reklam

Konut ve Yerleşme Kültürü Üzerine Yazılar
Diyalog 2002 - II > İhsan Bilgin

Tarih: 30 Ekim 2002
Yer: Arkitera Forum

 

1 2 3 4 

Modernleşmenin ve Toplumsal Hareketliliğin Yörüngesinde
Cumhuriyetin İmarı
1

Modern toplumun, piyasa toplumunun kuruluş hikayesi genellikle bir sarmal şeklinde anlatılır: Yaklaşık 16. yüzyıldan itibaren başlayan keşifler, kıtalararası ticaret ve sömürgecilik, ulus-devletin ve yeni kurumların inşası, bilimsel keşifler ve teknolojik buluşlar, sekülerleşme ve zihniyet değişimi bir sinerji yaratmış ve 
19. yüzyıldaki sıçramayı ve alt-üst oluşu gerçekleştirmiştir. 19. yüzyıldaki sıçramanın -ya da madalyonun öteki yüzünden bakarsak "alt-üst oluşun"- birbirini koşullayan iki önemli sonucu olmuştur. Bunlardan birincisi "topraktan kopma"dır. Topraktan kopma iki anlama birden gelmiştir: Birincisi, toprağı işlemekten, toprakla haşır-neşir olmaktan, toprak üzerinde üretim faaliyeti içinde olmaktan kopma; ikincisi ve bir ölçüde mecazi olanı da bulunulan, kök salınan, ait olunan yerden kopma. Birincisi toprakla iktisadi bağları, ikincisi de sosyal ve ontolojik bağları koparmak anlamına gelir. Topraktan kopmanın, her iki anlamıyla da kesin sonucu "köylülükten çıkış"tır. 19. yüzyıldaki sıçramanın ikinci önemli sonucu da üretimin artık eskisinden nitelikçe farklı bir teknik, örgütlenme, yatırım ve ilişki birikimi anlamına gelen makinalar üzerinden ve kentlerde (ya da en azından maden yataklarının çevrelerinde odaklanan ve antik ya da ortaçağ kent formatlarıyla benzerlik taşımayan yeni yoğunlaşma alanları olan "kentimsi" yerlerde) yapılmaya başlanmasıdır. Bu süreç de "sanayi toplumuna geçiş" olarak adlandırılır. Kısacası tarım toplumundan çıkılmış, sanayi toplumuna geçilmiştir, ya da geçilmektedir. Ancak tarım toplumu ile sanayi toplumu arasında asimetrik bir ilişki vardır: Birincisi görece yavaş değişen, düşük tempolu değişim içinde kendini yeniden-üretebilen, kısacası varlığını sürdürmek için büyümeye ve yayılmaya ihtiyaç duymayan kararlı ve stabil bir yapı iken, ikincisi varlığını sürdürebilmek, kendini yeniden-üretebilmek için değişme ve harekete ihtiyaç duyar. Olduğu gibi kalamaz: ya büyüyecek ve genişleyecek, ya da varlığını sürdüremeyecek, yok olacaktır. Son iki yüzyılda kayda değer yapısal değişimler geçiren modern toplumun değişmeyen belirleyici özelliği, büyümeye ve genişlemeye, dolayısıyla da artan hareketliliğe olan ihtiyacı olmuştur.2 Buradaki büyümeyi ve genişlemeyi, hareketliliği tanıdık, alışıldık sınırlar ve ilişkiler içinde seyreden "gelişme" ile karıştırmamak gerekiyor. Bu bütün toplumsal yapıları birden karakterize eden bir genelleme olurdu. Modern toplumu ayırdeden, genişlemenin ve değişmenin sıçramalı, kesintili, dolayısıyla ters-yüz edici biçiminin kalıcı bir özelliği haline gelmiş olmasıdır.

Modern toplumların kurucu ve asli özelliklerinden olan "toplumsal hareketlilik", fiziki çevrelerin özelliklerini anlamak bakımından da ayırdedici ve öncelikli bir konuma sahiptir: Modern şehirlerin ve şehirlerarası yerleşim alanlarının imar tarihleri ve imar katmanlaşmasının ifadesi olarak ortaya çıkan fiziki çehreleri, toplumsal hareketliliğin üç ögesi tarafından belirlenir: İnsanların hareketi, emtianın hareketi, paranın hareketi.3 Yapılı çevre de bu çok yönlü hareketlilikten payını alır ve stabilize olamama, kararlı bir dengeye kavuşamama eğilimi taşır. Çoğunlukla fiziki olarak eskime fırsatı bulamadan, yeni işlev ve gereksinim tanımlarıyla, yeni yatırım iştahlarıyla, yeni planlama vizyonlarıyla, kısacası yeni toplumsal iradelerle ve reflekslerle sosyal olarak eskir. ?ehirler ve şehirlerarası yerleşmeler bir yandan büyüme ve genişleme, öte yandan da yeniden işlevlendirilme, revize edilme, yıkılma ve yeniden yapılma eğilimi taşırlar.4 Aksi halde de terkedilme, "çökme"5 tehdidiyle karşı karşıya kalırlar. Dolayısıyla şehirlerin, şehirlerarası yerleşmelerin fiziki yapısı da, tıpkı toplumsal yapı gibi olduğu gibi kalma, kendini eskiden olduğu gibi sürdürerek gelişme şansına sahip değildir. Ya değişecek, yeniden yapılanacak, yani "hareket edecek", ya da düşecektir: Gerçek anlamıyla düşmese de mecazi anlamıyla "gözden düşecektir".

Modern piyasa toplumu içinde üretilen ve dolaşıma giren artifaktların ortak özellikleri de prototipleşme ve biçimsel (stilistik) farklılaşmadır.6 İlk kez açıkça H.Ford tarafından 1910'larda dile getirildiği biçimiyle prototipleşme, artifaktların parçalarının bir diğeriyle değiştirilebilecek kadar standartlaşmasıdır.7 Bu "aynılaşma" biçimsel farklılaşma ile telafi edilir. Biçimsel farklılaşma "dışarıdan" müdahaledir; nesnenin içsel yapısından ya da üretim sürecinden kaynaklanmaz; varlığın ve zamanın izini taşımaz. Tam tersine, aynılaşma, birbirinin yerini alabilme eğilimini gizlemeye, "farklı gibi göstermeye" yönelik bir müdahaledir. Bu durumda parçayla bütün, strüktürle detay, zeminle yüzey, içerikle biçim arasındaki birbirine kentlenme, birbirini koşullama/varetme/işaret etme ilişkisi çözülür; ilişkiler raslantısallığa ve keyfiliğe meylederler:8 Aslında her şey aynıdır, ama her şey birbirinden farklı gibi gözükür! Sürekli "harekete" muhtaç olan piyasa toplumundaki artifaktlar dünyasının uç noktasına kadar götürülmüş manzarası budur. Kuşkusuz ilginç olan, modern piyasa toplumunun birer eğilim olarak taşıdığı bu özelliklerin nasıl tarihsellik kazandıkları ve örneğin her sektörde nasıl bir diğerinden farklı olarak yeniden-üretildikleridir. Oldukça karmaşık girdilere ve yapısal özelliklere sahip olan inşaat sektörünün, daha spesifik olarak konut sektörünün tarihleri ve diğer girdilerle birlikte bunların bir bileşkesi olarak okunabilecek olan modern imar tarihi, bu açılardan son derece ilginç ve öğretici verilerle yüklüdür.9

Cumhuriyet döneminin imar tarihini biçimsel özellikleri ve sonuçları açısından sergilemeyi konu edinen bir yazıya neden bu derece genel bir modernleşme tanımı ve perspektifiyle başlamak gerekti? İki nedenle: Birincisi, 75. yıl vesilesiyle bir kez daha çeşitli yönleriyle mercek altına yatırılmakta olan Cumhuriyet tarihinin belirleyici tartışma ekseni kaçınılmaz olarak "modernleşme" olmaktadır. Aynı eksendeki evrensel tartışmaların güncelliğinin de etkisiyle bu canlı ortam kolayca, tercihlerin, önceliklerin, belirleyicilerin, katmanların, alanların birbiri üzerinde parazit etkisi yaptığı bir karmaşaya dönüşebilmektedir.10 Dolayısıyla da indirgemeci olmayan, gerçekteki kompleksi olduğundan daha basit göstermeyen bir yalınlaşmaya ve berraklaşmaya gereksinim duyulan bir dönemin içinden geçiyoruz. Yukarıdaki çerçeve buna katkı yapmak ve üzerine basılan zemini berraklaştırmak amacıyla çizildi. Bu genel çerçevenin çizilmesinin ikinci nedeni ise daha spesifik olarak yapılaşma ve imar tarihinin kendisiyle ilgili: Cumhuriyet döneminin yapılı çevre üretiminin ve imar tarihinin, modernleşme sürecini "toplumsal hareketlilik" ekseni üzerinden tanımlayan bir çerçeve içinde ele alınması, başka önceliklerle bakıldığında gölgede kalan bazı özellikleri görünür kılacaktır. Aslında mimarlık, kent planlama ve çeşitli sosyal bilim disiplinleri ile güncel basın, en azından 40 yıldır modernleşmenin fiziki çevreler üzerindeki etkileri üzerinde yoğun biçimde durmaktadır. Dolayısıyla bugün gündeme getirilen, altı çizilen her görüngünün, muhtemelen daha önce de başka biçimlerde dile getirilmiş olduğu hesaba katılmak zorundadır. Ancak bu görüngüler belirli bir eksen, belirli bir zemin üzerinden dile getirilmediklerinde, ya da bir zamanlar içinde yer aldıkları çerçeveler silikleştiğinde, kullanışsız olgular ve söylemler yığınına dönüşmekte, yaşanılan sürecin anlamlandırılmasını, dolayısıyla da başa çıkılmasını iyice güçleştirmektedirler: "Çarpık kentleşme", "kentlerin şantiyeleşmesi", "aşırı yoğunluk", "rant ve yağma", çirkinlik, başıbozukluk, keyfilik vb. artık yaşamak bir yana, duymaya bile tahammül edemediğimiz görüngüler halini almıştır. Bu durum içinde yaşadığımız fiziki çevreleri ortaya çıkaran mekanizmaların nasıl işlediğine, aktörlerin kimler olduğuna ve rollerin nasıl belirlendiğine dair bir anlayıştan ziyade, yakınma ve umutsuzluk ortamına neden olmaktadır.11

Türkiye'nin modernelşme süreci "toplumsal hareketlilik" ekseni üzerinden çizildiğinde, 1940'ların sonunda gerçekleşen bir kırılma noktası, kendinden öncesi ile sonrasını derin çizgilerle birbirinden ayrıştırır. Bu ayırım çizgisi 1950'lerin öncesiyle sonrasını birbirinden ayırırken, başka önceliklerle birbirlerinden ayrışacak olan dönemleri de birbirine yaklaştırır. Örneğin Osmanlı'nın son yüzyılı ile Cumhuriyet'in ilk 25 yılı: Bu iki dönem yönetim biçimiyle, devlet yapsıyla, hukuk sistemiyle, egemen ideolojik tercihleriyle, barındırdığı etnik kompozisyonlarla, hatta kullandığı dil ve alfabeyle birbirinden ayrışırken, toplumsal yapıyı dipten doruğa değiştirecek bir toplumsal hareketliliğin yaşanmamasıyla da birbirine yaklaşmaktadır. Diğer önceliklerle bakıldığında görülen "kopuş", bu kez bir "sürekliliğe" dönüşebilmektedir. Cumhuriyet'in ilk 25 yılı ile ikinci 50 yılı arasında da tam tersine bir "süreklilik" ilişkisi yerine "kopuş" tespit edilebilmektedir.12

Modernleşme süreci evrensel olarak yerleşmeler ve imar süreci üzerinde üç temel iz bırakmıştır: Bunlardan birincisi, modern dünyanın yeni kurumsal örgütlenmesinin ve kamusal yaşamının gereksinimlerini karşılayan yeni kamu yapılarının/yapı komplekslerinin13 inşasıdır. İkincisi, insanların, ulaşım araçlarının, pis ve temiz suyun, elektriğin, haber ve bilginin düzenli ve kesintisiz dolaşımını sağlayacak, entegre ve açık uçlu (dışa doğru sınırsızca genişleyebilme kapasitesine sahip) bir sirkülasyon şebekesinin inşasıdır (yollar, kent içi ulaşım sistemleri, çeşitli aytyapı ve üstyapı kanalları). Üçüncüsü de, modern toplumda artık genellikle anonim tüketici için üretilmeye başlanmış olan, dolayısıyla da ikametin ve barınmanın ontolojisini köklü bir biçimde değiştiren konut inşaatlarıdır.

Modernleşmenin imar süreci üzerinde bıraktığı bu üç temel iz, yere ve zamana (bağlama) göre değişen farklı aktörlerin faaliyetleri ile gerçekleşmiş olmakla birlikte, bazı genel ortak özellikler göstermektedir: Kamusal yapı kompekslerinin devlet kurumlarını ve sosyal hizmet işlevlerini barındıran bölümü (adliyeler, hastaneler, okullar, müzeler vb.) büyük oranda kamu girişimleri, piyasa kurumlarını barındıran bölümü (fabrikalar, mağazalar, ofisler, oteller vb.) ise özel girişimlerin sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.14 Dolayısıyla makro ölçekte bakıldığında kamu yapılarının kamu ve özel girişim tarafından eşit ağırlıkta üretildiği görülür. Öte yandan, sirkülasyon şebekelerinin inşası büyük ölçüde kamu girişimleri tarafından, konut kompleksleri ise ağırlıkla özel girişim tarafından gerçekleştirilmiştir.15

İmar süreçlerini modernleştiren girişimlerin kamu tarafından yapılmasıyla özel girişim tarafından yapılması arasında önemli bir yapısal fark vardır: Kamu yatırımları toplumsal işlerliğin bütününü regüle etmeye, piyasa mekanizmaları içinde giderilemeyen bir boşluğu telafi etmeye, dahası toplumsal yapıyı henüz içinden geçmediği bir yöne doğru yönlendirmeye yatkın bir yapıya sahiptirler. Dolayısıyla da, ister devlet, ister sivil girişim inisiyatifiyle gerçekleşsinler, bir toplumsal vizyonun, toplumsal projeksiyonun ifadesi ve aracı olma potansiyelini taşırlar. Özel girişimin yatırımları ise (filantropik eğilimler gibi genelleştirilemeyecek istisnalar bir yana bırakılırsa) piyasanın yönlendirdiği gündelik reflekslerle davranmaya eğilimlidirler.

Bu ayırım modernleşme sürecini periferide yaşamış ve geç sanayileşmiş Türkiye gibi ülkeler açısından önemli sonuçlar doğurmaktadır. Batıda kurumsal örgütlenmenin ve kamusal yaşamın radikal dönüşümü ile toplumsal hareketliliğin artması anlamına gelen piyasa toplumunun kuruluşu eşzamanlı olarak yaşanmıştı. Bu nedenle toplumu denetlemeyi ve yönlendirmeyi hedefleyen imar projeleriyle piyasanın gündelik reflekslerinin ifadesi olan imar girişimleri, birbirleri üzerinde birleşik etkiler yaparak birarada gelişmişlerdi.16 Politik elitin kararları ve projeksiyonlarıyla girişimcilerin refleksleri insanların, emtianın ve paranın hareketini yayacak ve hızlandıracak şekilde birbirlerini etkiliyorlardı. Anadolu'da ise toplumun tüm unsurlarını hareketlendirecek kayda değer bir gelişme olmadan batıya entegre olmaya yönelik "iradi bir modernleşme" süreci yaşanmıştır 1950'lere kadar. Bu, devlet kurumlarının ve kamusal yaşamın politik elitin öngörüleri (ya da bazı durumlarda "rızası") doğrultusunda kademeli bir biçimde yukarıdan aşağı dönüştürülmesi anlamına gelmiş, piyasa toplumunun kurulması daha sonra gerçekleşmiştir. Özetlemek gerekirse önce devlet ve kamusal yaşam modernleştirilmiş, piyasa dinamiklerinin arkadan gelmiştir.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

1"75 Yılda Değişen Kent ve Mimarlık" Içinde, s. 255-277, Tarih Vakfı Yayını, Ekim, 1998.

2Bu nedenle de modern toplumu betimlemede "sanayi toplumu", "tüketim toplumu" gibi adlandırmalar zamanla aşınmış (son zamanlarda revaçta olan "bilgi toplumu" betimlemesinin de ömrünün çok uzun olmayacağını tahmin etmek güç değil), "piyasa toplumu" betimlemesi ise geçen zamana ve zaman içindeki tüm değişimlere rağmen gücünü korumuştur. Çünkü "piyasa" ile işaret edilen ilişkiler silsilesi, harekete, büyümeye, genişlemeye olan ihtiyacı kapsamaya diğerlerinden daha fazla yatkındır ve bu nedenle de tüm değişmelere rağmen son iki yüzyılın ortak belirleyenine işaret etme gücüne sahip olmaktadır. Kavramın, Türkiye'nin modernleşme sürecini modern toplumun tarihsel özellikleri üzerinden tartışan bir çerçevedeki kullanımına örnek için bkz: Kasaba, R.,(1998), "Eski ile Yeni Arasında Kemalizm ve Modernizm", Bozdoğan,S., Kasaba,R. (ed.) Türkiye'de Modernleşme ve Ulusal Kimlik içinde, s.12-29, Tarih Vakfı Yayını.
Ayrıca "Günümüz toplumunu nasıl adlandırmalı?" başlığı altında sanayi toplumu, teknoloji toplumu, bolluk toplumu, tüketim toplumu kavramsallaştırmalarını erken bir dönemde, 1960'larda tartışmaya açan bir kaynak için bkz.: Lefebvre,H.(1998), Modern Dünyada Gündelik Hayat, Metis Yay., İstanbul, s.51-65.

3Modern toplumun büyümeye, genişlemeye, kabuk değiştirmeye olan ihtiyacıını -yani kendini olduğu gibi sürdürememe özelliğini- "hareketlilik" olarak adlandırmakla, insanların, emtianın, paranın dolaşımını "hareketlilik" olarak adlandırmak arasında kategorik bir fark vardır. Birincisi mecazi anlamdadır ve "farklılaşmanın", "başkalaşmanın" karşılığı olarak kullanılmaktadır. İkincisi ise doğrudan "yer", "konum" veya "alan" değiştirme anlamına geliyor ve dolayısıyla da gerçek bir fiziki harekete işaret ediyor. Ancak modern toplum söz konusu olduğunda kelimenin mecazi anlamıyla gerçek anlamı birbirini koşulluyor ve besliyor. Çünkü modern toplum içindeki başkalaşımların, kabuk değiştirmelerin her biri aynı zamanda da insanların, emtianın ve paranın gerçek anlamdaki hareketiyle, yani yer/konum/alan değiştirmesiyle birlikte gerçekleşmiştir.

4Bu saptamanın akla hemen bazı İtalyan ve Hollanda şehirleriyle Fransa'nın taşrasını getirmemesi olanaksız. Ancak bunların dayanıklılıklarının istisnai olduğunu anlamak için tarihi merkezlerini kademe kademe saran yeni kuşakları hatırlamak gerekiyor. İskandinavya, İrlanda gibi ülkelerde karşılaşılabilen dinginliği anlayabilmek için de, bu coğrafyaların hareketliliğin görece marjında kalan konumlarını hesaba katmak gerekiyor. Farklı Avrupa şehirlerinin imarlı alanlarının 19. yüzyıl boyunca yaşadıkları kısmen planlanmış "hareketliliği" tartışan bir kaynak için bkz.: Fehl,G., Rodriguez-Lores,J.(ed.); (1995), Stadt-Umbau- Die planmäßige Erneuerung europäischer Großstädte zwischen Wiener Kongreß und Weimarer Republick , Birkhaeuser Verlag, Basel, Berlin, Boston.

5"Çöküntü bölgeleri", şehirlerin içindeki işlev kaymaları (işlevlerin şehir içindeki hareketi) sırasında ortaya çıkan boşlukların, yoksulluk ve imkansızlık tarafından doldurulması sonucunda ortaya çıkarlar.

6Theodor W. Adorno tarafından iyice yalınlaştırılmış ve müzik endüstrisi ile popüler müzik arasındaki ilişkinin değerlendirilmesinde kullanılmış olan bu tanımlamanın yine popüler müziğin sınırları ve imkanları üzerinden yapılmış bir değerlendirmesi için bkz.: Gendron,B.(1998), "Theodor Adorno Cadillacs'la Tanışıyor", Modleski,T.(ed.), Eğlence İncelemeleri: Kitle Kültürüne Eleştirel Yaklaşımlar içinde, s.40-61, Metis Yay. İstanbul.

7Womack,J.,P., Jones,D.,T., Roos,D., (1990), Dünyayı Değiştiren Makina; İstanbul.

819. yüzyıldan beri bütün dünyada "eklektisizm" problematiğinin içinden bir türlü çıkılamaması, her dönemde farklı biçimlerde yeniden gündeme gelmesi, eklektisizmin modern zamanların en vazgeçilmez "estetik" teması olması, modern artifaktların ortak özelliklerine ilişkin (prototipleşme-biçimsel farklılaşma ikiliği) bu saptamayı doğrular niteliktedir.

9Yapı sektörünün batıdaki gelişiminin genel endüstriyel üretimin verileriyle örtüşen ve çelişen özelliklerini tarihsel olarak tartışan ve sektörün ayırdedici karakteristiklerini sergilemeyi hedefleyen bir kaynak için bkz.: Bilgin,İ.(1994), Yapı Üretiminde Ürün Süreç İlişkisi, YTÜ Yay., İstanbul.
19. yüzyıl sonrası konut tarihinin bu perspektif içinde ve ansiklopedik bir formattaki anlatımı için bkz.: Bilgin,İ., (1997), "Toplu Konut" maddesi, Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi, III.Cilt içinde, s.1803-1808, YEM Yay., İstanbul.
Bitişik nizam apartman konutunun evrensel formatlarının ardındaki belirleyenleri tartışan bir deneme için bkz: Bilgin,İ. (1997), "Apartmanın Vatanı Olur mu?", Arredamento-Dekorasyon 92.sayı (1997/5), s.56-60.

10Kimi zaman "ilgisizlik", "kıyıda-köşede kalma" sorun olurken, bazen de "fazla ilgi", "aktüalitenin odağı olma" sorun olmaktadır. Daha fazla ilginin, bir konunun üzerinde daha fazla konuşulmasının, onun daha iyi anlaşılmasına yardımcı olmadığı, hatta tam tersine üzerindeki sis perdesini yoğunlaştırabildiği bir zamanda yaşıyoruz.

11Bu ortamın en canlı tanıklarından biri, 1994-1996 arasında yaklaşık iki yıl bir tür kent ve yerleşme meclisi gibi çalışan "Habitat II-Türkiye Ulusal Komitesi"dir. Komitenin toplantılarında ve sunulan yazılı metinlerinde dile gelen görüşler, son 30 yıl içinde kamuoyunun gündemine girmiş olanların tekrarı niteliğindedir. Bir başka deyişle, o zamana dek dile gelmemiş bir görüş, deşifre edilmemiş bir olgu ile karşılaşılmamıştır. Buna rağmen, sorunların tanımı ve çözüm kanalları üzerinde serinkanlı bir mutabakat ortamı da oluşamamıştır. Mutabakat bir yana, belirli görüşler ya da maddi veya manevi çıkarlar doğrultusunda sınırları çizilmiş bir saflaşma da olmamıştır. Hatta kayda gelir bir tartışmanın izine bile rastlamak güçtür. Adeta herkesin aynı şeyleri söylediği, ancak kimsenin birbiriyle anlaşamadığı bir karmaşa ortamı yaşanmıştır: Herkes aynı şeyleri söyleyerek, aynı stoku kullanarak birbiriyle anlaşamamıştır. Son 30 yılda birikmiş söylem ve argüman stoku herkes tarafından ortaklaşa kullanılmış, ancak herhangi bir konunun berraklaşmasına, ayrıştırılmasına, kısacası bir "anlayış" zemininin oluşmasına aracılık edememiştir. Bu durum sadece yararsız değil, aynı zamanda da zararlıdır. Çünkü belirli kavramları, argümanları, kurguları ve söylemleri aşındırmakta, devalüe etmekte ve güçten düşürmekte; içinde yaşadığımız ortamı anlamakta ve yönlendirmekte kullanabileceğimiz araçları elimizden almaktadır.

12Anadolu'daki imar tarihinin modernleşme sürecini başka önceliklerle, özellikle de evrensel ölçekte gerçekleşen yapısal dönüşümler üzerinden dönemleyen ve ayrıştıran bir çerçeve için bkz.: Bilgin,İ,(1996), "Anadolu'da Modernleşme Sürecinde Konut ve Yerleşme", Tarihten Günümüze Anadolu'da Konut ve Yerleşme içinde, s.472-490, Tarih Vakfı Yay., İstanbul. Buradaki dönemleştirme; 1. 1839-1920 (Göreli Modernleşme); 2. 1920-1946 (Radikal Modernleşme); 3. 1945-1980 (Populist Modernleşme); 4. 1980- (Modernleşmenin Krizi) biçiminde tarihlenmiş ve adlandırılmıştı. Benzeri bir dönemleme ve adlandırma için bkz. Tekeli,İ.(1998), "Bir Modernleşme Projesi Olarak Türkiye'de Kent Planlaması", Bozdoğan,S., Kasaba,R. (ed.) Türkiye'de Modernleşme ve Ulusal Kimlik içinde, s.136-152, Tarih Vakfı Yayını. Süreci 10-15 yıllık dönemler halinde sınıflandıran bir diğer kaynak için bkz.: Sey,Y.(1985), "Cumhuriyet Döneminde Toplu Konut Sorunu" maddesi, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi içinde s.2375-2384, İletişim Yay., İstanbul.

13Burada kamusal-özel (public-privat) ayrımı, mülkiyet hukuku ve tasarruf hakları açısından değil, yaşamın örgütlenmesi ve kullanım biçimi açısından yapılmıştır. Dolayısıyla fabrika, ofis, mağaza gibi mekanlar, mülkiyetleri ve tasarruf hakları özel şahıslarda ya da ortaklıklarda olduğunda dahi, "kamusal alan" tarafında yer almaktadırlar. Çünkü bu mekanlar, tanımları gereği ancak sahiplerinin dışındakilerce de kullanıldıklarında işlevlerini yerine getirebilmektedirler.

141980'lerle birlikte tüm dünyada yaygınlaşan "özelleştirme" eğilimleri aslında, daha önce kamu kuruluşları tarafından yönlendirilen, dolayısıyla da piyasanın işleyiş mekanizmalarının kısmen dışında kalan sosyal hizmet işlevlerinin de piyasanın dolaşım alanına doğru çekilmesi, dolayısıyla da piyasanın hareket alanının genişlemesi eğiliminden başka bir şey değildir. Ancak bu eğilimin önde gelen savunucuları bile (en azından "şimdilik") sağlık ve eğitim hizmetlerinin bu işleyişin dışında tutulması gerektiği konusunda fikirbirliğine varmış gözüküyorlar.

15Konut çevrelerinin ağırlıkla özel girişim tarafından gerçekleştirildiği savı akla hemen Avrupa'nın erken sanayileşmiş ülkelerinde 1920-1975 arasında devlet ve sivil kamu kuruluşlarınca inşa edilmiş olan sosyal konut stokunu getirecektir. Ancak uzun perspektifli tarihsel bir bakış kamu kurumlarının konut piyasasına yaptığı bu müdahalenin, kendi kendini regüle edemeyen ve çözülemeyen sosyal sorunlara kaynaklık eden bir piyasayı rayına oturtma yönündeki geçici bir müdahale olduğunu göstermektedir. Bilgin,İ., (1992), Konut Üretiminin Karşılaştırmalı Analizi, YTÜ Yay., İstanbul. Ayrıca, tüketim kalıplarının değişmesi ve kitleselleşmesi açısından kritik bir ürün olan konuta yapılan kamu yatırımları sadece konut piyasasını değil, piyasanın tümünü regüle etmek ve istikrara kavuşturmak açısından da önem taşıyordu. Konutun bu özellikleri açısından son yüzyıl içinde geçirdiği değişimi İngiltere örneği üzerinden inceleyen ayrıntılı bir çalışma için bkz. Kaçel,E.,(1998), İngiltere'de Konut Standartlarının Değişen Bağlamı: Tudor Walters Raporu'ndan 2000 Homes Projesine, YTÜ Yay., İstanbul.

16Örneğin geçen yüzyılın Avrupa şehirlerinde bir yandan eski surların yer aldığı bölge yeni bir kamu yapıları kuşağı olarak "design" edilirken, şehrin imarlı alanlarında yeni akslar açılmış ve bu operasyon sırasında yıkılan ortaçağ dokusunun yerini yeni normlarla inşa edilen bir imar düzeni almış, altyapı şebekeleri ve metro bu akslarla bütünleştirilirken yeni mağazalar da bu ana aksların üzerinde yer seçmiş, öte yandan şehrin dışındaki ucuz arazilerde manifaktür ve sanayi kompleksleri oluşmaya başlamış, bunların çeperlerinde kitlesel olarak inşa edilen ucuz konut mahalleleri gelişmiştir vb. Dolayısıyla kamu ve özel girişimlerinin, birbirlerinin nedeni ve/veya sonucu oldukları, birbirlerini koşulladıkları, çoğalttıkları topyekün bir dönüşüm söz konusudur.

17İstanbul'un 19. yüzyıl sonrası geçirdiği dönüşümü bu bağlamda betimleyen bir kaynak için bkz.: Bilgin,İ., (1995), "Modernizmin ?ehirdeki İzleri"; Defter 23,Bahar 1995,s.85-103. Ayrıca: Tekeli,İ.(1996), "19.Yüzyılda İstanbul Metropolitan Alanının Dönüşümü", Dumont,P., Georgeon,F. (ed.), Modernleşme Sürecinde Osmanlı Kentleri içinde, s.19-30, Tarih Vakfı Yay., İstanbul.

1819. yüzyıldaki devlet eliyle modernleştirmenin tipik örneği olarak Ahmet Vefik Paşa'nın 1855 yangınından sonra Bursa'da gerçekleştirdiği imar operasyonlarını (kentiçi sirkülasyon ağının yenilenmesi ve açık uçlu hale getirilmesi ile rüşdiye, idadi, hükümet konağı, otel, depo, hastane, tiyatro, belediye, posta binası gibi yeni kamu binalarının yapılması) sergileyen bir kaynak için bkz.: Saint-Laurent,B.(1996), "Bir Tiyatro Amatörü: Ahmed Vefik Paşa ve 19. Yüzyılın Son Çeyreğinde Bursa'nın Yeniden Biçimlenmesi", Dumont,P., Georgeon,F. (ed.), Modernleşme Sürecinde Osmanlı Kentleri içinde, s.79-98, Tarih Vakfı Yay., İstanbul.

1 2 3 4 

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz