reklam

Wiel Arets ile Berlage ve Hollanda mimarlığı üzerine 
Diyalog 2003 > Kerem Erginoğlu & Hasan Çalışlar

Tarih: 21 Ocak 2003
Yer: Arkitera Forum

 

12 kasım Pazartesi 2001 günü MSÜ de bir konferans veren ünlü Hollandalı mimar ve eğitimci ile yapılan görüşme notları :

Arman Akdoğan:
Berlage enstitüsünü kurma fikri nasıl doğdu ve gelişti? Neden enstitü kendine mimarlık labaratuarı ismini kullanmayı seçti?

Wiel Arets:
Berlage Enstitüsü 12 yıl evvel Herman Hertzberger'in önderliğinde kuruldu. Yalnızca lisansüstü eğitim verecek bir okul olarak oluşturuldu. Enstitünün amacı genç mimarları profesyonel ve uygulamaya yönelik mimari hayata hazırlamaktı. Ancak enstitünün kavramı ve kapsamı o günden bu yana pek çok değişiklik gösterdi.

Bizimki öğrencinin kendi kendine keşfettiği bir sistem. Bu H.Hertzberger'den okulu devraldığımda ilk yaptığım şey oldu. Hertzberger'in Berlage Mimarlık okulunu ben Berlage mimarlık Labaratuarı haline getirdim. Benim için burası labaratuardı çünkü öğrenciler bizimle birlikte araştırmalar yapıyorlardı. Bu araştırmaları bizle beraber ancak kendi başlarına kendileri için yapıyorlardı. Araştırmayı yapan okul değildi. Bu şekilde dünyadaki en iyi hocaları biraraya getirerek öğrencilerin kendilerine ait fikir ve teorilerini geliştirebilecekleri bir ortam meydana getirdik. Bu sebeple bu yıldan itibaren doktora programına da başlıyoruz. Araştırmalarını yapıp iki yıl sonunda tezlerini yazan öğrencilerin araştırmalarına devam edebilecekleri ve doktora yapabilecekleri bir program. Bunun öğretim açısından oldukça farklı bir tutum olduğunu düşünüyorum ve çok zengin buluyorum.

UIA için Barselona'ya davetliydim ve takside Daniel Liebeskind ile beraberdim. Bana Berlage'de ders vermenin çok hoşuna gideceğini söyledi.Daha sonra sekiz dokuz defa okula geldi. Başka hiç bir yerde ders vermek istemediği halde Berlage'de mutlu oldu. Dolayısıyla öğrenciler ve bizler de. Benim gördüğüm okulda yaratılan havanın öğrencilerin ve öğretmenlerin bulunmaktan hoşnut oldukları bir ortam oluşturması. Aynı zamanda ders veren ve öğrencilerle araştırma yapan mimarların hepsinin hakikaten mimarlık yapan figürler olması çok önemli.Mimarlığı uygulamayan kişilerin ders vermesinden yana değiliz ve ancak kendi fikirleri ile önderlik yapan uygulamacı mimarlar burada konferans verebilirler, araştırma yapabilirler ve öğretebilirler düşüncesindeyim. Bu okulun çok önemli bir rolü.

Arman Akdoğan:
Hangi kriterler bir okulu daha iyi okul yapar?

Wiel Arets:
Bu soru aynı zamanda iyi okul nedir sorusunu getiriyor. Bu ise zamana bağlı değişen bir şey. Dekan, para ve bütçe, öğrenciler atmosfer, okulda ders veren profesörler. Bizim okula gelen ve ders veren mimarların listesine bakınca ne kadar enteresan bir liste olduğunu görüyoruz. Bu da Berlage'yi enteresan bir yer haline getiriyor.

Hasan Çalışlar:
Dolayısıyla dekana bağlı değişen bir okul ve eğitim atmosferi var. Bu ilişki küratör- Bienal sergisi ilişkilerini hatırlattı bana .

Wiel Arets:
Sanırım dekan artık düşünüldüğü gibi yönetici kimliğinde biri olmaktan çok kendi kişisel ilişkileri ve mesleki kariyeri ile araştırma yapılabilecek ortamı sağlayan kişi olarak algılanmalı. Artık mimarlar için okula gidip ders vermek yada ders almanın enteresan bir tarafı kalmadı. İyi isimleri ve kıymetli insanları çekmenin tek yolu onlara araştırma yapabileekleri bir ortam sunmak. Liebeskind'in bizim okula gelerek konuşma yapmak istemesinin sebebi orada iyi öğrencilerle iyi bir araştırma ortamında araştırma yapabileceğini bilmesiydi. Diğer ünlü mimarların da bizim okula gelip araştırma yapmak istemeleri bundan. Yoksa gelip " ben öğretmenim" diyerek okullarda bir şeyler anlatmaya çalışmanın özellikle lisansüstü okullar için son derece demode bir tavır olduğuna şidetle inandığımı söylemek isterim. Öğrencilerin öğretmenlerden öğrenecekleri kadarını öğretmenler öğrencilerden öğrenebilmeliler ki burası onlar için ilginçliğini korusun.

Hasan Çalışlar:
Etkileşim içinde bir eğitimden bahsediyoruz.

Wiel Arets:
Tabii ki, geçen hafta Tony Widler Berlage'de verdiği konferans sonrası okula on günlüğüne gelerek ders vermek istediğini ve bunu parasız yapacağının yalnızca gelmek ve orada bulunmak istediğini söyledi. Öğrencileri parlak buluduğu için atmosferi sevdiği için gelmek istedi.

Hasan Çalışlar:
Pekiyi, bu öğrenme süreci sizin için nasıl başladı ve gelişti ? Hali hazırda nasıl sürüyor?

Wiel Arets:
Öğrenciliğimde baktığım japon dergilerinden birinde küçük bir proje fotografı görmüştüm ve çok ilgimi çekmişti. Kılı kırk yararak yapanın adresini buldum ve projesi ile ilgilendiğimi ve kendisini yakından tanımak istediğimi bildiren bir mektup yazdım. Proje o zamanlar tanınmayan Tadao Ando'nundu ve bu şekilde ben onunla ahpap olmayı başarmıştım. Daha sonra Shinohara'ya Ando'yu ve Hasegawa'ya Toyo İto'yu görmeye 1981 yılında gittim. Onları ofislerinde ve üniversitelerinde ziyaret etme şansı buldum. O yıllarda halen öğrenciydim ve japonya fazla merak uyandıran ve ziyaret edilen bir yer olmadığından bütün bu insanlar benimle uzun uzadıya konuşuyorladı.. Bu seyahat öncesi iyi hazırlanmıştım ve hergün pek çok bina ziyaret ederek onlar hakkında konuşarak ve düşünerek vaktimi geçirmeyi düşünüyordum. Ancak günde beş bina gezerek veya beş etkinliğe katılarak bir şey öğrenilemeyeceğini gördüm. Eğer bir ülkeye gidiyorsanız Japonya veya Türkiye, her neresi olursa olsun, yalnızca bina görerek bir şey anlamanız mümkün olamaz. O ülkeyi ve kültürü anlamak kadar o binaların nedem ve ne şekilde, niçin orada olduklarını anlamak daha mühim bence. İşte 3 sene evvel Berlage'de yapmaya çalıştığım şey de bundandı. Öğrencileri ve talebeleri önce üç aylık bir araştırma sürecinden geçirip ardından iki hafta Tokyo'ya üç hafta L.A' ye götürdük. Hocaları ile beraber araştırmalarına devam ettiler. Daha önceden yaptıkları tüm araştırma ve bilgilenmeye karşın karşılarında kafalarında kurduklarından bambaşka bir gerçekle karşılaştılar. Kafalarında kurdukları Tokyo ve gerçek birbirinden tamamen farklı idi. Daha sonra Amsterdam ve Rotterdam'da devam eden çalışmaları sırasında bu karşılaştırma üzerine düşünüp çalıştılar. Bu karşılaştırmalı eğitimin onlara ve bize çok yararlı bir yıl geçirdiğini söylemeliyim. Bu ilişkileri tek taraflı olmasındansa Avrupalı mimarların da Japonya 'ya tecrübelerini aktarmasını sağlamaya çalıştık. İtalyan Stephano Boeri bizimle beraber Tokyo'ya gelerek Toyo İto, Tadao Ando ve Kashio Sejima gibi mimarlarla beraber oldu. Bu karşılıklı bilgi alışverişinin iki taraf için de yoğun ve yaarlı olduğunu düşünüyorum.

Kerem Erginoğlu:
Sizin öğrencilerinize karşı tutumunuz ve onların geliştirdikleri proje ve tasarım konularına yaklaşımlarınız nadir? Berlage'de bu konuda nasıl bir egzersiz yapıtırılıyor?

Wiel Arets:
Artık okul oturup hadi şimdi bir müze yapalım ya da bir opera binası tasarlayalım denen bir yer olmaktan çıktı. Bunun çok modası geçmiş bir anlayış olduğu inancındayım. Dolayısıyla opera binaları ve müzeler tasarlatmıyoruz çünkü 'tasarımdan önceki her süreç' artık bizim öğrenciden öğreneceğimiz şeyler. Tasarım yalnızca araştırmanın sonucudur. Bizim amacımımz öğrenciyi nasıl araştırıp, öğrenip bir fikri ve kavramı nasıl geliştireceğine dair çalışmaları örgütlemek. Böylece veriler ve kavram oluşuyor ve tasarımın işin gerçeğinde bu verilerin sonucundan ortaya çıkıyor. Bugün dünyada mimarların ve öğrencilerin % 95 i 50 tane mimarlık dergisini açıp kopya çekiyor ve ne gördüyse onu yapıyor. Ve kopya çektikleri yapıların neden orada ve niye inşa edildilkleri konusunda düşünmeye bile zahmet etmiyor. Oysa bizim öğrenciden öğrendiğimiz ve öğretmeye çalıştığımız ise tasarım öncesi süreç. Böylece okul ve tasarımdan uzaklaşılıyor ancak unutmamak gerekir ki Berlage' de okuyanların hepsi en az beşyıl mimarlık okumuş hatta profesyonel hayatta da bulunmuş kimseler.

Kerem Erginoğlu:
Arman sayesinde sizin sistemi yakından takib ediyoruz ve araştırma metodolojisi ve data tabanı oluşturmanın proje başlangıcındaki önemini öğrendik. Bu Arman'ın hala okullarımızda öğretilen ve Türk mimarisinin yeni boyutlar kazanmasına engel olduğunu düşündüğü mutlak içgüdüsel tasarım geliştirme ve eski metodolojiyi eleştirmesini anlamamızı kolaylaştırıyor.

Wiel Arets:
Öyle bir alanda yaşıyoruz ki herşey çok çabuk değişiyor ve artık "style" adıyla adlandırabileceğimiz bir formatta bir şeyler gerçekleştirmemizi imkansızlaştırıyor. Örneğin bütün binaların farklılığına ve değişik zaman dilimlerinde inşa edilmiş olmalarına rağmen Topkapı sarayında bugün hissettiğim atmosfer çok ilginçti. Bu mekanı ilginç kılan binaların tasarımları değildi mekanın genel anlayışı ve atmosferi idi. Hangi binanın ne malzeme kullanılarak hangi stille yapılmışi olduğu bence önemsiz, benim orada gördüğüm "modern şehir" idi.

Hasan Çalışlar:
Osmanlının farklı kültürleri özerk yapılarında birarada tutmaları ise zaten globalizasyon'un ve çok kültürlü şehrin iyi bir örneği.

Wiel Arets:
Tabi. Bakın Hollanda hükümeti bana öğrencilerin en az yarısının Hollandalı olması konusunda bir öneri getirdi. Ben ise önce alınacak öğrencileri seçip bunun % kaçını hollandalı olacağını görmeyi tercih ederek red ettim. Sonradan gördük ki ancak öğrencilerin % 5 i Hollandalı çıktı ve böylece devam ettim. Şovenistik bir tutum içinde olan bir dekan olmak istemedim. Neden % 50 si olacaktı ki. Bir kaçyıl geçince herkes gördü ve hak verdi çünkü Berlage mezunu mimarların pek çoğu önemli işler yapan mimarlar oldular ve Hollanda 'da ki firmalarda önemli görevler aldılar. Hükümetin bu sene aldığı yeni karar bu anlamda sizin soru ile bağlantılanabilir. Üç yıl içinde Hollanda 'da ki tüm üniversiteler İngilizce eğitim yapacak ve bunun globalleşmede, diğer ülke ve kültürlerle ilşkilerin kuvvetlenmesinde çok faydalı olduğuna inanıyoruz. Aynı zamanda ülkeye gelen yabancı öğrencilerin getireceği kültür ve kimlik renkliliği ise bu anlamda Hollanda'yı aynı dönemin İstanbul'u , bugünün New York'u gibi plurikültirel bir yapıya kavuşturacak.

Arman Akdoğan:
Bu sene dekanlığınızın son senesi olduğu doğru mu?

Wiel Arets:
Dekan olarak enstitüdeki son yılım. Bunun için Hollanda'da mimari tartışma başlatacak bir proje yapmak istiyorum. Zira Hollanda'da göründüğünün aksine fazla mimari tartışma olduğunu düşünmüyorum ve bu zaafı mimarların çok işi olmasına ve araştıma yapmaktansa geleneksel yöntemle iş yapmalarına bağlıyorum.

Arman Akdoğan:
Hollanda devlet planlama teşkilatı'nın deklarasyonu olan 5.Nota daki stratejik büyüme planını ve bu bağlamda gerçekleşecek Berlage Enstitusü'ndeki Çifte Hollanda projenizi biraz açıklar mısınız?

Wiel Arets:
Bu sene Çifte Hollanda projesini araştırmaya ve eleştiriye açtım. Biz küçük bir ülkeyiz ve bir anda nüfusun ikiye katlandığını düşünün. 16 milyonken 32 olsak ne yaparız? Böyle bir strateji kurmak mümkün olabilir mi? Şehirlerin iyice yoğunlaşıp metropolitanlaştığı, kırsal kesimlerin gitgide boş kalarak köylerin daha az nüfuslu yerler olabilirliği nedir? Ya da yapılacak altyapı çalışmaları ile insanları köylere ve kırsal kesime yerleştirip toplu taşıma araçları ile bu bölgeleri daha yaşanır ve yoğun mu kılmalıyız. Bunun gibi dört beş seçeneğimiz olduğunu ve bunların birbirinden farklı olduğunu düşünürsek ne yapmalıyız ?Nasıl bir altyapı kurulmalı? Peyzaj ve kırsal kesim nasıl değişmeli ve biz şehrin tamamını değiştirecek fikirlerimizi nasıl geliştirmeliyiz.? Neden insanlar bahçe içinde oturmak için şehrin dışına gitmek zorunda kalsınlar? Biz onlara yerden 50 metre yükseklikte 40 m2 lik bir bahçe sağlarsak şehirde kalmak isterler mi? Bizim neden insanların şehirde kalıp kalmamak istediklerini ve bunların sebeplerini öğrenmemiz gerekiyor.

Kendimizi tarihi şehir merkezlerinden kurtarmamız gerekiyor, ben müze karşıtıyım ve tarihi bir sarayda dolaşırken oranın neden bir müze olduğunu da başka türlü kullanılmadığını anlamıyorum. Neden Ayasofya kilise yada camii olarak kullanılmıyor ya da Topkapı aynı zamanda kamuya açık bir otel değil ? Panteon yıllarca ibadethane , mahkeme, çarşı gibi farklı amaçlarda kullanılarak ilginçliğini korumuş. Bizim Hollanda 'da çok dikkat etmemiz gereken bir husus Amsterdam şehri. Burası turistik bir yer olduğundan beri kimse yaşamak istemiyor. Bu amaçla yatığımız bu seneki program, şehrin nasıl gelişeceğini de düşünmemizi sağlayacak. Peyzaj, altyapı, şehir merkezi, köyler ve ülkenin nasıl değişim göstereceğini merak ediyoruz. Bunun sonucunda hükümete karşı eleştiride bulunabilecek veriler elde etmiş olacağız. Biz Berlage olarak ülkenin olduğu kadar Avrupa'nın da değişimi konusunda rol oynayacağımızı dşünüyoruz. Yıllardır kuzey güney aksı üzerinde Rotterdam-Amsterdam-Bruksel- Paris olarak düşünülen ve planlanan Holandayı değiştirmek istiyoruz. Neden Amsterdam- Köln- Berlin-Viyana- Moskova diye bir aks hiç üretilmedi, geliştirilmedi. Bunlar da değiştirmek istediğimiz düşünceler.

Kerem Erginoğlu:
Dekanlığınız boyunca Hollanda eğitim ortamında ne gibi problemlerle karşılaştınız?

Wiel Arets:
Söylemeliyim ki okulu ele aldığımda durumu pek kötüydü. Mali olarak çökmüştü ve eğitimden sorumlu müdürden yönetim kuruluna değin herkes kapanmasını istiyordu. Ben okulu kapatmamak için bir buçuk yıl boyunca sağa sola telefon edip mektup yazarak durumu kurtarmaya çalıştım. Okulu kapamaya kalkışanlara da para bulabileceğimi söyledim. Daha sonra başkana siz okulu kapamak istiyorsanız ben de yönetim kurulundan kurtulmak istiyorum dedim. Bu aşamalardan sonra okula yeni bir kurul oluşturmak iki yılımızı aldı ancak şu an okulun durumu mali olarak kuvvetli ve çok sağlıklı. Doktora programına başlıyoruz ve okulun pek çok dostu var. Bunlar Steven Holl, Zaha Hadid, Daniel Libeskind, Jean Nouvel, Herzog, de Meron, Dominique Perrault, Hani Rashid, gibi isimler ve okula sıkça geliyorlar, bu harika bir şey… Okul henüz 12 yaşında ve ben 7 yıldır dekanım ancak burası herkesin uğrayıp bir ders verip geçmekten zevk aldığı bir mekana dönüştü.

Hasan Çalışlar:
Ya bundan sonra , dekanlığınız bitince ne olacak. Okul ve sizin açınızdan?

Wiel Arets:
Bu yılı bitince Japonya'da bir okul kurmak istediğim bir sır değil. Bunun çok ilginç bir yer değiştirme olacağı kanısındayım. Berlage'ye ise yeni bir dekan seçilecek. Benim bunun için bir adayım olabilir. Ancak dekanın değişmesi yeni dekanın fikirlerini, kendi özel ilşkileri ve networkü sayesinde yapabilecekleri ,yeni fikirleri Berlage'ye getirecektir. Bunun okul için gerekli ve iyi bir değişim olduğu muhakkak. Bugün mimarlık öğrencilerinin burunlarının çok iyi koku aldığını ve hangi okulu tercih edeceklerini çok iyi bildiklerini söylemiştim. Artık eskisi gibi Yale çok iyidir, Harward çok iyidir gibi bir sabit fikirle hareket edilmiyor dünyada. Bu okullara gelen dekanlar, kendi vizyonlarını, mesleki çevrelerini, deneyimlerini, ilişkileri ile orantılı yapabilecekleri projeleri bu okullara taşıyorlar ve lisansüstü eğitimin kaderini değiştirebiliyorlar. Bu hareketleri çok iyi ve yakından takip eden genç bir mimarlık öğrencisi kitlesi nereye gitmesi gerektiğine kendi karar veriyor ve bu kitlenin kararları günümüzde okulları iyi veya kötü yapabiliyor.

Arman Akdoğan:
Şu sıralar Hollanda mimarlık dünyasında dönen kritik ve dedikoduları nasıl değerlendirdiğinizi sormak istiyorum. Bart Lootsma nın yayınladığı " superdutch" kitabı başlığı sebebiyle epeyce elelştirildi. Rem Koolhaas henüz Hollanda mimarlığının super kelimesini hakedecek bir seviyeye gelmediğini söyleyerek Lootsma'yı eleştirdi. Siz Koolhaas'a katılıyor musunuz?

Wiel Arets:
Okulda öğrencilik yıllarımda o yıllar için çok radikal ve önemli "Widerhallen" adında bir dergi çıkarırdık. O yıllarda yaptığım işe çok önem vererek bu yayınlarla üç yıl kadar uğraştım. Bu sebeple de AA da ders vermeye çağrıldım. Sonraları biri bana Eindhoven'de ki okulda bu derginin bir sergisini yapalım dediğinde bu işin parçası oldum ve halen yaptığım en yanlış işlerden biri olduğunu düşünüyorum. Koolhaas kitabı iki konuda eleştirdi. İlki bir başkasının super dutch yerine superalman diye bir kavramla ortaya çıkması halinde bundan da çok memnun kalıp kalmayacağımız sorusu üzerineydi. Diğeri ise kendini Hollanda mimarisinin bir parçası olarak görmediğiydi. Ben her iki yorumuna da katılıyorum. Aynı bu okul dergisinin sergisinde olduğu gibi ben bunun bir parçası olmak istemiyorum. Bence Hollanda mimarlığı yok. Ben kendimi hollandalı bir mimar olarak görmüyorum, görmedim ve görmeyeceğim. Bunun önemli bir meydan okuma olduğunun farkındayım. Kendinizi Holanda'da hollandalı mimar olarak görürseniz durumunuzu fazla belirlemiş olursunuz ve bu çok akıllıca olmayabiliyor. Bence Hollanda ideolojisi diye de bir şey yok. Benim mimarim fransız yazarların kitapları, fransız filmcilerin filmleri, filozofların fikirlerinden Hollanda'dakilerden daha çok etkilenmişse, her Jjaponya'ya gittiğimde kendimi daha rahat ve evimde hissediyorsam ve orada Hollanda'da olduğumdan daha çok öğrenebiliyorsam neden kendimi Hollanda mimarisinin bir parçası olarak göreyim. Bugün mimarlık teorilerinin ülke bazlı geliştiğini görmek hayli ilginç. Sizi ilgilendiren bazı yayınlar arayıp bulduğunuzda işin sonunda mimar eğer bu benim mimarim, benim fikirlerim diyebilmeli diye düşünüyorum veyine yaptıklarını neden yaptığını, hangi fikirlerle ve neye , kimlere karşı çıkarak yaptığını söylüyorsa benim için o mimar ve mimari saygınlık kazanır. Bu benim davranış biçimim.

Hasan Çalışlar:
Zaten bu genel olarak Hollanda mimarisinde gördüğümüz kışkırtıcı tavırın ta kendisi değil mi?

Gülüşmeler

Arman Akdoğan:
Üçüncü dünya ülkelerinde araştırma yapılabileceğini ve oralardan çok öğrenebileceğimizi düşünüyor musunuz?

Wiel Arets:
Bence çok şey öğrenilebilir.Biraz önce Hasan bana Viet-nam ve Kamboçya'daki gezisinde gördüklerini ve savaş alanlarında kurulan sistem ve tuzakların ne derece ilginç tasarımlar olduğundan sözetti. Burada oradaki insanların düşünce sistematiğini ve mantık yapısını anlamaya çalışmak önemli. Yaptığın gezi her ne olursa olsun oradaki özneyi kendi düşünce sisteminin bir aynası olarak kullanıyorsun. Bugün araştırma yaptığın konu , ülke yada bina eğer daha evvel başkaları tarafından incelenmişse ve yorumlanmışsa buradan bir fikir ve düşünce biçimi ortaya çıkartmak zor. Ancak bakir alanlarda araştırma yaparak insanın fikrini geliştirmesi mümkün. 80 lerin başında Meksika'ya Barragan' ın binalarını incelemeye gittiğimde herkes bana evlerinin kapılarını açıyor ve satlerce misafir ediyordu. O zamanlar buralara gelen giden olmadığından bu şansı bulabilip öğrenebiliyordum. Pencerenin kapının nerede olduğu değil neyi neden yaptığını , neden Fransa'ya gittiğini, Ferdinand Braque ile birlikte çalışmalarının etkilerini , Meksika kültürü etkisinin neden diğer etkilere göre fazla olduğunu , atlara olan saplantılı merakını düşünebilecek imkanım ve vaktim olmuştu. Jean Luc Godard'ın birsözü aklma geliyor,"asla yapmak istedigini yapma, yalnızca yapabileceginin en iyisi için çalış" yabancı ortamlara sokmamızın gerekliliğini düşünüyorum

Arman Akdoğan:
Berlage'de MVRDV'den Vinny Maas ile maksimum verimliliğin ancak istatiksel veri tabanı bilgileri üzerine yapılacak kentsel tasarımlar ile mümkün olduğunu iddia eden bir proje üzerinde iki yıldır çalışıyoruz. Siz de bu projede de rol oynadınız. Maas'ın bu ideolojisine ne diyorsunuz?

Wiel Arets:
Maas'ın söyledikleri modern hareketin söylediklerinin tam zıttı. "Bu bizim ideolojimiz ve hayat biçimimiz bunu takib etmeli" Mimar olarak buna inanmamız artık biraz güç. Maas çok enteresan bir iş yapıyor ancak tehlikeli bir oyun oynadığının farkında olmalı. Ebenburgh yakınlarında Hagen Island'da yaptığı konutların bugün renkli bir ikon olmaktan öteye gitmediğini ve mimari olarak boş olduklarını düşündüğümü söylemeliyim. Bence mimari çok ciddi bir iştir ve malzemeden, süreden, insanların hayatını etkileyecek çevreden , paradan, dayanıklılıktan ve gelecek nesillere aktarımdan bahsettiğinizi unutmamamızın gerektiği bir iştir. Biz çok iyi bir veritaraması yapıyoruz ve mimariyi kurduğumuz herşey bundan ibarettir diyemezsiniz. Ben saf veritaramasına karşıyım, Tarihi teori felsefelerine de olduğum gibi. İlerici bir araştırmaya inanırım ve veritaramasının tarihi bir phenomena olarak değerlendiririm.

Ben Winny Maas'ın bir alan üzerinde yapılan veri araştırmalarında baştan "mevcut durumu" kabul ettiğini düşünüyorum ve bu eleştirel bir bölgesellik barındırıyor. 60 lı yıllarda insanlar şehirdışlarına gitti. Biz şehir dışlarını değiştirmedik yalnızca onların ne istediğini dinledik. Oysa veritaraması dinlemek kadar bilgiyi toparlamayıda içeriyor. Ben salt istatistiksel veritabanı kullanılarak üretilen sonuç projelerinin karşısındayım. Bir çevre vardır ve bu çevreyi değiştirmek istersiniz. Nasıl mı , bir virüs koyarak. Virus'ü kurgularken tabiiki veritabanına ihtiyacınız vardır fakat ardından çevreyi değiştirebilecek kadar kuvvetli pozitif bir virüsle uğraşmalıyız. Biz mimarlar ileride olacakaların kehanetini yapamayız. Yapabileceğimiz olabildiğince stratejik olabilmektir. Bilardo oynamak ginbi bir şey bu. Topa vuruken bir tahmin yaparsın ancak vurduktan sonra bekleyip görürsün. Maas'ın veritaramaları öyle bir obje yaratıyorki bu obje asla yeni bir çevre oluşturacak progresif geri dönüşü yapamıyor.

Hasan Çalışlar:
Okulda bu kadar farklı fikirlerin biraradalığı iyi olmalı

Wiel Arets:
Okulda Eli Zanghelis, Raul Bounschoten. Gibi farklı sesler birarada. Winny Maas'ında okulda olması ve bu tartışmaları yapabilmemiz çok iyi oluyor. Ayrıca okula dışarıdan hakiki müşterileri, yatırımcıları politikacıları çağırıp bu fikirleri ve stratejileri onlara da açıp görüşlerini alıyoruz. Artık günümüzde mimarın kendi başına bir şey yapmasının mümkün olmadığını, farklı disiplinlerin birlikte çalışmasının şart olduğunu savunuyoruz. Buradaki her üye bunu savunuyor özelliklede Winny Maas, fakat kendisinin yöntemi farklı ve Berlage'de araştırdığı konular için çalışma ve tartışma ortamı sağlıyoruz. En iyi fikir mimarındır egosantrlikliğinden uzaklaştırmak gerekiyor mimariyi.

Arman Akdoğan:
Hollanda mimarisinin geneli hakkında ne düşünüyorsunuz?

Wiel Arets:
Rem Koolhaas , van Berkel, Williem Neutellings, Winny Maas gibi isimleri hakikaten farklı bir çevre için uğraştıkları için takdire değer buluyorum, ama bu da beş altı isimden ibaret.

Arman Akdoğan:
Hollanda toplumu etik, çevre ve buna bağlı genel yaşam sistemlerini son derece rahat değiştirip sorgulayabiliyor. Bu rahatlık nereden geliyor?

Wiel Arets:
Biz bir ticaret toplumuyuz. Eğer yeteri kadar kuvvetli iseniz kimliğiniz için savaş vermenize gerek kalmaz. Çünkü kimliğiniz orada sizinle beraberdir. Ayrıca küçük fakat çokuluslu olamamız da önemli.

Arman Akdoğan:
Doğa ile savaşarak ona karşı sistemler kurma geleneğiniz var. Denizden kazanılmış bir ülke ve fiziki çevresine baktığımızda kocaman bir düzlükle karşılaşıyoruz. Bunun mimaride ve peyzajda oynadığı rol nedir?

Wiel Arets:
Bu olgunun çok basit bir açıklaması ve güzel bir tarafı var. İsviçrenin bir dağına inşa ettiğiniz zaman insanlar gelip size " oh, bu bizim dağımız , ne güzeldi, ne yaptın" gibi sorular yöneltebilir Oysa bunu Hollanda' da yaparsan kimse sana benim dümdüz kırlarıma ne yaptın demez. Çünkü ülke suni bir ülkedir ve onu biz yaptık ve istediğimiz gibi değiştiririz. Hollanda da herkes iyi mühendis olduğunu iddia eder ve diğer insanlar buna inanır. Kurst deniz altısı battığında Ruslar gelip çıkarır mısınız diye sorduklarında, Hollandalılar tabii dedi. Daha evvel böyle bir işi yaptıklarından değil ama arayıp, araştırıp bu işi kimin yapabileceğini bulup organize edebileceklerini bildikleri için. Bu çok mühendisvari bir yaklaşım. Her soruna karşı problemsiz bir yanıt arama güdüsü, asla yapamam dememe ve keşifte bulunma dürtüsü.

Bu soruyu iptal edebiliriz

Arman Akdoğan:
Projelerinizde farklı fonksyonları birlikte kullanarak homojen programlar elde ediyorsunuz. Bunun tasarım yaklaşımı ve düşünce sürecini anlatır mısınız?

Wiel Arets:
Ilk projelerimden biri Maastrichte bir alışveriş merkezi idi. Phanteondan bahseden bir yazı yazdım. Bana Maastrichteki alış veriş merkeezi le alakalı böyle bir şeyi nasıl yazdın diye sordular. " Sen ikonlar merkezinde dönüp duruyorsun" suçlamaları dahi aldım. Üç sebebi vardı. Öncelikle karşılaştırma. Mağazanın bir alnı cephesi, kamusal alanı , vitrinleri, dükkanları, bahçesi ve buna açılan alçak bir kapısı var. Bu merkez bitmeden evvel bana bir berber, bir sanat galerici ve bir kuyumcu burda kendilerine ait bir mağaza olup olamayacağını sordular.Bu aynı Pantheonda olan şeydi. Burası mahkeme iken kilise sonrasında Pazar yeri olmuştu.Ben, aldığım her işte bir tür program sıkıştırması yaşıyorum. Sonuç olarak pek çok şekilde kullanılabilecek bir şeyi ben bu tür tasarlıyorum. Konferansta bahsettiğim sanat galerisi sahibinin galeri -evini tavukları ile beraber yaşanacak bir mekan olarak tasarlatmak için bana gelmesi bir tesadüf değil. Benim bu tür karmaşalarla uğraşmaktan hoşlandığımıı anladığı için birlikte çalışmaya karar verdi.

Bir konuda benim Hollanda'daki pek çok mimari büronun tersine, uygulama projelerini kendimizin çizmesi konusundaki hassasiyetim. Bu konuda binanın malzeme ve detay bütünlüğünün fikirle beraber algılanmasından yanayım ve bu iki işin iki ayrı ekiple yürümesini doğru bulmuyorum.

 

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz