
Güzel bir filmin değeri, gözünüzün önüne yansıttığı görüntülerde değil, ruhunuza dokunan hayallerde ve duygularda. Fritz Lang, “M for Murder” filminin içeriği hakkında şöyle söylüyor: “Filmimde şiddet yok, olursa da sahne arkasında olur. Bir örnek vereyim. Küçük kızın öldürüldüğü sahneyi hatırlarsınız. Gördüğünüz tek şey bir topun yuvarlanması ve sonra da durması. Sonra uçup giden bir balon ve telgraf tellerine yakalanmasıdır. Şiddet zihninizin içinde.” Catherine Breillat da görülmeyen görüntülerin güçlü ifadesi hakkında benzer bir yorumda bulunuyor: “Yönetmenin işi bir bakıma hipnotize etmektir. İzleyiciyi, görmediği bir şeyi gördüğüne inandırması gerekir. 'Parfait Amour' filmimde bir tutku cinayetiyle biten final sahnesindeki abartılı kanlı görüntüler yüzünden bir izleyicim şikayet ediyordu. Ama kan sadece onun zihnindeydi. Ekranda kesinlikle gösterilmemişti.”
Mimarlığın da aynı şekildeki gücü, dikkatimizi dışarı, yani kendisine çeviriyor. Mükemmel mimarlığın sanatsal değeri somut olarak varlığında değil, gözlemcide uyandırdığı hayallerde ve duygularda yer buluyor. Muhteşem bir bina bize yerçekimini, zamanı ve –sonuçta- kendimizi deneyimletiyor. Olumlu bir mimari deneyim “kendimiz”in deneyimi oluyor. Bizi ikna edici ve ümit verici bir şekilde, bir bütün olan kültürümüzün içine yerleştiriyor, geçmişi anlamamızı ve geleceğe inanmamızı sağlıyor.
Sinema ve Mimarlık