İran'da Bem Kenti'ni yerle bir eden deprem önemli bir soruyu gündeme getirdi:
Japonya'da veya ABD'de benzer büyüklükteki depremler kayda dahi girmeyen hasarlar ve can kaybı olmaksızın atlatılırken, İran'da neden on binlerce kişi öldü? Bu soruyu 'azgelişmişlik', 'doğulu olmak', 'insan hayatına değer vermemek' gibi gerekçelerle açıklayanlar ise çoğunlukta.
Gazetelerde yeralan fotoğraflara baktığınızda, binaların çok katlı olmadıklarını görüyorsunuz. Bem kentinde büyük toprak yarılmaları, zeminle ilgili kaymalar olmuş gibi gözükmüyor. Yıkıntıların fotoğraflarına baktığınızda binaların neredeyse tamamının kagir olduğunu görüyorsunuz. Binalar kerpiç tuğlası, taş ile inşa edilmişler. Anadolu'da, Balkanlar'da, Orta Avrupa'daki eski yapılarda gördüğünüz ahşap dikmeleri, çatkıları ve kuşakları bu yıkılan binalarda göremiyorsunuz. Demek ki Bem'deki binaların yıkılmasına yolaçan şey zeminlerinin sağlam olmaması, binaların betonarme strüktürünün zayıflığı gibi nedenler değil, geleneksel yapı sisteminde bağlayıcı bir malzemenin yokluğu. Bem kentindeki binalar meydana gelen depremin büyüklüğü nedeniyle değil, büyük bir olasılıkla bu nedenle yıkılmışlar. Tarihi yapılar bugüne kadar bu büyüklükte bir deprem geçirmemiş oldukları için ayakta kalmışlar.
Hemen şunu düşünüyorsunuz: Tıpkı Türkiye'nin olduğu gibi, İran'ın da büyük bir bölümü deprem tehdidi altında. Eğer uzmanlar depremden önce fay hatlarını ve yapıların statik koşullarını incelemiş ve ülkenin bir risk topografyasını çıkarmış olsalardı, İran Bem kentinde bu deprem olmadan önce bir yeniden yapılanma programına girişir, petrol gelirinin yüzde biri ile buradaki binaların duvarlarının hatıllarla bağlanmasını, köşelerinin çelik veya ahşap kafeslerle sağlamlaştırılmasını ya da gerekiyorsa yapıların bir bölümünü yıkıp yeniden yapabilirdi. Depremde on binlerce insan ölmezdi. Hatta -öyle tahmin ediyorum ki- bu iş için İran'ın petrol gelirlerinin bir bölümünü ayırmasına bile ihtiyaç yoktu. Üniversiteler, meslek örgütleri, hükümet dışı kuruluşlar yalnızca risklere işaret etmekle kalmazlar. Uzmanlık kurumları, profesyonellerin örgütleri kentin deprem karşısındaki riskini görüp, halkla birlikte çözümler üretirlerdi. Bem kenti tarihi bir kent olduğu için tarihi yapıları korumakla ilgili koruma kurulları halka proje desteği verir, turizm potansiyeli yüksek olan kent küçük turizmcilik, pansiyonculuk yaparak düşük faizli kredilerle kalkınırdı. Dolayısı ile yalnızca bölgede yaşayan on binlerce insan yalnızca bir anda telef olmazdı, aynı zamanda da yoksullaşmazdı, refah seviyesi yükselirdi. Üstelik halk, gene tarihi kentlerini koruyarak, gene yerel malzemelerini kullanarak, gene aynı hayatı sürdürerek çok daha kaliteli bir yaşam seviyesine ulaşabilirdi.
Öyle tahmin ediyorum ki, İran'ın Bem kentinde hiçbir uzmanlık kurumu kalkıp bunu halka anlatmadı. Üniversitelerin yaptıkları araştırmalar halkın yararına kullanılamadı. Hiçbir hükümet dışı kuruluş bu konuda bir faaliyette bulunmadı. İran'ın Bem kentinde bu nedenle halk yöneticilerden yapıların sağlamlaştırılması ile ilgili düzenleyici işlevleri talep edemedi. Büyük bir olasılıkla İran'ın Bem kentinde halk depremi 'karşı konulabilir bir olgu' olarak değil, çaresizlik içinde görüyordu. Bu nedenle sesini bile çıkaramadı, kimseden yardım isteyemedi.
Uzmanlar 'kullanım dışı' kaldı
İran'da üniversiteler, araştırma merkezleri yok mu? Mimar, mühendis, şehir plancısı yok mu? Hiç şüphesiz İran'da da köklü üniversiteler var. Yetişmiş binlerce teknik uzman var. Aydınlar var. İran'daki üniversitelerin, meslek insanlarının durumu Türkiye'dekinden çok farklı değil. Ancak büyük olasılıkla kentlerin, kamusal işlevlerin, hizmetlerin, herşeyin daha fazla tasarlandığı bir çağda, İran gibi ülkelerin üniversiteleri, uzmanlarının kamusal sorunlar karşısındaki konumları 'premodern' kaldı. Üniversitelerin, uzmanlık kurumlarının ürünü olan profesyonel hizmetler, tıpkı geleneksel bir sosyal yapılanmada olduğu gibi kendi içine kapandı. Bu kurumlar bir sivil toplum kesimi olarak kendi kamu yararı kavramları ile uzmanlık konumlarını örtüştürdüler. Bu nedenle uzmanlık hizmetleri meşru, talep edilir, sivil toplumun taleplerini güçlendirecek bir işlev görmediler. Uzmanların, üniversitelerin, meslek insanlarının modernleştirici rolünün yerini kamusal alanda ayrıcalık elde etmeye yarayan kapalı cemaat ilişkileri aldığında uzmanlıklar da uzmanlık olamadı. Büyük olasılıkla İran'da uzmanlar ve üniversiteler premodern üretim ilişkilerinde olduğu gibi kendilerini bürokrasiye ve müşterilerine hizmet veren kişiler gibi gördüler. Bu nedenle teknik uzmanlıklar kitlelerden yalıtıldı.
Bu yüzden yerleşimle ilgili riskler halkın ilgi alanına girmedi, profesyonel hizmetler karanlıkta kaldı. Belki de bu nedenle İran'da daha bir çok riskli bir çok yerleşim alanı depremde yıkılmak üzere bekliyor.Türkiye'deki gibi üniversite döner sermayelerinin kağıt üzerine yaptıkları imar planlarının, halktan ve sorunlardan bağımsız olarak uzmanlık kurumları tarafından kamuya verilen uzmanlık hizmetlerinin halkın ölümcül deprem riski gibi sorunlarına cevap vermesi elbette beklenemezdi. Uzmanlıklar modernleşemeyince, projelendirme, planlama gibi üstdiller bir grup uzman ve seçkinin kendilerini temsil ederken, toplumu temsil etme iddiası taşıdıkları bir mecaza dönüştü.
Üniversiteler öğrencilerini bu durumu sorgulayacak uzmanlar olarak değil, diploma ile yetkilendirdikleri kişiler olarak yetiştirdiler. Bu rolü sivil toplumu temsil iddiasında olan siyasetçiler oynayamazdı. Büyük olasılıkla İran'da da meslek insanları profesyonel ilgi alanlarını kendilerine sipariş verilen iş merkezleri, dev kamu binaları, belediyelerin bitmek bilmeyen park ve meydan düzenlemeleri üzerinde yoğunlaştırdılar. Halkın önceliklerini belirlemesine yardımcı olacak bir biçimde kamu işlevlerinin şeffaflaşmasını, bundaki sorumluluklarını önemsemediler. Kendi yararlarını halka 'bilim' diye sunmaya kalktılar ve halk onların yaptığı planları, tarihi yapıları korumak için koydukları kuralları kendilerine "eziyet edilmek ve birilerine çıkar sağlamak için uydurulmuş kurallar" diye algıladı. Bu nedenle tarihi bölgelerdeki yapı stoğu giderek köhnedi. İçlerindeki az miktardaki bağlayıcı malzeme bakımsızlıktan çürüdü.
Büyük bir olasılıkla İran'da da uzmanlar -aynı Türkiye'de olduğu gibi- bu nedenle 'kullanım dışı' kaldılar.
Afetler: Çağımızın vebası
Tıpkı ortaçağ kentlerinde yaygın ölümlere yolaçan veba salgınlarında olduğu gibi, kentliler çaresizlik içinde, ne yapacaklarını bilemez bir biçimde felaketlere maruz yaşıyorlar. Depremden tıpkı ortaçağda kentlilerin vebadan korkması gibi korkuyorlar. Veba karşısında çaresiz kaldıkları gibi bekliyorlar. Deprem gibi afetler, 'bilim' adı altında uzmanlık bilgisini bir inanışa dönüştüren, kentlilerin asgari akılcılaştırma fırsatlarından mahrum bırakan premodern kurumlar, ilişkiler ve zihniyet yüzünden 'çağımızın vebası'.
Bizim kendimize sormamız gereken soru ise şu: Bugün kentilerin tıpkı ortaçağ kentlerindeki veba salgınları karşısındaki gibi çaresiz kalmalarını, ölmelerini kabul edilebilir buluyor muyuz?
Korhan Gümüş
Bem Depremi