12 kasım Pazartesi 2001 günü MSÜ de bir konferans
veren ünlü Hollandalı mimar ve eğitimci ile yapılan görüşme notları :
Arman Akdoğan:
Berlage enstitüsünü kurma fikri nasıl doğdu ve gelişti? Neden enstitü
kendine mimarlık labaratuarı ismini kullanmayı seçti?
Wiel Arets:
Berlage Enstitüsü 12 yıl evvel Herman Hertzberger'in önderliğinde kuruldu.
Yalnızca lisansüstü eğitim verecek bir okul olarak oluşturuldu. Enstitünün
amacı genç mimarları profesyonel ve uygulamaya yönelik mimari hayata hazırlamaktı.
Ancak enstitünün kavramı ve kapsamı o günden bu yana pek çok değişiklik
gösterdi.
Bizimki öğrencinin kendi kendine keşfettiği bir sistem. Bu
H.Hertzberger'den okulu devraldığımda ilk yaptığım şey oldu.
Hertzberger'in Berlage Mimarlık okulunu ben Berlage mimarlık Labaratuarı
haline getirdim. Benim için burası labaratuardı çünkü öğrenciler bizimle
birlikte araştırmalar yapıyorlardı. Bu araştırmaları bizle beraber ancak
kendi başlarına kendileri için yapıyorlardı. Araştırmayı yapan okul değildi.
Bu şekilde dünyadaki en iyi hocaları biraraya getirerek öğrencilerin
kendilerine ait fikir ve teorilerini geliştirebilecekleri bir ortam meydana
getirdik. Bu sebeple bu yıldan itibaren doktora programına da başlıyoruz.
Araştırmalarını yapıp iki yıl sonunda tezlerini yazan öğrencilerin araştırmalarına
devam edebilecekleri ve doktora yapabilecekleri bir program. Bunun öğretim açısından
oldukça farklı bir tutum olduğunu düşünüyorum ve çok zengin buluyorum.
UIA için Barselona'ya davetliydim ve takside Daniel Liebeskind ile
beraberdim. Bana Berlage'de ders vermenin çok hoşuna gideceğini söyledi.Daha
sonra sekiz dokuz defa okula geldi. Başka hiç bir yerde ders vermek istemediği
halde Berlage'de mutlu oldu. Dolayısıyla öğrenciler ve bizler de. Benim gördüğüm
okulda yaratılan havanın öğrencilerin ve öğretmenlerin bulunmaktan hoşnut
oldukları bir ortam oluşturması. Aynı zamanda ders veren ve öğrencilerle
araştırma yapan mimarların hepsinin hakikaten mimarlık yapan figürler olması
çok önemli.Mimarlığı uygulamayan kişilerin ders vermesinden yana değiliz
ve ancak kendi fikirleri ile önderlik yapan uygulamacı mimarlar burada
konferans verebilirler, araştırma yapabilirler ve öğretebilirler düşüncesindeyim.
Bu okulun çok önemli bir rolü.
Arman Akdoğan:
Hangi kriterler bir okulu daha iyi okul yapar?
Wiel Arets:
Bu soru aynı zamanda iyi okul nedir sorusunu getiriyor. Bu ise zamana bağlı
değişen bir şey. Dekan, para ve bütçe, öğrenciler atmosfer, okulda ders
veren profesörler. Bizim okula gelen ve ders veren mimarların listesine bakınca
ne kadar enteresan bir liste olduğunu görüyoruz. Bu da Berlage'yi enteresan
bir yer haline getiriyor.
Hasan Çalışlar:
Dolayısıyla dekana bağlı değişen bir okul ve eğitim atmosferi var. Bu
ilişki küratör- Bienal sergisi ilişkilerini hatırlattı bana .
Wiel Arets:
Sanırım dekan artık düşünüldüğü gibi yönetici kimliğinde biri
olmaktan çok kendi kişisel ilişkileri ve mesleki kariyeri ile araştırma yapılabilecek
ortamı sağlayan kişi olarak algılanmalı. Artık mimarlar için okula gidip
ders vermek yada ders almanın enteresan bir tarafı kalmadı. İyi isimleri ve
kıymetli insanları çekmenin tek yolu onlara araştırma yapabileekleri bir
ortam sunmak. Liebeskind'in bizim okula gelerek konuşma yapmak istemesinin
sebebi orada iyi öğrencilerle iyi bir araştırma ortamında araştırma
yapabileceğini bilmesiydi. Diğer ünlü mimarların da bizim okula gelip araştırma
yapmak istemeleri bundan. Yoksa gelip " ben öğretmenim" diyerek
okullarda bir şeyler anlatmaya çalışmanın özellikle lisansüstü okullar için
son derece demode bir tavır olduğuna şidetle inandığımı söylemek
isterim. Öğrencilerin öğretmenlerden öğrenecekleri kadarını öğretmenler
öğrencilerden öğrenebilmeliler ki burası onlar için ilginçliğini
korusun.
Hasan Çalışlar:
Etkileşim içinde bir eğitimden bahsediyoruz.
Wiel Arets:
Tabii ki, geçen hafta Tony Widler Berlage'de verdiği konferans sonrası okula
on günlüğüne gelerek ders vermek istediğini ve bunu parasız yapacağının
yalnızca gelmek ve orada bulunmak istediğini söyledi. Öğrencileri parlak
buluduğu için atmosferi sevdiği için gelmek istedi.
Hasan Çalışlar:
Pekiyi, bu öğrenme süreci sizin için nasıl başladı ve gelişti ? Hali
hazırda nasıl sürüyor?
Wiel Arets:
Öğrenciliğimde baktığım japon dergilerinden birinde küçük bir proje
fotografı görmüştüm ve çok ilgimi çekmişti. Kılı kırk yararak yapanın
adresini buldum ve projesi ile ilgilendiğimi ve kendisini yakından tanımak
istediğimi bildiren bir mektup yazdım. Proje o zamanlar tanınmayan Tadao
Ando'nundu ve bu şekilde ben onunla ahpap olmayı başarmıştım. Daha sonra
Shinohara'ya Ando'yu ve Hasegawa'ya Toyo İto'yu görmeye 1981 yılında gittim.
Onları ofislerinde ve üniversitelerinde ziyaret etme şansı buldum. O yıllarda
halen öğrenciydim ve japonya fazla merak uyandıran ve ziyaret edilen bir yer
olmadığından bütün bu insanlar benimle uzun uzadıya konuşuyorladı.. Bu
seyahat öncesi iyi hazırlanmıştım ve hergün pek çok bina ziyaret ederek
onlar hakkında konuşarak ve düşünerek vaktimi geçirmeyi düşünüyordum.
Ancak günde beş bina gezerek veya beş etkinliğe katılarak bir şey öğrenilemeyeceğini
gördüm. Eğer bir ülkeye gidiyorsanız Japonya veya Türkiye, her neresi
olursa olsun, yalnızca bina görerek bir şey anlamanız mümkün olamaz. O ülkeyi
ve kültürü anlamak kadar o binaların nedem ve ne şekilde, niçin orada
olduklarını anlamak daha mühim bence. İşte 3 sene evvel Berlage'de yapmaya
çalıştığım şey de bundandı. Öğrencileri ve talebeleri önce üç aylık
bir araştırma sürecinden geçirip ardından iki hafta Tokyo'ya üç hafta
L.A' ye götürdük. Hocaları ile beraber araştırmalarına devam ettiler.
Daha önceden yaptıkları tüm araştırma ve bilgilenmeye karşın karşılarında
kafalarında kurduklarından bambaşka bir gerçekle karşılaştılar. Kafalarında
kurdukları Tokyo ve gerçek birbirinden tamamen farklı idi. Daha sonra
Amsterdam ve Rotterdam'da devam eden çalışmaları sırasında bu karşılaştırma
üzerine düşünüp çalıştılar. Bu karşılaştırmalı eğitimin onlara ve
bize çok yararlı bir yıl geçirdiğini söylemeliyim. Bu ilişkileri tek
taraflı olmasındansa Avrupalı mimarların da Japonya 'ya tecrübelerini
aktarmasını sağlamaya çalıştık. İtalyan Stephano Boeri bizimle beraber
Tokyo'ya gelerek Toyo İto, Tadao Ando ve Kashio Sejima gibi mimarlarla beraber
oldu. Bu karşılıklı bilgi alışverişinin iki taraf için de yoğun ve
yaarlı olduğunu düşünüyorum.
Kerem Erginoğlu:
Sizin öğrencilerinize karşı tutumunuz ve onların geliştirdikleri proje
ve tasarım konularına yaklaşımlarınız nadir? Berlage'de bu konuda nasıl
bir egzersiz yapıtırılıyor?
Wiel Arets:
Artık okul oturup hadi şimdi bir müze yapalım ya da bir opera binası
tasarlayalım denen bir yer olmaktan çıktı. Bunun çok modası geçmiş bir
anlayış olduğu inancındayım. Dolayısıyla opera binaları ve müzeler
tasarlatmıyoruz çünkü 'tasarımdan önceki her süreç' artık bizim öğrenciden
öğreneceğimiz şeyler. Tasarım yalnızca araştırmanın sonucudur. Bizim
amacımımz öğrenciyi nasıl araştırıp, öğrenip bir fikri ve kavramı nasıl
geliştireceğine dair çalışmaları örgütlemek. Böylece veriler ve kavram
oluşuyor ve tasarımın işin gerçeğinde bu verilerin sonucundan ortaya çıkıyor.
Bugün dünyada mimarların ve öğrencilerin % 95 i 50 tane mimarlık dergisini
açıp kopya çekiyor ve ne gördüyse onu yapıyor. Ve kopya çektikleri yapıların
neden orada ve niye inşa edildilkleri konusunda düşünmeye bile zahmet
etmiyor. Oysa bizim öğrenciden öğrendiğimiz ve öğretmeye çalıştığımız
ise tasarım öncesi süreç. Böylece okul ve tasarımdan uzaklaşılıyor
ancak unutmamak gerekir ki Berlage' de okuyanların hepsi en az beşyıl mimarlık
okumuş hatta profesyonel hayatta da bulunmuş kimseler.
Kerem Erginoğlu:
Arman sayesinde sizin sistemi yakından takib ediyoruz ve araştırma
metodolojisi ve data tabanı oluşturmanın proje başlangıcındaki önemini öğrendik.
Bu Arman'ın hala okullarımızda öğretilen ve Türk mimarisinin yeni boyutlar
kazanmasına engel olduğunu düşündüğü mutlak içgüdüsel tasarım geliştirme
ve eski metodolojiyi eleştirmesini anlamamızı kolaylaştırıyor.
Wiel Arets:
Öyle bir alanda yaşıyoruz ki herşey çok çabuk değişiyor ve artık
"style" adıyla adlandırabileceğimiz bir formatta bir şeyler gerçekleştirmemizi
imkansızlaştırıyor. Örneğin bütün binaların farklılığına ve değişik
zaman dilimlerinde inşa edilmiş olmalarına rağmen Topkapı sarayında bugün
hissettiğim atmosfer çok ilginçti. Bu mekanı ilginç kılan binaların tasarımları
değildi mekanın genel anlayışı ve atmosferi idi. Hangi binanın ne malzeme
kullanılarak hangi stille yapılmışi olduğu bence önemsiz, benim orada gördüğüm
"modern şehir" idi.
Hasan Çalışlar:
Osmanlının farklı kültürleri özerk yapılarında birarada tutmaları
ise zaten globalizasyon'un ve çok kültürlü şehrin iyi bir örneği.
Wiel Arets:
Tabi. Bakın Hollanda hükümeti bana öğrencilerin en az yarısının
Hollandalı olması konusunda bir öneri getirdi. Ben ise önce alınacak öğrencileri
seçip bunun % kaçını hollandalı olacağını görmeyi tercih ederek red
ettim. Sonradan gördük ki ancak öğrencilerin % 5 i Hollandalı çıktı ve böylece
devam ettim. Şovenistik bir tutum içinde olan bir dekan olmak istemedim. Neden
% 50 si olacaktı ki. Bir kaçyıl geçince herkes gördü ve hak verdi çünkü
Berlage mezunu mimarların pek çoğu önemli işler yapan mimarlar oldular ve
Hollanda 'da ki firmalarda önemli görevler aldılar. Hükümetin bu sene aldığı
yeni karar bu anlamda sizin soru ile bağlantılanabilir. Üç yıl içinde
Hollanda 'da ki tüm üniversiteler İngilizce eğitim yapacak ve bunun globalleşmede,
diğer ülke ve kültürlerle ilşkilerin kuvvetlenmesinde çok faydalı olduğuna
inanıyoruz. Aynı zamanda ülkeye gelen yabancı öğrencilerin getireceği kültür
ve kimlik renkliliği ise bu anlamda Hollanda'yı aynı dönemin İstanbul'u ,
bugünün New York'u gibi plurikültirel bir yapıya kavuşturacak.
Arman Akdoğan:
Bu sene dekanlığınızın son senesi olduğu doğru mu?
Wiel Arets:
Dekan olarak enstitüdeki son yılım. Bunun için Hollanda'da mimari tartışma
başlatacak bir proje yapmak istiyorum. Zira Hollanda'da göründüğünün
aksine fazla mimari tartışma olduğunu düşünmüyorum ve bu zaafı mimarların
çok işi olmasına ve araştıma yapmaktansa geleneksel yöntemle iş yapmalarına
bağlıyorum.
Arman Akdoğan:
Hollanda devlet planlama teşkilatı'nın deklarasyonu olan 5.Nota daki
stratejik büyüme planını ve bu bağlamda gerçekleşecek Berlage Enstitusü'ndeki
Çifte Hollanda projenizi biraz açıklar mısınız?
Wiel Arets:
Bu sene Çifte Hollanda projesini araştırmaya ve eleştiriye açtım. Biz küçük
bir ülkeyiz ve bir anda nüfusun ikiye katlandığını düşünün. 16
milyonken 32 olsak ne yaparız? Böyle bir strateji kurmak mümkün olabilir mi?
Şehirlerin iyice yoğunlaşıp metropolitanlaştığı, kırsal kesimlerin
gitgide boş kalarak köylerin daha az nüfuslu yerler olabilirliği nedir? Ya
da yapılacak altyapı çalışmaları ile insanları köylere ve kırsal kesime
yerleştirip toplu taşıma araçları ile bu bölgeleri daha yaşanır ve yoğun
mu kılmalıyız. Bunun gibi dört beş seçeneğimiz olduğunu ve bunların
birbirinden farklı olduğunu düşünürsek ne yapmalıyız ?Nasıl bir altyapı
kurulmalı? Peyzaj ve kırsal kesim nasıl değişmeli ve biz şehrin tamamını
değiştirecek fikirlerimizi nasıl geliştirmeliyiz.? Neden insanlar bahçe içinde
oturmak için şehrin dışına gitmek zorunda kalsınlar? Biz onlara yerden 50
metre yükseklikte 40 m2 lik bir bahçe sağlarsak şehirde kalmak isterler mi?
Bizim neden insanların şehirde kalıp kalmamak istediklerini ve bunların
sebeplerini öğrenmemiz gerekiyor.
Kendimizi tarihi şehir merkezlerinden kurtarmamız gerekiyor, ben müze karşıtıyım
ve tarihi bir sarayda dolaşırken oranın neden bir müze olduğunu da başka türlü
kullanılmadığını anlamıyorum. Neden Ayasofya kilise yada camii olarak
kullanılmıyor ya da Topkapı aynı zamanda kamuya açık bir otel değil ?
Panteon yıllarca ibadethane , mahkeme, çarşı gibi farklı amaçlarda kullanılarak
ilginçliğini korumuş. Bizim Hollanda 'da çok dikkat etmemiz gereken bir
husus Amsterdam şehri. Burası turistik bir yer olduğundan beri kimse yaşamak
istemiyor. Bu amaçla yatığımız bu seneki program, şehrin nasıl gelişeceğini
de düşünmemizi sağlayacak. Peyzaj, altyapı, şehir merkezi, köyler ve ülkenin
nasıl değişim göstereceğini merak ediyoruz. Bunun sonucunda hükümete karşı
eleştiride bulunabilecek veriler elde etmiş olacağız. Biz Berlage olarak ülkenin
olduğu kadar Avrupa'nın da değişimi konusunda rol oynayacağımızı dşünüyoruz.
Yıllardır kuzey güney aksı üzerinde Rotterdam-Amsterdam-Bruksel- Paris
olarak düşünülen ve planlanan Holandayı değiştirmek istiyoruz. Neden
Amsterdam- Köln- Berlin-Viyana- Moskova diye bir aks hiç üretilmedi, geliştirilmedi.
Bunlar da değiştirmek istediğimiz düşünceler.
Kerem Erginoğlu:
Dekanlığınız boyunca Hollanda eğitim ortamında ne gibi problemlerle karşılaştınız?
Wiel Arets:
Söylemeliyim ki okulu ele aldığımda durumu pek kötüydü. Mali olarak çökmüştü
ve eğitimden sorumlu müdürden yönetim kuruluna değin herkes kapanmasını
istiyordu. Ben okulu kapatmamak için bir buçuk yıl boyunca sağa sola telefon
edip mektup yazarak durumu kurtarmaya çalıştım. Okulu kapamaya kalkışanlara
da para bulabileceğimi söyledim. Daha sonra başkana siz okulu kapamak
istiyorsanız ben de yönetim kurulundan kurtulmak istiyorum dedim. Bu aşamalardan
sonra okula yeni bir kurul oluşturmak iki yılımızı aldı ancak şu an
okulun durumu mali olarak kuvvetli ve çok sağlıklı. Doktora programına başlıyoruz
ve okulun pek çok dostu var. Bunlar Steven Holl, Zaha Hadid, Daniel Libeskind,
Jean Nouvel, Herzog, de Meron, Dominique Perrault, Hani Rashid, gibi isimler ve
okula sıkça geliyorlar, bu harika bir şey… Okul henüz 12 yaşında ve ben
7 yıldır dekanım ancak burası herkesin uğrayıp bir ders verip geçmekten
zevk aldığı bir mekana dönüştü.
Hasan Çalışlar:
Ya bundan sonra , dekanlığınız bitince ne olacak. Okul ve sizin açınızdan?
Wiel Arets:
Bu yılı bitince Japonya'da bir okul kurmak istediğim bir sır değil. Bunun
çok ilginç bir yer değiştirme olacağı kanısındayım. Berlage'ye ise yeni
bir dekan seçilecek. Benim bunun için bir adayım olabilir. Ancak dekanın değişmesi
yeni dekanın fikirlerini, kendi özel ilşkileri ve networkü sayesinde
yapabilecekleri ,yeni fikirleri Berlage'ye getirecektir. Bunun okul için
gerekli ve iyi bir değişim olduğu muhakkak. Bugün mimarlık öğrencilerinin
burunlarının çok iyi koku aldığını ve hangi okulu tercih edeceklerini çok
iyi bildiklerini söylemiştim. Artık eskisi gibi Yale çok iyidir, Harward çok
iyidir gibi bir sabit fikirle hareket edilmiyor dünyada. Bu okullara gelen
dekanlar, kendi vizyonlarını, mesleki çevrelerini, deneyimlerini, ilişkileri
ile orantılı yapabilecekleri projeleri bu okullara taşıyorlar ve lisansüstü
eğitimin kaderini değiştirebiliyorlar. Bu hareketleri çok iyi ve yakından
takip eden genç bir mimarlık öğrencisi kitlesi nereye gitmesi gerektiğine
kendi karar veriyor ve bu kitlenin kararları günümüzde okulları iyi veya kötü
yapabiliyor.
Arman Akdoğan:
Şu sıralar Hollanda mimarlık dünyasında dönen kritik ve dedikoduları
nasıl değerlendirdiğinizi sormak istiyorum. Bart Lootsma nın yayınladığı
" superdutch" kitabı başlığı sebebiyle epeyce elelştirildi. Rem
Koolhaas henüz Hollanda mimarlığının super kelimesini hakedecek bir
seviyeye gelmediğini söyleyerek Lootsma'yı eleştirdi. Siz Koolhaas'a katılıyor
musunuz?
Wiel Arets:
Okulda öğrencilik yıllarımda o yıllar için çok radikal ve önemli
"Widerhallen" adında bir dergi çıkarırdık. O yıllarda yaptığım
işe çok önem vererek bu yayınlarla üç yıl kadar uğraştım. Bu sebeple
de AA da ders vermeye çağrıldım. Sonraları biri bana Eindhoven'de ki okulda
bu derginin bir sergisini yapalım dediğinde bu işin parçası oldum ve halen
yaptığım en yanlış işlerden biri olduğunu düşünüyorum. Koolhaas kitabı
iki konuda eleştirdi. İlki bir başkasının super dutch yerine superalman
diye bir kavramla ortaya çıkması halinde bundan da çok memnun kalıp
kalmayacağımız sorusu üzerineydi. Diğeri ise kendini Hollanda mimarisinin
bir parçası olarak görmediğiydi. Ben her iki yorumuna da katılıyorum. Aynı
bu okul dergisinin sergisinde olduğu gibi ben bunun bir parçası olmak
istemiyorum. Bence Hollanda mimarlığı yok. Ben kendimi hollandalı bir mimar
olarak görmüyorum, görmedim ve görmeyeceğim. Bunun önemli bir meydan okuma
olduğunun farkındayım. Kendinizi Holanda'da hollandalı mimar olarak görürseniz
durumunuzu fazla belirlemiş olursunuz ve bu çok akıllıca olmayabiliyor.
Bence Hollanda ideolojisi diye de bir şey yok. Benim mimarim fransız yazarların
kitapları, fransız filmcilerin filmleri, filozofların fikirlerinden
Hollanda'dakilerden daha çok etkilenmişse, her Jjaponya'ya gittiğimde kendimi
daha rahat ve evimde hissediyorsam ve orada Hollanda'da olduğumdan daha çok öğrenebiliyorsam
neden kendimi Hollanda mimarisinin bir parçası olarak göreyim. Bugün mimarlık
teorilerinin ülke bazlı geliştiğini görmek hayli ilginç. Sizi ilgilendiren
bazı yayınlar arayıp bulduğunuzda işin sonunda mimar eğer bu benim
mimarim, benim fikirlerim diyebilmeli diye düşünüyorum veyine yaptıklarını
neden yaptığını, hangi fikirlerle ve neye , kimlere karşı çıkarak yaptığını
söylüyorsa benim için o mimar ve mimari saygınlık kazanır. Bu benim davranış
biçimim.
Hasan Çalışlar:
Zaten bu genel olarak Hollanda mimarisinde gördüğümüz kışkırtıcı
tavırın ta kendisi değil mi?
Gülüşmeler
Arman Akdoğan:
Üçüncü dünya ülkelerinde araştırma yapılabileceğini ve oralardan çok
öğrenebileceğimizi düşünüyor musunuz?
Wiel Arets:
Bence çok şey öğrenilebilir.Biraz önce Hasan bana Viet-nam ve Kamboçya'daki
gezisinde gördüklerini ve savaş alanlarında kurulan sistem ve tuzakların ne
derece ilginç tasarımlar olduğundan sözetti. Burada oradaki insanların düşünce
sistematiğini ve mantık yapısını anlamaya çalışmak önemli. Yaptığın
gezi her ne olursa olsun oradaki özneyi kendi düşünce sisteminin bir aynası
olarak kullanıyorsun. Bugün araştırma yaptığın konu , ülke yada bina eğer
daha evvel başkaları tarafından incelenmişse ve yorumlanmışsa buradan bir
fikir ve düşünce biçimi ortaya çıkartmak zor. Ancak bakir alanlarda araştırma
yaparak insanın fikrini geliştirmesi mümkün. 80 lerin başında Meksika'ya
Barragan' ın binalarını incelemeye gittiğimde herkes bana evlerinin kapılarını
açıyor ve satlerce misafir ediyordu. O zamanlar buralara gelen giden olmadığından
bu şansı bulabilip öğrenebiliyordum. Pencerenin kapının nerede olduğu değil
neyi neden yaptığını , neden Fransa'ya gittiğini, Ferdinand Braque ile
birlikte çalışmalarının etkilerini , Meksika kültürü etkisinin neden diğer
etkilere göre fazla olduğunu , atlara olan saplantılı merakını düşünebilecek
imkanım ve vaktim olmuştu. Jean Luc Godard'ın birsözü aklma
geliyor,"asla yapmak istedigini yapma, yalnızca yapabileceginin en iyisi için
çalış" yabancı ortamlara sokmamızın gerekliliğini düşünüyorum
Arman Akdoğan:
Berlage'de MVRDV'den Vinny Maas ile maksimum verimliliğin ancak istatiksel
veri tabanı bilgileri üzerine yapılacak kentsel tasarımlar ile mümkün olduğunu
iddia eden bir proje üzerinde iki yıldır çalışıyoruz. Siz de bu projede
de rol oynadınız. Maas'ın bu ideolojisine ne diyorsunuz?
Wiel Arets:
Maas'ın söyledikleri modern hareketin söylediklerinin tam zıttı. "Bu
bizim ideolojimiz ve hayat biçimimiz bunu takib etmeli" Mimar olarak buna
inanmamız artık biraz güç. Maas çok enteresan bir iş yapıyor ancak
tehlikeli bir oyun oynadığının farkında olmalı. Ebenburgh yakınlarında
Hagen Island'da yaptığı konutların bugün renkli bir ikon olmaktan öteye
gitmediğini ve mimari olarak boş olduklarını düşündüğümü söylemeliyim.
Bence mimari çok ciddi bir iştir ve malzemeden, süreden, insanların hayatını
etkileyecek çevreden , paradan, dayanıklılıktan ve gelecek nesillere aktarımdan
bahsettiğinizi unutmamamızın gerektiği bir iştir. Biz çok iyi bir
veritaraması yapıyoruz ve mimariyi kurduğumuz herşey bundan ibarettir
diyemezsiniz. Ben saf veritaramasına karşıyım, Tarihi teori felsefelerine de
olduğum gibi. İlerici bir araştırmaya inanırım ve veritaramasının tarihi
bir phenomena olarak değerlendiririm.
Ben Winny Maas'ın bir alan üzerinde yapılan veri araştırmalarında baştan
"mevcut durumu" kabul ettiğini düşünüyorum ve bu eleştirel bir bölgesellik
barındırıyor. 60 lı yıllarda insanlar şehirdışlarına gitti. Biz şehir
dışlarını değiştirmedik yalnızca onların ne istediğini dinledik. Oysa
veritaraması dinlemek kadar bilgiyi toparlamayıda içeriyor. Ben salt
istatistiksel veritabanı kullanılarak üretilen sonuç projelerinin karşısındayım.
Bir çevre vardır ve bu çevreyi değiştirmek istersiniz. Nasıl mı , bir virüs
koyarak. Virus'ü kurgularken tabiiki veritabanına ihtiyacınız vardır fakat
ardından çevreyi değiştirebilecek kadar kuvvetli pozitif bir virüsle uğraşmalıyız.
Biz mimarlar ileride olacakaların kehanetini yapamayız. Yapabileceğimiz
olabildiğince stratejik olabilmektir. Bilardo oynamak ginbi bir şey bu. Topa
vuruken bir tahmin yaparsın ancak vurduktan sonra bekleyip görürsün. Maas'ın
veritaramaları öyle bir obje yaratıyorki bu obje asla yeni bir çevre oluşturacak
progresif geri dönüşü yapamıyor.
Hasan Çalışlar:
Okulda bu kadar farklı fikirlerin biraradalığı iyi olmalı
Wiel Arets:
Okulda Eli Zanghelis, Raul Bounschoten. Gibi farklı sesler birarada. Winny
Maas'ında okulda olması ve bu tartışmaları yapabilmemiz çok iyi oluyor.
Ayrıca okula dışarıdan hakiki müşterileri, yatırımcıları politikacıları
çağırıp bu fikirleri ve stratejileri onlara da açıp görüşlerini alıyoruz.
Artık günümüzde mimarın kendi başına bir şey yapmasının mümkün olmadığını,
farklı disiplinlerin birlikte çalışmasının şart olduğunu savunuyoruz.
Buradaki her üye bunu savunuyor özelliklede Winny Maas, fakat kendisinin yöntemi
farklı ve Berlage'de araştırdığı konular için çalışma ve tartışma
ortamı sağlıyoruz. En iyi fikir mimarındır egosantrlikliğinden uzaklaştırmak
gerekiyor mimariyi.
Arman Akdoğan:
Hollanda mimarisinin geneli hakkında ne düşünüyorsunuz?
Wiel Arets:
Rem Koolhaas , van Berkel, Williem Neutellings, Winny Maas gibi isimleri
hakikaten farklı bir çevre için uğraştıkları için takdire değer
buluyorum, ama bu da beş altı isimden ibaret.
Arman Akdoğan:
Hollanda toplumu etik, çevre ve buna bağlı genel yaşam sistemlerini son
derece rahat değiştirip sorgulayabiliyor. Bu rahatlık nereden geliyor?
Wiel Arets:
Biz bir ticaret toplumuyuz. Eğer yeteri kadar kuvvetli iseniz kimliğiniz için
savaş vermenize gerek kalmaz. Çünkü kimliğiniz orada sizinle beraberdir.
Ayrıca küçük fakat çokuluslu olamamız da önemli.
Arman Akdoğan:
Doğa ile savaşarak ona karşı sistemler kurma geleneğiniz var. Denizden
kazanılmış bir ülke ve fiziki çevresine baktığımızda kocaman bir düzlükle
karşılaşıyoruz. Bunun mimaride ve peyzajda oynadığı rol nedir?
Wiel Arets:
Bu olgunun çok basit bir açıklaması ve güzel bir tarafı var. İsviçrenin
bir dağına inşa ettiğiniz zaman insanlar gelip size " oh, bu bizim dağımız
, ne güzeldi, ne yaptın" gibi sorular yöneltebilir Oysa bunu Hollanda'
da yaparsan kimse sana benim dümdüz kırlarıma ne yaptın demez. Çünkü ülke
suni bir ülkedir ve onu biz yaptık ve istediğimiz gibi değiştiririz.
Hollanda da herkes iyi mühendis olduğunu iddia eder ve diğer insanlar buna
inanır. Kurst deniz altısı battığında Ruslar gelip çıkarır mısınız
diye sorduklarında, Hollandalılar tabii dedi. Daha evvel böyle bir işi yaptıklarından
değil ama arayıp, araştırıp bu işi kimin yapabileceğini bulup organize
edebileceklerini bildikleri için. Bu çok mühendisvari bir yaklaşım. Her
soruna karşı problemsiz bir yanıt arama güdüsü, asla yapamam dememe ve keşifte
bulunma dürtüsü.
Bu soruyu iptal edebiliriz
Arman Akdoğan:
Projelerinizde farklı fonksyonları birlikte kullanarak homojen programlar
elde ediyorsunuz. Bunun tasarım yaklaşımı ve düşünce sürecini anlatır mısınız?
Wiel Arets:
Ilk projelerimden biri Maastrichte bir alışveriş merkezi idi. Phanteondan
bahseden bir yazı yazdım. Bana Maastrichteki alış veriş merkeezi le alakalı
böyle bir şeyi nasıl yazdın diye sordular. " Sen ikonlar merkezinde dönüp
duruyorsun" suçlamaları dahi aldım. Üç sebebi vardı. Öncelikle karşılaştırma.
Mağazanın bir alnı cephesi, kamusal alanı , vitrinleri, dükkanları, bahçesi
ve buna açılan alçak bir kapısı var. Bu merkez bitmeden evvel bana bir
berber, bir sanat galerici ve bir kuyumcu burda kendilerine ait bir mağaza olup
olamayacağını sordular.Bu aynı Pantheonda olan şeydi. Burası mahkeme iken
kilise sonrasında Pazar yeri olmuştu.Ben, aldığım her işte bir tür
program sıkıştırması yaşıyorum. Sonuç olarak pek çok şekilde kullanılabilecek
bir şeyi ben bu tür tasarlıyorum. Konferansta bahsettiğim sanat galerisi
sahibinin galeri -evini tavukları ile beraber yaşanacak bir mekan olarak
tasarlatmak için bana gelmesi bir tesadüf değil. Benim bu tür karmaşalarla
uğraşmaktan hoşlandığımıı anladığı için birlikte çalışmaya karar
verdi.
Bir konuda benim Hollanda'daki pek çok mimari büronun tersine, uygulama
projelerini kendimizin çizmesi konusundaki hassasiyetim. Bu konuda binanın
malzeme ve detay bütünlüğünün fikirle beraber algılanmasından yanayım
ve bu iki işin iki ayrı ekiple yürümesini doğru bulmuyorum.
|