|
reklam |
|
|||
1950'ler sonrasında yaşanan dramatik dönüşüm, kamusal alanda etkin olan elitin yüz yıldır biriktirdiği modernleşme bilincini işlevsiz ve geçersiz kılacaktır. Bunun bireysel girişim ve sivil toplum tarafından ödenen bedeli de kamu birikiminden ve kamu hizmetlerinden yoksun kalmaktır: 1950'lerden önce sadece devlet ve sosyal hizmet binalarının, kısmen de caddelerin inşa edildiğini söylemiştik. 1950 ile 1980 arasında da neredeyse sadece apartman yapıldı. Apartman eğer ana caddenin üzerindeyse, altında bakkal, bayi ya da banka şubesi olarak işlev gören bir dükkan bulunabiliyordu; bir de önünde asgari standartta bir yol ve altyapı şebekesi. Küçük girişimciler apartmana ve dükkana, kamu da asgari standarttaki yol ve altyapıya -esas olarak da şehirlerarası yollara ve tarımsal sulama tesislerine- yatırım yaparken, dönemin bir diğer yaygın kamu alanı olan imalat sektörü mekanları da, orta ve büyük ölçekli sermaye tarafından gerçekleştiriliyordu. Metropollerin çeperlerindeki fabrika kompleksleri ile kısmen orta ölçekli şehirlere kadar yayılmış küçük sanayi siteleri, bu döneme özgü modernleşme biçimlerinin yeni kamusal alanlarıydı. Bir de hacimlerinden ve canlılıklarından şehrin önem derecesi dolaysızca okunabilen oto-garlar ile şehirlerarası benzin istasyonları. 1980'lerdeki yapısal dönüşüm toplumsal hareketliliği azaltmadı, kısmen yönünü değiştirdi. Devletin konut sektörü içinde oynadığı rol paradoksal bir değişim geçirdi: Arsa üretimindeki sınırlılıklar nedeniyle 30 yıl boyunca egemen olmuş küçük girişime endeksli sunum biçimleri tıkanmıştı. Öte yandan yeni liberal para politikalarının ürünü olan yeni yatırım kanalları (döviz, faiz, borsa), küçük birikimleri saklama konusunda konut sektörüne rakip olmuşlardı. Bu durumda büyük ölçekli yatırım yapma deneyimi ve gücü olmayan konut sektörü kendi haline bırakıldığında gerilemeye mahkum görünüyordu. Nitekim 1980'lerin başında üretim yarı yarıya düşmüştü. Radikal liberal müdahaleler gerçekleştiren yönetim iki nedenle konut piyasasını kendi haline bırakmadı. Birincisi, sektörün gerilemesinden bir çok sektör birden etkilenecekti. İkincisi de toplumsal hareketliliğin istikrar kazanmadığı bir ortamda, son derece hassas dengeler üzerinde duran arz-talep dengesi bozulabilir ve o zamana dek yaşanmamış bir konut açığı sorunuyla karşılaşılabilirdi. Kısacası hem üretim ve yatırım, hem de barınma ihtiyaçları açısından toplumun üzerine bastığı 40 yıllık hassas dengelerin bozulması, Cumhuriyet tarihinin en radikal liberal kararlarını uygulayan yönetim tarafından bile göze alınamadı. Ve neo-liberal politikaları uygulayan batılı devletlerin 50 yıldır müdahale ettikleri konut piyasasından radikal bir biçimde çekildikleri bir dönemde, Cumhuriyet yönetimi konut piyasasına tarihindeki en etkin müdahale araçlarını devreye soktu: Toplu Konut Yasası, Toplu Konut İdaresi ve Toplu Konut Fonu. Bu kurumların işlevleri batıda olduğu gibi piyasayı regüle etme ve denetleme gücüne sahip, kendi kurallarıyla işleyen ikinci bir piyasa yaratmak değil, piyasada eskiden beri bulunan ve piyasaya yeni girecek aktörlerin yeni biçimlere ve ölçeklere alışmasına destek olmaktı. TKİ'nin 1990'ların ilk yarısındaki yönetimi bununla yetinmeyerek, alternatif bir piyasanın önünü açmaya yönelik kayda değer ölçeklerde üretim de yaptı. Devlet, yeni kurumları aracılığıyla güçlerini birleştiren ve belediyelerden de arsa üretimi desteği alan kooperatiflere ve müteahhitlere destek oldu. Ayrıca henüz çok yaygın olmasa da, büyük ölçekli sermaye de toplu konut alanlarına yatırım yapmaya başlamıştı. Bütün bunların sonucunda 1990'ların başından itibaren konut çevrelerinin çehreleri değişmeye başladı. Parsel ölçeğinde ayrı ayrı yapılmış ve yanyana dizilmiş apartmanların yerini, kentlerin çeperlerinde gruplar halinde üretilen ve iri blokların kümelenmesiyle oluşan yerleşme dizileri aldı. Ancak bu noktada da ilginç bir gelişme gözlenmektedir. Ölçek büyümesi ilk bakışta çağrıştırabileceği gibi iri üretim organizasyonlarını, modern örgütlenme ve yapım tekniklerini, yeni pazarlama yöntemlerini geliştirmemiş, hem üretici hem de tüketici tarafında bulunan eski küçük birikim sahibi aktörler, yapılarını değiştirmeden ve eski patronaj ilişkilerini kullanarak bu yeni ölçeklerin üretilmesine aracılık edebilmişlerdir. Dev bloklar, yerinde döküm betonarme iskelet sistemle ve tuğla duvar örülerek konvansiyonel sistemle yapılmakta, inşaat örgütlenmesi de yap-satçı şantiye deneyimi ile ve yine yap-satçı üretimde deneyim kazanmış taşeronlarca yürütülebilmektedir.41 1980 sonrasının konut sektöründeki yeniliklerinden biri de tüm batı ve güney sahilleri boyunca yayılan tatil konutu üretimidir. Küçük ve orta ölçekli siteler halinde üretilen bu konutlar yine bir küçük girişimcinin inisiyatifiyle örgütlenmekte ve tıpkı yap-satçılıkta olduğu gibi, bir bölümü inşaat sırasında satılarak gerçekleştirilmektedir. 1980 sonrasını öncesinden ayırdeden asıl önemli özellik, büyük sermaye gruplarının inşaat sektörüne ve gayrımenkule sistematik olarak yatırım yapmaya başlamasıdır. Bu, toplumsal hareketliliğin unsurlarından biri olan paranın hareketi açısından önemli bir değişimdir. Bu değişim, sermayenin yeniden-yapılanma sürecinin uzantısıdır: 1980 öncesinde ağırlıkla imalat sektörüne kanalize olan orta ve büyük ölçekli sermaye için artık turizm, hizmet, medya, yazılım gibi sektörler de çekici olmaya başlamıştır. Toprağa ve gayrımenkule yapılan yatırımları da bu yeni yatırım kanallarının içinde değerlendirmek gerekir. Büyük ölçekli sermaye 1980'lere kadar toprağa ve gayrımenkule ağırlıkla sabit sermaye yatırımı olarak (kent dışındaki ucuz arsalarda yapılan büyük fabrika kompleksleri) kayabiliyordu. 1980'den sonra yapılan büyük toprak ve bina yatırımları artık bir başka yatırımın sabit girdisi olarak değil, bizzat kendileri bir girişim ve sermaye birikim aracı olmaya başladılar. Büyük tatil köyleri, uluslararası oteller, alış-veriş merkezleri, rekreasyon ve eğlence merkezleri, plazalar gibi bu yeni girişimler de, 1980'lerin yeni kamusal mekanları oluyorlardı. Yukarıda kamu mekanlarına yatırımı hem kamunun, hem de özel girişimin yapma eğiliminde olduğundan söz edilmişti. Oysa Türkiye'de 1980'lere kadar kamu mekanları, devlet daireleri ve sosyal hizmet birimleri olarak hep kamu girişiminin öncülüğünde yapılmıştı. Bir başka deyişle özel girişim kamu kompleksi üretmemiş, kamu komplekslerini bir yatırım ve para hareketi kaynağı olarak görmemişti. 1980'lere kadar devlet dairesi olarak yapılanların dışında, uzmanlaşmış bir ofis stoğu bile bulunmuyordu.42 Büyük şirketler dahi, MİA (Merkezi İş Alanı) olarak gelişmiş bölgelerde üretilmiş apartmanları ofis olarak kullanıyorlardı. Sadece metropollerde değil, Anadolu'nun bir çok orta ölçekli yerleşmesinde de yaygınlaşmaya ve bakkallarla, bayilerle rekabet etmeye başlayan alış-veriş merkezleri de, malların hareketinin ve kitlesel tüketimin daha örgütlü yeni bir eğilimi olarak değerlendirilebilir. Cumhuriyet'in 75 yıllık imar tarihi, yapılı çevrenin modernleşme eğilimleri açısından kamusal ve özel mekanlar ile kamusal ve özel girişimler arasındaki dengenin kurulmak bir yana, hep aşırı uçlara savrulduğu bir seyir izlemiştir. 1940'ların sonunda toplumsal hareketliliği artıran dramatik gelişme kamu-özel dengesini tamamen tersine çevirmiş ve toplumun en fazla kalabalıklaştığı ve hareketlendiği bir dönemde kamu mekanlarının asgari derecede üretilmesi gibi dengesiz bir gelişme yaşanmıştır. Bugün artık özel girişim kamu mekanlarını üretmeyi de üstlenmiş ve 1950'lere kadar ki devletin ağırlığını tamamen tersine çevirmiş gibi görünüyor. Ancak kamu girişiminin ve aktif denetiminin yapılı çevre üretiminden tamamen çekildiği bir ortamda doğabilecek sosyal eşitsizliklerin ve sosyal adaletsizliklerin nasıl telafi edileceğini de, yine bütün dünya ile birlikte izleyecek, tartışacak ve göreceğiz. Tabii Türkiye modernleşmesinin bir dezvantajı da kamusal alan/özel alan, kamusal girişim/özel girişim dengesini tarihindeki hiç bir dönemde kuramamış, bu alanlardaki ve girişimlerdeki örgütlülük deneyimini modern bir yörüngeye oturtamamış olmasıdır. Bu olgunlaşma eksikliğinin nasıl telafi edileceği de gelecek 25 yıllarda çeşitli biçimlerde konu olmaya devam edecek gibi gözüküyor. --------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- 41Emlakçıların, müteahhitlerin, kooperatifçilerin, taşeronların, belediye bürokrasisinin ve kısmen de daha büyük ölçekli sermayenin yeni tarzdaki biraraya gelişleriyle son yıllarda ortaya çıkan devasa bir yerleşme alanı olan Beylikdüzü'nün gelişmesini konu eden bir çalışma için bkz.: Kaçel,E., Çınar,C.(1998), "Changing Dynamics of the Housing Market: The Istanbul Case", Abrantes,V., Ural,O.(ed.) Housing: an Heritage for the Future (Proceedings of the XXV. IAHS World Housing Congress) içinde, s.370-379, Porto. 42İstanbul Sirkeci'de, Karaköy'de, Pera'da bu yüzyılın başında modern ofis binası olarak inşa edilmiş erken örnekler, uluslararası ofis formatlarına, kurgularına ve normlarına 1950-80 arasında yapılanlara oranla daha fazla uyuyorlardı. |
Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]