Moda Sahilinde Otoyol İnşaatı
ya da Moda'nın Yer-Olmayana Dönüşümü
Erdal Özyurt
Arredamento Mimarlık, Mayıs 2003/5, s.104-106
"İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Kurbağalıdere ağzında,
31 Ocak 2003 tarihinde gerçekleşen temel atma töreniyle bir köprü ve
kavşak inşaatı başlattı. Büyükşehir Belediyesi'nin '550 fetih
projesi'nden biri olan bu projenin kapsamı, Kalamış'ı Moda üzerinden
Kadıköy'e bağlayacak bir ana arterle Moda sahilinin otoyola dönüştürüleceğini
gösteriyor. Bu köprülü kavşak, 1994 tarihli Nazım İmar Planı'nda
yer alan sahil otoyolunun ilk aşaması. Moda bir emrivakiyle karşı karşıya:
Köprülü kavşak yapıldığında, sahilin otoyola dönüşmesi de kaçınılmaz
olacak."
Moda Semt Girişimi'nin 22 Mart 2003
tarihli basın açıklamasından.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin "Kentim İstanbul"
kampanyası için yaptırdığı kamuoyu araştırmasında,
"nerelisiniz?" sorusuna "İstanbul" yanıtını
verenlerin oranı yalnızca % 33.9. Aynı soruya Moda sakinlerinin büyük
bir bölümünün vereceği yanıtın "Modalı'yım" olacağını
söylemek abartılı olmaz. Sorunun yanıtını, bir öznenin, bir yere
olan aidiyet duygusunun niteliği belirler. Fransız antropolog Marc Augé'ye
göre, "yer", kullanıcılarının her birinin, kendisiyle, diğer
kullanıcılarla ve bunların tümünün ortak tarihiyle olan ilişkisini
simgeler. Kimliğin, bağıntının ve tarihin simgeselleşmediği bir
uzam, yer-olmayan olarak tanımlanacaktır. Augé'nin üstmodernlik olarak
tanımladığı, tarihin hızlandığı ve uzamın daraldığı günümüz
dünyasında, özellikle metropollerden başlayarak her yer, bir
yer-olmayana dönüşmektedir. Ancak yine Augé'ye göre; tüm kentsel
doku, bütünsel olarak üstmodernliğin etkisinde değildir ve kentler hâlâ
bir bölümleriyle bir "yerler bileşimi"dirler. Diğer bölümleri
ise Jean-Paul Dollé'nin ifadesiyle "genelleşmiş kentsel"dir
ve bu "kentselin genelleşmesi" öncelikle teknokratik bir şiddetin,
bir dolaşım ve iletişime sokma saplantısının sonucudur. Sanki
kentsel uzamlar, bugün yalnızca yer değiştirmeleri kolaylaştırma, ya
da dolaşım yollarından görülmek için yapılmış gibidirler. Ancak
kentin evrime uğrayarak var kalabileceği ve ne bir koruma alanı ne de
bir müze olmadığı açıktır. Yine Augé'nin deyişiyle yer-olmayanın
özgürlüğü yalnızlık çılgınlığına kadar gidebilir, tıpkı yer
duygusunun duyu aşırılığına gidebileceği gibi. Peki, bütün bunların
ışığında bakacak olursak, Moda nasıl bir yerdir? Modalılar'ın
aidiyetleri neyin üzerinden tanımlanmaktadır?
Coğrafi olarak Moda, Kadıköy yarımadasının Marmara denizine
uzanan en uç noktasında bulunan Moda burnu falezi üzerinde yer alır.
Resmi kayıtlarda ise Kadıköy merkez ilçesini oluşturan üç
mahalleden biri olan Caferağa Mahallesi'nin bir semtidir. Diğer semtleri
ise Bahariye, Mühürdar ve Şifa oluşturur. Fakat gündelik dilde, bu
yazıya da konu olan niteliklerinden ötürü bütün Caferağa
Mahallesi'ne "Moda" denir. Dolayısıyla "Moda sahili"
denildiğinde de Mühürdar'dan Kurbağalıdere'ye kadar olan kesim anlaşılır.
Bir aidiyet nesnesi olarak Moda'dan söz edildiğinde ise akla hemen, içinden
geçilmeyen, gitmek için gidilen, insanın kendini evinde hissettiği,
zamanın yavaş aktığı, huzurlu, denizle sakin bir ilişki kurulan bir
"yer" gelir.
İstanbul, 2000-2500 yıl öncesine götürülebilen bir tarihsel geçmişin
mirasını barındırır. Ne var ki, Moda Burnu'nu oluşturan falezin üzerinde
çok eskilere tarihlenen bir kültür varlığı yoktur. Burada Halkedon
akropolünün ve Apollon tapınağının yer almış olduğu ise sadece
bir söylentidir. Osmanlı'nın son döneminde Levantenler'in yaşadığı
bir yer olan Moda birkaç okul yapısı ve bir-iki konak dışında bu döneme
ait kültürel varlıklarını da kaybetmiş ve İstanbul'un 1950 sonrası
hızlı ve anonim yapılaşmasından payını almıştır. Yapılanma
ortalama beş katlı, sıkışık, daracık sokaklı ve büyük çoğunluğu
ikamet için kullanılan apartmanlardan oluşur. Bütün bu olumsuz sürece
rağmen Moda'yı bir yer yapan en önemli iki unsurdan biri yolla kurduğu
doğru ilişki, diğeri ise denizle kurduğu dolaysız ilişkidir.
Moda bir yarımadanın ucunda yer aldığından, Kadıköy'ün transit
trafiğinin dışında kalır. Bu nedenle, Paul Virilio'nun ironik bir biçimde,
"içine yerleşilebilir dolaşım" olarak tanımladığı
kentin aksine, içinde dolaşılan yerleşim olma niteliğini bugüne
kadar koruyabilmiştir. Yine konumundan dolayı, denizle dolaysız bir ilişkisi
olmuştur. Falez yapısı nedeniyle bir kıyı şeridine sahip olmamasına
rağmen, özellikle Moda deniz hamamı bu ilişkinin yoğun bir biçimde
yasşanmasına olanak sağlar. Ancak, 1990 sonrasında gerçekleştirilen
dolgu bu ilişkiyi doğal olmaktan çıkaran ilk müdahale olur. 1994 nazım
imar planında ise bu dolgu alanın otoyol olması öngörülür. Fakat
daha sonra aklıselimin hakim olmasıyla, otoyol yapımından vazgeçilir
ve dolgu alan bir rekreasyon alanına dönüştürülür. Bu yeni durum
tam da Modalılar'ın yaşamlarında yerini almaya başlamışken otoyol
projesi yeniden gündeme gelir ve kabus yeniden yaşanmaya başlar.
"Otoyol" Marc Augé'nin "yer-olmayan" kavramsallaştırmasının
başat ögesidir. Yere ait değildir, standarttır. Genişliği,
malzemesi, sınırlayıcıları, aydınlatma elemanları, işaret levhaları,
çizgileri, hız sınırı ve üzerinde hareket eden nesneler her yerde
aynıdır. İsmi yoktur, numarası vardır. Yer-olmayanın dönüştürücüsüdür.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin, Moda'yı denizden koparıp, sahil
otoyolunun oluşturduğu kalın bir konturla "resmin" içine
dahil etme isteği, geriye dönüşsüz bir biçimde Moda'nın
yer-olmayana dönüşümünü gerçekleştirecektir. Moda artık kaotik
kente sırtını dönmüş konumunu, dinginlik ve zamansızlık duygusunu
yitirecektir. Artık dışarıdakiler Moda sahilini otomobillerle
deneyimleyeceklerdir. Otomobildekiler ise, tüm yer-olmayanlarda olduğu
gibi, otomobilden deneyimleyeceklerdir. Halbuki şu anda Moda'da
otomobiller hareketsiz, insanlar hareketlidir.
Peki bütün bunlar ne için yapılıyor? Yetkililerin açıklamaları
"kamu yararına" olduğu yönünde. Üstelik daha önce yapılan
benzeri yapılanmaların sorun çözücü değil, sorun üretici olduğu görüldüğü
halde. Kaldı ki, bu müdahaleler sonucunda, kaybedilen ve kazanılanın
muhasebesi de yapılamıyor. Çünkü kaybedilen "nitelik",
kazanılan ise "nicelik". Bu müdahaleler 1950'li yılların başından
itibaren, İstanbul'un bütün ayırıcı özelliklerini yok etti. Deniz
surlarının, Salacak'ın, Dragos'un bağlamından, yani denizden koparılması
hakikiliklerini kaybetmelerine, anlam bağlamlarını yitirmelerine neden
oldu. Sürekli deklanşöre basan bir Japon turist grubunun tarihsel mekânları
bile bir yer-olmayana dönüştürebildiği günümüz dünyasında,
Moda'yı hakiki yapan, ne bağlamından koparılmış bir turistik nesne,
ne de dolaşımın içinde bir yerleşim olmasıdır. Burada
"hakikat" insan ve yer ilişkisindedir.
Yer-olmayan, içinde yaşadığımız dünyanın kaçınılmaz sonuçlarından
biridir şüphesiz. Augé'nin tanımıyla üstmodernliğin ya da yaygın
deyişle postmodern durumun en önemli oluşturucusudur. Charles
Jencks'in, "madem bu durum kaçınılmaz, mutlaka iyi bir yanı da
olmalı..." demesi, durumdan vazife çıkaranların önünü etik
anlamda açsa da, bu dünyada azınlıklara da yer vardır. Çünkü,
yerin yer-olmayana dönüşüm hızı, öznenin özne-olmayana dönüşüm
hızından kat kat fazladır. Öznenin sahip olduğu "kollektif bilinç"
yeri unutmamakta ve onu aramaktadır. Vincent Descombes'un "kişi
nerede kendi evindedir?" sorusuna yer-olmayanın yanıtı,
"burada kendi evinde değildir, ama başkalarının evinde de değil!"
olur. Aynı soruya Moda'da verilecek yanıt ise, "semt sakinleri
burada kendi evlerindedir, misafirler ise başkalarının evlerinde"
olacaktır.
Evet, Moda otoyoluna karşı çıkmak gerek. Sonunda Sully Prudhomme'un
deyişiyle "Dokunmayın. Zaten kırılmış!" dememek için.
|