
Hitchcock’un “Dial M for Murder” ya da “Strangers on a Train”inde olduğu gibi bir anahtar ya da bir çakmak, hikaye içinde kilit bir noktada bulunuyor. Dolapların ve çekmecelerin rollerine de pek çok filmde rastlanıyor. Bazı film yönetmenleri, filmlerinde kullandıkları odalardaki ve mutfaktaki çekmeceleri kendi malzemeleri için depo yerleri olarak kullandıklarını itiraf ediyor. Tabi bu çekmecelerin ve dolapların içi hiçbir zaman gösterilmiyor ve ayrıca da film yapımcılarının kendisine dolapların gerçekten kullanıldığı imajını veriyor. Tasarlanmış setlerde bile bu gerçekliğin olması gerekiyor. “The Damned” filmini çekerken Luchino Visconti, Altona Köşkü’nün mutlaka gerçek ahşap parkelerle döşenmesini istemiş. Ancak bu şekilde oyuncuların kendilerini oraya ait hissedebileceklerine ve ikna edici olabileceklerine inanmış.
Gerçek mimarlık ise gerçekte yaratılan mekan ile zihinde yaratılan mekan arasındaki deneysel duygu ve anlam değişimine yer veriyor. Sinema sanatı bu etkileşim içerisinde mimarlık mesleğini hassaslaştırıyor, çünkü sinema mimarisi tüm duygusal alanları kullanıyor. Örneğin, Tarkovsky’nin filmlerindeki dokunaklı mimari, mimarları yaptıkları mekanlara, gerçekten içinde yaşanabilecek şekilde duygusal anlamlar katmaya teşvik ediyor. Günümüzde yapılaşma, hislerimizi sosyal yaşamın hizmetinde standartlaştırıyor ve insanların çeşitli psikolojilerde karanlık ve korku, düş ve hayal, mutluluk ve coşku gibi uç duygular yaşamasını sansürledi. Bu bastırılmış duygular, yine de ortaya çıkarılmayı bekliyor. Endişe ve yabancılaşma, bu akılcılık içinde gizleniyor ve günümüzün duygusal içeriklerini oluşturuyor. Gizli saklı olan taraf, her an sahneye girmeye hazır bekleyen zıttını, korkutucu olanı, içinde saklıyor.
Sinema ve Mimarlık