reklam

Konut ve Yerleşme Kültürü Üzerine Yazılar
Diyalog 2002 - II > İhsan Bilgin

Tarih: 30 Ekim 2002
Yer: Arkitera Forum

 

1 2 3

Modern imar girişimlerinin üç grup işareti olduğundan söz etmiştik: Yeni kamu binaları, yeni yollar, yeni konutlar. Birincisi yoğun, ikincisi kısmi olarak çıktı karşımıza 1950'lere kadar. Üçüncüsü ise hiç çıkmadı. Yeni konutlar yapılmadı mı 1950'lere kadar? Kuşkusuz yapıldı. Üstelik kısmen de modern formatlar içinde yapıldı.31 Ancak yeni konutlar sanayileşmenin ve piyasa toplumunun harekete geçirdiği (ve çoğalttığı) insanların kitlesel ihtiyacı için yapılmıyordu; harekete geçmiş paranın inşaat sektöründen "geçerken" ki etkinliğinin sonucu olarak da ortaya çıkmıyordu. Ve nihayet, emtianın dolaşımının vazgeçilmez uğrak yeri olarak da işlev kazanmamıştı henüz konut. Dolayısıyla henüz modern piyasa ilişkileri içinde üretilmiyordu: "Modern" bir görünüm ve format içinde yapılsa da, hatta "modern" bir mekan kurgusuna sahip olup "modern" bir yaşam biçimini vazetse de, burada çizilen çerçeve açısından "modernleşmemişti".

Dönemin konut üretimini anlamak için sunum biçimlerine ve aktörlere bakmak gerekir: Konut ya özel bir ihtiyacı giderecek tanımlı bir siparişin ürünü olarak ortaya çıkıyordur, ya da belirli bir kesimin ihtiyacını gözeten bir kamu girişimi olarak. Birincisi, daha başından premodern bir ilişki biçimidir. İkincisi ise bir kamu yapısı gibi ortaya çıkar, konut piyasası içinde dolaşıma girmez. 1950'lere kadar yapılan tüm büyük ölçekli konut girişimleri devlet kurumları ya da etnik/dini cemaatler tarafından yapılmış lojmanlar ve/veya filantropik girişimler niteliğindedir.

1950'lere kadar toplumsal hareketliliğin ürünü olarak ortaya çıkmış iki istisna konut talebinden söz edilebilir: Birincisi, artan milliyetçilik hareketlerinin ve etnik homojenleşme eğilimlerinin uzantısı olarak gündeme gelen nüfus mübadeleleridir. Mübadele sonunda doğan gereksinim büyük olmasına rağmen, yeniden üreyen bir talep değildir; bir kere giderildiğinde istikrara kavuşabilmektedir. İkincisi ise yeni başkent Ankara'nın konumudur. Yeni devlet bürokrasisinin ve hizmet sektörünün çektiği nüfus, başka kentlerle kıyaslanamayacak bir konut gereksinimi doğurmuştur. Ve doğurduğu anda da o zaman dek toplumsal hareketliliğin merkezleri konumunda olan liman şehirlerinde bile görülmeyen bir spekülatif hareketlenmeye kaynaklık etmiştir. Ankara'nın bizzat kendisi bir kamusal proje olmasına rağmen, aniden nüfus çekmesi, o kamusallığın doğrudan ürünü olmayan bir toplumsal reflekse aracılık etmiş, arsa ve bina spekülasyonu kurumlaşmıştır.32

2. Dünya Savaşı'nın sonu, bir çok ülkede olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti'nin modernleşme süreci için de bir dönüm noktasıdır: Emtianın ve sermayenin dünya coğrafyası üzerinde daha hızlı dolaşabileceği ve çevre ülkelere daha derinden nüfus edebileceği elverişli koşullar oluşmuştur. Ayrıca Sovyet sisteminin rekabeti, kritik konumdaki çevre ülkeleri himaye altına alma ve piyasa toplumuna dönüştürme yolundaki motivasyonu güçlendirmiştir. Bu iki tarihsel koşulun biraraya gelmesi Türkiye Cumhuriyeti'ni modernleşme tarihinde tanık olmadığı, deneyimine sahip olmadığı bir toplumsal hareketlilik içine sokmuştur. Tarımda makinalaşma, ticari tarımın sıçrama yapması, kentlerde sanayinin gelişmesi ve kitleler halinde kentlere göç olguları ile ifade edilen süreç bu uluslararası ortamın sonucudur. Türkiye, dokularına kadar nüfus edecek bir biçimde piyasa toplumuna dönüşmektedir ve bir daha hiç istikrara kavuşmayacak dramatik bir toplumsal hareketlilikle yüzleşmektedir. Nüfus artmakta ve büyük bir bölümü Doğu Marmara'ya, orta Ege'ye, Çukurova'ya ve Ankara'ya çekilmektedir. Nüfusun çekildiği bu bölgelerdeki orta ve büyük boy sanayilerce üretilen yeni mallar, eşi görülmedik bir hızla yenilenen ve yayılan bir karayolu ağıyla Anadolu'nun ücra köşelerindeki bayilere, dolayısıyla da tüketicilere ulaşmaktadır. Aynı karayolu ağı, Anadolu'daki ticari tarımın mahsullerini tüketici kitlelerin yığıldığı büyük kentlere taşımaktadır. Tüm bankaların, neredeyse her kasabada birer şubesi vardır. Devlet reformları, modernleşme projeleri ve radikal fikir akımlarının eşliğinde yüz yıldır yaşanan modernleşme deneyimi boyunca ayak sürüyen topraktan kopma ve köylülükten çıkış, bir kaç onyıl içinde radikal bir biçimde gerçekleşivermiş, toplum, daha önce deneyimine sahip olunmayan bir biçimde homojenleşmiştir. Toplumun çeşitli katmanları, tarihin, kökenin, kültürün yüklerini, bariyerlerini görmezlikten gelerek, piyasa ortamının canlılığı ve aynılaştırıcılığı içinde birbirleriyle karşılaşabilmekte, kaynaşabilmekte ve de çatışabilmektedirler.

Bu dramatik ve enerjik değişimin alt-üst (hatta "ters-yüz") edici etkisi üzerinde çok duruldu. Gerçekten de her şey ters-yüz olmuştur: Modern imar görüngüleri karşımıza hep kamu girişimleri olarak çıkmışlardı; ya da kamu girişimleri diğerlerini gölgede bırakacak kadar baskın olmuşlardı o zaman dek. Bundan sonra tersi olacak, özel girişim kamuyu silecektir.

1950 sonrasındaki imarın modernleşmesini anlamak için konuta bakmak gerekecektir ilk kez. Aslında özel olarak bakmaya da gerek yoktur, çünkü "yeni konut", kendini hiç bir noktada unutturmayacak kadar baskın bir imar unsuru haline gelmiştir, nüfusu artan ve hareketlenen bütün modern toplumlarda olduğu gibi. Konut üretimi, her biri farklı sosyal katmanın ihtiyacını karşılayacak farklı sunum biçimlerince karşılanmıştır.33 Bu sunum biçimlerinin ortak özellikleri, profesyonelleşmemiş -ya da yarı profesyonel- bir küçük üretim ortamı olmalarıdır. Yeni kitlesel konut ihtiyacı, neredeyse toplumun bütün kesimlerinin maddi imkanlarını seferber ettikleri ve bu imkanlar ölçüsünde de kentsel ranttan pay almayı garantiledikleri bir süreç içinde gerçekleşmiştir. Farklı süreçlerden geçerek, kısa zamanda bütün imarlı alanlar birer parsel üzerinde konumlanmış betonarme apartmanlarla dolmuştur. Toplum içindeki küçük ölçekli parasal birikimlerin ve dayanışma potansiyellerinin büyük oranda bu apartmanların yapımı için seferber edildiğini söylemek abartma olmayacaktır. Arsa üretimi, yapımın finansmanı, şantiye örgütlenmesi, belediyelerle ilişkiler, konut piyasasının işleyişi kendi içinde o denli akışkan ve işlek mekanizmalar kurmuş ve öyle bir sinerji yaratmıştır ki, harekete geçen toplumsal enerjinin tatmin bularak tüketilebildiği başlıca kanal konut piyasası haline gelmiştir.34

Cumhuriyetin son iki 25 yılına damgasını vuran bu ters-yüz edici gelişmenin en dramatik tarafı, kendinden önceki yüz yıllık modernleşme deneyiminden yararlanma imkanı ve fırsatı bırakmamış olmasıdır. Modernleşme genellikle gelenkten uzaklaşma ve kopuş anlamına gelir. 1950'ler sonrası Türkiye modernleşmesi en azından iki katlı bir kopuştur: Öncelikle, her zaman biraz bulanık bir efsane olmak zorunda kalan "kadim gelenekten", sonra da hem daha kompleks hem de daha "gerçek" olan "modernleşme geleneğinden" kopuş.

Her değişim, her yeniden yapılanma biraz unutuş, biraz vazgeçiştir. Ancak 1950'lerin imar alanında bu denli keskin bir kopuş anlamına gelmesi, her iki dönemin de aşırı uçlarda seyretmesi ile ilgili olmalıdır: Tamamen devlet ve elit inisiyatifinde olan bir süreçten, bütünüyle küçük üretim reflekslerinin egemenliğindeki bir sürece savrulunması iki aşırı kutuptur. Yüz yıllık deneyim kamu iradesine piyasa içinde devinen aktörlerin enerjisini yönlendirebilme bilgisini, becerisini, olgunluğunu kazandırmamıştı; tıpkı piyasa içindeki aktörlere de üst-özne konumundaki organların disipline edici gücünden yararlanma olgunluğunu kazandırmadığı gibi. Bu karşılıklı olgunlaşamamışlık hali "ötekini" tanımama, kendi uzantısı gibi görme eğilimi olarak karşımıza çıkmaktadır: Devlet ve kamu kuruluşları piyasa içinde devinen aktörleri kendini oluşturan, dolayısıyla aynı beklentilere ve davranış kalıplarına sahip unsurlar olarak görmektedir; aktörler de devleti ve kamuyu dolaysızca yönlendirebilecekleri, kendilerinin uzantısı olan birer uzuv olarak algılamaktadırlar. Bu durumda hiç bir aktör özerkleşip kendi bağımsız pozisyonunu edinememekte, herkesin birbirinden beslendiği, birbirinin arkasına gizlendiği sembiyotik bir yapı ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, son zamanlarda sivil inisiyatiflerce dile getirilen yurttaşlaşamama, sivilleşememe olgusu, karşıtıyla birlikte doğrudur: kamu iradesi de patronaj ağlarının doğrudan uzantısı olmaktan, uzvu gibi işlev görmekten kurtulamamakta, dolayısıyla da kurumlaşamamaktadır. Dolayısıyla, sivilleşememenin, bireyleşememenin öbür taraftaki karşılığı da kurumlaşamamaktır. Her ikisinin ortak paydası ise olgunlaşmamışlık halidir.35

Altı çizilmesi gereken önemli bir nokta da, radikal değişim sırasında ortaya çıkan boşluğun nedeninin "bilgi" ya da "bilinç" eksikliği değil, "alışkanlık" ve "deneyim" eksikliği olduğudur. Cumhuriyet yönetimi ve eliti "konut sorununun" modern dünyada ne anlama geldiğini ayrıntıları ile biliyordu. Erken sanayileşmiş ülkelerin yüz yıllık deneyimi izlenmiş, hatta sindirilmişti. Örneğin Cumhuriyet'in yetkili bir bürokratı, Emlak Eytam Bankası Genel Müdürü Mithat Yenel daha 1946 yılında, yani konut sorununun nicel boyutlarının henüz gözlenerek anlaşılamayacağı kadar erken bir zamanda yaptığı konuşmada, konut politikasının batının yüz yıllık deneyiminden süzülmüş üç temel belirleyicisinin altını çizmişti: Ucuz arsa temini; sigorta sistemiyle, faiz oranlarıyla ve sabit gelir düzeyleriyle ilişkilendirilmiş bir kredilendirme sistemi; küme halinde inşaat.36 Konut politikası, üzerinde çok konuşulmuş, çok belirleyenli bir konudur. Konuyu, bugün hala geçerliliğini koruyan bir yalınlıkta dile getirebilmek, temel belirleyicilerine indirgeyebilmek, ancak ardındaki birikimi sindirebilmiş olmakla mümkündür. Ayrıca dönemin mimarlarının yaptıkları ve kısmen de gerçekleştirdikleri projeler, konut politikasına ve finansmanına ilişkin bu bilincin mekanı kurma ve biçimlendirme bilgisiyle de örtüştüğünün kanıtlarıdır.37 Bütün mesele bunların Türkiye'de yaşanmış bir toplumsal deneyimin ifadesi olmamasıdır. Çünkü bunlar hala geçerliliklerini koruyan evrensel "temalar" olmakla birlikte, evrensel "doğrular" değildirler; ancak bir toplumsal konvansiyona aracılık ettikleri sürece işlenebilirler, kullanışlı olurlar. Batıda yüz yıllık sancılı bir deneyimin ardından, yapı malzemesi sektörü, müteahhitler, bankalar, devlet, sendikalar, teknokratlar, mimarlar gibi piyasada farklı pozisyonları tutan kesimleri çelişik çıkarlarıyla birlikte harekete geçiren bir konvansiyon zemini olmuştur bu temalar silsilesi etrafında örgütlenen yeni konut üretimi. Nitekim bir kaç on yıl sonra bağlam değişmiş, aynı temalar etrafında kümelenen başka "doğrular" üzerinde mutabakat zemini oluşmuştur.38 Dolayısıyla modern "konut sorunu" etrafında dile gelen, daha doğrusu "konut sorununu" dile getirmek için kullanılan söylemler, bir "bilgi" ve "bilinç" ürünü olmaktan önce, toplumsal olarak paylaşılan bir deneyimin ifadesi olarak işlev görürler.

1950'lerden itibaren, konut sorununun nicel boyutlarının basıncı altında tamamen küçük üretimin piyasa içi reflekslerine teslim olunduğu bir ortamda, daha başından konut sorununun "bilincine varmış" teknik ve politik elit de "iktidardaki memnuniyetsiz pozisyon ve söylem" gibi ikilem içindeki bir konuma düşecektir: İktidardadır, çünkü bakanlıklardaki, planlama kurumlarındaki, üniversitelerdeki, meslek odalarındaki, çeşitli sivil organizasyonlarındaki konumlarını kaybetmemiştir. Toplum adına, imarın genel gidişatı adına söz ve karar alınan bütün mecralarda onlar gözükecek, onların ağırlığı hissedilecektir. Ancak öte yandan da memnuniyetsizdirler, çünkü kurdukları, tasarladıkları, bildikleri hiç bir şey gerçekleşememektedir. İmar işleri, enerjisini dizginlenemez bir biçimde gerçekleştirme fırsatı bulmuş toplumsal hareketliliğin gündelik refleksleriyle, dengeleriyle ve rasyonelleriyle görülürken, bunlar üzerine söylem üretme işi de pratik işleyişin dışında (yetkili pozisyonların içinde) kalmış seçkinlerce gerçekleştirilecektir.39 Konut sorununu dile getiren söylem, pratik işlerliğin meşruiyet kanallarından koptukça, piyasada yıllardır işgören aktörleri bütünüyle görmezlikten gelen ve referansları artık hiç kimse tarafından hatırlanmayan ölçütlerden ve gerekliliklerden söz eden cansız bir retoriğe dönüşecektir.40

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

311996'da Habitat II sırasında Darphane'de açılan "Anadolu'da Konut ve Yerleşme Sergisi"nde, Anadolu'nun 19. yüzyıl sonrası ortaya çıkan modern konut formlarıyla (sıra-ev, apartman, ada ölçeğinde apartman, banliyö konutu) başından itibaren tanıştığı vurgulanmıştı: Bilgin,İ,(1996), "Anadolu'da Modernleşme Sürecinde Konut ve Yerleşme", Tarihten Günümüze Anadolu'da Konut ve Yerleşme içinde, s.474-476, Tarih Vakfı Yay., İstanbul.

32Kuşkusuz Anadolu spekülasyonla ilk kez Ankara'da tanışmamıştı. Tütüncü Mehmet Efendi'nin Göztepe'de yaptığı türden developer'lik faaliyetleri özellikle liman kentlerinin hareketliliği içinde ortaya çıkabiliyordu. bkz.: Yücel,A.(1996), "İstanbul'da 19. Yüzyılın Kentsel Konut Biçimleri", Tarihten Günümüze Anadolu'da Konut ve Yerleşme içinde, s.298-312, Tarih Vakfı Yay., İstanbul. Ancak bunların hepsi kısmi nitelikteydi, yani şehrin belirli "gözde" yerlerini kapsıyordu. Kendisi kamusal bir proje olan Ankara ise, paradoksal bir biçimde, spekülasyonun şehrin gelişmesi üzerinde etkin olacak kadar yayıldığı ve daha da önemlisi kalıcı bir mekanizma olarak yerleşeceği ilk şehirdi. Ankara'nın imar tarihini kompleks bir bütün olarak anlatan, türünün klasiği olmuş bir kaynak için bkz.: ?enyapılı,T.(1985), Ankara Kentinde Gecekondunun Gelişimi 1923-1960, Kent-Koop Yay., Ankara.

33Yap-satçılık, gecekondu üretimi, kooperatif üretimi şeklinde kümelenen bu sunum biçimlerinin temel özellikleri, imkanları ve sınırları, geniş bir kaynak listesine başvurularak Habitat II Türkiye Ulusal Raporu ve Eylem Planı (1996) içinde sergilenmişti.

34İzlediğim kadarıyla, Türkiye'nin kapitalistleşmesine ve modernleşmesine damgasını vuran ve rengini veren bir olgu olarak küçük ölçekli mülkiyet ve girişimcilik dokusunun altını çizen ve yakın dönem tarihsel kökleriyle birlikte üzerinde sistematik olarak duran araştırmacı Çağlar Keyder'dir. Keyder,Ç,(1989), Türkiye'de Devlet ve Sınıflar, İletişim Yay., İstanbul. ve Keyder,Ç.,(1983), "Small Peasent Ownership in Türkey: Historical Formation and Present Structure", Review, VII, Yaz, s. 53-107. Tarım toprakları üzerindeki bu küçük mülkiyet dokusu ekonomik birikimlerin dağılımı ve değerlendirilmesi üzerinde de etkili olmakta, bu nitelikteki birikimleri çekecek şekilde örgütlenmiş konut piyasasına kaymasına elverişli bir zemin oluşturmaktadır.

35Türkiye sınırları içinde, imarla ilgili bir iş hakkında, şu ifadeye şahit olmamış çok az kimse kalmıştır artık herhalde:"Halledilemeyecek iş yoktur abi!". "Halledilemeyecek" bazi işlerin kalması, kurumsal özerkleşmenin ifadesidir.

36Aktaran: Güvenç,M.(1998), "Emlak Eytam Bankası: 1926-46", Emlak Bankası: Kuruluşu-Dünü-Bugünü içinde (Tarih Vakfı tarafından yayına hazırlanmakta olan Emlak Bankası kurum tarihi.)

37Arkitekt gibi meslek dergilerinde çıkan makaleler ile üretilen ve gerçekleştirilen bir çok proje, dönemin modernist angajmanının ardındaki zincirleme mantığın ve ihtiyacın meslek çevrelerince de farkında olunduğunun kanıtıdır. Girişim ölçeği ve şantiye yönetimi, tipleşme, rasyonelleşme, hafif prefabrikasyon, servis hacimlerinin ve donatının belirleyiciliği, yerleşmeden mobilyaya bütünsel tasarım, ucuz arsa-gevşek yerleşme denklemi gibi yüzyılın ilk yarısına damgasını vuran modernist temalar, batıdakine benzer içeriklerle dile getirilmekte, hatta uygulanmaktaydı.

38Batı deneyimi, bunun da kararsız bir denge olduğunu ve her bağlamda yeniden tanımlanan ve örgütlenen bir söylem katmanlaşmasına yol açtığını göstermektedir.

39Bu durumu açıklamak için sık başvurulan bir argüman, meclislerde "çıkar gruplarını" temsil eden üyelerin varlığıdır. Ancak gerek TBMM'de, gerekse de yerel meclislerde yerel patronaj ağlarını temsil etmeyen elitler -sayıları artık iyice azalsa da- her zaman bulunmuş, hatta sesleri çoğunlukla diğerlerinden daha çok duyulmuştur. Sorun bu elitin temsil ettiği, edebileceği teknik içerikli ve dünya deneyiminin içinden geçmiş söylemin, piyasanın işleyişi içindeki herhangi bir eğilimde karşılığını bulmaması, buna karşılık diğerlerinin temsil ettiği patronaj ağlarının işlerliklerini vargüçleriyle korumasıdır.

40Bu noktada Türkiye'deki konut literatüründe paradigma değiştirici bir kaynağa değinmek gerekiyor: Tekeli,İ.(1982), "Türkiye'de Konut Sorununun Davranışsal Nitelikleri ve Konut Kesiminde Bunalım", Konut 81 içinde, s.57-101, Kent-Koop Yay., Ankara. Tekeli bu makalesinde sofistike konular içinde boğulmuş konut külliyatının ilgilenmeyi aklına getirmediği iki "basit" konuyu gündeme getiriyor: Birincisi, Türkiye'de gerçekten konut açığı var mıdır? Yalın bir hesapla konut açığı değil, fazlası olduğu ortaya çıkıyor. Böylece konut açığı üzerine inşa edilmiş bir dağarcık anlamını kaybediyor ve bu konut fazlasını toplumun ne yaptığı ile ilgili ciddi bir araştırma alanı açılıyor. Gündeme getirdiği ikinci konu, toplumun bu konut fazlasını yaratacak kapasiteyi nasıl oluşturduğu? Bunu anlamak için de, kendi etik tercihlerinin sansürünü araya sokmadan, piyasa içinde işlev kazanmış farklı aktör gruplarının imar süreci içende hangi rolleri üstlendiklerine bakıyor. Her iki yalın soruyu da mümkün kılan, ahlakçı aydın pozisyonunun perdelediği bir merakı harekete geçirmek oluyor: "Benim tercihlerimden, değerlerimden, kabullerimden bağımsız olarak toplumda neler oluyor, mekanizmalar nasıl işliyor?" Böyle bakıldığında, o zamana kadar sadece gayrı meşru gözüken -veya tersine mistifiye edilen-aktörlerin başka özellikleri de seçilmeye başlanıyor. Örneğin gecekondunun tepeden inme bir işgal değil, tanımlı bir silsile içinde gerçekleşen bir sunum biçimi olduğu, ya da tam tersine romantizmi besleyen dayanışmacı özelliğinin zorunlu ancak geçici bir uğrak olduğu, buraların -"ahlaksızlık" değil- yapılanma tarzları gereği kentlerin diğer bölgelerine benzeme eğilimi taşıdıkları berrak bir biçimde ortaya çıkıyor.
Olgusal bilgiye dayanmadan yaygınlaşmış bir diğer kanaat de, kentlerdeki fiziki görünümün yarattığı kaotik izlenimin toplumsal dokuya da yansıdığıdır. Oysa M.Güvenç ve O.Işık'ın 1996 ve 1997 yıllarının Toplum ve Bilim dergilerinde yayınlanan makaleleri, kaotik görüntünün ardında mülk sahipliği ve çalışılan iş parametreleri tarafından belirlenen düzenli bir ikamet dağılımına işaret ediyordu.

1 2 3

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz