reklam

Yazılarından
Diyalog 2003
> Sibel Bozdoğan > Yazılarından

Tarih: 20 Mayıs 2003
Yer: Arkitera Forum

<< önceki sayfa                               1 2

Modern mimarinin aslında, sanayileşmiş Batı dahil her yerde modernliğin temsili ve modernleşmenin yaldızı olduğu haklı olarak ileri sürülebilse bile, yine de bu süreç Batı dışında çok daha bariz ve şeffaf olmuştur. Bunun sonucu olarak, Batıdışı bağlamlardaki modern mimarinin incelenmesi, bizi sanat tarihinin geleneksel kategorilerinin, biçimsel analizin ya da "kökenler", "etkiler" vs. ile ilgili tartışmaların ötesine geçmeye ve biçimlerin içinde anlam kazandığı -Batı'daki özgün anlamlarından farklı da olabilecek- tarihsel ve siyasi bağlamları araştırmaya zorlamaktadır. Mimari formun "özerkliği" hakkındaki (bir süredir her yerde eleştirilmekte olan) geleneksel varsayımlar, "öteki modernizmler" sayesinde daha da belirgin bir biçimde sorgulanmaktadır. Bu modernizmlere ilişkin çalışmaların çoğalmasıyla birlikte vurgu, özerk, kendi kendine göndermede bulunan bir disiplin olarak mimariden, mimari politikası adını verebileceğimiz alana doğru kaymaktadır.

Batıdışı bağlamlarda modernleşmenin sahip olduğu yukarıdan aşağıya karakter, iktidar ve siyaset meselelerini kaçınılmaz olarak mimari tarihinin önüne çıkarmaktayken, modern mimarinin tarihini sadece iktidar ve siyaset üzerinde odaklanmış görünen bazı güncel eleştirel perspektiflerin merceğinden okumamak da önemlidir. Ben bu kitapta modernist bakış açısına dair daha nüanslı bir değerlendirme yapıp bu bakış açısının eleştirel öncülleri ile son kertede otoriter uygulanımı arasında, çağdaşları için taşıdığı anlamla bugün bizim için taşıdığı anlam arasında ayrıma gitmeyi umuyorum. Modern mimari, bürokratlar, mimarlar ve planlamacılar tarafından halka dayatılan bir kültürel ve estetik baskı biçimi olarak görülebilir -ki en azından Jane Jacobs'dan beri sayısız kültürel eleştirmen böyle düşünmüştür.16 Gelgelelim, iktidar yalnızca baskıyla değil güç kazandırmayla da ilgili bir şeydir; kaldı ki onu yüzyıllarca "tarihdışı"nda görülmüş olan Batıdışı ülkeler için bu denli cazip kılan şey de modernist bakış açısının içerdiği tarihsel eylemlilik etkenidir. Türkiye ve yirminci yüzyılın birçok sömürgecilik-sonrası ulus-devletleri başlangıçta modern mimari ve şehirciliği, milli bağımsızlık, gurur ve ilerlemenin ifadeleri olarak benimsemişlerdi. Biz geriye dönerek ne gibi eleştirel değerlendirmeler yaparsak yapalım, çağdaşları için modernizm, "öteki kültürler"in kendi "ötekilik"lerine itiraz etme ve kendi tarihlerini yapan özneler olma arzusunun bir ifadesiydi.

Bu kitapta, erken cumhuriyet Türkiyesi'nin mimari kültürüne yönelik yaklaşımım, 1930'ların modernist projesinin -modern mimarisi de dahil olmak üzere derin muğlaklığına dair bir farkındalıkla biçimlenmiştir. Bunun kişisel ve içinde yer aldığım kuşakla bağlantılı bir açıklaması vardır belki. Erken cumhuriyet döneminde doğmuş kuşağın -anne babamın, öğretmenlerimin ve modern Türk mimarisini çalışmış, bu kitabın çok şey borçlu olduğu ilk kuşak tarihçilerin17- tersine, ben bu dönemle arama eleştirel bir mesafe koyup modernizmin ardındaki otoriter siyaseti görebiliyorum. Son yirmi yılın bütün gelişmelerinin, eleştirel fikirlerinin ve araştırmalarının sağladığı geriye dönüp bakma avantajıyla cumhuriyetin modernist bakış açısını sorgulayabiliyorum. Bu bakış açısının bilimsel doğruluk iddialarına ve toplumu iyi yönde dönüştürüp kültür, bağlam ve tarihten büyük ölçüde kopmuş, bütünüyle dönüşmüş bir gelecek inşa etme misyonuna daha donanımlı olarak itiraz edebiliyorum.18

Öte yandan, yeni ve güçlü bir eleştirel perspektifle erken cumhuriyet mimarisinin ideolojik programları ve otoriter siyaseti üzerinde odaklanmakta olan daha genç kuşaktan mimarlık tarihçileriyle de aramda yukarıdakine eşit bir mesafe var.19 Bu genç akademisyenlerin çoğunun tersine, ben kişisel anılarım -Ankara'daki Gençlik Parkı, Atatürk Orman Çiftliği ve Çubuk Barajı'nda (bunlar kitabın ilerki bölümlerinde ele alacağım gibi cumhuriyetin kamu alanlarının en belli başlı miraslarıdır) ailece yaptığımız geziler- sayesinde cumhuriyetçi bakış açısının son dönemlerine yetiştim. Çocukluğumu ve gençliğimi Kemalist projenin süregelen mirası içinde, erken cumhuriyet ethosunun parçalanmasından ve 1980'den sonra cumhuriyetin en temsili fiziksel mekanlarının yıkılmasından ya da dönüştürülmesinden hemen önce yaşadım. Belki de bu göreli tarihsel yakınlığın sonucu olarak, erken cumhuriyet mimarlarının ileriye dönük iyimserliği, enerjisi ve heyecanı hala beni etkiliyor. Zamanın belgeleri, tanıklıkları, fotoğrafları ve yayınları içinde sık sık karşılaştığım o kahramanca ulus kurma ve tarih yapma hislerini ilginç ve önemli buluyorum. Bu tür göstergeler, halkın çok büyük ölçüde desteklediği milliyetçi bir istiklal savaşından çıkan ve savaşın kahramanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından tasarlanan Türk modernist bakış açısının, geleneksel toplumlara "dayatılan" diğer yüksek modernist toplum mühendisliği örneklerinden daha popüler olduğunu gösteriyormuş gibi geliyor bana. İlginçtir, James C. Scott, Saint-Simon'dan Lenin'e, Robert Moses'tan İran Şahı'na birçok ünlü şahsiyeti içeren "Yüksek Modernizmin Ünlüler Galerisi"ne Mustafa Kemal'i dahil etmemiştir. Ben de Kemalizmin yüksek modernist mirasını olumsuzlamaksızın, bunu haklı çıkaracak sağlam tarihsel nedenler olduğuna inanıyorum. Birçok Türk tarafından laik ve Batıcı kimliğiyle ilahlaştırılan, bazılarının da aynı nedenlerle öfke duyduğu, ama son kertede asker ve ulusal kahraman olarak herkes tarafından saygı gören Atatürk, yirminci yüzyıl modernleştirmecileri ve ulus-inşacıları arasında en karmaşık ve kalıcı miraslardan birini bırakmıştır bize.

Modern Hareket, onun estetik ve inşaatla ilgili hükümlerini haklı çıkaracak sınai altyapısı olmayan, savaşlarla harap olmuş, geleneksel bir Müslüman toplumunda göze batacak ölçüde yersiz kaçabilirdi. Ama bu hareketin Türkiye'ye girişi, 1930'ların mimari kültürü tarafından destan boyutlarına çıkarılmıştır. Modern Hareket, Türkiye'nin, geçmişte Osmanlı İmparatorluğu'nun tipik temsillerinde kullanılan egzotik ve şarkiyatçı estetik imajlarla hiçbir benzerliği olmayan modern bir Avrupa ülkesi olduğunu gösteren aşikar kanıt olarak selamlanıyordu. Salman Rushdie'nin bir romanında anlattığı, bir Batı metropolisindeki "kendisi hakkında uydurulan yanlış laflara karşı çıkmak için kendi yanlış betimlemelerini uyduran bir kılık değiştirmeden ibaret" olan Hintli göçmen gibi, erken cumhuriyetin modernist bakış açısı da "pathos kadar kahramanlığı da" içeriyordu.20 Umarım benim bu kitaptaki yaklaşımım, hem pathosu hem kahramanlığı, hem devlet iktidarını hem de halkın güçlendirilmesini, hem yabancılaşmayı hem de özgürleşmeyi içeren bu muğlak ve eşanlı hisleri iletebilmektedir -bu hisler olmadan modernizm zenginliğini ve tarihsel karmaşıklığını kaybeder.21 Türkiye' nin şu anki kültürel ikliminin, cumhuriyetin modernist bakış açısını sadakatle ve eleştirellikten uzak bir biçimde savunmakla bu bakış açısının Batıcı, laikleştirici gündemini hiçbir ayrım çabasına girmeden mahküm etmek arasında gittikçe daha kutuplaşmakta olması, tabloyu karmaşıklaştıracak açıklamalann önemine ve aciliyetine tanıklık eder.

Son olarak, bu kitabın kaynaklarını ve yapısını açıklamak için bazı metodolojik notlar düşmek zorunludur. Altbaşlığından anlaşılacağı üzere, "mimari kültürü" kavramı kitabın merkezinde yer alır.22 Çok basit ifade edilecek olursa, mimari kültürü kavramı, mimariye sadece formlarla ve form oluşturmayla ilgilenen özerk, kendi kendine göndermede bulunan bir disiplin olarak değil, daha çok önemli siyasi içerimleri olan daha geniş bir kurumsal, kültürel ve toplumsal alan olarak bakılması gerektiği öncülünden yola çıkar. Mimari kültürü kavramı, hep birlikte mimari hakkında (bu işe yarar ama artık klişeleşmiş terimin özgün anlamıyla) bir "söylem" oluşturan binalara, projelere ve mimari metinlerine yönelik bir kültür tarihçisi yaklaşımını içerir. Belli bir yer ve zamanın mimari kültürü, mimari hakkındaki söylemleri üreten, yeniden üreten ya da onlara itibar kazandıran bütün kurumsal pratikleri -mimarlık okullarını, yayınları, sergileri, yarışmaları ve mesleki dernekleri- içerir.

Kültürel bir yaklaşım, mimarinin mimari hakkındaki söylemlere indirgenebileceği ya da binaların onlara biçim verdiği iddia edilen fikirlerin su götürmez ve saydam ifadeleri olduğu anlamına gelmez. Çoğu zaman en velut söylem üreticileri (1930'larda Türkiye sahnesindeki Aptullah Ziya, Behçet Sabri ve Bedrettin Hamdi gibi), dönemin en velut ya da en ilginç tasarımcıları (mesela Seyfettin Arkan ya da Şevki Balmumcu) değildirler. Bazı durumlarda da bu iki işlev tek tek kimi mimarların (mesela Zeki Sayar ya da Sedad Hakkı Eldem) kişiliklerinde örtüşür. Ama o zaman bile mimarların basılmış yazıları, teorileri ve programları, yaptıkları eserleri tam olarak açıklamaya ya da tasarımlarına dahil olan örtük gündemlerini, adı zikredilmemiş etkileri ve kişisel estetik tercihlerini açığa çıkarmaya yetmez. Daha özgül bir düzeyde, resmi modernizm söyleminin merkezinde yatan rasyonalizm ve işlevselcilik öğretilerinin, çoğunlukla, en iyi modernist eserlerin oluşumunda payı olan karmaşık kültürel, estetik ve kişisel kaygıları dışarıda bırakan klişeler oldukları ortaya çıkar. Mimari kültürün incelenmesi, bir eseri, hakkında söylenenler ve yazılanlar yoluyla açıklamak değil, söylenenler, yazılanlar ve inşa edilenlerin, kolektif olarak, dönemin siyasi ve ideolojik gündemlerini nasıl onayladıklarını, yorumladıklarını, tartışmaya ya da müzakereye açtıklarını anlamaktır.

Kültürel yaklaşımın yukarıda belirtilen özelliklerinin ima ettiği gibi, bu çalışmanın asli kaynakları erken cumhuriyet döneminden bugüne gelen binalar ve kişilerin yanı sıra, o dönemdeki yayınlar ve görsel kaynaklardır. "Uzun 1930'lar"ın en temsili nitelikte olan resmi, mesleki ve popüler yayınlarını gözden geçirdim. Ben, esas itibariyle Kemalist olan bu "uzun onyıl"ı, ilk modernist Türk mimarların 1928'de mezun olup mesleki bir örgütlenmeye gitmelerinden başlatıyor ve 1942'de Mustafa Kemal'in anıt-mezarı (Anıtkabir) için açılan mimari yarışma ile bitiriyorum ki bence bu yarışma erken cumhuriyet döneminin simgesel kapanışıdır. Yurtiçinde Kemalist devrimin ütopik modernist bakış açısının zirvesine ulaştığı, yurtdışında da Modern Hareket'in egemen estetik ve ideolojik kanon haline geldiği 1930'lar, dönemin fotoğraflarının da tanıklık ettiği güçlü bir görsel bileşene sahip son derece ilgi çekici bir on yıldır. Avrupa'da modernizm ile çoğaltma teknikleri, fotoğraf ve reklamcılık arasındaki tarihsel örtüşme, yakın tarihlerde birçok çalışmanın konusu olmuştur.23 1930'lardaki Türk sahnesi çoğunlukla devlet kuruluşları ve yayınları tarafından görsel bir modernlik kültürünün yayılmasında bu yeni araçların önemli bir rol oynadığını doğrular. Nitekim bu çalışmada dönemin fotoğrafları, kartpostalları ve posterlerine de başvuruldu ve bunlar çoğu kez basılmış metinsel malzeme kadar önemli ve bilgilendirici bir işlev gördüler.

Bu kitap için yapılan mimari araştırma "uzun 1930'lar" üzerinde odaklanmış olmasına rağmen, bu araştırmanın anlam kazandığı daha geniş kültürel ve siyasi çerçeve, 1908 Jön Türk devriminden 1950'de CHP'nin tek parti rejiminin sona ermesine kadarki dönemi kapsamaktadır. Sadece mimari tarihinde değil, genelde modern Türkiye'nin tarihinde de bu daha geniş dönemin net bir tanımı ve tutarlılığı olmasının birçok sağlam nedeni vardır.24 En başta, Türk milliyetçiliğinin bu dönem boyunca siyaset, hayat ve kültürün her yönü üzerindeki güçlü ideolojik etkisi gelir. Bu nedenle kitapta, asıl Kemalist dönemin estetik kanonu olarak modernizm üzerinde odaklanan dört bölüm, modernizmden önceki tarzlara göz atan bir giriş bölümü ile modernist kanonun reddinin ardından yaşananlara göz atan bir son bölümün parantezi arasında yer almaktadır. Erken cumhuriyetin mimari tarihini üslup bakımından tanımlanan dönemlere -yani birbirini izleyen "ulusal" ve "uluslararası" üsluplara25- ayırmaya yönelik genel eğilime karşı çıkarak, üslup değişiklikleri ne olursa olsun, milliyetçi çerçevenin sürekliliğine, erken cumhuriyet mimari kültürünün tanımlayıcı özelliği olarak bakıyorum.

Kitabın tematik düzeni gevşek bir kronolojik yapıyı takip ediyor, ama erken cumhuriyetin mimari kültürünün bir bileşenini ya da temasını ele alan her bölüm tek başına da okunabilir. İlk bölümde, Türk mimarisinde modernizmden önce gelen Osmanlı kaynaklı "milli üslup"un mirası gözden geçiriliyor. Bu üsluba modernizmin akademik, stilistik ve anakronik "öteki"si rolünün biçilmesi, geçmişi "aşılması gereken bir engel, bir tarih" olarak, bugünü de "daha iyi bir geleceğin planlanacağı platform" olarak tasvir eden ilk yüksek modernist jesti oluşturuyordu.26 Kitabın geri kalanında, erken cumhuriyet mimari kültürünün özlemlerini özetleyen üç önemli ve sık sık karşımıza çıkan terime, tarihsel bağlam ve veri sunuluyor: "inkılap mimarisi", "yeni mimari" ve "milli mimari". Erken cumhuriyet mimarlarının kafalarını meşgul eden başlıca soru, bu üç özelliği de aynı anda cisimleştiren bir mimarinin nasıl bulunacağıydı.

2. ve 3. bölümlerde, 1930'ların başlarındaki idealleştirilmiş ama büyük ölçüde biçimsel karşılığı olmayan bir arayışı adlandıran kilit terim olan inkılap mimarisi teriminin anlamı ve içerimleri ele alınıyor. 2. Bölüm'de özel olarak, modern mimarinin cumhuriyet "inkılabı"nın başlıca görsel ifadesi olmasını sağlayan resmi söyleme bakılıyor ve modern formların rejimin ideolojik gündemine hizmet etmek üzere nasıl seferber edildikleri gösteriliyor. 3. Bölüm'de cumhuriyetin devrimci bilincinde ve Kemalizmin benimsediği özgül ilerleme ve medeniyet söylemlerinde modernizmin sınai ve teknolojik ikonlarınınm önemi üzerinde odaklanılıyor. Avrupa'daki modernist avangardın aynı teknolojik ikonları yüceltme tarzıyla Kemalizminki arasındaki koşutluklar ve farklılıklar aydınlatılıyor.

Türk mimarlarının mesleki söylemlerinin -meşruiyet kazanmak ve devlet ihaleleri almak için verdikleri mücadelenin ve mesleki taleplerini güçlendirmek üzere yaptıkları özel modernizm yorumlarının-, nasıl Yeni Mimari terimi etrafında şekillendiği 4. Bölüm'de ele alınıyor. 5. Bölüm'de ise, 1930'larda dünyanın her yerinde modernist mimarların üzerinde hak iddia ettikleri en paradigmatik alan olmasının yanı sıra, Kemalist reformların "medenileştirme misyonu"nu özel hayat alanına genişletmeyi hedefleyen cumhuriyetçi arzunun simgesi de olan modern ev imajları ve fikirlerine bakılıyor. Modernizmin muğlaklığı, en bariz şekilde Türk mimarlarının deyimiyle mesken mimarisinde açığa çıkar. Ev, bir yandan, Yeni Mimari'nin demokratik potansiyelini simgeleyen bir temaydı, bu sayede mimarlar zengin patronlara, devletlere ve kurumlara değil de "halk"a hizmet ettiklerini iddia edebiliyorlardı. Öte yandan, evin yaşam tarzlarını reforma tabi tutma aracı olarak algılanması, devletin uzmanlar, mimarlar ve planlamacılar aracılığıyla, geleneksel olarak kendisine direnç gösteren mahremiyet alanına, aile hayatına ve eviçi düzenine nüfuz edişinin özlü bir ifadesiydi.

1930'ların sonlarına gelindiğinde, Türkiye'de, modernizme yönelik milliyetçi saldırılar çoktan yoğunlaşmış durumdaydı; modernizmin soyut, geometrik formları yabancılaşmış, bireyci ve kozmopolit bir toplumun işareti olarak görülmeye başlanmıştı. 6. Bölüm'de, 1930'ların sonlarında milli mimari tartışmalarının yoğunlaşması üzerinde odaklanılıyor ve yerli inşaat geleneklerinin -özellikle de ahşap "Türk evleri"nin- "moderni millileştirmek" isteyen modernist mimarlar tarafından nasıl sahiplenildiği ele alınıyor. Ayrıca, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1938'deki ölümünden sonra, daha "fütürist" devrimci ruhun gerileyerek, yerini mimari alanındaki çağdaş Alman ve İtalyan milliyetçi eğilimlerinin etkilerine ve Orta Asya ve İslam-öncesi Türk anıtlarından alınan ilhama bırakması ele almıyor. Bunun sonucunda 1930'ların başlarının modernist esteciğinden uzaklaşılarak devlet iktidarını ve milliyetçi tarihyazımını temsil eden daha klasik ve anıtsal bir modern mimari tarzına yaklaşılmasının tartışıldığı bu son bölümle modern Türk tarihinin bu kahramanlık dönemi sona ermiş oluyor.

Bu yapı ve kapsamda bir kitap yazmanın en önemli güçlüklerinden biri de, çok çeşitli kesimlerden okurlara hitap etmek istememden kaynaklanıyordu. Tabii ki en başta, bu kitabın kendi disiplinimden insanların -yani modern mimari tarihçilerinin- ilgisini çekmesini bekliyorum. İkinci olarak, alan çalışmaları uzmanlarına -bu durumda, Türkiye ve Ortadoğu çalışmaları alanındaki uzmanlara- da cazip gelmesini bekliyorum. Üçüncüsü, genel olarak modernlik ve milli kimlik meseleleriyle ilgilenen farklı disiplinlerden, uzman olmayan daha çok sayıda okurun da kitabı ilginç ve bilgilendirici bulmasını umuyorum. Bütün bu okur kitlelerini akılda tutarak yazmak bazen gerçekten çok zor ve bunaltıcı olabiliyordu. (Mimarlık eğitimi almamış okurlara Le Corbusier'nin kim olduğunu açıklamak gerekir mi? Türkiye ve Ortadoğu'nun tarihine aşina olmayan okurlar için, Türkiye'de cumhuriyetin ilan edildiği tarih gibi çok temel tarihsel malumatlar vermek gerekir mi?). Ama herkese ödün verme korkusunu en sonunda aşmamı sağlayan şey, bu tür bir kültür tarihi çalışmasından zengin ve özgün bir şeyler -ancak mimarlık tarihi ile alan çalışmaları arasındaki sınırları ihlal ederek elde edilebilecek içgörüler- çıkabileceğine olan inancımdı.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

16 Jane Jacobs, The Death and Life of Great American Cities (New York: Vintage Books, 1961).

17 Bunlar arasında, İnci Aslanoğlu'nun öncü çalışması Erken Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı'nı (Ankara: ODTÜ, 1980) özellikle belirtmek isterim. Konu hakkındaki Türkçedeki standart referans kaynaklarını yazan diğer isimler arasında Üstün Alsaç, Türkiye'deki Mirnarhk Düşüncesinin Cumhuriyet Dönemindeki Evrimi (Trabzon: KTÜ, 1976); Metin Sözen, Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarlığı 1923-1983 (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1984) ve Evin ve Holod, Modern Turkish Architecture'daki yazıların yazarları sayılabilir.

18 S. Bozdoğan ve R. Kasaba, der., Rethinking Modernity and National Identity in Turkey'de (Seattle: University of Washington Press, 1997) yaptığımız disiplinlerarası tartışmaya bu tür eleştirel ve revizyonist bir bakış açısı yön veriyordu.

19 Bunlar arasında, Zeynep Kezer'in erken cumhuriyet Ankarası hakkında yaptığı doktora tezi çalışmasından çok şey öğrendim, ayrıca Neşe Gürallar Yeşilkaya ve Zeynep Yürekli'ye master tezlerini benimle paylaştıkları için teşekkür borçluyum. Bkz. Z. Kezer, "The Making of a National Capital: Ideology, Modernity, and Socio-Spatial Practices in Early Republican Ankara" (Doktora tezi, University of California, Berkeley, 1998); Z. Yürekli, "Modernleştirici Devrimlerde Geçici Mimarlık ve 1930'larda Türkiye Örneği" (Master tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, 1995) ve N. G. Yeşilkaya, Halkevleri, Ideoloji ve Mimarlık (İstanbul: İletişim, 1999). Benzer perspektiflerden başka tez çalışmaları da hazırlanıyor ve cumhuriyet mimarisine duyulan ilginin Türk mimarlık tarihi öğrencileri arasında belirgin bir biçimde arttığı gözleniyor. Yeni eleştirel eğilimlerin ve mimarinin siyaseti üzerindeki yeni odaklanmanın yakın tarihli bir tezahürü şu çalışmada bulunabilir: G. Tümer, der., İdeoloji, Erk ve Mimarlık, Dokuz Eylül Üniversitesi'nde 1996 Nisanında düzenlenen bir sempozyuma sunulan bildiriler (İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi, 1996).

20 Salman Rushdie, The Satanic Verses (Dover, UK: Consordum, 1992), 49.

21 Marshall Berman'ın All That is Soltd Melts into Air (New York: Simon and Schuster, 1983; Türkçesi: Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, çev. Ü. Altuğ, B. Peker, İletişim, İstanbul 1994), modern deneyimin bu derin muğlaklığını en iyi yakalayan ve benim modernlik hakkındaki düşüncelerime esin veren kültür tanhi çalışmasıdır.

22 "Mimari kültür/mimarlık kültürü" kavramıyla ilk kez, Mimari Derneği'nin Londra'daki Tarih Teori Programı'nda karşılaştım, bunun için Roy Landau'nun modern mimarlığın tarihyazımı hakkında geliştirdiği perspektife çok şey borçluyum. Bkz. R. Landau, "The history of modern architecture that still needs to be written", AA Files, no. 21 (Bahar 1991): 329 49-54. O tarihten beri aralarında Stanford Anderson'la Henry Millon'ın MIT'de düzenledikleri öncü Tarih, Teori ve Eleştiri programmın da bulunduğu birçok program mimarlık tarihi karşısında "kültürel bir yaklaşım"ı benimsemiştir. Birçok modern mimarlık tarihçisi "mimarlık kültürü" terimini açıkça benimsemiştir -örneğin, F. Dalco, Figures of Architecture and Thought: German Architecture Culture 1880-1920 (New York: Rizzoli, 1990).

23 Mesela şu çalışma: Beatriz Colomina, Privacy and Publicity: Modern Architecture as Mass Media (Cambridge, Mass.: MIT Press, 1994).

24 Örneğin bkz. 2. Bölüm başlığı "Türk Tarihinde Jön Türk Dönemi 1908-1950" olan, E. Zürcher, Turkey: A Modern History (Londra: I. B. Tauris, 1993; Türkçesi: Modernleşen Türkiye'nin Tarihi, çev. Yasemin Soner Gönen, İletişim, İstanbul 1995). F. Ahmad'ın The Making of Modern Turkey (Londra: Roucledge, 1993) adlı çalışmasında aynı döneme üç bölüm aynlmıştır. Diğer birçok tarihte de, Osmanlı sultanının iktidarının bir anayasayla dizginlenmesi (meşrutiyet; 1908) ve çokpartili demokrasiye geçilmesi (1950) kilometretaşı niteliğinde olaylardır.

25 Bu eğilim özellikle Üstün Alsaç'ın, Türkiye'deki Mimarlık Düşüncesinin Cumhuriyet Dönemindeki Evrimi (Trabzon: KTÜ, 1976) adlı çalışmasında, ayrıca da İnci Aslanoğlu, Erken Cumhuriyet Dönemi Mimarlığı (Ankara: ODTÜ, 1980) ve Evin ve Holod, Modern Turkish Architecture'da. görülebilir. Bunun tek önemli istisnası, bütün erken cumhuriyet mimarisinin öncelikle milliyetçi bir karakter taşıdığını fark eden şu çalışmadır: Somer Ural, "Türkiye'nin Sosyal Ekonomisi ve Mimarlık 1923-60", Mimarlık, no. 1-2 (1974): 5-51.

26 Scott, Seeing Like a State, 95.

<< önceki sayfa                               1 2

Copyright © 2000-2002 Arkitera Bilgi Hizmetleri [email protected]

Reklam vermek için - Danışmanlarımız - Editörlerimiz