İlk in Milano sergisinin temelleri nasıl atıldı? Nasıl bir araya geldiniz?
Serginin danışma kurulunda yer alan tasarımcı Can Yalman, böyle bir oluşumdan bahsetti ve seçici kurulun ön elemesinden geçerek “fes.ti.val keçe halı” Milano’da sergilenmeye karar verildi.
Sizce bu serginin Türk Tasarımı için önemi nedir?
Sergiye katılan tasarımcılar zaten önemini kavramış ve böyle bir oluşumu Nurus’un özverisiyle gerçekleştirerek ispatlamış durumda, önemli olan “yaratıcı marka” olmak isteyen diğer sanayicilerimizin bu serginin önemini kavraması. İyi niyetli bir dilek olarak bu serginin kazandırdığı ortak ivmenin “Çağdaş Tasarım Müzesi” açılışına kadar uzanan bir süreçle sonuçlanması.
Türkiye’den çıkan tasarımlar ve tasarımcılar yurtdışında çeşitli platformlarda tanınmaya başladılar, Ilk in Milano ile biraraya gelmenizin avantajları neler olacaktır?
“Batılı gibi olmak” başlığında her alanda bir süreç yaşanıldı ve hala yaşanıyor. Geçmişin ve bugünün tasarım ürünlerine ekonomik, etik ve estetik açıdan “değer” biçen, değer atfettiği ürünleri koruma altına alan ve bu ürünleri insanlığın kültür mirası olarak selamlayan da aynı batı kültürleridir. İçinde yaşadığımız dünyayı kendinin kılma ve bu sayede bu dünya üzerinde etkide bulunma kapasitesi sekteye uğrayan bir toplumun tasarımcıları olarak Batı’ya kendini kabul ettirme ve içeride de doğulu gibi, bireysel içgüdünün yasaklanmasıyla tasarladıklarını üretememe korkusuydu aslında bir türlü çözemediğimiz sorunun cevabı. Bu sergiyle “kapıdaki doğu’lu” imajının biraz olsa kırılacağı umudundayım, en azından karşılığı bu olmalı. Bu coğrafyanın yaratıcı değerlerinin sadece spor-turizm ve Eurovizyon’dan çıkmadığının özel bir anlamı yüklü bu sergide. İkinci en önemli etkisi “sinerji ve empati” yaratması olabilir; çeşitli sektörlerden farklı malzeme ve üretimlerle yaratıcılığın ortak bir coğrafyada toparlanabileceğinin ispatlandığı söylenebilir.
Türkiye’nin tasarım ve üretimi açılarından nasıl bir platform olduğunu düşünüyorsunuz?
İhracat artığı ürünlerin gerçek tasarımlarmış gibi pazarlandığı fasoncu bir ülke olduğunu düşünüyorum. Kendi yerel yaşam kültürü hiç yokmuş gibi davranıp, ihracat rakamlarıyla övünen ve batılı bir gözün ilk bakışta fark ettiği “farklılığa” şaşırarak-sevinerek daha kaç yılın geçeceğini merak ediyorum. Sanat-zanaat tasarım gibi yaşam kültürünü var eden asıl kimlikler gözden kaçtığı vakit, sadece yüzeyde gözüken kimi popüler anlayışlarla, kimliksiz ve pratiklerle yaşanan bir platformda ayakta durmaya çalıştığımız söylenebilir.
Türkiye’de de tasarıma yönelik çeşitli etkinlik ve buluşmalar gerçekleşiyor; bunun tasarımcıların ürünlerini üretilmesi ve tüketilmesi için rasyonel bir desteği oluyor mu?
1988 ETMK kurucularındanım ve logosunu tasarladım, 1998 Designers’ Odyssey ürün heykelciğini tasarladım, çeşitli meslek dergi ve gazete eklerinde yazılarım yayınlanmakta, üç üniversitede yarı zamanlı öğretim üyeliğim devam etmekte, 2004 yılında düzenlenen “AD-İstanbul Tasarım Haftası” küratörüydüm, 2005-2006 yılın tasarımı ve genç tasarımcısı yarışmalarında uluslararası jüride üyelik yaptım, 1.000 maddelik “Tasarım Okuma Kılavuzu-TOK” adlı derlemem bitmek üzere; mesleğe destek ve ilerlemesi anlamında her alanda faal olmaya çalışıyorum. Gözlemlediğim en büyük gelişme “cari açık”. İthal, sözde yaratıcı markalar tarafından sarmalanmamız ve her yıl mezun olan yeni tasarımcı adaylarının kendi meslekleri dışındaki alanlarda iş bulmak zorunda olmaları.
Türkiye’de tasarımı canlandıracak veya teşvik edecek ne tür çalışmaların yapılmasını isterdiniz?
Akıcı Düşünce çağında yaşıyoruz; kültürden diğer bir kültüre, disiplinden disipline, rollerden görevlere, beceriden ustalığa, her şeyin bir yerden bir yere akışının engellenemediği bir çağdayız. Tasarım ürünlerine de yüklediğimiz anlamlar bu akışkan yok oluşluk içinde flulaşıp yitip gitmeye başlıyor. Nerede başladığımızı ve “2007 İlk in Milano” sergisiyle nereye vardığımızın kayıt altına alınmasında büyük fayda var. Geçmiş yaşantıların tasarımcıları yani zanaatkarlar ve onların ruhlarını yansıttıkları yok olmaya yüz tutan ürünlerinden başlayarak, Cumhuriyet tarihi boyunca yaratılan ürünlerden bir arşiv ve hafıza oluşturulmasının zamanı geldi diye düşünüyorum.
Milano Fuarı farklı ülkelerin tasarımcılarını bir araya getiren saygın bir platform, bu sene Milano’da hangi tasarımcıların ve ülkelerin öne çıkacağını düşünüyorsunuz?
Tabî ki Türkiye.
Milano Fuarı’ndan beklentileriniz nelerdir?
Tasarım; günümüzde sadece cazibe merkezi olacak güzellikler yaratıp peşinde koşan bir kavram haline geldi. Asıl yola çıkış noktası olan “bir şeye işaret etmek”, “benzerleri içinden farklılaşmak” misyonunu yitirdi. Beğendim-beğenmedim sığlığında algılanacak ürünler zaten mavi bilye’mizi kaplamış durumda. Gelinen bu noktaya atıfta bulunmak için seçildiğini düşündüğüm “fes.ti.val keçe halı” aslında provakatif bir ürün. Akılcı gözlerin alt metinlerini okuyacağı inancındayım.
Milano Fuarı’ndan sonra hedefleriniz nelerdir?
Yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak yeni nesillerle deneyimlerimi paylaşıp kafalarını karıştırmaya ve daha çok yaratım için disiplinler arası üretim yolculuğuna devam edeceğim. Tasarım mesleği; problem çözmeye odaklanmış ve verilen “brief” doğrultusunda zamanlaması-bütçesi ile yaratıcılığımızın satın alındığı, sınırların zorlandığı, referanslarla gelişen bilimsel bir yolculuk olduğunu her defasında hatırlatmaya çalışacağım.