsanların hepsinin, kendilerine biçimsel özlemlerle konutlar yaptırmak isteği, ekonomik baskının büyük çoğunluk üzerinden kalkmasından önce, bir hayaldir.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Notlar
1 Bu yazının bir derlemesi A. Yücel tarafından çevrilerek Mimarlık Dergisinin 2. (1966) sayısında "Mimarlık ve Şehirciliğin Sorunları" adı altında yayınlanmıştır.

2 Yarının mimarlık ve şehirciliği üzerinde yapılan spekülasyonlar hakkında genel bilgi icin bak:
Bauen-Wohnen Dergisinin S/1967 sayısı şehirler için ütopyalara tahsis edilmiştir. Ragon, M., Ou vivrons-nous demain?, Paris. 1963.

1 2                                sonraki sayfa >>

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz